2021 Cilt 47 Sayı 3
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/27277
Browse
Browsing by Department "Tıp Fakültesi"
Now showing 1 - 12 of 12
- Results Per Page
- Sort Options
Item Baş boyun bölgesi yerleşimli Kavernöz Hemanjioma eşlik eden flebolit olgusu(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-11-07) Yirmibeş, Selin; Saraydaroğlu, Özlem; Yenidünya, Mehmet Oğuz; Tıp Fakültesi; Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Ana Bilim Dalı; 0000-0002-8211-6175; 0000-0002-4127-9656; 0000-0002-6802-0409Flebolitler, kalsifiye trombüsleri ifade eden lezyonlardır. Baş boyun bölgesinde nadiren rastlanırlar ve sıklıkla bir vasküler malformasyona ya da benign vasküler tümöre eşlik ederler. 4 yaşından beri sol çene altında şişlik şikayeti olan 7 yaşında kız hasta merkezimize başvurdu. Fizik muayenesinde sol submental bölgede 4x3 cm çapında, immobil kitle saptanan hastaya kitle eksizyonu uygulandı. Lezyonun mikrosk obik incelemesinde santralinde kalsifikasyon barındıran, konsantrik yapıya sahip multipl nodüler lezyonlar ve lezyonlara bitişik alanlarda, genişlemiş damarlarla karakterize kavernöz hemanjiom izlendi. Bu bulgularla olguya kavernöz hemanjioma eşlik eden flebolit tanısı verildi. Flebolitler, vasküler lezyonlardan en sık hemanjiomlara eşlik eder. Flebolitlerin etiyolojisinde vasküler malformasyon veya travma kaynaklı periferik kan akımındaki yavaşlamanın yer aldığı düşünülmektedir. Klinik olarak karışabilen sialolitiazis, travmatik myozitis ossifikans, kalsifiye lenf nodülleri ve bazı neoplaziler ayırıcı tanı içinde ele alınmalıdır.Item Bazal vasküler tonusun düzenlenmesinde rol alan mekanizmaların sıçan torasik aort modelinde incelenmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-12-01) Şahintürk, Serdar; İşbil, Naciye; Tıp Fakültesi; Fizyoloji Ana Bilim Dalı; 0000-0002-7612-0055; 0000-0002-8792-2555Bu çalışmada, endotelyal nitrik oksit sentaz (eNOS)/nitrik oksit (NO), siklooksijenaz (COX), AMP ile aktive olan protein kinaz (AMPK), mitojen ile aktive edilen protein kinaz (MAPK) ve apelin reseptörü (APJ) sinyal ileti yolakları ile potasyum kanallarının vasküler tonus üzerindeki etkisinin belirlenmesi amaçlandı. Wistar Albino erkek sıçanların torasik aortlarından elde edilen 4 mm’lik damar halkaları izole organ banyosu sistemine yerleştirildi. Damar gerimi 1 gram olarak ayarlandı. Sinyal ileti yolaklarının ve potasyum kanallarının bazal damar tonusu üzerindeki etkilerini belirlemek için 1 saatlik dengelenme periyodunu takiben inhibitör madde uygulamaları yapıldı. İnhibitör madde uygulamalarından önceki ve sonraki periyodlardaki gerim değerleri kaydedildi. Nω-Nitro-L-arginin metil ester ve tetraetilamonyum uygula- maları bazal damar gerim değerlerinde istatistiksel olarak anlamlı düzeyde artışa neden oldu (sırasıyla: p < 0,001; p < 0,05). İndometazin ve dorsomorfin uygulamaları bazal damar gerim değerlerinde istatistiksel olarak anlamlı düzeyde azalmaya neden oldu (p < 0,05). F13A ve U0126 uygulamaları bazal damar gerim değerlerinde istatistiksel olarak anlamlı düzeyde bir değişikliğe neden olmadı. Bu çalışmanın verileri eNOS/NO, COX ve AMPK sinyal ileti yolakları ile potasyum kanallarının bazal vasküler tonus regülasyonunda önemli birer etken olduğunu göstermektedir. Buna karşın MAPK ve APJ sinyal ileti yolaklarının sıçan torasik aortundaki bazal