2015 Sayı 24
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/13068
Browse
Browsing by Issue Date
Now showing 1 - 15 of 15
- Results Per Page
- Sort Options
Item Rancière düşüncesinde siyasal olanın önceliği(Uludağ Üniversitesi, 2015) Yıldırım, Yavuz; Baştürk, EfeÇalışmada temel olarak Jacques Ranciere’in siyasal kavramına bakışı analiz edilmiştir. Düşünür, siyasetin polis arayışı karşısında siyasal olanı uyuşmazlık ve çatışma üzerinden kurmakta ve (liberal/temsili) demokratik pratikleri aşarak yeni bir demokrasi anlayışı geliştirmektedir. Düşüncesinin en önemli ayaklarından biri, bir düzeni ifade eden polis (police) olarak siyasetten (politics) uyuşmazlık ve eşitlik önkoşullu siyasal olana (political) geçişte demokratik mücadelenin önemini ortaya koymaktır. Demokrasi ile siyaset arasındaki bağı bilinen kavramların ötesinde yeniden tanımlayan Ranciere, siyasal-siyaset ve siyasa arasındaki ilişkiyi sorgulamamızı sağlar. Bu çalışma siyasa sürecine indirgenmiş siyasete karşı Ranciere’deki siyasal kavramının bir çıkış noktası olabileceğine dayanmaktadır. Ranciere’in demokrasiyi siyasal ilişkilerin temeline yerleştirerek açtığı yeni güzergah, yerleşik demokrasinin krizlerine üretilmiş felsefi cevaplardır. Ranciere açısından demokrasi, bir düzenin değil düzensizliğin ve siyasal öznelliğin eyleminin ismidir.Item Biçimsel olmayan mantık yaklaşımı neden hatalıdır ve nasıl aşılmalıdır?(Uludağ Üniversitesi, 2015) Öztürk, Ali BilgeBu çalışmada sıklıkla biçimsel olmayan mantık hareketi olarak adlandırılan felsefi yaklaşımın, çok geniş ve önemli bir pedagojik ve akademik literatür ortaya koymuş olmasına rağmen argümantasyon alanındaki temel yaklaşımının hatalı temellere dayandığı savunulmuştur. Bu savunu biçimsel olmayan mantık kavramının temelde sorunlu bir kavram olduğu, çünkü (1) günümüzde biçimselleştirilmiş ve henüz biçimselleştirilmemiş akıl yürütmeler arasındaki sınır mantığın tarihsel gelişimin bir sonucu olduğu için, bu ayrımının biçimsel olmayan mantık gibi bir kavramı kullanmayı meşru kılacak şekilde belirli olmadığı, (2) biçimsel olmayan mantık kavramının kuramsal zeminde değil, duygusal zeminde ortaya çıkan bir kavram olduğu temelinde yapılmıştır. Bu temelde bugün argümantasyon alanında en temel sorunun, modern biçimsel sistemlerle bağını koparmamış genel bir argümantasyon kuramının eksikliği olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Makalenin sonunda böyle bir kuramın nasıl geliştirilebileceği üzerine görüşlerimiz sunulmaktadır.Item Ricoeur’ün hermenötiğinde merkezdışı özne(Uludağ Üniversitesi, 2015) Varlık, SelamiRicoeur, ele aldığı semboller hermenötiği, yorum felsefesi veya başkalık sorunu gibi farklı konularda kendine has bir özne felsefesi oluşturmuştur. Onun temel özelliği, hem Descartes’tan gelen egemen özne fikrine hem de Nietzsche veya Heidegger’de karşılaştığımız öznenin reddine karşı çıkmasıdır. Ricoeur’ün öznesi, kimliğini bir metnin başkalığı dolayımıyla kazanan “merkezdışı” bir özne, bir “yaralı” Cogito’dur. Bu çalışmanın ilk amacı Ricoeur’ün, yorumlayan özneye metnin karşısında nasıl ikincil bir pozisyon kazandırdığını incelemektir. Ricoeur’e göre, merkezî ve birincil olan metin, yorum esnasında benin (le moi) değişimine yol açar, ve öznenin, metni kendi önyargılarına indirgemesine engel olur. Ancak, çalışmanın ikinci bölümünde görüleceği gibi Ricoeur, özne fikrini tamamen yok etmez. Bu geleneği sorgulamasına rağmen, refleksif felsefeye bağlı kalan filozof, özne anlayışına dirimselci bir boyut kazandırır. Ricoeur’e göre kendi (le soi) olarak düşünülen özne, yorumlama sürecinin başında değil, bir proje olarak sonunda yer alır. Değişmesine rağmen, özünde taşıdığı başkalık sayesinde kendiliğini muhafaza eder. Bu bağlamda, yorum felsefesindeki merkezdışı özne fikrini, başkalık kuramında anlatısal kimliğin taşıdığı idem/ipse farkı çerçevesinde değerlendirmek gerekmektedir. Bu şekilde hem kendinin, hem metnin ve hem de ötekinin başkalığıyla yüzleşen merkezdışı özne fikriyle Ricoeur, bir yorumlama etiğinin zeminini hazırlar.Item Mutluluk bir energeia mı yoksa bir entelekheia mı?