Browsing by Author "Cengiz, Candan"
Now showing 1 - 20 of 47
- Results Per Page
- Sort Options
Item Acute effects of maternal smoking on the uterine and umbilical artery blood velocity waveforms(Springer Verlag, 1998) Kimya, Yalçın; Cengiz, Candan; Ozan, Hakan; Kolsal, Nedret; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı.Objective: The acute effects of smoking during pregnancy on the uterine and umbilical blood flow velocity waveform were assessed. Methods: Twenty-two chronic women smokers at a mean gestational age of 194.17 +/- 58.02 days and 21 women nonsmokers at a mean gestational age of 193.24 +/- 34.71 days were studied. Systolic-diastolic (S/D) ratio, resistance index, and pulsatility index of uterine and umbilical arteries were measured in the control group and before and after smoking a single standard 100-mm filtered cigarette in the study group. Results: There was no significant change in the uterine artery and umbilical artery blood velocity waveform indices that could be attributed to the acute effect of smoking in the study group, but all of the uterine artery indices and S/D ratio in the umbilical artery were statistically higher in the study group in comparison with the control group both before and after smoking. Conclusion: Our results suggest that smoking causes an increase in vascular resistance of the placenta and umbilical cord when used chronically.Item Androgens and sexual dysfunction in naturally and surgically menopausal women(Wiley, 2011-08) Alarslan, Demet; Sarandol, Aslı; Cengiz, Candan; Develioǧlu, Osman H.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Psikiyatri Anabilim Dalı.; 50260943700; 14020405100; 6701513182; 6701315440Aim: To evaluate the influence of surgical versus natural menopause on sexual dysfunction, and the role of androgens in that context. Material & Methods: Sexual functioning and androgen levels were studied in 35 surgically and 83 naturally menopausal women. Sexual dysfunction was defined as a total score of less than 23 on the Female Sexual Function Index. Results: Sexual dysfunction was significantly more common in surgically than in naturally menopausal women (65.7% vs 44.6%; P = 0.036). The mean total testosterone level in women with sexual dysfunction was significantly lower than that in their counterparts (49.3 +/- 21.0 vs 58.8 +/- 23.6 ng/mL; P = 0.022). On the other hand, androgen levels did not differ significantly between surgically and naturally menopausal women. Androstenedione (B = 2.253; P = 0.039) and dehydroepiandrosterone sulfate levels (B = 0.222; P < 0.001), and time from menopause (B = -0.064; P = 0.040) were found to be independent determinants of total testosterone levels. While the duration of menopause was significantly longer in surgically menopausal women, this co-factor was not an independent predictor of sexual dysfunction. Logistic regression analysis proved mode of menopause and total testosterone levels to be the only two independent determinants of sexual dysfunction. Conclusions: Our findings suggest that while surgical menopause is detrimental to sexual functioning by itself, lower testosterone levels are predictive of sexual dysfunction, especially in naturally menopausal women.Item Anneden bebeğe tüberkülin immünitesinin geçişi(Uludağ Üniversitesi, 1990) Ildırım, İbrahim; Çil, Ergün; Cengiz, Candan; Tuncel, Bengi; Çavuşoğlu, Bülent; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/ Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı.Daha önce yapılan araştırmalarda tüberkülin