Browsing by Author "Bilgel, Nazan"
Now showing 1 - 20 of 35
- Results Per Page
- Sort Options
Item Attitudes of Turkish men toward wife beating: A study from Bursa, Turkey(Springer/Plenum Publishers, 2008-10) Özçakır, Alis; Bayram, Nuran; Ergin, Nilüfer; Selimoğlu, Kerem; Bilgel, Nazan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Aile Hekimliği Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi/Ekonometri Bölümü.; Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Yüksek Okulu/Hemşirelik ve Ebelik Bölümü.; 0000-0001-5588-2037; 0000-0001-5492-184X; AAG-8209-2021; AAG-9068-2021; 9733230000; 13609585600; 8927016800; 8927016900; 7801564702The objectives of this cross-sectional, descriptive, questionnaire study were to explore men's attitudes toward wife beating and examine the possible predictors. A total of 1,150 married men aged 18 and up, who had received primary health care in a defined period were the participants. The lifetime prevalence of wife beating was 29.0%. Of the men studied, 42.7% were themselves victims of physical violence during childhood. About 17.9% of the participants thought that they had the right to beat their wives. Significant predictors in logistic regression analysis included women's low education (OR=2.8; 95%CI=1.26-6.46), number of children (OR=2.4; 95%CI=1.34-4.51), childhood beatings (OR=1.6; 95%CI=1.25-2.16) and alcohol intake (OR=1.9; 95%CI=1.49-2.63).Wife beating is a problem in Turkey. To change male attitudes, alcohol abuse control interventions and child abuse prevention should be implemented.Item Bullying in Turkish white-collar workers(Oxford Univ Press, 2006) Bilgel, Nazan; Aytaç, Serpil; Bayram, Nuran; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Aile Hekimliği Anabilim Dalı.; 0000-0001-5492-184X; 0000-0001-6659-4639; 0000-0002-4539-5849; AAG-9068-2021; I-7814-2019; 7801564702; 56835333800; 13609585600Objectives To determine the prevalence of reported workplace bullying among a group of white-collar workers, to evaluate the association between reported bullying and its effect on health and to assess the effects of support at work for bullied workers. Methods A cross-sectional questionnaire survey among full-time government employees in the health, education and security sectors. Bullying was assessed using a 20-item inventory. The potential effects of reported bullying were assessed using the Job Induced Stress Scale, the Hospital Anxiety and Depression Scale, Job Satisfaction Scale and the Propensity to Leave Scale. Results The response rate was 79% (944/1200) and 877 questionnaires were analysed after exclusion of non-complete data. Of respondents, 55% (483) reported experiencing one or more types of bullying in the previous year and 47% (416) had witnessed the bullying of others. The bully was most likely to be a superior. Sixty per cent of victims had tried to take action against bullying, but most were dissatisfied with the outcome. There were significant differences in anxiety, depression, job-induced stress and support at work scores between those reporting bullying and those not reporting bullying at work. Those who reported bullying with low support at work had the poorest scores on the mental health scales. Conclusions Bullying is a serious problem in this group of workers and may lead to health consequences. Feeling that the work environment is supportive appears to have a protective effect in terms of the health outcomes.Item Bursa huzur evi yaşlılarının sosyodemografik özellikleri ve sağlık taraması sonuçları(Uludağ Üniversitesi, 2002-01-10) Uncu, Yeşim; Özçakır, Alis; Sadıkoğlu, Ganime; Alper, Züleyha; Özdemir, Hakan; Bilgel, Nazan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Aile Hekimliği Anabilim Dalı.Yaşlanan dünyamız ile birlikte ülkemizde de nüfusun giderek yaşlanması, yaşlıların sağlık ve bakım problemlerinin her geçen gün artarak önem kazanmasına neden olmaktadır. Bu çalışmada Bursa Belediyesi’ne bağlı üç huzur evi ziyaret edilerek, yaşlıların bazı sosyodemografik özelliklerinin incelenmesi, en sık rastlanılan sağlık problemlerinin belirlenmesi ve kendi bakış açıları ile huzur evinde yaşamın özelliklerinin tanımlanması amaçlanmıştır. Mayıs 2001 döneminde, huzur evleri ziyaret edilerek yaşlılara yüz yüze görüşme tekniği ile anket uygulamasının ardından, fizik muayeneleri yapılarak çalışma gerçekleştirilmiştir. Çalışma grubunun %60,1’i erkek, %39,9’u kadın ve yaş ortalamaları 69,98±0,78 idi. Hiçbir sağlık güvencesi olmayanların oranı % 35,2 idi. %14,5’i lise ve yüksek okul mezunu, %45’i ise yalnızca okur yazar idi. %78,8’inde en az bir veya daha fazla kronik hastalık vardı. Yapılan fizik muayenede en sık diş, kulak ve kardiovasküler sisteme ait bulgular tespit edildi. Yaşlılar genel olarak huzur evinde