2015 Cilt 13 Sayı 3
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/8938
Browse
Browsing by Language "tr"
Now showing 1 - 10 of 10
- Results Per Page
- Sort Options
Item Akut çölyak krizi ile gelen bir olgu(Uludağ Üniversitesi, 2015-02-17) Özgür, Taner; Kılıçbay, Fatih; Yeğin, Zeliha; Tüfekçi, Özlem; Ekici, BarışÇölyak hastalığının belirti ve bulguları geniş bir yelpazeye yayılır. Bazı hastalar asemptomatik olabildiği gibi bazı hastalarda ise hastalığın çok nadir ve ciddi bir komplikasyonu olan çölyak krizi görülebilmektedir. Burada genel durum bozukluğu hipokalemi, hipoalbüminemi kliniği ile başvuran; glutensiz diyet, steroid tedavisi ve elektrolit replasmanı ile klinik bulguları düzelen bir olgu sunulmuştur. Özellikle kronik ishali olan ve hiponatremi, hipokalemi, hipoalbüminemi, metabolik asidoz tablosunda gelen hastaların ayırıcı tanısında çölyak hastalığına ait nadir görülen ve mortalitesi yüksek bir komplikasyon olan akut çölyak krizi göz önünde bulundurulmalı ve en kısa sürede tedaviye başlanmalıdır.Item Atopik dermatit patogenezinde son gelişmeler(Uludağ Üniversitesi, 2015-07-05) Akan, Ayşegül; Mısırlıoğlu, Emine Dibek; Kocabaş, Can NaciAtopik dermatit (AD), yatkınlık oluşturan genler, konağın içinde bulunduğu çevre ve immünolojik faktörlerin etkileşimiyle ortaya çıkan multifaktöriyel bir deri hastalığıdır. Hastaların ve ailelerinin yaşam kalitesini önemli ölçüde etkileyebilen bir hastalık olan AD’nin, çocuklarda prevelansı gelişmiş ülkelerde %10-20, ülkemizde ise %4,9 ile 8,1 arasında değişmekte olup sıklığı tüm dünyada giderek artmaktadır. Günümüzde hastalık patogenezini açıklamakta iki temel hastalık hipotezi kabul edilmektedir: İçeriden dışarıya ve dışarıdan içeriye hipotezleri, ancak bunlar da AD patogenezini tüm ayrıntıları ile açıklayabilmiş değildirler. Son yıllardaki genetik araştırmalar filaggrin geni ve AD patogenezi arasında önemli bir ilişki olduğunu göstermektedir. Epidermal bariyer fonksiyon bozukluğunun deride kuruluk ve kaşıntıya neden olarak AD patogenezine katkıda bulunabileceği, ek olarak bazı viral ve bakteriyel etkenlerle enfeksiyona yatkınlık oluşturabileceği gösterilmiştir. Bu derlemede AD patogenezinde etkili olduğu düşünülen genetik, immünolojik ve deri bariyer fonksiyonu ile ilgili mekanizmalar gözden geçirilecektir.Item Çocuklarda öksürük: Klinik yaklaşım(Uludağ Üniversitesi, 2014-05-06) İğde, Mahir; Öksüz, Banu GülcanÖksürük önemli bir refleks savunma mekanizmasıdır ve çeşitli uyarılar ile havayollarının temizlenmesini sağlar. Çocuklar erişkinlere göre çevresel uyaranlara karşı daha hassastırlar. Öksürüğün tüm mekanizması henüz tam olarak belirlenememiştir. Kronik öksürüğün nedenleri çocuklarda erişkinlere göre farklılık göstermektedir. Çoğu çocukta öksürük normal bir olay olmasına rağmen; çeşitli ciddi hastalıkların belirtisi olabilir ve çocuğun hayat kalitesini etkilemesi nedeniyle önemsenmelidir. Tüm kronik öksürüğü olan çocuklar ayırıcı tanı için değerlendirilmelidir. Çocuklarda öksürüğün tedavisi etiyolojiye dayanılarak yapılmalıdır. Çocuklarda öksürükte semptomatik tedavinin