2020 Cilt 46 Sayı 2
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/18590
Browse
Browsing by Department "Tıp Fakültesi"
Now showing 1 - 8 of 8
- Results Per Page
- Sort Options
Item Behçet hastalarının uyku kalitesi, depresyon düzeyi ve etkileyen faktörler(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-06-10) Araz, Can; Güner, Altuğ; Pehlivan, Seda; Pehlivan, Yavuz; Tıp Fakültesi; Romatoloji Bilim Dalı; İç Hastalıkları Hemşireliği Ana Bilim Dalı; 0000-0001-7220-0288; 0000-0002-1670-0672; 0000-0002-7054-5351Çalışma, Behçet hastalarının uyku kalitesi, depresyon düzeyleri ve etkileyen faktörleri belirlemek amacıyla tanımlayıcı olarak yapıldı. Çalışmaya katılmayı kabul eden 44 Behçet hastası çalışmaya dahil edildi. Çalışmanın verileri, araştırmacılar tarafından hazırlanan “Hasta Bilgi Formu”, “Pitsburg Uyku Kalitesi İndeksi (PUKİ)”, “Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ)”, Behçet Hastalığı Yaşam Kalitesi Ölçeği (BHYKÖ)” ve “Behçet Hastalığı Güncel Aktivite Formu” ile toplandı. Verilerin değerlendirilmesinde, Mann Whitney U ve Spearman korelasyon analizleri yapıldı. Hastaların yaş ortalamasının 37,38±8,33 yıl, %90,9'unun erkek ve hastalık süresi ortalamasının 7,54±4,72 yıl olduğu belirlendi. Genital ülseri olan hastaların PUKİ puanının anlamlı olarak yüksek olduğu saptandı (p<0,05). Diğer tanımlayıcı özellikler açısından PUKİ, BDÖ, BHYKÖ puanları arasında anlamlı bir fark bulunmadı (p>0,05). Hastalık aktivite skoru ile PUKİ, BDÖ, BHYKÖ puanları arasında anlamlı ilişki olduğu belirlendi (p<0,05). Ayrıca üç ölçek arasında da anlamlı pozitif korelasyon olduğu görüldü (p<0,05). Behçet hastalarında hastalık aktivitesinin uyku kalitesi, depresyon düzeyi ve yaşam kalitesi açısından önemli bir belirleyici olduğu sonucuna varıldı. Hastalık aktivitesi kontrol altında tutularak Behçet hastalarının uyku kalitesi, depresyon düzeyi ve yaşam kalitesinin iyileştirilebileceği düşünülmektedir.Item Birinci düzey travma merkezinde pediyatrik servikal travmaların tedavisi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-07-02) Taşkapılıoğlu, M. Özgür; Ocak, Pınar Eser; Altınyuva, Oğuz; Doğan, Şeref; Tıp Fakültesi; Beyin ve Sinir Cerrahisi Ana Bilim Dalı; 0000-0001-5472-9065; 0000-0003-0132-9927; 0000-0002-3450-0471; 0000-0002-9733-241XPediatrik spinal yaralanmalar nadir görülen bir durumdur ancak bu hastaların tedavileri ile ilgili kesinleşmiş kriterler ortaya konulamamıştır. Bu çalışmada kliniğimizde Ocak 2010- Aralık 2019 tarihleri arasında takip ve tedavi edilen pediatrik hastaların dosyaları retrospektif olarak incelenmiştir. Çalışmamıza 23 hasta dahil edilmiştir. Hastaların 15 (%65.2) tanesi erkek, 8’i (%34.7) kadındı. Olguların büyük çoğunluğunun etiyolojisinde düşme ve trafik kazası (%73.9) vardı. 8 hastada fraktür, 11 hastada subluksasyon saptandı. Hastaların 17 tanesi konservatif olarak tedavi edilirken, 6 hasta cerrahi olarak tedavi edildi. Servikal spinal yaralanmalar çocukluk çağında tanı ve tedavi açısından özellik ve dikkat gerektiren bir durumdur. Bu durumun yönetiminde çocukluklar ile erişkinlerin arasındaki anatomik farkların iyi bilinmesi hayati önem taşır.Item İmmunoterapi ve radyoterapi kombinasyonu(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-06-17) Sarıhan, Süreyya; Tıp Fakültesi; Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı; 0000-0003-4816-5798İmmunoterapi, bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi ile birçok kanser türünde yanıt, yanıt süresi ve sağkalım açısından etkinliği kanıtlanmış bir tedavidir. Yanıt oranları %20 