2009 Cilt 7 Sayı 2
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/6184
Browse
Browsing by Language "tr"
Now showing 1 - 8 of 8
- Results Per Page
- Sort Options
Item Çocuklarda anne sütü ile beslenme süresi ve ilişikili faktörler(Uludağ Üniversitesi, 2009) Alp, HayrullahAmaç: Bu çalışma bir ilçe hastanesine başvuran annelerin emzirme süresini ve bunu etkileyen faktörleri belirlemek amacı ile yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışma, Konya, Sarayönü Devlet Hastanesi Çocuk Polikliniği’ne çeşitli nedenler ile çocuklarını getiren, tüm doğumlarını term olarak yapmış 18-39 yaş arasındaki toplam 600 anne üzerinde yapılmıştır. Çalışma, 20 Ocak-15 Nisan 2009 tarihleri arasında yapılmış olup, hazırlanan anket formları bizzat doktor ve hemşireler tarafından anneler ile yüz yüze görüşülerek doldurulmuştur. Bulgular: Çalışmaya katılan annelerin ortalama yaşı 27,3±2,5 SD olarak bulundu ve bunlardan 96 tanesi (%16) 18-23 yaş, 169 tanesi (%28,6) 24-29 yaş, 202 tanesi (%33,66) 30-35 yaş ve 133 tanesi (%22,16) 36-39 yaş grubundaydı. Annelerin %73,33’ü ilkokul mezunuydu, %60,16’sı orta gelir düzeyine sahipti ve %73,36’sı anne sütünün faydalarını doktor veya hemşireden öğrenmişti. Ortalama emzirme sürelerinin yaş arttıkça arttığı görülürken (18-23 yaş için 12,2±0,4 ay, 24-29 yaş için 13,1±0,1 ay, 30-35 yaş için 13,8±0,8 ay ve 36-39 yaş için 14,4±0,4 ay), aylık geliri >2000 TL olan annelerin emzirme süreleri diğer iki gelir düzeyli gruplardan istatistiksel olarak anlamlı derecede uzun bulundu. Anne yaşı, çocuk sayısı, ailenin aylık geliri arttıkça, annenin eğitim düzeyi yükseldikçe ve emzirmeyle ilgili gerekli bilgileri sağlık personelinden öğrenildikçe emzirme süresinin uzadığı görüldü. Sonuç: Her toplum için doğumda anne sütü verilmesini ve sonrasında da emzirme süresini etkileyen faktörler değerlendirilmeli ve böylece elde edilen bilgilere göre sağlıklı bir nesil için annelerin yeterince eğitilerek emzirme süresini ideal bir süreye kadar uzatmaları sağlanmalıdır.Item Enüreziste güncel bilgiler(Uludağ Üniversitesi, 2009) Canbulat, Nejla; Yıldız, SuzanEnürezis tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de önemli bir sağlık sorunudur ve sıklık erkek çocuklarda %20,6-23,1, kız çocuklarda %8,7-18,2 oranlarındadır. Yıllardır enürezisin etkenleri olarak organik nedenlerin ve psikolojik faktörlerin rol oynadığının bilinmesine karşın adenoid vejetasyon, enterobius vermicularis, anne sütü ile beslememe, fındık ve soya fasülyesi alerjileri gibi faktörlerin de göz önüne alınması gerektiği düşünülmektedir. Enürezisin yetişkinlikte psikolojik ve davranışsal bozukluk, idrar ve fekal inkontinans riskini artırdığı göz önüne alındığında erken tedavisi üzerinde yoğunlaşılması ileriki yaşlarda bu gibi durumların ortaya çıkmasını engelleyebilecektir. Bu çalışmada enürezisin tanımı ve tarihçesi, epidemiyolojik özellikler, enürezisin risk faktörleri açısından Türkiye’deki durum, enüresizle ilişkilendirilen diğer çalışmalar, çocukluğunda enürezisi olan yetişkinler, tedavi, tedavide ortak görüş, enürezisli çocuk ve ailesinin yönetimi başlıkları altında güncel makaleler incelenerek derlemesi yapılmıştır.Item IgA eksikliği ve yaygın değişken immün yetmezlik(Uludağ Üniversitesi, 2009) Kamber, Kadri; Karalı, Zuhal; Kılıç, Sara Şebnem; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Çocuk İmmünoloji Bilim Dalı.Selektif IgA eksikliği (sIgAE); sekretuvar IgA yokluğu ve serum IgA düzeyinin 5 mg/dl altında olması ile karakterize, en sık görülen immün yetmezliktir. IgA eksikliğinin patogenezi bilinmemekle birlikte, Ig sınıf değişimi ve sitokinlerinde içinde olduğu izotip değişiminde anormallikler gösterilmiştir. Yaygın değişken immün yetmezlik (YD‹Y), hipogamaglobulinemi, antikor yapımında bozukluk ve tekrarlayan bakteriyel enfeksiyon ile karakterize, heterojen bir hastalık grubudur. Defektif T hücre aktivasyonu, tam fonksiyonel B hücre aktivasyonu