etkisi olduğuna ait kanıt yoktur.Item Çocukluk çağında portal hipertansiyon: İki merkez deneyimi ve literatür incelemesi(Uludağ Üniversitesi, 2015-08-19) Appak, Yeliz Çağan; Ünal, Fatih; Kasırga, ErhunGiriş: Bu çalışmada portal hipertansiyon (PHT) nedeni ile izlediğimiz hastalarımızın değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: 2005-2013 yılları arasında izlenen toplam 21 PHT’li hasta retrospektif olarak demografik verileri, başvuru nedenleri ve uygulanan tedaviler açısından değerlendirilmiştir. Bulgular: Çalışmaya alınan hastaların ortalama yaşı 9,3±5,3 yıl olup, %38,1’i kız, %61,9’u erkek idi. Hastaların %28,6’sının gastrointestinal sistem (GİS) kanaması, %14,3’ünün karında şişlik, %28,6’sının splenomegali, %9,5’inin hepatosplenomegali ve %19’unun karaciğer fonksiyon testlerinde yükseklik nedeni ile başvuru sonrası PHT tanısı aldığı görüldü. Ortalama tanı yaşı 6,8±4,7 yıl, ortalama izlem süresi 3,4±1,7 yıl idi. Üst GİS endoskopisinde hastaların %85,7’sinde özofagus varisleri saptanmış, bir hasta dışında tüm hastalara beta bloker tedavi başlanmıştır. Hastaların izlemleri süresince %52,4’ünde PHT sekonder GİS kanaması görülmüştür. Hastaların %4,8’ine skleroterapi, %19’una bant ligasyonu, %23,8’ine bant ligasyonu ve skleroterapi beraber uygulanmıştır. Bir hastaya rex şantı ve iki hastaya distal splenorenal şant yapılmıştır. Sonuç: PHT takibinde varis kanaması en önemli komplikasyondur. Hastalarda erken tanı ile medikal, endoskopik ve cerrahi önlemlerin alınması sonucu portal hipertansiyon komplikasyonları engellenebilir.Item Çölyak hastası çocuklarda duodenal histopatoloji ve güçlü pozitif doku transglutaminaz antikorları arasındaki ilişki(Uludağ Üniversitesi, 2015-08-19) Doğan, Güzide; Ayhan, Semin; Yılmaz, Bilge; Appak, Yeliz Çağan; Dündar, Pınar Erbay; Ecemiş, Talat; Ünal, Fatih; Kasırga, ErhunGiriş: Çölyak hastalığında (ÇH) güçlü pozitif doku transglutaminaz antikor (DTGA) düzeylerinin (≥100 U/A) hemen daima villöz atrofiye işaret ettiği gösterilmiştir. Bu çalışmanın amacı ≥100 U/A immünoglobulin (Ig) A tipi DTGA düzeylerinin ÇH tanısındaki yeterliliğini ortaya koymaktır. Gereç ve Yöntem: DTGA pozitifliği nedeniyle endoskopik duodenum biyopsisi yapılan 197 çocuk retrospektif olarak incelendi. IgA DTGA düzeylerinin pozitif değeri >18 U/A idi. Bu eşik değerinin 5 kat veya daha üzerindeki artışlar (≥100 U/A) güçlü pozitiflik olarak kabul edildi. ÇH tanısı ESPGHAN ölçütlerine göre konuldu. Modifiye Marsh evre ≥2 ÇH için anlamlı kabul edildi. Bulgular: Olguların 129’u (%65,5) kız, 68’i (%34,5) erkekti. Duodenum histopatolojisi; olguların 1’inde (%0,5) Marsh 0, 17’sinde (%8,6) Marsh 2, 41’inde (%20,8) Marsh 3a, 81’inde (%41,1) Marsh 3b ve 57’sinde (%28,9) Marsh 3c ile uyumluydu. Yüz doksan yedi olgunun 64’ünde (%32,5) DTGA ≥100 U/ml idi. Güçlü DTGA pozitifliği saptanan olguların duodenum histolojisi 63’ünde Marsh 3 (villöz atrofi) ve birinde (tip 1 diyabetli ve ÇH açısından asemptomatik) Marsh 0 (normal histoloji) ile uyumluydu. DTGA ≥100 U/A olmasının Marsh 3c’nin varlığı için duyarlılığı %85,96 (%95 CI: %74,2-%93,7). Özgüllüğü %89,29 (%95 CI: %82,9-%93,8), pozitif tahmin değeri %76,56 (%95 CI: %64,3-%86,2) ve negatif tahmin değeri %93,9 (%95 CI: %88,4-%97,3) idi. Sonuç: Bu çalışma güçlü pozitif Ig A DTGA düzeylerinin (≥100 U/A) neredeyse her zaman Marsh 3 duodenal histopatolojik değişikliklerle beraber olduğunu göstermiştir. Biyopsi yapılmadan ÇH tanısının konulması ÇH’ye eşlik eden bazı hastalıkların atlanmasına neden olabilir; fakat ileri tetkik edilmiş seçilmiş bazı olgularda çocuk gastroenteroloji uzmanları tarafından endoskopi yapılmadan da ÇH tanısı konulabilir.Item Fibrodisplazi ossifikans progressiva: Olgu sunumu(Uludağ Üniversitesi, 2015-02-17) Şimşek, Enver; Binay, Çiğdem; Göbüt, NurFibrodisplazi ossifikans progressiva (FOP), oldukça nadir görülen bir genetik hastalıktır. FOP olgularında az sayıda hastada otozomal dominant genetik geçiş bildirilmekle birlikte genellikle sporadik mutasyonlarla oluşmaktadır. Hastalığın önlenmesinde ve tedavisinde kesin bir yaklaşım yoktur. Erken tanı konulması, hastalığın progresyonunu hızlandıran gereksiz tanı ve tedavi prosedürlerinin engellenmesi açısından çok önemlidir. Burada, ilk semptomları 9 aylıkken yapılan aşı sonrasında sol deltoid bölgede görülen şişlik ve sertlik olarak başlayan, lezyon bölgesinden yapılan eksizyonel biyopsi ve sağ kolundan yapılan kemik biyopsisi sonrası sık oluşan alevlenmeler ile ilerleyici karakterde klinik sergileyen bir olgu sunuldu. Semptomatik tedavi ve profilaktik önlemler ile hastanın yaşam süresi ve kalitesinin arttırılması amaçlandı. Hastamızın takibinde, alevlenme dönemlerinde oral prednizolon, alendronat ve pamidronat tedavileri uygulandı.Item Mukopolisakkaridozlu hastalarda ekokardiyografi ve holter elektrokardiyografi bulgularının incelenmesi(Uludağ Üniversitesi, 2015-08-19) Aldudak, Bedri; Özbek, Mehmet Nuri; Demirbilek, Hüseyin; Saygı, Semra; Çelik, Muhittin; Kanğın, MuratGiriş: Mukopolisakkaridozlar (MPS) glikozaminoglikanların (GAG) yıkımını sağlayan enzimlerin fonksiyonel eksikliği nedeniyle ortaya çıkan kalıtsal lizozomal depo hastalıklarıdır. Kalp kapaklarında kalınlaşma, fonksiyon kaybı, iletim bozuklukları, koroner arter ve diğer damarların tutulumu görülebilir. Elektriksel açıdan iletken olmayan GAG’ların iletim bozukluklarına yol açtığı varsayılmaktadır. Kardiyak nedenli ölümlerin bir kısmından ritim bozuklukları sorumlu tutulmaktadır. Bu çalışmada Holter elektrokardiyografi (EKG) ile hastaların ritim durumunun araştırılması amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada 2010-2011 yılları arasında mukopolisakkaridoz tanısı ile takip edilmekte olan 17 hasta ve 17 kontrol olgu alındı. Olguların hepsine ekokardiyografik inceleme yapıldı. Bütün olgularda yüzey EKG ve 24 saatlik Holter EKG ile ritim durumu incelendi. Bulgular: MPS tanısı alan hastaların sekizi tip VI, dördü tip II, biri tip I, ikişer hasta tip III ve tip IV tanısı almıştı. Yaş ortalaması hasta grubunda 5,82±2,24 yıl idi. Kapak tutulumu %82 oranında saptandı. Mitral kapak (%73) birinci sırada, aort kapağı (%21) ikinci sıradaydı. Hasta grubunda maksimum