bulunmaktan hoşnut olmakla birlikte, fizik ortamlarının daha ziyade yurt veya misafirhane ortamı gibi olmasının, ev özlemi yaşamalarına neden olduğunu dile getirmişlerdir.Item Bursa il merkezi aile planlaması ve ana çocuk sağlığı dispanser bölgesinde 15-49 yaş kadınların yaşam bilgilerinin değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 1995) Uğur, Işık; Bilgel, Nazan; Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Enstitüsü/Halk Sağlığı Anabilim Dalı.1990 Çocuklar için Dünya Zirvesi'nin ardından hemen tüm ülkeler tarafından benimsenen yüzyıl sonu hedefleri arasında; beş yaşından küçük çocuk ölümlerinde üçte bir oranında azalma, ağır ve orta şiddette beslenme yetersizliği vakalarının yarı yanya azaltılması, bütün doğumevlerinde ve hastanelerde anne sütünün teşviki, bir yaşından küçük çocuklar arasında en azından yüzde 90'lık bir bağışıklama oranına ulaşmak ve bu oranı korumak, Ağızdan Sıvı Tedavisinin (AST) kullanımının yüzde 80 oranında yaygınlaştırılması ve ishale bağlı çocuk ölümlerinin yarıyarıya, Akut Solunum Yolu Enfeksiyonları (ASYE) yüzünden meydana gelen çocuk ölümlerinin üçte bir oranında azaltılması, tüm ailelere temiz su ve sanitasyon olanakları sağlanması gibi ilkeler yer almaktadır(l). Oysa, gelişmekte olan ülkelerde kolaylıkla korunulabilecek olan kızamık, ishal, zatürree ve beslenme yetersizliklerinin de yan etkisiyle yılda halen 7 milyon çocuk yaşamını yitirmektedir. Bunların önlenmesi ya da tedavisi için gerekli düşük maliyetli yöntemler yıllardır bilinmektedir. Ayrıca analann beslenme durumlannın iyileştirilmesi, iki doğum arasında en az iki yıllık süre bırakılması ve ailelerin çocuk beslenmesi konusunda bilgilendirilmesi beslenme bozukluğunu azaltacak ve hastalıklara çağn çıkmamış olacaktır(1). Bugün anne ve babalara, milyonlarca çocuğun yaşamlarını kurtarmada ve normal büyümelerini sağlamada yardımcı olabilecek yaşam bilgileri mevcuttur. Bu bilgileri edinmek 1tüm ailelerin hakkıdır. Dünya Sağlık örgütünün (DSÖ) diğer örgütlerle ortak çalışma sonucu hazırladığı " yeryüzündeki her ailenin artık bilmesi gereken " yaşamsal çocuk sağlığı bilgilerinin, Bursa ili Sağlık Müdürlüğüne bağlı 4. No'lu Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması (AÇSAP) Merkezi Bölgesinde, 15-49 yaş grubu kadınlarca ne derece bilindiğini saptamak için, anket yöntemiyle, retrospektif, tanımlayıcı bir çalışma yapılmıştır. Ankete, dört mahalleden 15-49 yaş grubu kadınlardan basit rastgele örnekleme yöntemiyle 2000 kişi alınmıştır. Bu kadınlara, yaşam bilgilerini içeren 25 soru yöneltilmiş olup, her doğru yanıt için 4 puan verilmiştir. Anket verilerine göre çeşitli istatistik tablolan hazırlanmış ve sonuçta kadınların bilgi düzeylerinin orta derecede olduğu görülmüştür. Bölgemizdeki kadınların, güvenli annelik, besin - çevre hijyeni konulannda yeterli bilgilendikleri fakat bebek ve çocuk beslenmesi, ishal, akut solunum yolu enfeksiyonlan (ASYE) nedenleri ve bakımı, aşılama zamanı konularında yanlış ya da eksik bilgilendikleri saptanmıştır. Bilgi düzeyleri yaş ve öğrenimle artmaktadır. Bu sonuca göre; kadınların gereksinimleri olan yaşam bilgilerini, onların anlayabileceği, ilgi duyabileceği gibi her ortamda, diğer sektörlerle iş birliği içinde verilmesi gerektiği düşünülmüştür.Item Bursa ili 1 no'lu ana çocuk sağlığı aile planlaması merkezi hizmet bölgesinde 15-49 yaş evli kadınlardaki cinsel geçişli hastalıkların incelenmesi(Uludağ Üniversitesi, 1998) Bekar, Sena; Bilgel, Nazan; Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Enstitüsü/Halk Sağlığı Anabilim Dalı.Cinsel yolla bulaşan hastalıklar hala tüm dünyada bir halk sağlığı sorunudur. Çoğu tedavi edilebilir ama tümü önlenebilir. Kadın, erkek ve çocukların morbidite ve mortalitesini etkileyen bu hastalıkların Human Immunodeficiency Virus (HIV) geçiş riskini de artırdığı gösterilmiştir. Disüri, kaşıntı, vaginal akıntı gibi nonspesifik semptomlar klinikte vaginit, sistit, servisit gibi tanılar alır ve etken ajana göre tedavi edilir. Ancak tanı yöntemleri pahalı, yavaştır ve her zaman kesin sonuç vermediği için tedavi tam olmayabilir ve hastalıklar hızla yayılır. Bu sorunu incelemek amacıyla bir çalışma planlanmıştır. 1 nolu Ana Çocuk Sağlığı Aile Planlama Merkezinin hizmet bölgesinde yaşayan 15-49 yaş, evli 5064 kadından rastgele örnekleme yolu ile 250 kadın seçildi. Anket, jinekolojik muayene ve vaginal sekresyonun fresh ve Gram boyalı preparatının değerlendirilmesiyle veriler toplandı. Candidiasis, trichomoniasis, gonore vebakteriyel vaginozis kesin pozitif veya negatif olarak tanımlandı, fakat chlamydia! enfeksiyonlar finans sorunu nedeni ile, laboratuvarda konfirme edilemedi, Olgular klinik olarak şüpheli olan ve olmayan şeklinde değerlendirildi. Bölgemizde candidiasis % 15,6, trichomoniasis % 4,8 ve bakteriyel vaginozis % 6,8 oranında saptandı. 