immünitesinin transplasental olarak bazı olgularda geçebileceği belirtilmiş ve bu olayın lenfosit blastogenesis yöntemi ile tespit edilebileceği bildirilmişti. Bu konuda PPD nin yeri hakkında geniş kapsamlı herhangi bir çalışmaya rastlanmadı. Yaptığımız bu çalışmada Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniğinde doğan 93 sağlıklı bebekte tüberkülin immünite sınırı anneden bebeğe geçişinin PPD ile incelenmesi amaçlandı. Çalışma sonucunda bu geçişin PPD ile gösterilemeyeceği kanısına varıldı.Item Anticardiolipin antibodies in pregnancy induced hypertension(Elsevier, 1996) Uncu, Gürkan; Ozan, Hakan; Küçükerdoğan, İsmail; Cengiz, Candan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı.It was suggested that anticardiolipin antibodies (ACA) were found positive in some obstetrical problems such as recurrent foetal losses, intrauterine growth retardation, etc. The aim of this study was to determine ACA levels in pregnancy induced hypertension (PIH) cases. ACA IgG and IgM levels were measured by the ELISA method in 65 PIH cases and 23 control pregnancies. We could not find any difference between the PIH and the control groups. There was not any statistically significant difference between the subtypes of PIH. According to these results, we say that ACA IgG and IgM levels have no diagnostic and prognostic value in PIH.Item Doğal ve cerrahi menopozlu kadınlarda serum androjen düzeyleri ve seksüel fonksiyon bozuklukları(Uludağ Üniversitesi, 2007) Haytoğlu, Demet; Cengiz, Candan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı.Cinsel fonksiyon bozuklukları (CFB), cinsel yanıt siklusu’nun istek, uyarılma, orgazm gibi çeşitli evrelerinde ortaya çıkabilen psiko-fizyolojik sorunları ve cinsel eyleme bağlı ağrıyı kapsar. CFB detaylı bir klinik psiko-seksüel sorgulama ile tanımlanabilir. Geniş çaplı araştırmalarda, tanısal amaçla, CFB’nun çeşitli boyutlarını skorlayarak ortaya koyan anketlerden de yararlanılabilir. Kadınlarda sık rastlanan CFB çeşitli biyolojik, psikolojik ve duygusal belirleyicileri olan karmaşık bir tablodur. CFB üzerinde etkili olan biyolojik faktörler arasında fiziksel sağlıkla birlikte yer alan en önemli fizyolojik etkenler yaş ve androjen düzeyleridir. Gerek yaş, gerekse androjen düzeyleri ile bağlantılı olan menopoz dönemi ise kadınlarda CFB’na daha sık rastlanan bir evredir. Overlerin menopoz sonrasında da önemli bir androjen kaynağı olduğu kabul edilirse, overlerin çıkarılmış olduğu cerrahi menopozda CFB sıklığının artabileceği düşünülebilir. Bu çalışmanın amacı doğal ve cerrahi menopozlu kadınlarda CFB’nı karşılaştırmak ve androjenlerin CFB üzerindeki olası etkilerini araştırmaktır. Bu çalışmaya katılan doğal menopozlu 83 ve cerrahi menopozlu 35 kadın demografik ve obsterik özellikleri, vücut yapısı indeksleri, total ve serbest testosteron ile FAİ (serbest androjen indeksi – free androgen index), androstendion, dehidroepiandrosteron sülfat (DHEAS), estradiol ve prolaktini kapsayan hormon ve seks hormon bağlayıcı globulin (SHBG) düzeyleri ve CFB sıklığı açısından karşılaştırıldı. CFB toplam FSFI (Kadın Cinsel Fonksiyonu İndeksi – Female Sexual Function Index) skorunun 23’ün altında olması ile tanımlandı. CFB doğal menopoz grubuna (%44.6) göre, cerrahi menopoz grubunda (%65.7) daha sık (p=0.036), total testosteron düzeyleri [ng/dL] ise CFB olan kadınlarda (49.3 ± 21.0) olmayanlardan (58.8 ± 23.6) daha düşüktü (p=0.022). Diğer değişkenler açısından CFB olan ve olmayan kadınlar arasında hiçbir farklılık saptanmadı. Cerrahi menopoz grubunda menopoz süresi daha uzun (85.6 ± 57.8’ya karşılık 63.3 ± 50.8 ay; p=0.039), doğal menopoz grubunda ise toplam gebelik sayısı daha fazlaydı (3.9 ± 1.9’ya karşılık 3.1 ± 1.3; p=0.022). Regresyon analizine göre, total testosteronun bağımsız belirleyicileri androstendion (B=2.253; p=0.039), DHEAS (B=0.222; p<0.001) ve menopoz süresiydi (B=-0.064; p=0.040). CFB’nun bağımsız belirleyicileri ise oluşturulan iki modelden birincisinde menopoz şekli (B=- 0.923; p=0.033) ve total testosterondu (B=0.021; p=0.023). Bu modelden menopoz şekli çıkarıldığında yerini DHEAS (B=-0.009; p=0.046) alıyordu. İkinci modelde ise CFB’nun belirleyicileri menopoz şekli (B=-0.986; p=0.028), FAİ (B=0.236; p=0.005) ve SHBG (B=0.036; p=0.006) idi. Bu modelden SHBG çıkarıldığında yerini DHEAS (B=-0.009; p=0.046) alıyordu. Küme analizi ile, doğal menopozlu kadınlar içerisinde, total testosteron veya FAİ (ve SHBG) düzeylerine göre CFB olan ve olmayan alt grupları tanımlanabilirken, cerrahi menopozlu kadınlar arasında bu alt gruplara işaret edecek bir değişken belirlenemedi. Sonuç olarak bu çalışma, CFB ile androjenler arasındaki ilişkiyi bir kez daha vurgulamış ve cerrahi menopozun CFB üzerindeki –androjenlerden bağımsız– olumsuz etkisini ortaya koymuştur. Çalışmamızın sonuçları, CFB ile ilişkili bağımsız bir anlam taşıdığı gösterilen SHBG’nin ve özellikle cerrahi menopozlu kadınlarda önem taşıyabileceği düşünülen DHEAS’ın daha fazla araştırılması gerektiğine işaret etmektedir.Item Doğum öncesi anneye verilen glukokortikoidlerin prematürelerde respiratuar distress sendromunu (RDS) önlemedeki etkisi(Uludağ Üniversitesi, 1983) Benedetti, T. J.; Cengiz, Candan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı.Erken doğum tehdidi veya doğumun erken yaptırılması gereken olgularda anneye doğum öncesi verilen glukokortikoidlerin prematürelerde respiratuar distress sendromunu (hyalen membran hastalığı) önlemesindeki rolü araştırılmış ve kontrol grubu ile karşılaştırıldığında tedavi gören grupta RDS'nin istatistik olarak anlamlı bir şekilde az görüldüğü saptanmıştır.Item Ender görülen büyüklükte bir uterus myomu olgusu(Uludağ Üniversitesi, 1983) Cengiz, Candan; Kıyan, Suat; Sarıgöl, Serpil; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı.17 kg. lık bir uterus myomu olgusu sunulmuş ve literatür gözden geçirilmiştir.Item Endometrial polyps, cystic glandular hyperplasia and atypical leiomyoma associated with tamoxifen therapy(Elsevier Sci Ireland Ltd, 1994) Kimya, Yalçın; Cengiz, Candan; Tolunay, Şahsine; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Patoloji Anabilim Dalı.; AAI-1612-2021Item Erken doğumun önlenmesinde ritodrin hidroklorür'ün etkisi(Uludağ Üniversitesi, 1987) Cengiz, Candan; Aydınlar, Sirem; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı.Bu çalışmada, günümüzde erken doğumun önlenmesinde kullanılan ve B-mimetik grup ilaçlardan olan Ritodrin hidroklorür, 1986 yılında kliniğimize erken doğum tehdidi ile yatırılan gebelerde uygulanmış ve hastaların % 53.3'ünde gebelik 37 haftanın üzerine çıkarılabilmiştir.Item Fetal akciğer matürasyonu ile erken membran rüptürü ve fetal plazma prolaktin konsantrasyonları arasındaki ilişki(Uludağ Üniversitesi, 1987) Cengiz, Candan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı.Respiratuar distres sendromu prematüre yenidoğanlarda majör ölüm nedenlerinin başında gelir. Araştırmalar fetal akciğer matürasyonunun, aralarında prolaktinin de bulunduğu çok sayıda hormon tarafından etkilendiğini, gestasyonel yaşa bağımlı olmaksızın, maternal şartlara bağlı olarak hızlanıp , yavaşlayabildiğini ve erken membran rüptürü olan olgularda respiratuar distres sendromu insidansının düşük olduğunu göstermektedir. 