vasküler tonus düzenlenmesinde önemli birer faktör olmadığı düşünülmektedir.Item CyberKnife sisteminde IRIS ve MLC tabanlı kolimatörler için beyin metastazlı olgularda SRT tedavi planlarının dozimetrik karşılaştırması(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-12-02) Tosun, Mehmet; Çetintaş, Sibel Kahraman; Kılıç, Hidayetül Mediha; Zorlutuna, Metin; Kahraman, Arda; Altay, Ali; Kurt, Meral; Abakay, Candan Demiröz; Tıp Fakültesi; Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı; 0000-0002-8034-2507; 0000-0002-4483-9284; 0000-0002-0022-1140; 0000-0001-9445-2208; 0000-0003-0150-8052; 0000-0003-2224-9248; 0000-0003-1637-910X; 0000-0001-5380-5898Bu çalışmanın amacı; Cyberknife ile gerçekleştirilen intrakranial tedavilerde IRIS kolimatör ve MLC ile yapılan planların kalitelerini değerlendirmek ve karşılaştırmaktır. Değerlendirme yapılırken homojenite, konformalite, gradiyent indeks, Monitör Unit ve tedavi süresi parametreleri kullanıldı. Tedavi planları oluşturulurken kritik organların maksimum derecede korunması sağlanırken reçete edilen dozun %100’ünün, hedef hacmin %95’ini sarmasına dikkat edildi. Beyin metastazlı 10 olgunun, iki farklı kolimatör kullanılarak farklı lokalizasyonlarda bulunan hedef hacimlere yönelik, tedavi planları yapıldı. Planlarda reçete edilen doz 3 fraksiyonda 18 Gy olarak tanımlandı. Doğru bir karşılaştırma yapabilmek için IRIS kolimatör ve MLC için kullanılan planlama parametreleri, her bir olgu için sabit tutuldu. Reçete edilen doz minumum %80’lik izodoz eğrisine tanımlandı. HI, nCI, GI değerleri için iki ayrı planlama arasında istatistiksel anlamlı bir fark bulunmadı (p>0,05). CI, IRIS ile yapılan planlarda MLC’ye göre daha düşük, MU ve tedavi süreleri için ise MLC ile yapılan planlarda IRI S kolimatöre göre oldukça düşük değerler elde edildi ve istatistiksel olarak anlamlı fark vardır (p<0,05). Ortalama MU değerleri sırasıyla IRIS ve MLC için; 10399 ± 3017,3 MU, 3166 MU ± 792,7 MU ve ortalama tedavi süresi sırasıyla IRIS ve MLC için; 25 ± 7,5 dk, 14,5 ± 2,3 idi. İntrakra- nial Cyberknife tedavisinde IRIS kolimatör ve MLC için plan kalitesi karşılaştırıldığında tedavi süresi ve MU için MLC ile yapılan planlarda kalite indekslerinde kayıp olmadan tedaviyi daha az MU değeri ile daha kısa sürede bitirdiği tespit edilmiştir. Bu da olgunun daha az sürede tedavisini tamamlamasına olanak sağlamaktadır.Item Deneysel kafa travması oluşturulan sıçanlarda nöronal hasarı belirlemede alfa-sinüklein protein etkinliğinin araştırılması(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-12-17) Aydın, Birnur; Şentürk, Buşra Altınkök; Çıkrıklar, Halil İbrahim; Durak, Vahide Aslıhan; Armağan, Erol; Tıp Fakültesi; Acil Tıp Ana Bilim Dalı; 0000-0002-6077-4396; 0000-0002-6253-3350; 0000-0003-0836-7862; 0000-0002-4641-9873Çalışmamızın amacı deneysel olarak hafif travmatik beyin hasarı oluşturulan kafa travması modelinde sıçanlardan alınan serum örneklerinde alfa-sinüklein (α-syn) düzeyinin akut dönemde travmatik beyin hasarını göstermede tanısal değerini araştırmaktır. Çalışmamızda toplam 40 adet erişkin Spraque-Dawley cinsi sıçan kullanılmıştır. Denekler kontrol grubu (n=8) ve 4 ayrı deney grubu (n=8) olarak 5 gruba ayrıl dılar. Çalışmamızda Marmarou ve ark.’nın tanımladığı model modifiye edilerek uygulandı. Bu modelde farklı yüksekliklerden farklı ağı