olup dirençli hastalarda immunoterapi ile sinerjik etki yaratan yeni tedavilere gereksinim vardır. Radyoterapi ile tümör hücrelerinden salınan antijenik uyarı tümörün bağışıklık sistemi tarafından daha kolay tanınmasını sağlayarak immunoterapinin tamamlayıcısı olabilir. Radyoterapinin, ışınlanan hedef dışındaki metastazlar üzerindeki sistemik etkisi “abscopal” etki olarak tanımlanmış olup immuno-radyoterapinin temel amacı “abscopal” etkiyi uyandırmaktır. İmmuno-radyoterapinin yanıt ve sağkalıma anlamlı katkısı öncelikle malign melanom ve akciğer kanserlerinde gösterilmiş olup diğer solid tümörlerde de gelecek vaat eden önemli bir tedavi yöntemi olarak görülmektedir.Item Kisspeptin’in gelişimsel döneme bağlı olarak dişi sıçanlarda medial preoptik bölgede in vitro noradrenalin salıverilmesi üzerine etkisi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-08-07) Gül, Zülfiye; Büyükuysal, Rıfat Levent; Tıp Fakültesi; Tıbbi Farmakoloji Ana Bilim Dalı; 0000-0003-0749-2426Üçüncü ventrikülün rostral periventriküler bölgesinde lokalize olan kisspeptin nöronlarının, ovulasyon öncesi LH salıverilmesinden sorumlu olan GnRH nöronlarının major stimülatörü olduğu son yıllarda yapılan çalışmalar ile ortaya konmuştur. GnRH salıverilmesinin bir diğer ana modülatörü ise noradrenerjik sistemdir. Kisspeptinerjik ve noradrenerjik nöronların medial preoptik bölgedeki (MPB) yerleşimleri çok yakınlık göstermekle birlikte, bu iki sistem arasındaki ilişkinin yapılacak çalışmalar ile aydınlatılmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Yapılan bu çalışma gelişim dönemi farklı dişi Sprague Dawley sıçanların MPB’sinden hazırlanan beyin dilimleri kullanılarak kisspeptinin noradrenalin (NA) salıverilmesi üzerine direk etkisinin olup olmadığını ortaya koymak amacı ile yapılmıştır. Oksijenlenmiş Krebs solüsyonu içeren inkübasyon kuyucuklarına yerleştirilen dilimler preinkübasyon dönemi ardından 60 dakika boyunca kisspeptin (40 ve 400 μM) ile inkübe edildi. İnkübasyon periyodu sonrasında inkübasyon ortamı salınan NA düzeylerinin belirlenmesi amacıyla kullanıldı. Salıverilmenin Ca2+ ile ilişkisini incelemek amacıyla Ca2+’suz Krebs solüsyonu ve hücre dışı Ca2+ şelasyonu için 400 μM BAPTA kullanıldı. Prepubertal, adölesan ve yetişkin dişi sıçanların MPB’den elde edilen dilimlerin 40 ve 400 μM kisspeptin ile inkübasyonu prepubertal dönemdeki dilimlerden NA salıverilmesini etkilemezken, adölesan ve yetişkin sıçanlarda ise salıverilmenin anlamlı olarak arttığı gözlendi. Ca2+’un ortamdan uzaklaştırılmasının kisspeptin kaynaklı NA salıverilmesinde anlamlı bir düşüşe (p‹0.05) neden olması veziküler salım mekanizmasının ekstrasellüler Ca+2 iyonlarına bağımlı olduğunu göstermiştir. Kisspeptinin NA salıverilmesini direkt olarak uyarabildiğini gösteren bu bulgular, söz konusu peptidin NA salıverilmesi üzerinden GnRH salıverilmesini indirekt olarak modüle edebileceğini düşündürmektedir.Item Luteal fazda vajinal laktobasil desteğinin IVF/ICSI sikluslarında taze embriyo transferi uygulanan hastalarda implantasyon oranlarına etkisi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-07-09) Aslan, Kiper; Kasapoğlu, Işıl; Kuşpınar, Göktan; Avcı, Berrin; Uncu, Gürkan; Tıp Fakültesi; Histoloji ve Embriyoloji Ana Bilim Dalı; 0000-0002-9277-7735; 0000-0002-1953-2475; 0000-0002-0338-8368; 0000-0001-8135-5468; 0000-0001-7660-8344Bu prospektif çalışmanın amacı IVF/ICSI sikluslarında taze embriyo transferi uygulanan infertil hastalarda luteal fazda vajinal laktobasil desteğinin implantasyon oranlarına etkisini araştırmaktır. Vajinal