1986 yılında, Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve doğum Anabilim dalında , 28-36. gebelik haftasında doğan, 16 saat ve daha uzun süre erken membran rüptürü bulunan 27 olguda fetal plazma prolaktin konsantrasyonları ve respiratuar distres sendromu inside ile, bunlar arasındaki ilişki incelenmiştir.Item Fetal intrakraniyal teratomun erken prenatal tanısı ve fetal intrakraniyal kitlelere yaklaşım(Ortadoğu Yayınları, 2011) Akpınar, Funda; Kimya, Yalçın; Atalay, Mehmet Aral; Cengiz, Candan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Perinatoloji Anabilim Dalı.; 55663298700; 53863297800; 6701513182Konjenital intrakraniyal tümörler, oldukça nadir görülen çocukluk çağı santral sinir sistemi tümörleridir. Bu tümörlerin önemli bir kısmını teratomlar oluşturmaktadır. İntrakraniyal teratomların prognozları kötüdür. Prenatal tanı konulabilen olguların sağ kalım ve canlı doğum oranları oldukça düşüktür. Obstetrik ultrasonografi öncelikli tanı yöntemidir; bununla birlikte seçilmiş vakalarda, manyetik rezonans görüntüleme (MRG) tanıya yardımcı olabilir. MRG, tümörün fetal beyinde yol açtığı hasarın ortaya konmasında ve gebeliğin prognozunun belirlenmesinde faydalı olabilir. Bu yazıda, 22. gebelik haftasında tanısı konulan fetal beyin teratomu vakası sunulmuştur. Bilgimize göre, bu olgu, literatürde yayınlanan 14. gebelik haftasında tanı almış olan intrakraniyal teratom olgusundan sonra en erken tanı alan ikinci intrakraniyal teratom olgusudur. Ultrasonografi ile fetal kraniyum içerisinde, heterojen eko sergileyen, düzgün sınırlı, yer kaplayan kitle ile birlikte sekonder obstrüktif hidrosefali saptanmıştır. Olgunun MRG ile elde edilen bulguları bu açıdan ultrasonografik bulgular ile benzerlik göstermiştir. Gebelik ailenin de onayı alınarak termine edilmiştir. Sunulan olguda MRG tanıya ve olgunun yönetimine ek katkı sağlayamamıştır. Bu sunumda, olgunun sonografi ve MRG bulguları ile birlikte bu vakalara obstetrik yaklaşım tartışılmaktadır.Item Fetus papyraoeus(Bursa Üniversitesi, 1978) Cengiz, Candan; Kıyan, Suat; Tor, Bediz; Bursa Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kadın Doğum Anabilim Dalı.Bir fetüs papyraceus vakası takdim edilmiştir. Literatür gözden geçirilmiş ve literatürdeki vakaların münakaşası yapılmıştır.Item Fötal kan pH değerlerinin fötal distres tanısındaki önemi ve doğum şekline etkisi(Bursa Üniversitesi, 1989) Cengiz, Candan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı.Fötal kardiotokogramda gördüğümüz patolojik bulgular ancak fötusta asidoz meydana geldiğini saptayabildiğimiz zaman değer kazanır ve böylece fötal distres tanısı kanıtlanmış olur. Bu tanının konulduğu hastalarda doğumun acilen gerçekleştirilmesi gerekir. Fötal distres tanısı sadece kardiotokografik bulgulara dayanıyorsa doğum gereksiz sezeryenle sonuçlanabilir. Fötal kan pH ölçümleri ile fötusun asidozda olup olmadığını anlayabilirsek hastalarda gereksiz sezeryeni önlemiş oluruz. Bu çalışmada, fötal kardiotokogramda patolojik bulgular saptanan 134 gebede fötal kanda pH ölçülmüş ve sonuçlara dayanarak gebelerin % 78.4'ünde doğum vaginal yolla gerçekleştirilebilmiştir.Item Gebelerde chlamydia trachomatis prevalansının araştırılması(Uludağ Üniversitesi, 1990) Okan, Gülin; Cengiz, Candan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı.Chlamydia trachomatis enfeksiyonu kadınlarda infertilite, ektopik gebelik, erken membran rüptürü, prematüre doğum, postpartum