rlıklarda bilyeler serbest düşme yöntemiyle bırakılarak sırayla 0,05, 0,1, 0.2 ve 0,4 Newton şiddetinde travma oluşturulması hedeflendi. Travmanın indüksiyonundan 2 saat sonra sıçanların kalbinden alınan kanlarda α-syn düzeyi araştırıldı. Kontrol grubuna göre kan α-syn düzeyleri ölçül- düğünde, 0,05 ve 0,2 Newton şiddetinde travma oluşturduğumuz gruplarda düşüş görülmüştür. Daha şiddetli travma oluşturduğumuz (0,2 Newton) grup, az şiddetli oluşturduğumuz gruba (0,05 Newton) göre anlamlı olarak daha düşük bulunmuştur. Sonuç olarak farklı şiddetlerde kafa travması oluşturduğumuz sıçanlardan ikinci saatte alınan kan örneklerinden α-syn düzeylerinde anlamlı bir yükselme görülmemiştir. Aksine iki travma grubunda kontrol grubu ile kıyaslandığında düşme görülmüştür. Bu sonuçlar kafa travması sonrası ikinci saatte alınan kanlardan bakılan α-syn düzeyinin TBY için erken dönemde tanısal olarak etkin olmadığını düşündürmektedir.Item Erken evre meme kanserli hastalarda hızlandırılmış kısmi meme ışınlamasında VMAT-CyberKnife sanal tedavi planlarının incelenmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-11-02) Kılıç, Hidayetül Mediha; Çetintaş, Sibel Kahraman; Tosun, Mehmet; Zorlutuna, Metin; Tunç, Sema Gözcü; Kurt, Meral; Abakay, Candan Demiröz; Tıp Fakültesi; Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı; 0000-0002-0022-1140; 0000-0002-4483-9284; 0000-0002-8034-2507; 0000-0001-9445-2208; 0000-0003-4697-8234; 0000-0003-1637-910X; 0000-0001-5380-5898Erken evre meme kanserli hastalarda hızlandırılmış kısmi meme ışınlamasında Volümetrik Ark Terapi (VMAT) ve CyberKnife teknikleri kullanılarak hedef volüm ile kritik organ dozlarının karşılaştırılması amaçlanmıştır. Bu çalışma için radyoterapi almış 10 erken evre meme kanseri tanılı hasta seçilerek, günlük fraksiyon dozu 6 Gy ve toplam doz 30 Gy olacak şekilde VMAT ve CyberKnife (SBRT) sanal planları oluşturuldu. Homojenite indeksi (HI), konformite indeksi (CI), tedavi süresi (s), görünür hedef volümü (GTV) ve kritik organların aldığı doz değerleri karşılaştırıldı. Tedavi planları arasında GTV’nin D max (p=0,002) değeri VMAT tekniği lehine anlamlı fark bulundu. Aynı taraf memenin 30 Gy (V 30) (p=0,013) ve 15 Gy alan (V 15) volüm değerlerinin (p=0,007) CyberKnife tekniğinde daha az doz aldığı görüldü. Karşı memenin Dmax (p=0,218) değeri açısından anlamlı bir fark bulunmamıştır. Sağ meme yerleşimli olgularda kalbin D max (p=0,282) ve 1,5 Gy alan (V1,5 ) volümü için (p=0,548) anlamlı fark bulunmadı. Sol meme yerleşimli olgularda kalbin Dmax (p=0,095) değerinde anlamlı fark görülmedi; ancak kalbin 1,5 Gy alan (V 1,5 ) volüm değerinin (p=0,008) CyberKnife tekniğinde daha düşük olduğu görüldü. Tedavi süresi (s) (p<0,001) VMAT tekniğinde anlamlı olarak az bulunmuştur. Sonuç olarak iki tedavi tekniğinde de hedef volümün istenilen dozu aldığı; ancak özellikle erken evrede oluşabilecek geç kardiyak yan etkilerin azaltılması açısından riskli hastalarda CyberKnife tekniğinin daha üstün olduğu anlaşılmıştır. Teknolojik gelişmeler ışığında erken evre meme kanserli hastalarda Hızlandırılmış Kısmi Meme Işınlamasında (APBI) güncel tedavi yaklaşımı olarak CyberKnife tekniği uygun olgularda değerlendirilebilir.Item İnce kesitli bilgisayarlı tomografide sakral vertebralar arası füzyon derecesine bakılarak yaş tayini değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-10-20) Tobcu, Eren; Gökalp, Gökhan; Tıp Fakültesi; Radyoloji Ana Bilim Dalı; 0000-0002-0144-0142; 0000-0002-3682-2474Kemik yaşı tayininin tıbbi ve adli uygulamalarda önemli bir yeri vardır. Günümüzde 18 yaş altı bireylerde tamamlanmış el ve el bileği kemik osifikasyonularına bakılarak yaş tayini yapılabilmektedir. Ancak tamamlanmış el ve el bileği osifikasyonları nedeni ile 18 yaş üstü vakalarda yaş tayini yapmak oldukça zordur. Bu pilot çalışma, 18 yaş üstü bireylerde sakral vertebra korpusları arasındaki füzyon derecesini skorlayarak, yaş tayini yapılabilmesini amaçlamaktadır. Çalışmamızda, lomber ya da sakrum bilgisayarlı tomografi (BT) tetkiki yapılmış, yaşları 15- 64 arasında değişen 174 erkek, 179 kadın toplamda 353 hastanın sagittal reformat BT görüntüleri iki radyolog tarafından retrospektif olarak çift kör değerlendirilmiştir. Sakral vertebra korpusları arasındaki füzyon dereceleri Belcastro ve ark.’nın tanımladığı 4’lü evreleme sistemine göre evrelendirilmiştir. Çalışmamızda erkek olgularda yaş ile sakral füzyon skorları arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptanmıştır (p<0,05). Kadın olgularda ise S2-S3 ve S3-S4 düzeyleri için yaş ile sakral füzyon düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık mevcuttur (p<0,05). Ayrıca kadın olgularda genel olarak aynı yaş grubundaki erkeklere kıyasla daha ileri füzyon dereceleri izlenmiştir. Ancak her iki cinsiyette de Spearman korelasyon katsayısı ile yapılan incelemede sakral vertebral füzyon dereceleri ile yaş arasında düşük derecede uyum olması, bu tekniğin pratikte yaş tayininde uygulanabilirliğinin önünde engel oluşturmaktadır. Bu konuda objektif bir değerlendirmenin yapılabilmesi için daha fazla olgu sayısı ile yeni araştırmaların yapılması gerekmektedir.Item Kardiyopulmoner bypass’ın trombosit agregasyonu ve fibrinoliz üzerine etkileri(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021) Çam, Betül; Tok, Mustafa; Sağdilek, Engin; Özlük, Kasım; Tıp Fakültesi; Fizyoloji Ana Bilim Dalı; 0000-0001-9656-537X; 0000-0001-8696-4035; 0000-0002-0799-3610Bu çalışmada, off-pump ve on-pump koroner bypass uygulanan hastalarda, prokoagülan aktivitede önemli rolü olan trombositlerin aktivite düzeyleri ve fibrinolitik aktivite değerlendirilmiştir. Çalışma, prospektif olarak planlanıp koroner bypass yapılan hastalar pompasız hasta grubunda 11 hasta, pompalı hasta grubunda 11 hasta olmak üzere, toplam 22 hasta değerlendirmeye alındı. Hastalardan ameliyat öncesi, ameliyat sonrası 1. saat, 1. gün ve 4. günde kan örnekleri alındı. Fibrinolitik aktiviteyi belirlemek için t -PA, u-PA, PAI-1, t-PA/PAI-1 ve D- Dimer, trombosit aktivitesini belirlemek için trombosit agregasyonu ölçüldü. On-pump grubunda daha fazla olmak üzere her iki grupta da ameliyat sonrasında fibrinolitik aktivite yüksek bulundu. Bu değerler ameliyat sonrası 4. günde ameliyat öncesi seviyelerine döndü. Trombosit agregasyonu her iki grupta da anlamlı bir fark göstermedi. Genellikle on-pump ameliyatlarda hemodilüsyon ve kullanılan yüksek doz heparin nedeni ile ameliyat sonrası erken tromboz riskinin düşük olduğu düşünülür. Buna bağlı olarak da erken dönem antikoa gulan kullanımı yaygın değildir. Buna karşılık off-pump bypass ameliyatlarında erken dönemde antikoagulan kullanma alışkanlığı vardır. Yaptığımız bu çalışmanın gösterdiği