2012 Cilt 38 Sayı 2
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/18378
Browse
Browsing by Department "Biyoistatistik Ana Bilim Dalı"
Now showing 1 - 7 of 7
- Results Per Page
- Sort Options
Item Akut pankreatit tanılı hastaların etyolojik ve prognostik faktörlerinin retrospektif incelenmesi(Uludağ Üniversitesi, 2012-04-10) Coşkun, Belkıs Nihan; Tandoğan, Gülen; Eroğlu, Ayça; Karadayı, Derya; Irak, Kader; Cangür, Şengül; Kıyıcı, Murat; Tıp Fakültesi; Biyoistatistik Ana Bilim Dalı; Gastroenteroloji Bilim DalıBu çalışmada akut pankreatit (AP) tanısı ile takip edilen hastaları etiyoloji ve komplikasyonlar açısından değerlendirmeyi amaçladık. 2005- 2010 tarihleri arasında hastanemizde AP tanısı alan 184 hasta geriye dönük olarak incelendi. Olguların demografik özellikleri, laboratuvar bulguları, görüntüleme sonuçları, hastalık şiddeti, prognoz ve hastanede yatış süresi kaydedildi. Hastalık şiddeti ile etyolojik faktörler, yaş, cinsiyet, yatış süresi ve prognoz arasındaki ilişki incelendi. Erkek hastaların sayısı 79 (%42,9), kadın hastaların sayısı 105 (%57,1) ve ortalama yaş 55,5±17,01 idi. Yüz on iki olguda (% 60,9) akut biliyer pankreatit saptandı. Şiddetli pankreatit 50 olguda (%27,2) gözlendi. Mortalite oranı % 3,8 (7 olgu) bulundu. Hastalık şiddeti ile demografik özellikler ve laboratuar bulgular arasında ilişki saptanmadı. Mortalite ve yatış süresi şiddetli grupta daha yüksekti (p< 0,001). AP ölümcül seyredebilen önemli bir klinik sorundur. Etyolojisi çok çeşitli olup en sık neden safra kesesi taşıdır. Şiddet ve prognozun belirlenmesinde bilgisayarlı tomografi şiddet indexi uygun bir göstergedir.Item Altı aylık dönemde endokrinoloji polikliniği’ne başvuran adrenal insidentaloma hastalarının retrospektif değerlendirilmesi: tek merkez sonuçları(Uludağ Üniversitesi, 2012-04-30) Peynirci, Hande; İrteş, Nurten; Ermurat, Selime; Sığırlı, Deniz; Ersoy, Canan; İmamoğlu, Şazi; Tıp Fakültesi; Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bilim DalıGörüntüleme yöntemlerinin ilerlemesi ve yaygın kullanılması, tesadüfen saptanan adrenal insidentalomalarla daha sık karşılaşılmasına neden olmuştur. Endokrinoloji Bölümüne 6 aylık dönemde başvuran ve başka şikayetler nedeniyle yapılan görüntülemeler ile adrenal kitle saptanan 182 hastanın dosya verileri retrospektif olarak incelendi. Bu çalışmada, adrenal insidentalomaların sıklığını, hormonal durumunu, görüntüleme yöntemlerindeki özelliklerini, tedavilerini ve histolojik tanılarını gözden geçirmeyi amaçladık. Başvuran hastaların 128’i (%70.3) kadın, 54’ü (%29.7) erkek, yaşlarının medyan değeri 54 yıl (18-85) idi. Bilgisayarlı tomografi ile belirlenen kitle boyutları medyan 26 mm (5-160) olarak saptandı. Endokrinolojik değerlendirme sonucunda 46 kitlenin (%25.3) fonksiyonel, 136 kitlenin (%74.7) nonfonksiyonel olduğu bulundu. 46 fonksiyonel adenom vakasının 24’ü (%52.2) Cushing sendromu, 16’sı (% 34.8) feokromositoma ve 6’sı (%13) aldosteron üreten adenom idi. Fonksiyonel olarak değerlendirilen 46 hastanın 38’i ve nonfonksiyonel olarak değerlendirilen 136 hastanın 22’si kitle boyutları 4 cm’in üstünde olduğu için operasyona yönlendirildi. Bu çalışmamızın sonuçları da göstermiştir ki, tesadüfen saptanan adrenal kitleler hormon aktif hatta malign olabilmektedir. Bu nedenle bu tür kitlelerin tanı, tedavi ve takipleri dikkatli yapılmalıdır.Item Diyabetik ayak gelişmiş olgularda amputasyon gerekliliğini belirleyen faktörlerin retrospektif olarak incelenmesi(Uludağ Üniversitesi, 2012-02-24) Durgun, Onur; Durgun, Ayla Gökmen; Ersoy, Canan Özyardımcı; Almacıoğlu, Serdar; Karadayı, Derya; Özkaya, Güven; Aydın, Taner; Özakın, Cüneyt; Tıp Fakültesi; Biyoistatistik Ana Bilim DalıDiyabetik ayak enfeksiyonu diyabetin kronik fakat önlenebilir komplikasyonlarından biridir. Kontrol altına alınamayan enfeksiyonlar ekstremite amputasyonuyla sonuçlanabildiği için çok önemli sosyoekonomik sorunlara yol açmaktadır. Bu çalışmada diyabetik ayak gelişen diabetes mellituslu hastalarda mikro ve makrovasküler komplikasyonlar, A1C düzeyi, osteomiyelit varlığı, üreyen mikroorganizma sayısı ve verilen antibiyoterapi gibi parametrelerle amputasyona gidiş arasındaki ilişkiyi değerlendirmeyi amaçladık. 