1991 Cilt 3 Sayı 3
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/13537
Browse
Browsing by Language "tr"
Now showing 1 - 20 of 28
- Results Per Page
- Sort Options
Item Akıl ve düşünülen şey üzerine(Uludağ Üniversitesi, 1991) Safâ, İhvân-ı; Uysal, Enver; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.Bil ki ey kardeş, bütün varlıklar, cismânî ve rûhânî olmak üzere iki çeşittir. Cismânî olanlar duyularla idrak edilebilen, rûhânî olanlar ise akılla kavranıp düşünme ile tasarlanabilen varlıklardır. Cismânî varlıklar üç çeşittir: Gök cisimleri, tabiî unsurlar ve oluş halindeki diğer (cismânî) varlıklar. Rûhânî varlıklar da keza üç çeşittir: a) Her sûreti kabul edebilen, ma’kûl, edilgin (münfail) ve basit bir cevher olan İlk Madde, b) Etkin (faal), bilen ve basit bir cevher olan Nefs, c) Eşyanın hakikatlerini kavrayabilen, keza basit bir cevher olan Akıl. Şânı yüce olan Tanrı ise ne "cismânî", ne de "rûhânî" olarak nitelendirile bilir. Aksine O, "bir" sayısının tek ve çift olarak nitelendirilemeyip, tek ve çift bütün sayıların neden (illet)i olduğu gibi (rûhânî ve cismânî) bütün varlıkların ne denidir.Item Ateizmin psikolojisi(Uludağ Üniversitesi, 1991) Vergote, Antonie; Hökelekli, Hayati; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.Ateizm olayı din psikoloğunu, bir varoluş tartışması ve dinî tutum karşıtı bir görüş açısı olarak gözükmesi ölçüsünde ilgilendirir. Ancak hemen belirtmeliyiz ki, bu tür vaziyet alışların doktrin yönü, din psikoloğunun çalışma alanı içinde değildir. Bazı düşünürler akla yatkın bir Tanrı kavramı oluşturmanın imkânını reddederler. Agnostisizm ve yeni pozitivizmin tezi bu merkezdedir. Diğer bazıları da, Tanrı kavramının kendi içinde çelişik olduğuna hükmederler. Sartre’ın ontolojik sonuçlaması bunun örneğidir. Daha başkaları da, Allah’ın varlığını tasdik etmenin, metafizik olarak insanın hürriyetini kabul etmekle bağ daşamaz olduğunu düşünürler. Merleau-Ponty bazı yazılarında bu fikri savundu. Bütün bu teorik itirazlar felsefi düşüncenin yetkisi içinde olmaktadır ve psikolog da, insanın bütün dürüstlük ve açıklığı ile irdeleme hakkını, tanrıtanımaz bir dünya görüşünün varlığını hiç tanımamazlık edemez. O, bu tür düşüncelerde gizli psikolojik motivasyonların olabileceğini peşinen düşünmekte haksız olacaktır.Item Bursa tekkelerinde şeyhlik yapan mutasavvıflar -ı-(Uludağ Üniversitesi, 1991) Kara, Mustafa; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi/Tasavvuf Tarihi Bölümü.Tasavvuf Tarihi açısından önemli bir yere sahip olan Bursa’nın tekkeleri ile ilgili çalışmalar da bu bölgenin dinî hayatı bakımından önemlidir. Burada şimdilik, tekkelerde görev yapan şeyhlerin bir dökümü verilmeye çalışılacaktır.Item Bursa tekkelerinde şeyhlik yapan mutasavvıflar -ıı-(Uludağ Üniversitesi, 1991) Kara, Mustafa; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi/Tasavvuf Tarihi Bölümü.Tasavvuf Tarihi açısından önemli bir yere sahip olan Bursa'nın tekkeleri ile ilgili çalışmalar da bu bölgenin dinî hayatı bakımından önemlidir. Burada şimdilik, tekkelerde görev yapan şeyhlerin bir dökümü verilmeye çalışılacaktır.Item Bursalı bir tarihçi Mehmet Şemsettin (Ulusoy) Efendi(Uludağ Üniversitesi, 1991) Kara, Mustafa; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi/Tasavvuf Tarihi Bölümü.M. Şemsettin Efendi, Bursa Mısrî Dergâhı’nın son şeyhidir. Gülzar-ı Mısrî adlı eserini bu tekkenin tarihine tahsis etmiştir. Bu eserin sonunda, son postnişin olarak kendi hayatı hakkında da bilgi vermiştir.Item Bir dîn felsefesi mümkün müdür?