sonuç kardiyopulmoner bypass kullanılan hastalarda ameliyat sonrası D-dimer yüksekliği erken tromboz riskinin pompa sonrası da devam ettiğini göstermektedir ve hemen ameliyat sonrası antikoagulan kullanımı düşünülebilir.Item Nodüler lenfosit predominant Hodgkin lenfoma tanılı hastalarda tek merkez deneyimi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-11-19) Candar, Ömer; Özkocaman, Vildan; Özkalemkaş, Fahir; Ersal, Tuba; Pınar, İbrahim Ethem; Yalçın, Cumali; Orhan, Bedrettin; Ali, Rıdvan; Tıp Fakültesi; İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Hematoloji Bilim Dalı; 0000-0001-7602-6926; 0000-0003-0014-7398; 0000-0001-9710-134X; 0000-0001-5419-3221; 0000-0001-9907-1498; 0000-0002-5129-2977; 0000-0003-3970-2344; 0000-0001-6486-3399Nodüler lenfosit predominant Hodgkin lenfoma (NLPHL) az görülen ve prognozu oldukça iyi olan bir hastalıktır. NLPHL tüm Hodgkin lenfomalı (HL) hastaların %5’ini oluşturmaktadır. Hastalıkla ilgili en önemli sorunlar hastalık nüksü, Hodgkin dışı lenfomaya transformasyon ve tedavi ilişkili yan etkilerdir. Erken evre hastalıkta tedavisiz izlem, cerrahi, tutulu alan radyot erapisi ve tek başına ritüksimab tercih edilirken, yüksek tümör yükü olan olgularda ve ileri evre hastalıkta kemoimmünoterapi kullanılır, radyoterapi eklenebilir. Hastalık nüksü sonrasında dahi tedavi yanıtları oldukça iyidir. Tedaviye yönelik verilerin tamamı retrospektif çalışmalardan gelmektedir. Çalışmamızda kliniğimizde Aralık 2011-Aralık 2020 tarihleri arasında NLPHL tanısı alan 10 hasta değerlendirildi. Hastaların medyan yaşı 36 (28-60) yıldı. NLPHL tanılı hastalar HL tanılı hastaların %2.08’ini oluşturmakta idi. Hastaların %80’ni (n=8) erkekti. Tanı anında hastalarımızın %70’ni (n=7) erken evre idi ve tüm hastaların ECOG (Doğu Kooperatif Onkoloji Grubu) performans skoru 0’dı. Hastalarımızın hepsinde başvuru şikayeti ele gelen lenfadenopatiydi. Tanı anındaki hemogram ve biyokimyasal parametreler normal referans aralığındaydı. Tüm hastalarımı- zın bakılan immünhistokimyasal boyamalarında CD20 pozitifliği mevcuttu ve yalnız 1 (%10) hastanın CD30 pozitifliği mevcuttu. Dokuz (%90) hastamıza ilk sıra tedavi olarak ABVD (doksorubisin, bleomisin, vinblastin, dakarbazin) kemoterapisi uygulandı. Bir (%10) hastamıza ise kombine modalite tedavisi (CMT) olan ABVD ile birlikte RT uygulandı. Bir hastamıza hastalık progresyonu nedeni ile diğer hastamıza ise geç nüks sebebi ile kurtarma tedavisi sonrası otolog kök hücre nakli yapıldı. Kliniğimizde tanı konulan NLPHL hastalarının Amerika ve Almanya gibi yabancı ülkelerde yayınlanan literatürlerde belirtilen insidans oranları ve verilen ilk basamak tedavi seçimi ile uyumsuz bir tablo oluşturmaktadır. Bu farklılığın Türkiye’den bildirilecek diğer verilerle karşılaştırılması ve tartışılması uygun olacaktır.Item Radikal sistoprostatektomi materyalinde insidental prostat kanseri saptanan olguların klinikopatolojik özellikleri(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-11-26) Vuruşkan, Berna Aytaç; Yirmibeş, Selin; Vuruşkan, Hakan; Yavaşcaoğlu, İsmet; Tıp Fakültesi; Tıbbi Patoloji Ana Bilim Dalı; 0000-0001-9549-8435; 0000-0002-8211-6175; 0000-0002-3917-4847; 0000-0002-1788-1997Mesane kanseri tedavisinde yaygın olarak uygulanan radikal sistoprostatektomi materyallerinde klinik bulgu vermeyen, insidental prostat kanserlerine sıklıkla rastlanmaktadır. Çalışmamızda, merkezimizde radikal sistoprostatektomi uygulanan hastalarda prostat kanseri insidansını, evresini, histopatolojik özellikleri ve bu tümörlerin prognoza etkisini değerlendirmeyi amaçladık. 