(Uludağ Üniversitesi, 2015) Basut, Lale LevinAristoteles Nikomakhos’a Etik adlı yapıtında mutluluğun nedirini “tam erdeme uygun bir ruh etkinliği” (EN, 1098a 17) olarak belirlemektedir. Bu yazı Platon kavramlarını da -rastlantısal olarak değil tercih ile birlikte- hesaba katarak Aristoteles’in onu anladığı tarzda mutluluğu, etkinliği (energeia), etkinliğin tamamlanmadan (entelekheia) farkını ve “insan”ın tamamlanması ile mutluluğun ilişkisini araştırmaktadır. Aristoteles’in mutluluğa ilişkin tanımı gelişigüzel, el yordamı ile belirlenmiş değildir, aksine bu tanım onun insanın amacını içinde taşıyarak varolması ile insanın mutluluğunun bir-arada olduğuna ilişkin savının zorunlulukla temelendirilebilmesi için bilerek, isteyerek ve tercih ile ortaya koyulmuştur. Bu yazıda praksis’in poiesis’den telos’u bakımdan farkı, insanın asıl anlamda ve önde gelen insan olarak varolabilmesinin hangi etkinliklerle ve ancak nasıl mümkün olabileceği ve bunun mutluluk ile ilişkisi, insanın bir politikon zoon olmasının ne demeye geldiği, Platon’un belirlediği ve Aristoteles’in de onu kullandığı bir yöntem olarak dialektike’nin ne olduğu ve nasıl yürütüldüğü, Platon’da adaletin “kişi”nin mutlu olması ile ilişkisi ile philosophos’un tamamlanmasını olanaklı kılacak etkinlik olan theorein etraflıca ele alınmaktadır.Item Mediating ethnic identities in Africa(Uludağ Üniversitesi, 2015) Ebijuwa, Temisanren; Gbadegesin, Adeniyi SulaimanIn recent times, African states have experienced multiple challenges. The most disturbing is the inability to evolve a sustainable culture of dialogue that is suitable for the mitigation of ethnic conflicts in contemporary Africa. It is this failure that has generated many other problems in other spheres. These problems, in concert, have made the socio-political space largely that of frustration, despair and disappointment. This accounts for the social design of unhealthy alliances and the basis for the affirmation of parochial primordial frivolities at the detriment of a trans-national identity. But why have the affirmation of these primordial alliances and its attendant conflicts remain daunting, intricate and resilient, in spite of the several attempts by scholars to mitigate it? The attempt in this paper will be to argue that extant discourse of the above concern fails because it ignores the value of the conditions for the practical realisation of agreement in situations of conflict. Specifically, the attempt here is to explore indigenous mediation strategies in arriving at trans-national identity in Africa, which will be inclusive other than the divisive structure that has exclusive character inherent in extant discourse.This paper, therefore, will employ the analytic-descriptive method to interrogate the above in a manner many scholars are wont to ignore. Hence, it is expected that this paper will initiate a perspective that will challenge extant interpretation of the conditions of dialogue and consequently human solidarity in African States.Item Değerler ve eğitim ilişkisi üzerine(Uludağ Üniversitesi, 2015) Çetin, Necip; Balanuye, ÇetinEğitim ve felsefe yazınında değerlerin varlığı yadsınmamaktadır. Ancak her iki yazında da değerlerle ilgili ortak bir söylem oluşturulmuş değildir. Felsefede yapılan tartışmalar hala devam ettiği gibi eğitimde de hangi değerlerin aktarılacağına dönük bir fikir ortaklığı sağlanamamıştır. Bir kısım değerlerin pek de tartışılmadan, toplumsal hakimiyete göre belirlenip aktarılması gerektiğini ileri sürerken, diğer bir kısım ise buna karşı çıkarak aktarılacak değerleri ve bu bakışın meşruluğunu sorunsallaştırır. Bu iki yönlü tartışmada değerlerin kaynağının ortaya konması, hangi değerlerin seçilebileceği ile ilgili de önemli bir fikir verecektir. Ayrıca bu belirlenim sayesinde değerlerin sınırları belirginleştikçe, eğitim içinde de kullanılacak değerlerin seçilmesi daha az tartışmalı hale gelecektir. Bu bakımdan çeşitli değer tartışmalarına değinilecek ve değerlerin keşif mi yoksa icat mı olduğu tartışması yapılacaktır. Kaynağa ilişkin tartışmalarda değerlerin hem keşif hem de icat olabilecek özellikler gösterdiği ortaya konmaya çalışılacak