kalp hızı 161/dk, ortalama kalp hızı 108/dk, minimum kalp hızı 81/dk, kontrol grubunda ise sırasıyla 151/dk, 96/dk, 70/dk olarak bulundu. Hasta grubunun kalp hızları kontrol grubunun kalp hızlarına göre yüksekti (p<0,05). Hasta grubunda sol ventrikül diyastol sonu çapı yüksek bulundu. Olgularda koroner iskemi veya aritmi saptanmadı. Sonuç: MPS’lerde kardiyak tutulum sıktır. Bilindiği üzere en sık tutulan kapak mitral, ikinci sırada aort kapağıdır. Bu çalışma, bildiğimiz kadarıyla Holter EKG inceleme yapılan ilk çalışma olmakla birlikte çocukluk yaş grubunda, özellikle erken dönemde enzim yerine koyma tedavisi alan hastalarda aritminin önemli bir sorun oluşturmadığını göstermektedir. Hasta grubunda ortalama kalp hızının yüksek bulunması kapak yetmezliği nedeniyle oluşan artmış volüm yüküne bağlanmıştır.Item Topikal siklopentolat sonrası gelişen akut nöropsikiyatrik bozukluk: Bir olgu sunumu(Uludağ Üniversitesi, 2014-06-13) Mazman, Duygu İskender; Aykut, Ayça DurmuşSikloplejikler çocukluk çağı göz hastalıklarının tanı ve tedavisinde yaygın kullanılan farmakolojik ajanlardır. Lokal uygulanırlıkları onların sistemik istenmeyen etkilerini gözardı etmemize neden olur. Siklopentolat ülkemizde en yaygın kullanılan sikloplejiktir. Bu yazıda 6 yaşında kız bir olgunun siklopentolat hidroklorürün %1‘lik solüsyondan gözlerine damlatılması sonucu gelişen nöropsikiyatrik sistemik istenmeyen etkileri ve izlemindeki gelişmeleri sunmak istedik. Göze damlatma işleminde sonraki yarım saat içerisinde olgumuzda sistemik istenmeyen etkiler gözlendi. Klinik olarak bilinç değişiklikleri, akut psikotik durum, konuşma ve denge bozuklukları, halüsinasyonlar, ataksi ve psikomotor ajitasyon gelişti. Olgunun izleminde herhangi bir antidot kullanımına gerek kalmadı. Saatler içerisinde klinik tablo düzeldi. Literatüre baktığımızda buna benzer bazı olguların tanımlanmış olduğunu gördük. Siklopentolatın yaygın kullanımı ve klinik tablonun gürültülü oluşu gözönünde bulundurulunca olgumuzda yaşadığımız tecrübeye ve literatürdeki deneyimlere dikkat çekmek istedik.Item Toplumun kültürel yönü: Doğum sonu dönemde anne ve bebek bakımına yönelik yapılan geleneksel uygulamalar ve dünyadan örnekler(Uludağ Üniversitesi, 2014-09-05) Sivri, Birsen Bilgen; Karataş, NimetKültür; bir grup insan tarafından öğrenilen, paylaşılan, nesilden nesile aktarılan değerler, inançlar, tutum ve davranışlar, örf ve adetler olarak tanımlanmaktadır. İnsanların sağlıkla ilgili inanç ve uygulamaları, içinde yaşadığı toplumun kültürünün bir parçasını oluşturmaktadır. Geleneksel uygulamalar adı altında yapılan bu uygulamalar günümüzde farklı bölgelerde ve farklı kültürlerde hala kullanılmaya devam etmektedir. Gebelik, doğum ve lohusalık süreçlerindeki tıbbi uygulamaları kapsayan anne-çocuk sağlığı hizmetleri, geleneksel uygulamalar açısından ayrı bir öneme sahiptir. Bilindiği gibi, anne-bebek ölümlerini biyolojik faktörler ve sağlık hizmetleri doğrudan etkilerken; gelenekler, aile geliri, ekolojik ortam, sosyo-ekonomik ve fiziksel ortamlar ise dolaylı etkilemektedir. Aynı zamanda annelerin