2006 - 2020 arasında merkezimizde mesane kanseri nedeniyle radikal sistoprostatektomi uygulanan 499 hastaya ait dosyalar retrospektif olarak incelendi. İnsidental prostat tümörü 141 (%28,3) olguda tespit edildi. Tümörlerin tamamı prostat asiner adenokarsinomu olarak tanı aldı. 127 (%90,1) hasta pT2, 10 (%7,1) hasta pT3a ve 4 (%2,8) hasta pT3b tümöre sahipti. 35 (%24,8) hastada klinik ol arak önemli prostat kanseri mevcuttu. Ameliyat öncesi artmış PSA değerine sahip 14 hastadan 4’ü klinik olarak anlamlı prostat tümörüne sahipti. Radikal sistoprostatektomi materyallerinde insi- dental prostat tümörü saptanma oranları yüksektir ancak tümörlerin çoğu klinik olarak önemsiz grupta yer alır. Serum PSA değerinin ameli- yat öncesi insidental tümörü tespitinde faydası sınırlıdır. İnsidental prostat tümörüne sahip hastalarda olumsuz klinik seyir izlenmemekle birlikte prognozun asıl belirleyicisi mesane tümörüdür.Item Serviks kanserinde brakiterapi ve SBRT planlarının dozimetrik parametrelerinin retrospektif olarak karşılaştırılması(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-11-10) Zorlutuna, Metin; Abakay, Candan Demiröz; Kılıç, Hidayetül Mediha; Tosun, Mehmet; Kurt, Meral; Çetintaş, Sibel Kahraman; Sarıhan, Süreyya; Altay, Ali; Tıp Fakültesi; Radyosyon Onkoloji Ana Bilim Dalı; 0000-0001-9445-2208; 0000-0001-5380-5898; 0000-0002-0022-1140; 0000-0002-8034-2507; 0000-0003-1637-910X; 0000-0002-4483-9284; 0000-0003-4816-5798; 0000-0003-2224-9248Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı’nda tedavi almış serviks kanseri tanılı 15 hastaya ait arşiv materyali elde edildi. Brakiterapi ve SBRT planları oluşturularak karşılaştırıldı. Veriler Accuray Precision TPS’ye aktarılmış, retrospektif planların oluşturulması için planlanan hedef hacim (PTV) ve kritik organlar (mesane, rektum, sigmoid kolon, kemik iliği) konturlandı. Tüm hastalar için reçete edilen toplam doz 21 Gy, 3 fraksiyonda verildi. Oluşturulan sanal planlardaki DVH’ler ile doz dağılımları elde edildi. Kritik organ (mesane, rectum, sigmoid kolon ve kemik iliği) dozları ve EQD2 ve BED değerlerinin karsılaştırılması amaçlandı. Tedavi teknikleri arasında mesanenin D0,10cc değerleri için SBRT tekniği lehine anlamlı fark bulundu. Kemik iliğinin D50,00cc, D75,00cc ve D100,00cc değerleri için SBRT tekniği lehine anlamlı fark bulundu. Mesanenin EQD 2 ve BED değerleri (α/β=3) ve (α/β=10) açısından D0,10cc için SBRT lehine olumlu yönde anlamlı farklılık bulundu. Kemik iliğinin EQD 2 ve BED değerleri (α/β=3) ve (α/β=10) açısından D50,00cc, D75,00cc ve D100,00cc için SBRT lehine anlamlı farklılık bulundu. Sonuç olarak; SBRT, EBRT sonrası standart tedavi olarak görülen BRT’nin uygulanabilir olmadığı durumlarda iyi bir alternatif olarak kullanılabilir.Item Skapulada yerleşen tümör ve tümör benzeri lezyonlara genel bakış; Bir üniversite hastanesinin deneyimi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-11-18) Yenigül, Ali Erkan; Bilgen, Mühammet Sadık; Tıp Fakültesi; Ortopedi ve Travmatoloji Ana Bilim Dalı; 0000-0002-2690-9488; 0000-0003-2415-9529Çalışmamızda skapula yerleşimli ve histopatolojik olarak tanısı kesinleşmiş tümör veya tümör benzeri lezyonları, bunların tedavi ve takip sonuçlarını inceledik. Böylece nadir görülen bu lezyonların tanı dağılımını ve tedavi sonuçlarını değerlendirerek literatüre katkı sağlamayı amaçladık. 