ve çalışmanın sonunda ise değerlerin insanlığın mirasından önemli ortaklıklar (keşif) taşımakla birlikte, bu ortaklığa yerli değerlerin (icat) de eşlik ettiği söylenecektir. Eğitimde de aktarılması tercih edilecek değerlerin her ne kadar yerel hakimiyete göre şekillendiği açıksa da insanlık mirasının süzgecinden geçmesi gerektiği vurgulanacaktır.Item A study on the criticisms about Foucault’s opinion of power(Uludağ Üniversitesi, 2015) Becermen, Metin; Fen Edebiyat Fakültesi; Felsefe BölümüIn this study, will be made the evaluation of some criticisms made for Foucault’s power views in the context of state and power relationship. While doing this, first of all Foucault’s views about the power will be discussed shortly in this context and then the criticisms will be examined. Finally, an evaluation will be made moving from Foucault’s ideas. Foucault criticizes the viewpoints discussing the power dependent on the state. Because according to him, such kind of evaluations remains insufficient while discussing power problem. However, power has a wider and more common basis. Of course, the state has an important role in the functioning of the power; however this is not mean that power is equal to the state. On the other hand, the power is running not only with the power of the rules but also through the norms when the law is concerned. Right runs in the context of a “game of norm”. This doesn’t mean that to reduce the rules to the norms or to say that the rules are insignificant in legal procedures. This, rather, emphasizes the role of norm in the law.Item Re-thinking on modern political theory: Political theology and political messianism(Uludağ Üniversitesi, 2015) Güngörmez, Bengül; Fen Edebiyat Fakültesi; Sosyoloji BölümüAccording to modern social theory political science belongs to secular domains of social sciences, it is scientific and it immunes from theology. However, in political theory and political philosophy this view is outmoded and one sided today. In this paper I will examine the transformation of modern political theory after German political philosopher Carl Schmitt’s understanding of modern political theory as “political theology”. With this aim, I will evaulate theologicopolitical leitmotives of modernity and modern political theory such as reason and revelation distinction in philosophy, immanentize the Christian Eschaton, millenarianism (belief that an ideal world will be achieved in the near future), worldly or immanent salvation and particular attention is paid to political messianism and religiosity after secularism.Item Kuantum teorisi’nin Sartre’ın varoluşçuluğu üzerinde etkileri(Uludağ Üniversitesi, 2015) Durğun, SerpilBu makalenin amacı, Kuantum teorisinin hangi felsefi yaklaşımı etkilediğini göstermeye çalışmaktır. Newton paradigmasının yerini, henüz tamamlanmamış bir paradigma olarak kabul edilen Kuantum teorisi almaya başlamıştır. Bu durum, sadece bilim adamlarının dünyayı algılayış biçimini değiştirmemiş aynı zamanda bu yeni paradigmanın egemen olduğu evrende yaşamaya başlayan herkesin dünyayı algılama biçimi de değişmiştir. Diğer bir ifadeyle, paradigma değişimi bilim alanıyla birlikte tüm diğer bilgi türlerini ve alanlarını da etkilemiştir. Paradigma değişiminden etkilenen alanlardan biri de felsefedir. 20. yüzyılda ortaya atılan Kuantum teorisiyle birlikte mekanik-determinist evren anlayışı sarsıntıya uğramıştır. Kuantum teorisinin evren anlayışında oluşturduğu köklü değişiklikler başta determinizm ve özgür irade olmak üzere pek çok sorunun yeni baştan ele alınmasını gerektirmiştir. Söz konusu sorunların ele alınıp yorumlanmasında, 20. yüzyılın en önemli felsefi düşünce akımlarından biri olan varoluşçuluğun -Sartre’ın varoluşçuluğu özelinde- temel tezlerinin kuantum mekaniğindeki temel varsayımlarla örtüştüğü görülmektedir.Item Good governance, leadership and making decision(Uludağ Üniversitesi, 2015) Slimane, MeloukiFrequency in recent years, the term «good governance», which was reduced in some of the literature of political science and systems of governance under the word «governance» is not enough .I believe that