67 olgu (% 26,8) bakteriyel vaginozis ve 31 olgu (% 12,4) chlamydia! enfeksiyon açısından şüpheli bulundu. Hiç gonore olgusu saptanmadı. Tüm olgulara etkene yönelik tedavi uygulandı. Gelişmekte olan ülkelerde cinsel yolla bulaşan hastalıkların tarama, tanı ve tedavisini kapsayan etkin programlara acil gereksinim vardır.Item Bursa ilinde özel sektörde çalışan işyeri hekimlerinin işyeri hekimliği uygulamaları ile ilgili düşünceleri(Uludağ Üniversitesi, 1997) Erdurak, Koray Ömer; Bilgel, Nazan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Halk Sağlığı Anabilim Dalı.Araştırma kapsamındaki işyeri hekimlerinin %62.4'ü pratisyen, %79.3'ü erkektir. İşyeri hekimlerinin işyerindeki sağlık risklerine karşı bulundukları önlem girişimleri, ağırlıklı olarak kişisel korumaya yöneliktir. Kişisel koruma sağlamaya yönelik olan girişimler, fiziksel riskler için %79.1, kimyasal riskler için %67.7, iş güvenliğini bozan etmenler için %85.7'dir. İşyeri hekimliği hizmetlerini yeterli düzeyde verebildiğini belirten hekimlerin oranı, işe giriş muayeneleri için %33.2, periyodik muayeneler için %51.0, özellikli işçi muayeneleri için %30.4, işe dönüş muayeneleri için %6.5, kreş denetimi ve çocuk bakımı için %66.7'dir. İşyerinde durum değerlendirmesi yaptığını belirten hekimlerin oranı %40.2 iken, işçi sağlığı denetleme gezisi yaptığını belirten hekimlerin oram %83.7'dir. Hekimlerin işyerinde bulundukları süre ile işyerine gitme sıklıkları, çalıştıkları iş sayısının artmasından olumsuz etkilenmektedir. Büyük işyerlerinde, hekimlerin işyerinde bulundukları sürenin yasal süreyle uyumu azalmaktadır. İşyeri sağlık birimi bölümlerinin mevzuatla uyumu %0.4, işyeri sağlık birimlerinde çalışan hekim dışı sağlık personelinin sayısal açıdan mevzuatla uyumu %18.7'dır. Sağlıkçı işçi bulunan işyeri sayısı %61.4'dür. İşyerinde işçi eğitimi verme girişiminde bulunmuş hekimlerin oranı %47.6'dır. İşyerindeki acil organizasyonunun yeterliliği %36.3, işçi sağlığı ve iş güvenliği kurulu çalışmalarının etkinliği %31.3 olarak belirtilmiştir. Yıllık çalışma raporu hazırladığını belirten hekimlerin oranı %63.8'dır. İşyeri hekimliği ücretini tam alan hekim oranı %80.5 olarak belirtilmiştir. İşverenle olan ilişkileri işverenin statüsü ya da hekimin hizmet doyumu etkilememekte, buna karşın maddi doyum düzeyi belirleyici olmaktadır. Hekimler genel olarak işyeri hekimliği hizmetini maddi doyum amacıyla sürdürmekte, çalışma ortamında kısıtlı sürelerde bulunmakta ya da hiç bulunmamaktadırlar. İşyeri hekimlerinin belirttikleri sorunlar ve belirtilme oranları değerlendirildiğinde, işyeri hekimliğine ilişkin temel sorunların yeterli düzeyde vurgulanmadığı görülmektedir.Item Çocukluk çağı üfürümlerinin ekokardiyografik değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2012) Doğan, Fatma; Bilgel, Nazan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Aile Hekimliği Anabilim Dalı.Çocuk hastalarda sıklıkla duyulan kalp üfürümleri, çocuk kardiyologlarına en sık sevk nedenlerinden biridir ve çocukluk yaşlarında duyulan üfürümlerin büyük çoğunluğu masum üfürümlerdir. Bu çalışma, Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatri Genel Polikliniğine başvuran hastalardaki üfürüm sıklığı, hastaların ne kadarında masum üfürüm düşünüldüğü, üfürüm duyulan hastalarda anormal ekokardiyografi bulgusu sıklığının tespit edilmesi ve masum üfürümlerin tanısında ekokardiyografinin yerini araştırmak üzere yapılmıştır. Bu amaçla 1 Temmuz 2008 ile 31 Aralık 2008 tarihleri arasında Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatri Genel Polikliniğine ilk kez başvuran 2416 hastanın dosyaları geriye dönük olarak incelendi. 448 (%18) hastada üfürüm tespit edildi. 106 hasta ekokardiyografi yaptırmadığı için çalışma dışı bırakıldı. Çalışmaya dahil edilen 342 hasta dosya bilgilerine dayanılarak anamnez, fizik muayene, elektrokardiyografi (EKG) ve teleradyografik değerlendirmelerine göre; kesin masum üfürüm düşünülenler (101 hasta), kesin organik üfürüm düşünülenler (34 hasta), masum veya organik olduğuna karar verilemeyenler (207 hasta) olarak üç gruba ayrıldı ve bunlar ön tanı olarak değerlendirildi. Ekokardiyografi sonrası tanılar ise kesin tanı olarak değerlendirildi.