2015-2020 yılları arasında histopatolojik tanı alan skapula yerleşimli lezyonu olan olguları ve bu olguların yaş, cinsiyet, semptom, semptom süresi, kitle lokalizasyonu patolojik kırk olup olmaması (tanı esnasında), tedavi şekli (biyopsi, cerrahi, kemoterapi, radyoterapi), tedavi sonrası komplikasyon ve tanı anından itibaren takip süreleri incelendi. Çalışmaya 21 erkek, 8 kadın olmak üzere 29 olg u katıldı. Yaş ortalaması 50 (11-84) idi. 17 olguda sol skapulada lezyon var iken 12 olguda sağ skapulada lezyon vardı. 21 olgu ağrı şikayeti ile, 5 olgu şişlik şikayeti ile ve 3 olguda ağrı+şişlik şikayeti ile başvurmuştu. Olgulardan tanı öncesi semptom bulunma süresi ortalama 6 ay (1-15)’dı. 12 olguda benign lezyon var iken 17 olguda malign lezyon vardı. 9 olguda metastaz nedenli malignite var iken 8 olguda primer malignite vardı. Lezyon yerleşimleri 4 olguda sadece S1, 12 olguda sadece S2 ve 13 olguda S1+S2 bölgelerinde idi. Ortalama takip süresi 33 ay (6-64) olup, takip esnasında 5 olgu ex olmuştur. Skapulada tümör ve tümör benzeri lezyonlara baktığımızda malignitelerin fazla olduğu görülme k- tedir. Olgu yaşı arttıkça benignden maligne doğru da bir artış var. Radyolojik olarak detaylı araştırılması gereken bu lezyonlar histopatolojik inceleme sonrası başarılı şekilde tedavi edilebilmektedir.Item Vasküler Behçet hastalığı tanısı olan hastalarımızın klinik özellikleri, tedavi protokolleri ve relaps oranları: Tek merkez deneyimi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-12-01) Yağız, Burcu; Çakan, Zeliha; Coşkun, Belkıs Nihan; Pehlivan, Yavuz; Dalkılıç, Hüseyin Ediz; Tıp Fakültesi; İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Romatoloji Bilim Dalı; 0000-0003-0298-4157; 0000-0002-7054-5351; 0000-0001-8645-2670Bu çalışmada, vasküler Behçet Hastalığı (BH) tanısı ile izlediğimiz hastaların klinik, demografik verilerinin değerlendirilmesi, relaps sıklığı ve kullanılan tedavilerle olan ilişkisinin irdelenmesi amaçlanmıştır. BH tanılı 512 hastanın dosyası geriye dönük incelenerek 68 vasküler tutulumlu Behçet hastası tespit edildi. Demografik özellikler, birinci vasküler olay ve varsa nüksü, tedavi protokolleri kaydedildi. Vasküler tutulum sıklığı %13,28’idi. Hastaların %85’i erkekti. En sık alt ekstremitelerde venöz tutulum görüldü (%77,9). İlk vasküler relaps, hastaların %29,4’inde, ikinci vasküler relaps ise %8,8’inde gelişti. Vasküler tutulumlu Behçet hastalarında vasküler tutulumun tespit edilmesini takiben hastaların %73,5’i sistemik immünsüpresif (İS) tedavi, %45,5’i antikoagülan tedavi almıştı. İS tedavi almayan grupta relaps riski anlamlı olarak yüksek bulundu. (p=0.001) Antikoagülan tedavi alan grupta relaps oranı daha fazla olmakla birlikte istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı (p=0.61). Vasküler tutulum sıklıkla erkeklerde görülmektedir. Tedavide İS'ler ve antikoagülanlar kullanılmaktadır. İmmünsupresif tedavi kullanımı vasküler relaps riskini azaltabilir, ancak antikoagülan tedavinin ek faydası gösterilememiştir. Bu konuda daha fazla sayıda hasta ile yapılacak çok merkezli çalışmalara ihtiyaç vardır.