2008-2011 tarihleri arasında diyabetik ayak enfeksiyonu nedeniyle tedavi gören ve yara kültürlerinde üreme olan 45 hastanın verileri retrospektif olarak incelendi. Oluşturulan hasta değerlendirme formuna bilgiler kaydedildi. Hastalarda amputasyona gidiş ile diyabet yaşı, A1C düzeyleri, cinsiyet, oral antidiyabetik ilaç ya da insülin kullanımı, mikrovasküler komplikasyonların varlığı, diyabetik ayak öyküsü, amputasyon öyküsü, üreyen mikroorganizma sayısı gibi parametreler arasında anlamlı istatistiksel fark görülmedi ancak ileri hasta yaşı, makrovasküler komplikasyon varlığı ve osteomiyelit varlığı ile anlamlı istatistiksel ilişki tespit edildi. İleri hasta yaşı, makrovasküler komplikasyon ve osteomiyelit varlığı diyabetik ayak ülserli hastalarda amputasyona gidiş için önemli risk faktörleri olarak gözükmektedir. Diyabetiklerde, ayak ülserlerine enfeksiyon eklenmeden ve osteomiyelit gelişmeden erken tanı konulup tedavisi gerçekleştirilmelidir. Klinisyenlerin diyabetik ayaklı hastalarda bu parametreleri değerlendirerek, erken ve agresif tedaviye başlamalarının amputasyon oranlarında azalma sağlayacağı düşünülmektedir.Item Kliniğimizde 2000- 2010 yılları arasında sezaryen oranları ve değişen endikasyonlar(Uludağ Üniversitesi, 2012-06-11) Demir, Bilge Çetinkaya; Ocakoğlu, Gökhan; Özerkan, Kemal; Orhan, Adnan; Cengiz, Candan; Tıp Fakültesi; Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim DalıÇalışmamızda 2000-2010 yılları arasında kliniğimizde yaptırılan doğumlar içerisinde sezaryen sıklığını belirlemek ve yıllar içerisinde değişen endikasyon ve sıklıklara vurgu yapmak amaçlanmıştır. Ocak 2000- Aralık 2010 tarihleri arasında kliniğimizde meydana gelen tüm doğum olguları retrospektif olarak tarandı. On yıllık süre içerisinde yaptırılan 10239 doğumun 5135’i normal doğum ile (%50.10), 5104’ü ise sezaryen ile (%49.90) gerçekleştirildi. Sezaryen sıklığı 2000 yılında %41.88 iken anlamlı bir artış göstererek 2010 yılında %54.12’e ulaştı (p= 0.021). Yıllar içerisinde eski sezaryen nedeni ile yapılan sezaryen sıklığı %25.06’dan % 39.50’ye yükseldi (p<0.001). İsteğe bağlı sezaryen oranının ise %5.78’den %0.58’e gerilediği izlendi. Kliniğimizde sezaryen sıklığı yıllar içerisinde anlamlı bir şekilde artmıştır. Bu artış özellikle eski sezaryenlı hasta oranının artması nedeniyledir ve beraberinde plasentasyon anomalilerinin sıklığında artışa neden olmuştur. Sezaryen sıklığının düşürülmesi için isteğe bağlı yapılan operasyonların azaltılması, ilk gebelikte endikasyonların dikkatli değerlendirilmesi, doğumhanelerde ebelerin rolünün arttırılması gibi önlemler uygulamaya konulmalıdır.Item Migren hastalarının yaşamlarındaki önemli değişikliklerin kronikleşme sürecine etkisi(Uludağ Üniversitesi, 2012-06-07) Seferoğlu, Meral; Kaygılı, Emine; Özkaya, Güven; Kırlı, Necdet; Zarifoğlu, Mehmet; Tıp Fakültesi; Nöroloji Ana Bilim DalıMigrenin progresyonu kronik günlük başağrısı (KGB) ile sonuçlanabilir. Toplum tabanlı çalışma verileri az olmasına rağmen, boşanma, taşınma, iş değişikliği, çocuklar ile ilişkili problemler gibi yakın zamanda yaşanmış önemli yaşam olayları ve psikiyatrik komorbidite kronik başağrısının bir presipitanı olarak kabul edilmektedir. Çalışmamızda migrenin kronikleşme sürecinde hastaların