(Uludağ Üniversitesi, 1991) Dumery, Henri; Özcan, Zeki; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.Din felsefesi ve bilim felsefesi deyimleri, ilki Hegel, ikincisi Comte ve o Ampere tarafından aşağı yukarı aynı tarihlerde ortaya atıldı. Fakat her ikisi de aynı derecede yaygınlaşmadı. Bilim felsefesi deyimi, haklı olarak daha çabuk kabûl gördü. Çünkü onun taşıdığı anlam daha belirgindir. Ufuk ve vokabüler belirsizliklerine rağmen bilim felsefesi, filozoflar arasında yaşama hakkını elde etti ve günümüzde, bazı mantık kitaplarının, büyük bölümünü işgal edeek derecede önem kazandı. Din felsefesi deyimi, bir ölçüde başarılı olduktan sonra şansızlığa uğradı. Bugün ona, ancak sınırlı bir kredi tanınmaktadır. Bu deyim, müphemlik arzetmekte ve üzerine tereddüdün gölgesi düşmektedir. Hegel’in ona verdiği anlam tümüyle beğenilmedi. Çünkü bu anlam, bir sistemin ayrılmaz parçasıydı. Din fel sefesinin, ruhun gelişmesinde oynadığı rol ve kazandığı ifadeye göre dinî feno men üzerine bir düşünmeyi belirtebilmesi için, bu gelişmenin kanununu tanıya bileceğimiz hayaline kapılmak ve Hegel olmak gerekecektir. Hegel bir din felsefesinden çok bir din "tarihi felsefesi" yaptı. Fakat formüllerin yer değiştirmesi konuyu daha çok aydınlatmaz; güçlüğü çözemez, arttırır.Item Din sosyolojisi ve gelişme sosyolojisi(Uludağ Üniversitesi, 1991) Desroche, Henri; Er, İzzet; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi/Din Sosyolojisi Bölümü.Burada takdim edilen düşünceler, henüz açıklanmış olup kısmen bir makale ve eserde yayınlanan konuların yeni bir düzenlemesidir. Bunların geleneksel din sosyolojisiyle ilişkileri, gelişme açısından ülkelerin şartlarına bağlı Weberci problemler hakkında N.M. Hansen’in zekice fikirleriyle pekiştirilebilir. Hansen’in esas iddiası gerçekten şudur Evvelce ekonomik büyüme konusunda büsbütün olumsuz bir mana taşıması muhtemel veya irrasyonel kabul edilip fonksiyonu küçümsenmiş - dinî ve ideolojik değerler, bir çok durumlarda rasyonel bir ekonomik faaliyetin başlıca saikleri olarak kullanılabilmişlerdir. Bu, kesin bir karşılık değilse de, en azından günden güne aydınlanan temel bir problemdir.Item Din sosyolojisi ve gelişme sosyolojisi II(Uludağ Üniversitesi, 1991) Desroche, Henri; Er, İzzet; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.Bir önceki makalede sunulan bütün tesbitler, gelişme uygulamasında dinî sonuçları gerçekleştirme problemini ortaya koymak için burada toplanacaktır.Hadise, Güney Sahra Afrikası'ndan ve sömürge sırasında tutulan bir dosyada toplanmış gözlem verilerinden alınmıştır. Bu kültürel ortamda dinî farklılaşma Bouake’deki milletlerarası müza kerelerde dikkatle incelenmişti. Sözü edilen dinî farklılaşma aşağıdaki gibi tecelli etmektedir:Item Din ve bilgi(Uludağ Üniversitesi, 1991) Deman, Th; Özcan, Zeki; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.Din, meşhur paskalcı antitezin ifadesiyle, filozofların ve bilginlerin Tanrı’sının değil de, İbrahim İshak ve Yakub’un Tanrı’sının buyruğudur. İnsan, derhal