Ön tanıda masum üfürüm düşünülen 101 hastanın 54'ünde ekokardiyografi sonrası organik bozukluk tespit edilmiştir. Ön tanının ekokardiyografi sonundaki kesin tanıya göre sensitivitesi %32,5, spesifitesi %88,68 bulunmuş, ilk değerlendirme ve ekokardiyografinin masum üfürüm tanısı koymada uyumunun olmadığı tespit edilmiştir. Bu nedenle üfürüm duyulan her hastaya bir kez ekokardiyografi yapılmasının daha doğru olacağı sonucuna varılmıştır.Item Consanguineous marriages in a suburb of a Metropolitan City: A study from Bursa, Turkey(Ortadoğu Yayınları, 2009-10) Özdemir, Hakan; Alper, Züleyha; Bilgel, Nazan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Aile Hekimliği Anabilim Dalı.; 0000-0002-8349-9868; AAB-1694-2021; ABE-2261-2020; 57197077578; 8580079400; 7801564702Objective: The objective of this study was to explore consanguinity, consanguineous marriages, their different types, and socio-demographic correlates in a suburb of Bursa, the fourth largest city in Turkey. Material and Methods: A total of 1380 ever married women, who attended the Emek Family Medicine Clinic in this suburb over a period of one year, were requested to participate in the study. Those who gave their informed consent were accepted as study participants. A total of I 110 women were interviewed. The questionnaire provided information on consanguinity and socio-demographic data. Analyses were made by using SPSS V.11.5. Results: The mean age of our study participants was (mean SE) 34.2 +/- 0.6 years. Most of them were illiterate and housewives. About one-third of the participants had consanguineous marriages and about 93% of those marriages were between first cousins. Among first cousin unions, marriage with uncle's male child was the most common. The mean coefficient of inbreeding was 0.015458. Consanguineous marriages were more prevalent among illiterate women, Consanguineous marriages were 4 times more common in women with a family history of consanguinity than in women without any such history. There were no significant correlations between consanguineous marriages and reported stillbirths, miscarriages or infant deaths. However, we found a significant relationship between consanguineous marriages and reported congenital malformations of the offspring. Conclusion: We conclude that offspring of consanguineous unions are at high risk for some congenital malformations and diseases. Hence, we recommend that families with a high risk for genetic diseases be identified and be provided with prospective genetic counseling.Item Demir eksikliği olan tip II diyabetik hastalarda hemoglobin A1c(Uludağ Üniversitesi, 2011) Aytekin, Betül; Bilgel, Nazan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Aile Hekimliği Anabilim Dalı.Diyabetes mellitus en sık görülen endokrin hastalıktır. Değişen tanı standartlarından dolayı gerçek sıklığını belirlemek zordur. Fakat eğer tanı kriteri olarak açlık kan şekeri alınırsa sıklık yüzde bir ile iki arasındadır. Hastalık, metabolik anomalilikler ve uzun süre sonra ortaya çıkan gözleri, böbrekleri, sinirleri, ve kan damarlarını etkileyen komplikasyonlar ile karakterizedir. Tip 2 Diyabetes Mellitus, bazen küçüklerde fakat çoğunlukla yetişkinlerde görülür. Genelde bu tür diyabette sebep bilinmez.Bu çalışmaya Tip 2 Diyabetes Mellitus tanısı konmuş 100 hasta dahil edilmiştir. Bu hastalar retrospektif olarak 1 Ağustos 2008'den 31 Ocak 2009'a kadar olan dönemdeki binlerce dosyalardan taranmıştır. Bu dosyalardan 100 dosya seçilmiş ve çalışma bu dosyalar üzerinden yapılmıştır. Bu 100 dosyanın 50'sinin demir eksikliği anemisi olan ve diğer 50'sinin demir eksikliği olmayan Tip 2 Diyabetes Mellitus'lu hastalardır. Demir eksikliği anemisi olan ve olmayan diyabetik hastaların açlık kan şekerleri, hemoglobin, MCV, demir, demir bağlama kapasitesi, transferrin satürasyonu, ferritin, ve Hemoglobin A1c değerleri kıyaslanmıştır. Demir eksikliği olan hastaların demir tedavisi sonrası Hemoglobin HbA1c'deki değişiklikler incelenmiştir.Demir ekslikliği anemisi olan ve olmayan diyabetes mellituslu hastaların açlık kan şekeri düzeyleri ve aldıkları diyabet tedavisi arasında anlamlı fark bulunmamıştır. Demir eksikliği anemisi olan ve olmayan grupta Hemoglobin A1c değerleri normal sınırın üzerinde idi. Demir eksikliği tedavisi verildikten sonra her iki grubun Hemoglobin A1c değerleri arasında anlamlı fark bulunmamıştır. Bundan dolayıda demir eksikliği anemisi olan diyabetli hastalarda demir tedavisinden sonra Hemoglobin A1c seviyesine bağlı diyabet tedavisi ayarlaması yapılmasına gerek olmadığı düşünülmektedir. Bazı çalışmalarda demir eksikliği anemisine bağlı Hemoglobin A1c'nin olması gerekenden daha yüksek olduğu bulunmuş, bazılarında ise böyle bir sonuca ulaşılamamıştır. Ancak bu çalışmaların daha az sayıdaki hastalar üzerinde yapıldığı belirlenmiştir. Bu çalışmada demir eksikliği anemisine bağlı olarak Hemoglobin A1c seviyelerinde beklenenden fazla yükselme olmadığı belirlenmiştir.Publication Depression and anxiety among medical students: Examining scores of the beck depression and anxiety inventory and the depression anxiety and stress scale with student characteristics(Taylor & Francis As, 2017-01-01) Ediz, Bülent; Özçakır, Alis; Bilgel, Nazan; Ediz, Bülent; ÖZÇAKIR, ALİS; Bilgel, Nazan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Aile