2012 Cilt 10 Sayı 1
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/6904
Browse
Browsing by Language "tr"
Now showing 1 - 7 of 7
- Results Per Page
- Sort Options
Item Altı aylık ALL tedavisinin 1-3 yaşlarındaki çocuklarda psikososyal gelişim ve duygu durumu üzerindeki etkileri(Uludağ Üniversitesi, 2012-03-08) Kantarcıoğlu, Arzu; Sezgin, Melike Evim; Baytan, Birol; Güneş, Adalet Meral; Tıp Fakültesi; Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Çocuk Hematoloji Bilim DalıGiriş: Bu araştırmanın amacı; akut lenfoblastik lösemi (ALL) tanısı alan 1-3 yaşlarındaki çocukların, tedavi başlamadan önce ve tedavinin 6. ayında, psikososyal gelişim ve duygu durumu özelliklerinin karşılaştırılarak, tedavinin psikolojik gelişim üzerindeki etkilerini incelemektir. Gereç ve Yöntem: Araştırmaya aynı yıl içinde, ALL tanısı alan 1-3 yaşlarındaki 12 çocuk (6 kız-6 erkek) katılmıştır. Çocukların annelerine, psikososyal gelişimi değerlendirmek amacıyla, Ankara Gelişim Tarama Envanteri (AGTE) ve duygu durumunu değerlendirmek amacıyla, Bebek ve Çocuklarda Sosyal Duygusal Değerlendirme Ölçeği (BITSEA) tanı anında ve tedavinin 6. ayında uygulanmış ve çocukların oyun ve akranları ile geçirdikleri zaman ile fiziksel aktivite düzeyleri de karşılaştırılarak, psikolojik gelişim ve duygu durumu üzerindeki etkileri incelenmiştir. Bulgular: Tedavinin 6. ayında çocukların ilk gelişlerine göre; oyun, akranlarla geçirilen zaman ve fiziksel aktivite düzeylerinde anlamlı bir azalma, sosyal beceri-öz bakım ile ince motor becerilerinde gerileme, sosyal duygusal problemlerinde artış ve beceri düzeylerinde düşüş bulunmuştur. Sonuç: Tedavinin 6. ayında, çocukların psikososyal gelişimlerinin gerilediği ve duygu durumlarının olumsuz etkilendiği bulunmuştur. Tedavinin beklenen fiziksel yan etkileri yanında özellikle nötropeni nedeniyle yaşanan sosyal izolasyon (oyun, akranlar ve fiziksel aktiviteyle geçirilen zamanda azalma) psikososyal gelişimi ve duygu durumunu olumsuz etkiliyor gibi gözükmektedir. Bu olumsuz etkilerin ileri yaşlarda ne kadar devam ettiğine ilişkin çalışmalara ihtiyaç duyulmakla beraber, tedavi boyunca çocukların sosyal uyaran ihtiyaçlarının karşılanması ve ebeveynlerin aşırı hijyene dayalı koruma ve kontrolünün önüne geçilmesi için bilgilendirilmelerin yapılması ve çocukların ihtiyaçları doğrultusunda gelişimi destekleyici özel eğitim programları uygulayan kurumlara yönlendirilmeleri önemli gözükmektedir.Item Çocuklarda akut karına yaklaşım(Uludağ Üniversitesi, 2012-06-23) Kaya, MeteÇocuklarda akut karın, halen tanıda ikilem yaşanan ve çocuk acillere başvurularda en sık rastlanan klinik bir durumdur. Akut karın ağrısı, hayatı tehdit eden durumdan cerrahi gerektirmeyen durumlara kadar farklı nedenlere bağlı olabilir. Her ne kadar laboratuvar ve görüntüleme yöntemleri tanıya yardımcı olsa da, hikaye ve fizik muayene daha önemlidir. Bu yazıda akut karın tanısı konulmasına yardımcı olan çalışmalar ve bu hastalara güncel yaklaşım gözden geçirilmiştir.Item Çocuklarda tekrarlayan rinosinüzite yaklaşım(Uludağ Üniversitesi, 2012-02-15) Uysal, Pınar; Karaman, ÖzkanRinosinüzit çocukluk çağında görülen viral üst solunum yolu enfeksiyonlarının en sık