bu düşünceyi kabul etme temayülündedir. Felsefi bilgi insan ruhunda reaksiyon uyandırmaz. Buna sebep, felsefi bilginin, insanı zorunlu olarak Tanrı’yı inkâr etmek zorunda bırakacağı veya insanla Tanrı’yı karşı karşıya getireceği düşüncesi değildir. Tersine, doğru yönlendirilmiş felsefi bilgi, "ilk sebep"in varlığına kadar yükselebilir, Tanrı’nın hem sıfatlarını, hem de İlâhî varlığa yaraşan "dışarıya doğru" (ad extra) fiilleri açıkça dile getirir. Fakat bu bilgiyi geçerli kabûl edecek, zekâyı da, kendini teşkil eden doğrulamaların bir ürünü şeklinde düşünecek olur sak, böyle bir durumda ortaya çıkan şey din olmadığı gibi, o ruhta da barınamaz. En azından dinin yayılmak ve gelişmek için takip ettiği yol bu değildir. Dinî duygu ve fonksiyonunu geliştirmek için kim filozof olmayı düşünür? Dini, saf akılsınırlarına hapsetme iddiasının da teizmin de yanlışlığı buradadır. Aklî ibadetle yetinmesini istediğimiz kişi, bununla tatmin olmaz. Din fenomeninin dikkatli bir incelemesi, Aydınlanma Çağını karakterize eden o teşebbüslere benzer bir teşebbüse ümit bırakmaz.Item Dinin psikolojik temelleri(Uludağ Üniversitesi, 1991) Thouless, R. H.; Kula, M. Naci; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi/Din Psikolojisi Bölümü.Dinin psikolojik incelemesinin başlangıcında insan şu soru ile başlayan yanlış bir yol takip edebilir: "Dinin psikolojik temeli nedir?" Verilecek cevaplardan biri, kişinin dininin onun cinsiyetinde veya dost olmayan çevredeki yardımsız kalışında temellendiği ve kişinin dinî inanç ve davranışlarının bu ilkel ihtiyaçların biçim değiştirmiş ifadeleri olarak düşünebileceğidir. Başka yazarlar, dinin temelini, insanın tabiat ile birliği konusunda bir coşkuyla arasıra şuuruna varması veya etrafındaki insanların problemleri ya da kendisinin ahlâkî çatışmaları hakkında sözlü düşünme yöntemi olarak tarif etmişlerdir. Bunların her biri, insanların dinlerinin tek kaynağı ve menşei olarak ileri sürülebilir. Bu tür düşünüş tarzı, şimdi kırk sene öncesinden daha az yaygındır. Sanırım, bu düşünüş, dinin psikolojik olarak anlaşılmasına giden yolda bir tuzaktır. Bu faktörlerin herhangi biri veya hepsi dinin oluşumunda rol oynayabilirler. Tuzak, bunların sadece birinin yegâne faktör olduğunu söyleme eğiliminde yatmaktadır.Item Ebû Amr ed-Dânî ve eserleri(Uludağ Üniversitesi, 1991) Çetin, Abdurrahman; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi/Tefsir ve Hadis Bölümü.Bundan önceki makalemizde de kaydettiğimiz gibi Ebû Amr ed-Dânî (371-444/981-1053), küçük yaşlarda ilme başlamış; Kurtuba, İstice, Beccâne, Sarakosta ve Übbede.. gibi beldelerde birçok üstaddan ilim almış ve onlardan nakillerde bulunmuştur. Daha sonra o, İlmî yolculuklar yaparak Kayravan, Kahire, Fustat, Mekke ve Medine’yi dolaşmış ve buralarda çeşitli ilimleri tahsil etmiştir. Onun ilim tahsilinde daima yazmayı ve yazdıklarını hâfızasına nakşetmeyi şiar edindiği anlaşılmaktadır. Nitekim onun: "Gördüğüm her şeyi yazdım, her yazdığım şeyi ezberledim", sözü meşhur olmuştur. Demek ki O, ilmi hem yazmak ve hem de ezberlemek suretiyle iki yönlü ve sağlam bir şekilde tesbit et miştir. "Ezberlediğim hiçbir şeyi de unutmadım", sözüyle de, öğrendiklerini daima canlı tutmaya çalıştığını ifade etmek istemiştir.Item Ebû Amr ed-Dânî ve kıraat