Hekimliği Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Biyoistatistik Anabilim Dalı.; 0000-0002-4539-5849; AAG-8209-2021; EXB-2757-2022; FZS-6356-2022To evaluate the psychological well-being of medical students a relatively new self-report questionnaire (the depression, anxiety, and stress scale) was used alongside an established instrument (the beck depression and anxiety inventories) in a group of medical students. A total of 928 medical students (49.4% female; 50.6% male) participated voluntarily into this cross-sectional study. Students completed the Turkish versions of the depression anxiety stress scale (DASS), beck depression, and anxiety inventories together with a questionnaire about their socio-demographic characteristics. Mild and moderate levels of depression were found in 30.5% and severe and extremely severe levels of depression in 8.5% of students. Mild and moderate levels of anxiety and stress were present in 35.8% of the participants. Depression and anxiety were more frequently reported by female students. Depression was more frequent among first-year students, students in a poor economic situation and those who were not satisfied with their medical education. The frequency of depression and anxiety were seen to decrease with increasing grades. Bland and Altman plots showed an agreement between beck inventories and depression, anxiety, and stress scales, whereas the agreement between anxiety scales was found to be better than that of depression scales. Depression and anxiety are seen frequently among medical students in Turkey. The psychological distress was influenced only to a modest degree by traditional socio-demographic characteristics. Either the traditional beck inventories or the newer depression anxiety and stress scales can be used for non-clinical screening purposes in individuals.Item Domestic violence: A tragedy behind the doors(Routledge Journals, 2005) Ergin, Nina; Nuran, Bayram; Alper, Züleyha; Selimoğlu, Kerem; Bilgel, Nazan; Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Yüksek Okulu/Hemşirelik ve Ebelik Bölümü.; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi/Ekonometri Bölümü.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Aile Hekimliği Ana Bilim Dalı.; 0000-0001-5492-184X; 0000-0002-8349-9868; 0000-0002-4539-5849; ABE-2261-2020; AAG-9068-2021; AAB-1694-2021; 8927016800; 13609585600; 8580079400; 8927016900; 7801564702Objective: To explore the prevalence, type, frequency and causes of domestic marital violence among Turkish women in a socio-economically developed metropolitan setting. Methods: A cross-sectional Study was performed in 2003. All married women, aged 18 years and over, who were visiting any of the 50 primary health care units for different purposes were asked to participate in the study. Of 1427 asked, 1010 gave consent and completed face-to-face interviews. Multiple correspondence analysis, and logistic regression were used for statistical analyses. Results: Domestic violence was statistically significantly associated with educational level. Illiterate women reported marital abuse 2.6 times more than university or more educated women. No statistically significant relationship was observed between domestic marital violence and women's age or occupation, marital duration or family income. The most frequently reported type of violence was physical, followed by psychological. Among women reporting domestic violence, those with the lowest educational level and income were experiencing all types of domestic violence frequently. Conclusion: Placing more importance oil educating girls Could be a key component ofprcventing domestic violence.Item Emek beldesi 0-6 yaş grubu çocukların genel sağlık durumu ve büyüme geriliği araştırılması(Uludağ Üniversitesi, 2009) Tunç, Elmira; Bilgel, Nazan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Aile Hekimliği Anabilim Dalı.Bu çalışmada Bursa'nın Karadeniz Bölgesi başta olmak üzere Anadolu'dan yoğun göç alan bölgelerinden biri olan Emek Beldesindeki 0-6 yaş çocukların genel sağlık ve büyüme durumları değerlendirilmek istenmiştir. Bu amaçla Emek Aile Hekimliği Uygulama Merkezine belli tarihler arasında çeşitli nedenlerle başvuran 200 çocuk çalışma kapsamına alınmıştır. Çocukların öz ve tıbbi geçmişleriyle ilgili bilgiler annelerinden elde edilmiş, genel fizik muayeneleri yapılmıştır. Büyüme durumlarını değerlendirmek için antropometrik ölçümler yapılmış ve DSÖ referansı ile ölçüm değerleri kıyaslanarak Z skoru (standart sapma) yöntemiyle sonuçlar elde edilmiştir. Yaşa göre boy, yaşa göre ağırlık, boya göre ağırlık ve baş çevresi ölçümleri değerlendirilmiştir.