komplikasyonu ve antimikrobial etken için yazılan reçetelerin de beşinci sıklıktaki endikasyonudur. Klinikte genellikle on günden uzun süren nazal akıntı veya öksürük (veya her ikisi) görülür. Akut rinosinüzit dört haftadan kısa, kronik rinosinüzit 12 haftadan uzun sürer. Çocuklarda tekrarlayan akut ve kronik rinosinüzitin en sık nedenleri tekrarlayan viral üst solunum yolu enfeksiyonları, allerjik rinit, septum deviasyonu, adenoid hipertrofi, siliyer disfonksiyon sendromları, burunda yabancı cisim, gastroözofageal reflü ve kistik fibrozdur. Tanı klinik olarak konur. X-ışını ile çekilen grafilerin enfeksiyonu saptamada yararı gösterilememiştir. Bilgisayarlı tomografi ve manyetik rezonans görüntülemeleri ancak komplikasyondan şüphelenildiğinde yarar sağlar. Akut/kronik rinosinüzitin antibiyotik ile tedavisi halen tartışma konusudur. Yüksek doz amoksisilin ağır akut ve kronik rinosinüzitte ilk tercih edilecek ilaçtır. Parenteral antibiyotik uygulamaları ağır kronik olgularda önerilir. Mukolitik, dekonjestan ve antihistaminikler gibi ek tedaviler ek yarar sağlamadığı için rutin olarak önerilmez. Nazal steroidlerin kronik veya tekrarlayan rinosinüzitli çocukların tedavisinde yararı olabilir.Item Çocuklarda üst gastrointestinal sistem kanamalarına tanısal ve tedavi edici endoskopik yaklaşımlar(Uludağ Üniversitesi, 2012-03-15) Ünal, Fatih; Şahin, Gülseren; Ecevit, Çiğdem Ömür; Semizel, Evren; Cebe, Ayşegül; Erdoğan, Hakan; Kasırga, ErhunGiriş: Çocuklarda üst gastrointestinal sistem (GİS) kanamaları her zaman ileri araştırmayı gerektiren önemli bir sorundur. Bu çalışmanın amacı çocukluk çağında üst GİS kanamalarının nedenlerini ortaya çıkarmak ve bunlara yönelik terapötik endoskopik yaklaşımlar ile bunların tedavi edici etkinliklerini retrospektif olarak incelemektir. Gereç ve Yöntem: Pediatrik gastroenteroloji bölümlerimizce takip edilen üst GİS kanamalı 139 (K/E:63/76) hasta yaş gruplarına, etyolojiye, kanamanın varislerden ve varis dışından olmasına, ilaç alım öyküsü olup olmamasına göre sınıflandırıldı. Ayrıca peptik ülseri olan hastaların kanaması Forrest sınıflandırılmasına göre değerlendirildi. Çalışmada p<0,05 altında olan değerler istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. Bulgular: Üst GİS kanamalarının %15,1’i varis ve %70,5’i varis dışı kaynaklıydı. Hastaların %14,4’ünde kanamanın yeri belirlenemedi. Çalışma grubumuzda bulunan hastaların %26,6’sında ilaç kullanım öyküsü vardı. İlaç kullanım öyküsü en sık 3-9 yaş grubu hastalarda görüldü (%25,9). Üst GİS kanaması olan 60 hastaya etyolojilerine göre endoskopik bant ligasyonu (%23,3), endoskopik skleroterapi (%10), endoskopik hemoklips (%25), epinefrin enjeksiyonu (%30), polipektomi (%5) ve koterizasyon (%6,7) gibi işlemler uygulandı. Kanamayı durdurma bakımından endoskopik hemoklips ve epinefrin uygulamaları arasında istatistiksel bir farklılık yoktu (p>0,68). Sonuç: Endoskopinin çocukluk dönemi üst GİS kanamanın etyolojisinin aydınlatılmasında ve kanamanın tedavisinde son derece yararlı olduğu düşünüldü.Item Çok düşük doğum ağırlıklı bebeklerde major mortalite ve morbidite nedeni; patent duktus arteriozus(Uludağ Üniversitesi, 2012-03-22) Aygün, Fatih; Köksal, Nilgün; Bostan, Özlem