mikrobiyota ve infertilite ilişkisi günümüzde oldukça popüler bir araştırma konusudur ve yapılan çalışmalarda bozulmuş vajinal mikrobiyotanın infertil hastalarda gebelik sonuçlarını olumsuz olarak etkilediği bilinmektedir. Biz de bu sebeple çalışmamızda 88 infertil hastaya kontrollü ovaryan hiperstimülasyon sonrası oosit toplandığı gün vajinal 1x4 tablet vajinal laktobasil desteği sağlayarak, gebelik sonuçlarını laktobasil desteği uygulanmayan 88 kontrol hastası ile karşılaştırdık. Sonuçlarda grupların demografik verileri birbirine benzerdi. Ve çalışmanın birincil sonucu olan implantasyon oranları çalışma grubunda %38,6 kontrol grubunda %32,9 olarak bulundu. Sonuçlar kontrol grubunda daha yüksek olmasına rağmen istatistiksel olarak benzerdi. Çalışmanın sonucu olarak taze embriyo transferi yapılan infertil hastalarda luteal fazda laktobasil desteği sağlanmasının gebelik sonuçlarına etkisi gözlenmedi.Item Pediyatrik kaudal anestezi uygulamalarının değerlendirilmesi: ulusal anket çalışması(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-08-25) Topal, Ümit Hüseyin; Akesen, Selcan Yerebakan; Yavaşcaoğlu, Belgin; Tıp Fakültesi; Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim Dalı; 0000-0002-9518-541X; 0000-0002-3980-4415Kaudal blok pediyatrik rejyonal anestezi pratiğinde çok sık kullanılan bir tekniktir. Ancak klinik pratikte kaudal blok uygulamaları hakkında çok az bilgi mevcuttur. Bu çalışmada Türkiye’de anestezistler tarafından yaygın olarak kullanılan kaudal blok ile ilgili; anestezistin deneyimini, uygulanan teknikleri, kullanılan ilaçları ve kaudal epidural kateter tekniğinin kullanım sıklığını değerlendirmeyi amaçladık. Anket çalışmasına, etik kurul onayı sonrası, 553 Anesteziyoloji ve Reanimasyon uzmanı ve araştırma görevlisi katıldı. Formlar ilgili kişilere posta yoluyla veya elden iletildi. Katılımcıların büyük kısmı uzman anestezi doktoru olarak görev yapmaktaydı ve genelde 5 yıldan az pediyatrik anestezi deneyimine sahiplerdi. Sıklıkla 22- veya 24-gauge mandrenli kaudal iğne kullandıkları, kaudal epidural boşluğa dermoid doku implantasyonu riskinin yüksek olduğunu düşündükleri, aynı zamanda epidural aralığa yerleşimin doğrulanması için klinik belirteçleri kullandıkları saptandı. Lokal anestezik olarak sıklıkla % 0,125-0,25’lik bupivakain ve additif ilaç olarak çoğunlukla opioid kullandıkları, kaudal kateter kullanım oranının çok düşük olduğu ve asepsi yöntemi olarak genelde yalnızca eldiven kullanıldığı görüldü. Genellikle kaudal bloğun indüksiyon sonrası yapıldığı ve anestezi idamesinde inhalasyon anestezisi kullanıldığı, aynı zamanda kaudal bloğun en sık ürogenital operasyonlarda tercih edildiği saptandı. Sonuç olarak, pediyatrik anestezide kaudal bloğun güvenli olarak uygulanması için kullanılan teknik ve ilaçların değerlendirileceği uluslararası katılımlı çok merkezli çalışmalara gereksinim olduğu kanısına vardık.Item Psödosarkomatöz bir antite olarak sellüler schwannoma: ayırıcı tanıda potansiyel bir tuzak(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-05-28) Coşkun, Sinem Kantarcıoğlu; Sayar, Ayşe; Avcı, Özlem; Sungur, Mehmet Ali; Yalçınkaya, Ülviye; Tıp Fakültesi; Tıbbi Patoloji Ana Bilim Dalı; 0000-0002-2097-7842Klasik schwannomalar periferik sinir kılıfından köken alan iyi sınırlı benign tümörlerdir. Tüm schwannomaların yaklaşık %5 kadarını sellüler schwannomlar (SS) oluşturur. Fasiküler patern, yüksek sellülarite ve mitotik aktivite varlığı bazı vakalarda yanlış değerlendirme sonucu malign olarak tanı alabilir. Bursa Uludağ Üniversitesi