yaşantılarındaki önemli değişikliklerin etkisini incelemeyi amaçladık. Kasım 2008-2009 tarihleri arasında Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı başağrısı polikliniğine başvuran ve/veya takipte olan migren tanısı konulan hastaların yaşamlarındaki değişiklikler 1 yıl retrospektif, 1 yıl da prospektif olarak sorgulanmış ve kronikleşme üzerine etkisi incelenmiştir. Sonuç olarak kronik günlük başağrısı grubunda (Grup 2) yeni yaşam değişiklikleri arttıkça olguların ilaç aşırı kullanımının arttığı yönünde ilişki bulundu (r=0,604, p=0,029). Bulguların lojistik regresyon analizi sonucunda olguların 24 aylık toplam sağlık puanı değişiklikleri grup 2’de grup 1’e göre daha fazla idi (p=0,049). Grup 2’de ilaç aşrı kullanımı grup 1’e göre anlamlı olarak daha yüksek idi (p=0,001).Item Oral antidiyabetik tedavi ile kan şekeri regüle edilememiş tip 2 diyabetli hastalarda tedaviye insülin glargin ve tek doz insülin glulisin eklenmesinin etkinliğinin retrospektif olarak değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2012-04-10) Ersoy, Canan; Ünal, Oğuz Kaan; Yoğurt, İsmail; Hoyrazlı, Ayşe; Özışık, Seçil; Tekinalp, Atakan; Sığırlı, Deniz; İmamoğlu, Şazi; Tıp Fakültesi; Biyoistatistik Ana Bilim Dalı; Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bilim DalıBiri metformin olmak kaydıyla en az iki oral antidiyabetik ilaç (OAD=Oral Anti-diabetic Drug) ile kan şekeri regüle olmayıp (Hemoglobin A1c= HbA1c= %7-10) bazal-plus insülin tedavisi alan tip 2 diabetes mellitus (T2DM) tanılı hastalar retrospektif olarak değerlendirildi. İncelenen 78 hasta dosyasından 15 hastanın bazal-plus tedavi aldığı ve devam ettiği belirlendi. Sabah açlık kan şekeri değerlerine göre insülin glargin (17:00’de) başlanıp titre edildiği, takiplerinde en yüksek postprandiyal kan şekeri değerlerine göre akşam öğününe insülin glulisin eklenip titre edildiği görüldü. İnsülin glargin sonrası sabah açlık, tokluk, gece 23:00 ve 02:00 kan şekeri değerlerinde, insülin glulisin sonrası akşam tokluk ve gece 23:00 kan şekeri değerlerinde anlamlı düşüş saptandı. HbA1c’de %8.3’ten %6.8’e anlamlı düşüş saptanırken (p<0.001), hipoglisemi ve kilo artışında anlamlı değişiklik saptanmadı. Sonuçta OAD ile kan şekeri regülasyonu sağlanamayan hastalarda bazal-plus insülin tedavisinin yan etki artışı yapmadan etkili kan şekeri regülasyonu ve HbA1c düşüşü sağladığı belirlendi. Bu sonuçlarla bazal-plus tedavisinin intensif insülin tedavisine geçişte uygun bir basamak olduğu kanaatine varıldı.Item Tip 1 diyabet (T1D)’li türk hastalarda glutatyon-S-transferaz (GSTT1 ve GSTM1) gen polimorfizmlerinin araştırılması(Uludağ Üniversitesi, 2012-03-22) Karkucak, Mutlu; Cander, Soner; Gül, Özen Öz; Deligönül, Adem; Ocakoğlu, Gökhan; Gülten, Tuna; Görükmez, Orhan; Öksüz, Mustafa Ferhat; Yakut, Tahsin; Tıp Fakültesi; Biyoistatistik Ana Bilim DalıOksidatif stres, tip 1 diyabet (T1D) ve komplikasyonlarının gelişiminde önemli bir rol oynamaktadır Oksidatif stresin zararlı etkilerine karşı savunma sistemlerinden biri de Glutatyon-S-Transferaz (GST)’dır. Çalışmamızda, GSTT1 ve GSTM1 gen polimorfizmleri ile T1D’li Türk hastalar arasındaki ilişkiyi araştırmayı amaçladık. Çalışmamıza, T1D tanısı konmuş 71 hasta ile 62 kontrol birey dahil edildi. GSTM1 ve GSTT1 gen polimorfizmini değerlendirmek için multiplex PCR yöntemi kullanıldı. İstatistiksel analizde anlamlılık düzeyi p <0.05 olarak belirlendi. GSTT1 ve GSTM1 negatif(null) genotipleri istatistiksel olarak değerlendirildiğinde, gruplar arasında anlamlı bir fark saptanmadı (p>0.05). Bu sonuçlar GSTT1 ve GSTM1 negatif(null) genotiplerinin T1D ve komplikasyonların gelişimi için katkısının olmadığını göstermektedir fakat daha geniş olgu sayılı çalışmalara ihtiyaç vardır.