the worst thing we suffered in our modern history can be shortened in the «lack of vision» and «weak insight» or « poverty of imagination ». We were not inspired by the footsteps of enlightened thought or culture rooted, but the past is always in dispute and clear among the holders of power and decision-makers in the side and awareness of history and political culture on the other side, so missed opportunities and wasted resources and disappeared vision and missed awareness. The reviewing what happened in the last three decades, we will discover that great sin lies in the poverty of imagination and lack of foreseeing vision in every field from education through to health and access to a low of basic services and the decline in indicators of social justice, which means clearly the absence of «good governance» and the disappearance of its components for the benefit of individual agendas, and with a case of lack of clarity or the ability to read the future, including making us prisoners of random intellectual reflected. Therefore, the objective study of recent years will put our hand clearly citizen malady underlying causes of error which robbed judgment vitality and its ability to regenerate and wounding some kind of sag due to aging political and ending life span, length of the growing period to stay in power leads to disastrous results paid for by the people of present and future, as they move away necessarily about the characteristics of good governance.Item The value and the indispensability of justice in the quest for development in Africa(Uludağ Üniversitesi, 2015) Olatunji, Felix O.The discourse about justice in any society is unquestioned, and interpreting this in the context of other influences and isolating the significance of justice towards development is challenging. Justice has been accepted as one of the fundamentals of democracy whether in its old form from the Athenian city-states to the new waves in its representative form. Examining justice as being sacred to human society is important in the sacredness of human dignity. But the problem today is the way the ‘leaders’ of new modern-day democracies tend to look at the discourse and praxis of justice because transparency, common good and truth among others, which are the hall-marks of justice, have been eroded especially in countries below the Mediterranean. The tenets of justice have been replaced with manipulation, relativism, negotiations, inequality, usurpation of power, compromises among others. The thrust of this paper will be to thematise the discourse of justice and its significance as a sacred issue in the governance of human societies towards enduring development. If the dignity of man is sacred in itself, so also the discourse of justice cannot be under-valued. Hence, the sacredness of the nature of social justice will be examined, and argued for in the quest for survival and sustenance of Africa. The paper will therefore, project that justice is a necessity in human society and without it; there will be no peace and development. In order to achieve our objective, this paper will employ descriptive-analytic method towards examining the significant roles justice, if enthroned, will engender towards development in Africa. It is, therefore, expected that this paper will initiate a platform in the discussion of justice for the attainment of authentic development in Africa.Item An examination of David Hume’s use of “propositon” and “deduction” in Hume’s law: An objection to the standart interpretation of the “is-ought” problem(Uludağ Üniversitesi, 2015) Erdenk, Emre ArdaContemporary scholars frequently interpreted Hume’s Law as a logical or semantic thesis. Accordingly, no argument can have a conclusion with moral content without having at least one premise containing a moral term. This interpretation depends on the misconception of Hume’s use of the terms “proposition” and “deduction”. I argue that “proposition” and “deduction” in the relevant context should not be interpreted anachronistically. The correct interpretation of these terms would be that; (i) “proposition” has