Çalışma grubundaki her 4 çocuktan birinin annesinin hiç eğitim almamış olduğu ve çok az bir kısmının lise ve üstü düzeyde bir eğitim aldığı; babalarının eğitim düzeylerinin daha yüksek olduğu belirlenmiştir. Ailelerdeki ortalama çocuk sayısının 2 civarında olduğu, annelerin yarısından çoğunun 19-29 yaşlar arasında bulunduğu, ailelerin ekonomik durumunun kötü olduğu gözlenmiştir. Çalışma grubundaki çocukların %89,5'inin miadında doğduğu; % 14'ünün düşük doğum ağırlığı ile dünyaya geldiği; doğumların % 65,5'inin normal doğum olarak ve %91'inin de hastanede gerçekleştirildiği saptanmıştır.Çalışma grubunun, tüm antropometrik ölçümler için DSÖ referansının gerisinde olduğu, en yaygın büyüme geriliğinin bodurluk olduğu, erkek çocuklarındaki büyüme geriliğinin kız çocuklara göre daha fazla olduğu ve büyüme geriliklerin daha çok 36-47 ay olmak üzere 24 aydan sonraki dönemlerde ortaya çıktığı saptanmıştır. Çalışma grubu içinde aşırı kiloluluk ve şişmanlığın da erkek çocuklarda daha yaygın olmak üzere var olduğu gözlenmiştir.Çocukların bağışıklanma düzeyleri Türkiye değerlerinin üstünde bulunurken yaşa göre ağırlık ölçütünün Türkiye ortalamasıyla benzeştiği görülmüştür. En sık olarak geçirilen hastalığın solunum yolu enfeksiyonları olması ve bunu ishalli hastalıkların izlemesi de Türkiye verileriyle uyumlu bulunmuştur. Elde edilen bulgularla ailelerin sosyo-ekonomik bazı özellikleri karşılaştırılmış ve aralarında anlamlı bir ilişkinin olmadığı görülmüştür.Çalışma grubundaki çocukların genel sağlık durumları bakımından Türkiye verileriyle benzeştiği, yaygın görülen kısa boyluluk ve bodurluk şeklindeki büyüme geriliği bakımından ise daha başka araştırmaların yapılması gerektiği sonucuna varılmıştır.Publication Functional health literacy in a group of Turkish patients: A pilot study(Taylor & Francis As, 2017-01-01) Bilgel, Nazan; Sarkut, Pınar; Bilgel, Halil; Özçakır, Alis; Bilgel, Nazan; Sarkut, Pınar; Bilgel, Halil; ÖZÇAKIR, ALİS; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Aile Hekimliği Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Genel Cerrahi Anabilim Dalı.; 0000-0002-4539-5849; AAG-8209-2021; FZS-6356-2022; HKB-5363-2023; EKI-3501-2022Background: There is currently no objective original measure developed in the Turkish language for evaluating health literacy. However, some instruments originally developed in Western countries and translated into Turkish do exist. Aims: The aim of this study was to translate and adapt the Test of Functional Health Literacy (TOFHLA) into the Turkish language and validate it among a group of Turkish patients. Methods: Interviews were held in an outpatient clinic. Illiterate patients, those with previously diagnosed mental illness and inadequate visual acuity were excluded. Results: Internal consistencies of the reading comprehension and numeracy items were 0.89 and 0.77 respectively. Inadequate health literacy was determined in 28.0% of participants, marginal in 30.0% and adequate in 42.0%. Among the possible socio-demographic predictors of health literacy, the most significant predictor was the educational level. Participants with lower levels of education had significantly lower levels of health literacy. In general, reading comprehension scores were lower than the numeracy scores. The most disadvantaged groups were women and older people (>= 40 years of age) because of their lower levels of education. Discussion: The TOFHLA in the Turkish language seems to be a valid measure. Functional health literacy was found to be inadequate or marginal. Without enhancing the overall educational level, especially of women, efforts to improve health literacy seem to be ineffective. Conclusions: Functional health literacy is related to education. Non-written visual materials should be considered as a temporary solution to improve health literacy in populations with low literacy.Item GEAB kentsel alanda yaşayanların hastalanma sıklıkları ve sağlık hizmetlerinden yararlanmaları(Uludağ Üniversitesi, 1987) Aytekin, Hamdi; Bilgel, Nazan; Okan, Necla; Gülesen, Özdemir; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Halk Sağlığı Anabilim Dalı.Gemlik ilçesi belediye sınırları içinde yaşayan 35.663 kişiden 4. 