ve Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Laboratuarı arşivlerindeki 16 SS olgusu yeniden değerlendirildi. En sık görülen yerleşim yeri paravertebral/paraspinöz bölge olup bunu mediasten, ekstremiteler, gövde, adrenal bez ve dil takip ediyordu. İmmünohistokimyasal boyama uygulanan 15 vakanın tamamında S100 ile kuvvetli pozitivite görüldü. Ki 67 ile boyanma düşük-orta seviyelerde olup sellüler alanlarda %25’e varan ki 67 proliferasyon indeksi mevcuttu. SS tanısı bazen zorlayıcı olabilir ve histopatolojik özelliklerinin bilinmesi olası yanlış tanı ve gereksiz tedavileri önlemek açısından önemlidir. Bu çalışmada iki merkezin arşivlerindeki SS olgularının klinikopatolojik özelliklerinin incelenmesi ve literatür ile karşılaştırılması amaçlanmıştır.Item Relapsing remitting multipl skleroz hastalarında ekstrakraniyal ve intrakraniyal venöz yapıların doopler sonografi, kraniyal mr venografi ve selektif venografi ile değerlendirilmesi ve sağlıklı kontroller ile karşılaştırılması(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-07-08) Öksüz, Emine Kaygılı; Taşkapılıoğlu, Özlem; Turan, Ömer Faruk; Hakyemez, Bahattin; Demir, Aylin Bican; Tıp Fakültesi; Radyoloji Ana Bilim Dalı; 0000-0002-6752-1519; 0000-0002-3425-0740; 0000-0001-6739-8605Son yıllarda Multipl skleroz (MS) etyolojisinde, internal juguler ven (IJV) ve/veya azigos venlerde venöz drenaj bozukluğu olarak tanımlanan kronik serebrospinal venöz yetmezliğin (KSSVY) etkili olduğu ileri sürülmektedir. Bu teori, MS etyopatogenezinde etkili olduğu düşünülen otoimmün teoriyi toptan yadsıması nedeni ile ciddi tartışmalar başlatmıştır. Bu teori ile, MS etyopatogenezine farklı açılardan bakılması nedeniyle ilgi çekmiş ve bununla ilgili birçok çalışma başlatılmıştır. Çalışmamızda Doppler sonografi (DS), kranial MR venografi (MRV) ve selektif venografi (SV) ile MS hastalarında KSSVY’nin varlığının tespiti, ekstrakraniyal-intrakraniyal venöz yapıların yapısal- fonksiyonel açıdan incelenmesi, sağlıklı kişilerle karşılaştırılması amaçlanmıştır. 25 Relapsing Remitting MS hastasına DS, SV ve kraniyal MRV yapılırken, 20 sağlıklı kişiye kraniyal MR venografi ve Doppler sonografi yapıldı. Hastalarda DS’ de reflü varlığı açısından kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı idi (p<0,05 P=0,001). Kraniyal MRV’ de intrakraniyal venlerde morfolojik açıdan hasta ve sağlıklı grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu. Selektif venografide hastaların %72’sinde sağ IJV’de, %76’sında sol IJV’de, %12’sinde azigos vende %50 ve üzeri darlık saptanırken; hastaların %60 da sağ IJV de, %48 inde sol IJV de ve %16 sında ise azigos vende %75 ve üzeri darlık izlendi. Hastaların %44’ünde azigos vende anomali izlendi. Çalışmamızdaki MS hastalarında KSSVY görülme oranı %76 idi. Saptamış olduğumuz yüksek orandaki kolateral dolaşım varlığı, hastalarda saptadığımız reflünün bir göstergesi olabilir. Kontrol grubuna etik kurul selekktif selektif venografiye izin vermediği için normalde nasıl olduğunu bilmiyoruz. Bu çalışmada sınırlı sayıda hasta grubunda bu teoriyi destekleyecek darlık bazı hastalarda gösterilmiştir. KSSVY’liğin MS hastasına özgü bir patoloji mi yoksa herkeste olabilecek fizyolojik bir varyasyon olup olmadığını söylemek mümkün değildir. Buna karar vermek için incelemeleri ilerletmek MS ve KSSVY arasındaki ilişkiyi ve/veya bunun MS belirtileri üzerindeki etkilerini saptamak için daha çok sayıda hastada yapılacak geniş çalışmalara ihtiyaç olduğu düşüncesindeyiz. Bu konuda daha ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.