M.; Uysal, Fahrettin; Varal, İpek Günay; Doğan, Pelin; Tıp Fakültesi; Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Çocuk Kardiyoloji Bilim DalıGiriş: Patent duktus arteriozus (PDA), preterm yenidoğanlarda sıklıkla karşılaşılan, morbidite ve mortalite üzerine olumsuz etkileri olan kardiyak bir patolojidir. PDA’nın açık kalması ile respiratuvar distres sendromu (RDS), uzamış respiratör desteği, pulmoner hemoraji, bronkopulmoner displazi (BPD), nekrotizan enterokolit (NEK), intraventriküler kanama (İVK), renal yetmezlik, nörogelişimsel kusur (serebral palsi), premature retinopatisi (ROP) ve ölüm arasında anlamlı ilişki vardır. Semptomatik PDA’ların kapatılması standart hale gelmiş ve ilk tercih indometazin ve ibuprofen (İBU) gibi siklooksijenaz inhibitorleri olmuştur. Bu çalışmada preterm bebeklerde PDA sıklığı, tedavisi ve komplikasyonlarının araştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Ocak 2010 ile Kasım 2011 tarihleri arasında 33 hafta ve öncesinde doğan, konjenital major anomalisi veya konjenital kalp hastalığı olmayan, ilk hafta içinde ekokardiyografisi (EKO) yapılmış 103 bebek retrospektif olarak değerlendirildi. PDA’yla ilişkili pulmoner hemoraji, NEK, BPD, ROP ve ölüm oranları incelendi. Bulgular: Çalışmada 103 bebeğin 45’i erkek ve 58’i kızdı. Yetmiş bebek sezeryan, 33 bebek normal doğumla doğmuştu. Bebeklerin gestasyonel haftası ortalama 29,7±2,2, PDA’sı açık grupta gebelik haftası daha düşük olup 28,8±2,3 hafta idi. Bebeklerin ortalama tartısı 1323±375 g idi. Aynı şekilde APGAR skoru ortalama 7,25±1,83 olup PDA’sı açık grupta anlamlı düşüktü (6,7±1,9). Doğumdan ortalama 4,8±4,4 gün sonra EKO yapıldı ve 103 bebeğin 48 (%46)’inde PDA saptandı. PDA’sı açık olan grupta ortalama doğum tartısı 1162±351 g, PDA’sı kapalı grupta ise 1465±340 g bulundu. PDA’sı açık bebeklerde pulmoner hemoraji, NEK, BPD, ROP ve ölüm oranları PDA’sı kapalı olanlarla karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı ölçüde yüksek bulundu (p<0,05). Sonuç: PDA’nın özellikle çok düşük doğum ağırlıklı pretermlerde erken kapatılması hem mortaliteyi, hem de gelişebilecek erken ve geç morbiditeleri azaltacaktır.Item İnfantil osteopetrozis ve rikets birlikteliği: Olgu sunumu(Uludağ Üniversitesi, 2011-07-18) Sancak, Yasemin; Çakır, Deniz; Aygün, F. Deniz; Eren, Erdal; Tarım, Ömer Faruk; Çelebi, Solmaz; Tıp Fakültesi; Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Çocuk Endokrinoloji Bilim DalıGiriş: Osteopetrozis osteoklast fonksiyonunda yetersizlik sonucu gelişen azalmış kemik rezorpsiyonu ve artmış kemik dansitesi ile karakterize nadir görülen bir hastalıktır. Rikets osteopetrozisin nadir görülen bir komplikasyonudur. Bu yazıda sağ kasığında şişlik yakınması ile sağlık kuruluşuna başvuran ve hepatosplenomegali nedeniyle kliniğimize sevk edilen 3 aylık erkek bebekte osteopetrozis ve rikets birlikteliği nadir görülmesi nedeniyle sunulmuştur. Olgu: Sağ kasığında şişlik nedeniyle başvurduğu dış merkezde hepatosplenomegalisi saptanan 3 aylık erkek bebek tetkiklerinde CMV IgM ve CMV Ig G pozitifliği bulunması üzerine konjenital CMV enfeksiyonu ön tanısıyla Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları polikliniğine yönlendirilmişti. Gebeliği süresince takipli anneden sorunsuz olarak doğan olgunun fizik muayenesinde baş kontrolü ve göz takibi yoktu, bilateral horizontal nistagmusu vardı, sistem muayenelerinde 5 cm hepatomegali, 6 cm splenomegali ve sağ kasıkta inguinal herni dışında özellik yoktu. Biyokimyasında Ca: 9,3 mg/dl (8,4- 10,2), P: 2,2 mg/dl (2,3-4,7), ALP: 1139 U/L (40-150) dışında bir özellik yoktu. PA akciğer grafisinde kemik yapıda saptanan hiperintens görüntü nedeniyle çekilen tüm vücut grafilerinde belirgin dansite artışı, kraniyografide ‘space alien’ görüntüsü, vertebra grafisinde sandviç manzarası, kosta uçlarında kostakondral bileşkelerde genişleme olması üzerine osteopetrozis üzerine oturmuş rikets olabileceği düşünüldü. Tartışma: Osteopetrozis ve rikets birlikteliği nadir görülen çelişkili bir durum olmakla birlikte erken tanı ve tedavi ile hastaların yaşam süresi uzamaktadır. Bu nedenle rikets açısından dikkatli olunarak kemik iliği naklinden önce rikets tedavisi verilirse tedavi başarısı artacaktır.Item Ülseratif kolit tanılı olgularımızın retrospektif olarak değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2012-12-27) Ünal, Fatih; Şahin, Gülseren; Cebe, Ayşegül; Ayhan, Semin; Eren, Filiz; Kasırga, ErhunGiriş: İnflamatuvar barsak hastalıkları (İBH), gastrointestinal kanalın remisyon ve alevlenmeler ile seyreden kronik inflamatuvar hastalıklarıdır. Çalışmamızda İBH tanısı ile izlediğimiz hastaların klinik ve laboratuvar özelliklerinin geriye dönük olarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çocuk gastroenteroloji bölümlerimizce 7 yıldır İBH tanısı ile izlemleri yapılan 18 hastanın başvuru yakınmaları, demografik özellikleri ve beraberinde bulunan hastalıklar kayıtlardan incelendi. Fizik bakıda saptanan olağan dışı bulgular endoskopik bulgular, histopatolojik bulgular ve uygulanan tedaviler gözden geçirildi. Bulgular: Çalışmamıza alınan 18 hastanın tanı yaşı ortalamaları 13,6±2,9 yıl (10K, 8E) ve semptomların başlangıcından tanıya kadar geçen süre ortalama 6,9±4,5 aydı. Onyedi hasta ülseratif kolit (ÜK) ve bir hasta da intermediate kolit (İK) tanısı almıştı. İki hastada (%11) hastalık açısından pozitif aile öyküsü vardı. Tanı anında en sık başvuru yakınmaları karın ağrısı (%100), kanlı ishal (%94,5) ve tenezm (%44,4) olarak bulundu. Laboratuvar bulgularından CRP pozitifliği (%89), sedimantasyon yüksekliği (%83,3) ve demir eksikliği anemisi (DEA) (%77,7) en sık rastlanan bulgulardı. Kolonoskopik olarak en sık pankolit (%66,6) tutulumuna rastlandı. İBH’na eşlik eden diğer hastalıklar ise ailevi Akdeniz ateşi (FMF) (%11), çölyak hastalığı (ÇH) (%5,5) ve Helikobakter pylori gastriti (Hp) (%11) olarak bulundu. Pankolit tutulumu olan medikal tedaviye yanıtsız bir hastamıza (%5,5) ise kolektomi uygulandı. Sonuç: Ülkemizde çocukluk çağında İBH tanısı alan hasta sayısı her geçen gün artmaktadır. Yine de nonspesifik semptomlar ile seyreden hastaların tanınması güç olabilmekte ve tanı gecikmelerine neden olabilmektedir. İBH’nın otoimmün hastalıklar ile birlikteliği nedeniyle uygun tedaviye rağmen remisyon sağlanamayan hastalarda gastrointestinal inflamasyonla giden FMF gibi hastalıklar da araştırılmalıdır.