703'üne uygulanan bir anketle son bir yılda hastalanma sıklıklar , nedenleri ve bu hastalıklardan kurtulmak için başvurdukları yollar sorulmuştur. Araştırma kapsamına alınan alınan yüzde 33.3 'ü en az bir kez hastalandıklarını belirtmişlerdir. Hastalıklarından kurtulmak için başvurulan yollar arasında hastaneler en başta gelmekte, bunları özel hekim muayenehaneleri ve sağlık ocakları izlemektedir. En çok çocuklar, 45 yaş üstündekiler ve kadınlar hasta almaktadır ve en başta gelen hastalık grubu solunum sistemi hastalıklarıdır.Item GEAB kırsal alanda yaşayanların hastalanma sıklıkları ve sağlık hizmetlerinden yararlanmaları(Uludağ Üniversitesi, 1987) Aytekin, Hamdi; Bilgel, Nazan; Okan, Necla; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Halk Sağlığı Anabilim Dalı.Son altı yıldır eğitim ve araştırma bölgesi olarak çalıştırılan Gemlik İlçesinde, kırsal bölgede yaşayanların, hastalanma oranları, hastalandıklarında sağlık hizmetlerinden yararlanmaları retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Bölgede yaşayan 17.350 kişinin yüzde 50.4'üne uygulanan anketler sonucu toplumda bir yılda hastalanma oranının yüzde 23.8 olduğu saptanmıştır. Kadınlar ve çocuklar daha çok rastlanmaktadır. Hastalandıklarını belirtenlerin yüzde 80 den fazlası iyileşmek için modern yöntemlere başvurmaktadırlar. Çalışmada hasta olanların çeşitli nitelikleri ve davranış biçimleriyle bunlara etki yapan faktörler de incelenmiştir.Item Gemlik - Şükrü Şenol ve 11 Eylül İlköğretim Okulları'nda eğitimin ağız sağlığına etkileri(Uludağ Üniversitesi, 1995) Bozkurt, Metin; Bilgel, Nazan; Uludağ Üniversitesi/Sağlık Bilimleri Enstitüsü/Halk Sağlığı Anabilim Dalı.Bursa'nın Gemlik ilçesinde,sosyo ekonomik düzeyleri birbirine benzeyen öğrencilerin devam ettiği iki ilkokulda, eğitimin, öğrencilerin bilgi düzeylerine ve diş sağlığını korumayla ilgili davranışlarına etkili olup olmadığı incelenmek istenmiştir. Bu amaçla her iki okula da yaklaşık üçer ay arayla üçer kez gidilmiştir. Araştırma grubu olarak seçilen okulda her ziyarette eğitim verilerek,diğer okulda ise bu eğitim verilmeden, öğrencilerin bilgi düzeyi ölçülmüş, ağız hijyenleri de PHP-M indeksi ile değerlendirilmiştir. Sonuçta, araştırma ve kontrol grupları arasında PHP-M indeksleri ve bilgi düzeyleri açısından bir farklılığın olmadığı anlaşılmıştır. Ayrıca,yaz tatili sonrasında yapılan üçüncü değerlendirmede öğrencilerin bilgi düzeylerinde ve PHP-M indekslerinde bozulmalar saptanmıştır. Sınıf bazında yapılan değerlendirmede ise eğitimin en çok 1. ve 2.sınıflarda etkili olduğu gözlenmiştir. öte yandan öğrencilerin, şeker,beslenme ve diş macununun etkisi ile ilgili bilgilerinde yanlış kanılar ve noksanlıklar bulunduğu, buna karşın öğrencilerin hemen tümümün diş çürüğünün etkeni olan bakteri plağını tanıdığı ve dişlerin kaz kez fırçalanması gerektiğini bildiği ortaya çıkmıştır. Araştırmada elde edilen bulguların ışığında yapılan de ğerlendirmede; Birbirinden kopuk, kısa süreli diş sağlığı eğitimi ça lışmalarının etkili olmadığı, diş sağlığının iyileştirilmesi için, ilk ve orta öğretim kurumlarının tüm sınıflarında zorunlu sağlık dersi konulması, sağlık ve diş sağlığı eğitim programla rının ülkenin koşullarına uygun hazırlanması, sağlık ve dolayı sıyla diş sağlığı derslerinin bu konuda eğitilmiş öğretmenler tarafından çağdaş eğitim yöntemlerine uygun olarak verilmesi gerektiği anlaşılmıştır.Item Gemlik kırsal kesiminde evli ve üreme çağındaki kadınlarda aile planlamasa yöntemleri kullanma özellikleri ve bunun doğurganlık ölçütlerine etkisi(Uludağ Üniversitesi, 1990) Okan, Necla; Aytekin, Hamdi; Bilgel, Nazan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Halk Sağlığı Anabilim Dalı.Gemlik ilçesi kırsal alanında 15-44 yaş grubundaki evli kadınlarda aile planlaması (AP) yöntemlerini kullanma sıklığı araştırılmıştır. Bu yöntemlerin, geleneksel yöntemler ağırlıklı olmakla birlikte, çok yaygın olarak kullanıldığı saptanmıştır. Evliliğin ilk yılları, çok genç yaş, az çocuk sayısı, öğrenim durumunun yetersizliği gibi nedenler yöntem kullanmayı olumsuz etkilenmenin yanısıra, geleneksel yöntem kullanımına ağırlık verilmesine de neden olmaktadır. Geleneksel ve modern yöntem kullananlar arasında gebelik sayısı açısından anlamlı fark bulunmuştur. Kadınların çoğu yaşam boyunca kullandıkları yöntemi en az bir kez değiştirmişlerdir. Değiştirme nedenleri arasında sağlığa zararlı olduğu görüşü ve gebe kalma önde gelmektedir.Item Importance of novel sequence alterations in the FHIT gene on formation of breast cancer(Sage Publications, 2007-03-07) Bilgel, Nazan; Tolunay, Şahsine; Taşdelen, İsmet; Tunca, Berrin; Egeli, U.; Çeçener, Gülşah; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Cerrahi Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Patoloji Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Aile Hekimliği Anabilim Dalı.; 0000-0002-1619-6680; 0000-0002-3820-424X; 0000-0001-7904-883X; 0000-0002-4539-5849; 6508156530; 55665145000; 6602965754; 9637821500; 6602604390; 7801564702Aims and background: The character, role and impact of FHIT gene alterations, for which recent studies have shown that the gene has a role in the early stage of carcinogenesis in breast cancer, are still unclear. Thus, the current study evaluated FHIT gene mutations from breast tissue of women with malignant and benign breast disease and to elucidate the frequency and type of mutations in this gene. Patients and methods: Mutations in exons 5-9 of the FHIT gene were