için gerekli olan T ve B hücreler arasındaki ilişkiyi belirleyen CD40L ekspresyonundaki bozukluk ve/veya T hücre farklılaşmasında ihtiyaç duyulan sitokinlerin üretiminde anormalliklere yol açabilir. Bu da YD‹Y hastalarında bozulmuş sitokin üretimi açıklamalarından biri olan proliferasyon ve/veya farklılaşma bozukluklarına benzemektedir.Item İlaç alerjileri(Uludağ Üniversitesi, 2009) Kılıç, Mehtap; Öztürk, Fadılİstenmeyen ilaç reaksiyonları oldukça sık görüldüğü halde sadece %15 kadarı immünolojik mekanizmalarla oluşur. İlaç kullanımı artmaya devam ettikçe ilaç alerjisi insidansı da artmaya devam edecektir. İlaç alerjileri klinik uygulama, ilaç geliştirilmesi ve halk sağlığı açısından önemli etkiye sahiptir. Alerjik ilaç reaksiyonlarının önemli sonuçlarından biri olasılıkla daha az etkili, daha pahalı veya daha toksik ilaçların kullanımına neden olmasıdır. Belirtiler yaşamı tehdit edebilir. İlaç alerjilerinin tanısı klinik öykü, deri testleri ve onaylanmış birkaç in vitro teste dayanır. Hasta ve hekimin eğitimi tedavinin önemli bir parçasıdır. Bu makale ilaç alerjilerinin yeni anlaşılmış mekanizmalarını, tanı yöntemlerini ve hasta tedavisini gözden geçirmektedir.Item Katılma nöbetli hastaların klinik ve laboratuvar bulguları(Uludağ Üniversitesi, 2009) Özdemir, Özlem; Can, Serpil Çalışkan; Semizel, Evren; Okan, Mehmet S.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Çocuk Nörolojisi Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Çocuk Kardiyoloji Bilim Dalı.Amaç: Bu prospektif çalışmanın amacı katılma nöbeti olan çocukların klinik özelliklerinin, fizik muayene bulgularının, eşlik eden hematolojik, kardiyak ve nörolojik sorunların tedavi yaklaşımlarının ve prognozun değerlendirilmesidir. Gereç ve Yöntem: Katılma nöbeti ile başvuran 70 hasta incelendi. Ayrıntılı anamnez ve fizik muayene ile değerlendirme yapıldı. Başvuru sırasında tam kan sayımı, serum demir ve demir bağlama kapasitesi çalışıldı, kardiyak (telekardiyografi, elektrokardiyografi, gerekirse ekokardiyografi ve event recorder kaydı) ve nörolojik (EEG) incelemeler yapıldı. Tetkikler sonucunda demir eksikliği anemisi ve demir eksikliği saptananlara demir tedavisi verildi. Anemi saptanmayanlara ilaç tedavisi uygulanmadı. Başvuruda demir tedavisi verilen hastaların iki aylık aralarla hematolojik değerlendirmeleri tekrarlandı. Grupların kontrollerdeki nöbet sıklıkları, nöbet sonlanma yaşları ve sonlanma oranları karşılaştırıldı. Bulgular: Çalışmaya alınan 70 hastanın %67,1’inde siyanotik, %14,3’ünde soluk ve %18,6’sında mikst tipte katılma nöbeti görüldü. Hastaların %77,1’inde psikojenik faktörlerin rol oynadığı saptandı. 39 hastada (%55,7) demir eksikliği anemisi, 12 hastada (%17,2) demir eksikliği ve 19 hastada (%27,1) normal hematolojik parametreler saptandı. Tüm hastalarda QTc normaldi. EEG, 56 hastada (%80) normal, 11 hastada (%15,7) disritmik, 3 hastada (%4,3) ise patolojik saptandı. Katılma nöbetli hastaların %44,3’ünde ailede de katılma öyküsü mevcuttu. Sonuç: Çalışmamızda anemi derinleştikçe tablonun ağırlaştığı ve verilen tedaviye o oranda hızlı yanıt alınarak nöbet sayısının azaldığı görülmüştür. Erken dönemde daha düşük dozlarda demir desteği ile hastaların yaklaşık %92'sine yakın bir oranında nöbetlerin sonlandığı gözlenmiştir.Item Laser tedavisi yapılan prematüre retinopatili olguların anatomik ve fonksiyonel sonuçları(Uludağ Üniversitesi, 2009) Yıldız, Meral; Özmen, Ahmet T.; Ayvaz, Ayşe Tör; Yalçınbayır, Özgür; Kaderli, Berkant; Avcı, Remzi; Gelişken, Öner; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Göz Hastalıkları Anabilim Dalı.Amaç: Bu çalışmada prematüre retinopatisi (PR) için lazer fotokoagülasyon (LFK) uygulanan olgularda anatomik ve refraktif sonuçları değerlendirmek amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Prematüre retinopatisi için Uludağ Üniversitesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı’nda 2004-2007 