endometrit gibi gebelik komplikasyonlarıyla kendini göstermektedir. Dünyada bu konuyla ilgili pek çok çalışma olmasına rağmen ülkemizde özellikle yakınmasız gebelerde hastalık sıklığı gösteren bir çalışma yoktur. Bu nedenle 01.01.1990-01.09.1990 tarihleri arasında Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Polikliniğine gebelik kontrolü için başvuran 150 gebe kadından servikal akıntı örneği alınarak EIA yöntemiyle Chlamydia antijen aradık. Olgular yaş, gravida, parite, abortus ve gebelik haftası yönünden gözden geçirildi. Sadece 1 olgumuzda EIA yöntemiyle Chlamydia antijen pozitif bulundu. Sonucumuz literatürdeki benzer çalışmalarla karşılaştırıldı.Item Gebeliğe bağlı hipertansiyon olgularında serum laboratuar ölçümleri ve klinik tablo arasındaki ilişki(Uludağ Üniversitesi, 1994-10-13) Uncu, Gürkan; Ozan, Hakan; Cengiz, Candan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı.1988-1993 yılları asında, Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği de tedavi edilen 93 hafif, 46 ağır preeklampsi ve 56 eklampsi olgusu retrospektif olarak incelenmiş, maternal ve neonatal mortalite açısından önemli olan bu hastalık grubunda klinik tablo, gebeliklerin prognozu ve serum laboratuvar ölçümleri arasındaki ilişki aştırılmıştır. İdrardaki protein miktarı, eklampsi ve ağır preeklampsi grubunda, hafif preeklampsi grubuna göre anlamlı olarak yüksek bulunmuş ve idrardaki protein kaybı arttıkça klinik tablonun daha ağırlaştığı saptanmıştır. Kan trombosit düzeyleri gruplar arasında anlamlı farklılık göstermiş ve kan trombosit düzeyleri düştükçe klinik durumun ağırlaştığı sonucuna varılmıştır. Ortalama serum transaminaz ve ürik asit düzeyleri eklampsi grubunda, hafif ve ağır preeklampsi gruplarına göre anlamlı olarak daha yüksek bulunmuştur.Item Gebelikte meme kanseri(Uludağ Üniversitesi, 1988) Cengiz, Candan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı.Kadınlarda görülen en sık kanser olan meme kanseri, % 2-5 oranında gebelikte rastlanır. Gebelikte tanı koymak güç olduğundan, hastalar daha ileri devrelerde yakalanmaktadır. Gebelik sırasında memelerin daha dikkatli muayenesi ile hastaları erken devrede yakalama şansı arttırılabilir. Bu yazıda, gebelikte teşhis edilen bir meme kanseri olgusu sunulmuş ve bu konudaki literatür gözden geçirilmiştir.Item Gestasyonel hipertansiyonda maternal plazma prolaktin değerleri(Bursa Üniversitesi, 1989) Sezgin, Melih; Küçükkömürcü, Şakir; Cengiz, Candan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı.Maternal serum Prolaktin konsantrasyonunun, gebelikte hipertansiyon gelişiminde rolü varsa ve bu rol vasküler reaktivite ile ilişkili ise; gestasyonel hipertansiyon olgularında maternal plazma prolaktin düzeylerinin, normotensif gebelerinkinden düşük olması beklenebilir. Bu düşünceden hareketle, 43 gestasyonel hipertansiyonla olgunun maternal plazma prolaktin düzeyi, 45 normatensit gebenin plazma prolaktin düzeyi ile karşılaştırılmış ve gestasyonel hipertansiyon olgularında, maternal plazma prolaktin düzeyleri anlamlı şekilde düşük bulunmuştur.Item Gestasyonel hipertansiyonda serum ürik asit değerleri(Bursa Üniversitesi, 1989) Sezgen, Melih; Küçükkömürcü, Şakir; Cengiz, Candan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı.Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalında, 39 Gestasyonel Hipertansiyonlu ve 44 normotensif gebenin serum ürik asit düzeyleri saptanmış ve ürik asitin gestasyonel hipertansiyonun değerlendirilmesinde ve erken tanısındaki yeri tartışılmıştır.Item Glutathione S-transferase M1 and T1 gene polymorphisms are not associated with increased risk of gestational diabetes mellitus development(Univ West Indies Faculty Medical Sciences, 2014-08) Orhan, O.; Atalay, Mehmet Aral; Orhan, Fulya; Karkucak, Mutlu; Centinkaya Demir, B.; Yakut, Tahsin; Cengiz, Candan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Eczacılık Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Tıbbi Genetik Anabilim Dalı.; AAH-9834-2021; ABI-5648-2022; 53863297800; 55866311800; 35388323500; 57196943280; 6602802424; 6701513182Aim: The aim of this study was to investigate whether the glutathione S-transferase M1 (GSTM1) and T1 (GSTT1) gene polymorphisms contributed to development of gestational diabetes mellitus (GDM). Subjects and Methods: Fifty women with diagnosis of GDM and 50 control individuals without GDM or altered glucose intolerance during their pregnancy were enrolled in the study. Multiplex polymerase chain reaction-restriction fragment length polymorphism method was applied to determine the GSTM1 and GSTT1 gene polymorphisms. Genotypes were determined according to bands detected with the agarose gel electrophoresis. Results: The difference in the frequencies of GSTM1 null genotypes between GDM and control groups was not statistically significant (60% and 54%, respectively). There was no statistically significant difference between GDM and control groups with respect to GSTT1 null genotype rates (22% and 20%, respectively). Conclusion: This study shows no association between GST gene polymorphisms and GDM.Item Glutatyon S-transferaz gen polimorfizmi ve gestasyonel diabetes mellitus ile ilişkisi(Uludağ Üniversitesi, 2011) Orhan, Orhan; Cengiz, Candan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı.Gestasyonel diyabetes mellitus (GDM), gebelikte anneyi ve bebeği etkileyen ana medikal sorunlardan birini teşkil etmektedir. Glutatyon S-transferaz (GST) enzimleri sitotoksik ajanların detoksifikasyonu ve hücresel makromoleküllerin korunması gibi çok önemli bir role sahiptirler. Oksidatif stresin diyabet, ateroskleroz ve kanser gibi birçok hastalığın oluşumuna katkıda bulunduğu düşünülmektedir. GST genleri polimorfik özellik gösterir ve bu da enzim aktivite ve miktarında değişiklikler olarak sonuçlanır. Bu çalışmada; GST gen polimorfizmininin, enzim aktivitesi ve oksidatif stres'e karşı defansı etkileyip GDM gelişimine neden olabileceği düşüncesinden yola çıkarak, GSTM1 ve GSTT1 gen polimorfizmininin GDM'ye yatkınlık oluşturup oluşturmadığı araştırılmıştır.Çalışmaya gebelikleri GDM ile komplike olmuş 50 kadın alındı. Gebelikleri sorunsuz seyretmiş olan 50 kadın kontrol grubunu oluşturdu. GSTM1 ve GSTT1 polimorfizmini belirlemek için multipleks PCR yöntemi kullanıldı. Agaroz jel elektroforezinde oluşan bantlara göre genotip tayini yapıldı. Bant görülen bireyler pozitif, bant görülmeyen bireyler delesyonlu (null) olarak değerlendi. İstatistiksel değerlendirme SPSS 17.0 paket programı kullanılarak yapıldı.GSTM1 null genotipi çalışma grubunda %60, kontrol grubunda ise %54 oranında saptandı. GSTT1 null genotipi ise çalışma grubunda %22, kontrol grubunda %20 olarak saptandı. GSTM1 ve GSTT1 genotipleri açısından çalışma grubu ile kontrol grubu karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı.Bu çalışma GST gen polimorfizmininin GDM ile ilişkisini inceleyen ilk çalışma olma özelliği taşımaktadır. Bulgularımız GST gen polimorfizmi ile GDM arasında bir ilişki olmadığını göstermiştir; ancak, olgu sayısı sınırlı olduğu için bu sonuç daha geniş serili çalışmalarla desteklenmelidir.
- «
- 1 (current)
- 2
- 3
- »