anne-bebek bakımına ilişkin bilgi yetersizliği veya öğrendiği yanlış geleneksel bilgi ve uygulamalar, hastalanmalarına, anne ve bebeğin iyileşme sürecinin uzamasına, sakatlanmalarına ve hatta ölümlerine neden olabilmektedir. Bu nedenle annelerin anne-bebek bakımı uygulamalarının ve bu uygulamaları etkileyen faktörlerin bilinmesi önem taşımaktadır. Hemşireler, toplumlar tarafından kullanılan bu geleneksel inanç ve uygulamaların bilinmesi, bunlardan zarar görenlerin ortaya çıkarılması ve yok edilmeye çalışılması, sürdürülmesinde sakınca olmayanların ise korunması ve kültürel özellikler ile geleneklere bir anlamda sahip çıkılmasında aktif olarak rol almalıdırlar.Item Yenidoğan yoğun bakım ünitemizde izlenen konjenital kalp hastalıkları: Sıklığı, risk faktörleri ve prognoz(Uludağ Üniversitesi, 2015-08-19) Varal, İpek Güney; Köksal, Nilgün; Özkan, Hilal; Bostan, Özlem; Sığınak, Işık Şenkaya; Bağcı, Onur; Doğan, Pelin; Uysal, Fahrettin; Tıp Fakültesi; Kalp Damar Cerrahi Ana Bilim Dalı; Neonatoloji Bilim DalıGiriş: Hastanemiz yenidoğan yoğun bakım ünitesinde izlenen bebekler arasında doğumsal kalp hastalığı tanısı alanları sıklık, risk faktörleri ve prognozları açısından retrospektif olarak incelemek ve bu hastaların mortalitesinin azaltılması için yapılması gerekenleri literatür ışığında değerlendirmek. Gereç ve Yöntem: Ocak 2008-Ocak 2013 tarihleri arasında Uludağ Üniversitesi, yenidoğan yoğun bakım ünitesinde izlenen 1,175 hastadan konjenital kalp hastalığı nedeniyle yatışı yapılan 99 hasta alınmıştır. Bulgular: Çalışmaya alınan 99 olgunun 54’ü erkek (%54,5), 45’i kız (%45,5) idi. Olguların %82,9’u term bebeklerden oluşuyordu ve ortalama doğum kiloları 3,142±592 gr bulundu. Siyanotik konjenital kalp hastalıklarından en sık 14 olgu (%14,1) ile büyük arter transpozisyonu görülürken 8 hastada Fallot tetralojisi saptandı. Asiyanotik konjenital kalp hastalıklarından en sık total atrio ventriküler (AV) kanal defekti saptandı. Antenatal tanı alma oranı 55 hasta ile %55,6 idi. Hastaların 35’i (%35,3) kaybedildi, ortalama ölüm günü 22. gündü. Kaybedilen hastaların çoğunluğunu büyük arter transpozisyonu ve total AV kanal defekti tanılı olgular oluşturuyordu. Sonuç: Konjenital kalp hastalıklarında mortaliteyi düşürmek için yapılması gereken iki önemli unsur vardır. Birincisi gebelikte annelerin takiplerinin düzenli yapılması ve antenatal tanı alma oranlarının daha da arttırılmasıdır. İkincisi ise sadece konjenital kalp hastalıkları ile ilgilenen bir ekip tarafından kısa sürede opere edilerek yine kardiyak cerrahi post operatif bakım tecrübesi olan bir ekiple izlenmesidir. İdeal olan bölgesel kardiyak cerrahi yoğun bakım merkezleri kurarak, tüm doğan konjenital kalp hastalıklarının doğum sonrası bu merkezlere sevk edilmesi ve konusunda tecrübeli ekip tarafından erken zamanda opere edilerek, bakımının sağlanmasıdır. Ülkemizde konjenital kalp hastalıklarının morbiditesi ve mortalitesinin iyileştirilebilmesi için sağlık bakanlığı tarafından konu ivedilikle ele alınmalı ve sorunun çözümüne yönelik organizasyonlar gerçekleştirilmelidir.