no special (logical) meaning, and (ii) “deduction” means very broadly all types of multi-step inferences. In this case, Hume’s Law offers a wider claim than the logical and semantic thesis suggest. In this paper, I am going to argue for this correct interpretation of Hume’s use of the terms “proposition” and “deduction”. If we appeal to this correct interpretation, we can see that Hume’s thesis has no specifically a logical or semantic point. Hume wants to argue instead that our moral judgments have no underpinning psychological relations of ideas or matters of facts. According to this interpretation, it can be seen that the crucial term of the “is-ought” passage is Hume’s “relations”.Item The logical limits and the ontological principle of the idea of university(Uludağ Üniversitesi, 2015) Bilgiç, MeriçThis article settles an account with the idea of “university” that has been a traditional debate in philosophy. An idea can be accepted as necessarily true by a consensus among some reasonable people, if and only if, its premises could be grounded on true knowledge, and its result could be reached by true reasoning. Then, we have three questions: What is the idea of university, why should it be necessary, and how can a norm be grounded on knowledge? Behind the idea of modern university there is a principle called “Universitas”, named “metaphysics” by Kant, and “prote philosophia” by Aristotle. The opposite of it would be postmodern university, called “multiversity” in principle. Here, we ground the norm Universitas by the logical form of reductio ad absurdum, under the light of the knowledge of the value of some possibilities of human being, or simply, of human dignityItem A review from denotation to denoting(Uludağ Üniversitesi, 2015) Alvandı, Ebrahim OshniGray’s Elegy is an argument towards meaning and denotation of denoting concepts. Denoting concepts occur in propositions and quantifier phrases occur in the sentences that express those propositions. Russell used this argument to distinguish meaning from denotation. The study will follow this argument comparing two other ideas raised by Makin and Pakaluk. The paper ends up discussing the meaning of a denoting phrase or a complex in a proposition which becomes about the denotation by a chain of objects and ideas. A formulization will be introduced for the proposal at the final step.Item Distrusting the “Archimedean view” of philosophy: A plea for tolerance in the ”voices and conversations of mankind”(Uludağ Üniversitesi, 2015) Udefi, AmaechiIt is not uncommon to hear philosophers or even students of philosophy when asked to define their discipline to say that philosophy is the ‘queen of the sciences’, ‘first philosophy’, and so on. These phrases and appellations are often deliberately ascribed to philosophy to denote its centrality to human existence and pursuits as well as its rootedness or connection to other disciplines. They can attempt to justify this by jokingly saying that after all, the academic degree of Doctor of Philosophy’ (Ph.D), which is usually awarded after some years of research and course work is given in due respect and obeisance to its ancestry and gerontologically prior to all classes of knowledge viz, humanities, social sciences and natural science. At a deeper level, it offers useful insights into knowing the business and preoccupation of philosophers from the ancient through modern to contemporary periods. Here, the main concern of the philosopher is to conceive philosophy and its task as ‘a cognitive enterprise and attempt to establish/ through conceptual analysis, any claims to knowledge. In this conception, philosophy examines the substructure of issues and raises foundational or second-order questions. The intent of this paper is to show that philosophy still retains its original image, but its omnibus interpretation and application by some scholars in the present times throw up some problems, one of which is the dictatorial and hegemonic tone implicit in the conception which may inadvertently marginalize and sideline the emergence of other forms of discourses.