ilmindeki yeri(Uludağ Üniversitesi, 1991) Çetin, Abdurrahman; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi/Tefsir ve Hadis Bölümü.Bu makalede, büyük Kıraat âlimi Ebû Anır ed-Dânî’nin hayatı, şahsiyeti, hocaları, talebeleri, kıraat ilmindeki yeri, yedi Kıraattaki üstad zinciri, diğer ilimlerle meşguliyeti ve kendisinden sonrakilere tesiri incelenmektedir.Item Emsâlu’l-Kur’ân(Uludağ Üniversitesi, 1991) Bulut, Ahmet; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi/Arap Dili ve Belagatı Bölümü.Bu konu, Kur’ân’a dair en mühim edebî nev’îlerden biridir. Dil, edebiyat ve tefsir âlimleri Emsâlu’l-Kur’ân ile üç şeyi kasdetmişlerdir: a) Kur’ân’da îrâd edilen meseller: Kur’ân’da bazı hususların kolay anlaşılması için, misaller verilmiştir. Fikrin, meselenin iyi ve doğru kavranması için îrâd edilen bu örnekler de "mesel" diye anılmıştır. Temsil ve teşbih yoluyla meydana gelen bu anlatıma belagat âlimleri "et- teşbîhu’l-murekkeb" veya "temsîl" demektedirler. Ayrıca günümüzde "el-mese-lu’l-kıyâsî" (c. el-emşâlu’l-kıyâsiyye) tabiri de kullanılmaktadır. el-Emsâlu’l-kıyâsiyye denilen ’sıfat, hâl ve kıssa’ ihtiva eden bu temsiller "vaşfi" ve "kışaşî" olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. "Hâlî” olanlar ise, "vasfı" gru bunda mütalaa edilmektedir.Item Erguvan bayramı(Uludağ Üniversitesi, 1991) Algül, Hüseyin; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi/İslam Tarihi Bölümü.İlkbaharda erguvanlar açtığı zaman Emir Sultan, sağlığında Bursa’da müridleriyle bir araya geliyor ve topluca Allah’ı zekrediyorlardı. Ölümünden sonra da dergâhında bu gelenek aynı şekilde devam etti. Diğer şehirlerden de pek çok kişi bu toplantıya katılıyorlardı. Bu, adeta iç turizm hareketlerinde olduğu gibi o mevsimde Bursa’nın sosyal ve ekonomik hayatına büyük katkıda bulunuyordu. Bu hadise, kaynaklarda "Erguvan Faslı veya Erguvan Bayramı" diye geçer.Item Hacı İvaz Paşa vakfiyesindeki "mühtedi fonu" hakkında(Uludağ Üniversitesi, 1991) Çetin, Osman; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.İslâm Tarihi boyunca, insanların ihtiyaç duyduğu her sahada, bazı devlet adamları ve zengin müslümanlar tarafından vakıflar kurularak halkın hizmetine sunulmuştur. Bu vakıf kurucularından biri de XV. yüzyıl devlet adamlarından Hacı İvaz Paşa’dır. İvaz Paşa, Bursa’da kurduğu vakfın gelirlerinden belli bir kısmının mühtediler için harcanmasını şart kılmış ve vakıf-mühtedi ilişkisini ortaya koymuştur. Bu şart vakıf hizmetlerine yeni bir boyut kazandırmıştır.Item Hadislerde mana rivayetinin sonuçları(Uludağ Üniversitesi, 1991) Başaran, Selman; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi/Hadis Bölümü.Bu makale bir öncekiyle birlikte değerlendirilmelidir. Hadislerin lafız ve mana yönüyle rivayet edilmesinin doğuracağı olumlu ya da olumsuz sonuçlar o zaman daha iyi anlaşılacaktır.Item Hadislerin ışığında sahabe isimleri(Uludağ Üniversitesi, 1991) Başaran, Selman; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.