tarihleri arasında LFK yapılan, 21’i erkek 17’si kız, 38 olgunun dosyaları geriye dönük olarak gözden geçirildi. Toplam 73 göze LFK yapılmıştı. Lazer fotokoagülasyon öncesi ve sonrası PR evresi, doğum haftası, doğum ağırlığı, komplikasyonlar, skiyaskopi ile refraksiyon değerleri ve “Teller” görme kartları ile görme keskinliği değerlendirildi. Bulgular: Olguların gestasyonel yaşları 26-34 hafta (ortalama 29±2 hafta), doğum ağırlıkları 850-1950 gr (ortalama 1262±304 g) idi. Çalışmaya alınan olgularda tüm gözlerin %89’u PR gerilemesi ile lazer tedavisine cevap verdi. Sekiz göz LFK tedavisine rağmen Evre 4 veya 5’e ilerledi. Üç gözde vitre hemorajisi, 2 gözde preretinal hemoraji gelişti. Lazer uygulaması sonrası düzeltilmiş yaş 6. ayda sferik eşdeğer -8D ve +2,5D arasında, 12. ayda -11D ve +2D arasında değişiyordu. Gözlerin %53’ünde hipermetropi, %25,5’inda miyopi mevcuttu. Düzeltilmiş yaş 6. ayda ortalama görme keskinliği 3,5 cpd (1,3-6,4), 12. ayda 6,2 cpd (1,3-9,6) olarak bulundu. Sonuç: Çalışma grubundaki olgularda LFK tedavisi zamanında ve yeterli yapılmış ise eşik hastalık PR’nin gerilemesine ve iyi görsel sonuçlara neden olmuştur. Ayrıca refraktif kusur yönünden hipermetropi daha yüksek oranda bulunmuştur.Item Multiple pterygium sendromu: Olgu sunumu, fetal akinezi sekansı ve pterygium sendromu ile karşılaştırılması(Uludağ Üniversitesi, 2009) Kışlal, Fatih Mehmet; Pınar, Rukiye; Ceylaner, Serdar; Dilmen, Uğur; Cörüt, NazlıMultiple pterygium sendromu (MPS) anormal yüz görünümü ve antekübital, servikal, popliteal, interdigital alanlarda ve boyunda cilt katlantıları, eklemlerde şeksiyon kontraktürü ile karakterize olup, pterygum colli sendromu, Escobar sendromu veya pterygium sendromu olarak da bilinir. Bu yazıda bir annenin 19 yıl süren infertil periyodundan sonra invitro fertilizasyon ile 28 haftalık ikiz eşi olarak MPS ile doğan bir olgu sunulmuştur. Dünyada yılda yaklaşık 3 milyon doğum yardımcı üreme teknikleri ile meydana gelmektedir. Yardımcı üreme teknikleri ile gerçekleşen gebeliklerde perinatal morbidite ve mortalite artmıştır. Multiple pterygium sendromunun karakteristik özelliklerini içeren ve bildiğimize göre invitro fertilizasyon sonucu görülen ilk olgu olması nedeniyle okuyucuların dikkatine sunduk.Item Preeklamptik anne bebeklerinde ortalama trombosit hacimleri(Uludağ Üniversitesi, 2009) Akcan, A. Barış; Oygucu, Seyhan Erişir; Özel, Deniz; Oygür, NihalAmaç: Bu çalışmada, preeklamptik anne bebekleri ile normal gebelikten olan bebeklerin ortalama trombosit hacimlerini (MPV) karşılaştırmak ve preeklamptik anne bebeklerinde ortaya çıkan trombositopeninin MPV ile ilişkisini araştırmak amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Bu retrospektif çalışmaya gebelik yaşları benzer olan 63 yenidoğan alınmıştır. Bunlar trombositopeni gelişen 21 preeklamptik anne bebeği (Grup A), trombositopeni gelişmeyen 21 preeklamptik anne bebeği (Grup B) ve trombositopeni gelişmeyen 21 normal anne bebeği (Grup C) olmak üzere üç gruba ayrılmıştır. Hastaların yaşamın ilk 72 saati içerisinde bakılan hematolojik verileri tıbbi kayıtlarından elde edilmiştir. Olgular, doğum ağırlıkları, trombosit sayıları, MPV’leri açısından, karşılaştırıldılar. Bulgular: Her üç grubun da gestasyon yaşları benzerdi ve doğum ağırlıkları arasındaki fark anlamlı değildi. Grup A’nın trombosit sayısı anlamlı olarak düşüktü (p<0,001). Gruplar arasında trombosit sayısı düştükçe MPV nin arttığı ve Grup A bebeklerdeki MPV değerinin en yüksek olduğu gözlense de MPV ve trombosit sayıları arasında anlamlı korelasyon ve MPV değerleri açısından anlamlı bir fark saptanmadı (p=0,052). Sonuç: Trombosit hacmindeki artış trombosit yıkımının, azalma ise yapım yetersizliğinin bir göstergesi olarak kabul edilmektedir. Çalışmamızın sonuçlarına göre preeklamptik anne bebeklerinde saptanan trombositopeninin etyolojisinin trombosit hacmine bakarak açıklanamayacağını göstermektedir.