screened using the intronic primer pairs in 83 breast (67 malignant and 16 benign) tissue samples by single-strand conformational polymorphism and sequencing analysis. Results: FHIT mutations were detected in 13 of the 67 malignant cases (19.4%) and 2 of the 16 benign cases (12.5%). Four different sequence variants were determined: two novel frame shift mutations (codon 90 insA, codon 146 deIT), one intronic novel mutation (IVS8 -17 insA), and one previously identified silent transition type alteration (codon 88 C to T). In addition, determination of this silent alteration caused formation of new exonic splicing enhancer (ESE) motifs on mutated sequences by using the ESEfinder program. Conclusions: Our data contribute significantly to that currently known about the presence of FHIT gene mutations on the formation of breast cancer.Item Job related affective well-being among primary health care physicians(Oxford University, 2007-10) Yeşim, Uncu; Bayram, Nuran; Bilgel, Nazan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/ Aile Hekimliği Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi/Ekonometri Bölümü.; 0000-0001-5492-184X; 0000-0002-5225-4403; 0000-0002-4539-5849; D-9597-2016; AAG-9068-2021; 8892370600; 13609585600; 7801564702Background: Job related affective well-being is important for a healthy life and job satisfaction for all individuals, including physicians. The later group, however, is most often compromised. Objectives: We aimed to investigate a group of Turkish primary health care physicians' job related emotional perceptions and to assess their reactions in terms of stress, anxiety and depression. Methods: A descriptive, cross-sectional, self-reported questionnaire study was conducted. A total of 60 primary health care centres and 274 general practitioners who were working at these centres participated in the study. The response rate was 74%. Printed questionnaires were completed by the participants anonymously. We used the Job Related Affective Well-Being Scale (JAWS) and Depression Anxiety Stress Scale (DASS 42). Correlation analysis and hierarchic regression were performed. Results: Correlations between JAWS and DASS total scores were negative and statistically significant (r = -0.52; P< 0.01). Low pleasure/high arousal (LPHA) and low pleasure/low arousal (LPLA) variations that describe negative emotional states show a positive and significant relationship with depression, anxiety and stress values. The highest mean score was obtained for the high pleasure/low arousal (HPLA) status that can be interpreted to mean that our study group was pleased with their job but was not motivated. Conclusions: Physician's job related negative emotional perceptions are associated with reactions in terms of stress, anxiety and depression. For this reason, it is critical to consider primary care physicians' job related affectations and job related stimuli.Item Metabolic syndrome and depressive symptoms in a primary health care setting in Turkey(Küre İletişim Grubu, 2011-03) Demirci, Hakan; Çınar, Yıldırım; Bilgel, Nazan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Aile Hekimliği Anabilim Dalı.; 7801564702Background: The possible association between depressive symptoms and metabolic syndrome (MetS) has recently become an important topic of discussion. There is some limited and inconsistent evidence in the literature concerning whether or not depression and metabolic syndrome are associated. The aim of this study was to examine the association between depressive symptoms and metabolic syndrome. Methods: This is a cross-sectional community-based study. The setting is a family practice unit in an urban area which serves about 3,600 people. The participants were 250 individuals aged 18 and over, selected randomly from all enrolled patients in this family practice unit. National Cholesterol Education Program (NCEP- ATP-III) criteria were used for the classification of metabolic myndrome (MetS). The Beck Depression Inventory was filled out by the participants for the evaluation of depressive symptoms. Results: The prevalence of MetS was similar for men (48.8%) and women (48.1%) and increased with age in both sexes. Participants with only primary education were found to be 2.2 times more at risk of developing MetS than participants with a higher education. The prevalence of depressive symptoms was higher among women (31.0%) than men (9.9%). Statistical analyses revealed no statistically significant association between MetS and depressive symptoms. Conclusion: The prevalence of MetS was found to be high in both sexes. Women had a 3.8 times higher risk of developing depressive symptoms than men. We found no association of depressive symptoms with MetS or with any of the MetS criteria.