İsîm, insanları tanımaya yarayan ve birbirinden ayıran bir semboldür. İslam Peygamberi insanların önce inanç ve düşüncelerini düzeltmeye çalışmış, sonra da isimlerini güzelleştirmelerini tavsiye etmiştir. Bu istikamette de bazı Sahâbîlerin uygun olmayan isimlerini kendisi değiştirmiş, bazı çocuklara da güzel isimler vermiştir. Ama Sahâbîlerin çoğu Islamdan önce aldıkları isimleri kullanmaya devam etmiş, Hz. Peygamber de bunlara ses çıkarmamıştır. Toplum tarafından yadırganmayan isimlerin anlam ve kelime yapısına bakılmamış, bu isimlerden bir çoğu nesilden nesile aynen intikal ederek günümüze kadar ulaşmıştır. Lakap, künye ve nisbet de Ashab arasında çok yaygın olarak kullanılmış, bir çok Sahâbî ismiyle değil, künyesiyle meşhur olmuştur.Item Hadislerin lafız ve mana olarak rivayeti meselesi(Uludağ Üniversitesi, 1991) Başaran, Selman; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi/Hadis Bölümü.Hz. Peygamberin (S) söylediği sözlerin aynen ezberlenip nakledilmesi anlamında lafız rivayeti, bu hadislerin değişik lafızlarla rivayet edilmesi anlamında ise mana rivayeti terimleri kullanılmıştır. Hadiste asıl olan lafız rivayetidir. Bununla birlikte, lafızları aynen aktarmak mümkün olmadığı zamanlarda mana rivayetine bazı şartlarla cevaz verilmiştir. Hem lafız rivayetini şart koşanlann hem de mana rivayetini meşrû sayanların dayandıkları birtakım deliller bulunmaktadır. Bu deliller dikkate alındığında her iki anlayışın da haklı yönleri bulunduğu görülecektir. Mana rivayetine cevaz verenler bile, kitaplara yazıldıktan sonra hadislerin lafzan rivayet edilmesini şart koşmuşlardır. Böylece mana rivayeti en çok bir-birbuçuk asır için sözkonusu edilmiş olmaktadır. Buna rağmen H. II. asrın ortalarından sonra hâlâ mana rivayetini caiz görmek Hz. Peygamberin ifadelerini tamamen değiştirmeğe göz yummak anlamına gelir. Hadislerin lafızları Kur’ân âyetleri gibi mûciz değildir. Bu bakımdan değiştirilmesi mümkündür. Nitekim uydurma hadisler böyle ortaya çıkmıştır. Ayrıca hadislerin başka dillere tercüme edilmesi de manari vayeti esasına dayanmaktadır. Ama, "nasıl olsa mana rivayeti caiz görülmüştür" diyerek şu âyetin, bu hadisin muhtevasına uygundur, iddiasıyla Hz. Peygamber’e ait olmayan lafızları O ’na izafe edivermek kesinlikle tasvip edilemez ve bu düşünceyle ortaya çıkarılan hadislerin uydurma sayılmasına mani olamaz.Item İbn Bâcce’nin eserleri(Uludağ Üniversitesi, 1991) Aydınlı, Yaşar; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.Bu yazııım temel amacı, İbn Bâcce’ye ait yirmi dört risaleden oluşan kayıp Berlin Yazması (Ahlwardt, 5060)'nın yeniden ortaya çıkmış olduğunu duyurmak ve bu münasebetle, çok genel bir yaklaşımla da olsa, İbn Bâcce’nin çerlerini Türk okuyucusuna tanıtmaktır.Item İslam hukuku kaynaklarına göre, pedagojik açıdan çocuk eğitiminde dayak cezasına getirilen sınırlamalar(Uludağ Üniversitesi, 1991) Ay, Mehmet Emin; Uludağ Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi.Gerek Batı, gerekse İslam Eğitim Sisteminde disiplini sağlamak ve eğitim-öğretimin devamı için ceza yöntemlerinden biri olan dayağa zaman zaman başvurulduğu bilinmektedir. İslam’da sorumluluk (mükellefiyet) büluğ (ergenlik) dönemiyle başladığı için büluğ öncesi yaşlan ilgilendiren hukukî konular için ayn çalışmalar yapılmıştır. Çocuk Hukuku ile ilgili bu müstakil çalışmalar, aynı zamanda İslam Eğitim Sistemine de kaynaklık etmişlerdir. Böylece çocuklar ve eğitimle riyle ilgili konular hukukî temelleri olan esaslar hüviyetine kavuşmuş, gerektiğinde görevini kötüye kullanan sorumlularâ çeşitli cezalar verilebilmiştir.