2020 Cilt 46 Sayı 1
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/18589
Browse
Browsing by Language "tr"
Now showing 1 - 20 of 21
- Results Per Page
- Sort Options
Item Acil servise başvuran akut biliyerpankreatitli hastalarda nötrofil/lenfosit oranının incelenmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-03-31) Kaya, Halil; Yüksel, MelihAkut Pankreatit (AP), pankreasının inflamatuvar bir hastalığı olup acil servislere en sık başvuru nedenlerinden birisi olan karın ağrısının önemli bir nedenidir. Bu çalışmanın amacı Nötrofil/lenfosit oranı ( NLO) ‘nun akut biliyerpankreatitli (ABP) hastalarda yatış süresini ve tedavisini öngörmede bağımsız bir parametre olarak kullanılıp kullanılmayacağını araştırmaktır. Bu çalışma retrospektif olarak 1 Ocak 2018 ile 31 Aralık 2018 tarihleri arasında Bursa Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi ana bina acil servisine başvuran ve ABP tanısı alan hasta dosyaları incelenerek yapılmıştır. Çalışmaya alınan hastaların yaş, cinsiyet, radyoloji ve laboratuvar sonuçları, yatış süreleri, tedavi ve taburculuk durumları kaydedilmiştir. Çalışmaya toplam 141 hasta alınmış olup ortalama yaş 62,12 ± 18,75 olarak saptandı. Hastaların % 69,5 ‘i (n=98) kadın olup ortalama NLO değeri 7,23±7,25, ortalama amilaz düzeyi 1238,21 ± 1180,93, ortalama yatış süresi 4,79 ± 2,46 gün olarak saptandı. Nonparametrik korelasyon analizi için yapılan spearman testinde, hastaların NLO değerlerinin tedavi şekilleri ve son durumları ile bir ilişkisinin varlığı saptanmadı (Sırasıyla p=0,639, r= -0,040/ p=0,343, r= 0,080). Hastaların NLO değerlerinin yatış süreleri ve amilaz düzeyleri ile anlamlı bir ilişkisinin olduğu saptandı (Sırasıyla p=0,027, r= 0,187/ p=0,000, r= 0,323). İnflamasyon, enfeksiyon ve post-operatif komplikasyonların tahmininde belirleyici bir faktör olarak tespit edilen NLO değerinin ABP‘li hastaların yatış sürelerini öngörmede bağımsız bir parametre olarak kullanılabileceği saptanmıştır.Item Apelinerjik sistem ve miyokardiyal kontraktilite(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-04-17) Şahintürk, Serdar; İşbil, Naciye; Tıp Fakültesi; Fizyoloji Ana Bilim DalıApelinerjik sistem APJ (apelin reseptörü), apelin ve elabeladan oluşmaktadır. APJ, G protein kenetli bir reseptördür. Apelin ve elabela APJ’nin endojen ligandlarıdır. APJ, apelin ve elabela kardiyovasküler dokularda yaygın olarak eksprese edilmektedir. Vazodilatatör, kardiyoprotektif ve anjiyogenik etkilere aracılık eden apelin ve elabelanın pozitif inotropik etkisi oldukça güçlüdür. Apelinin pozitif inotropik etkisinde fosfolipaz C aktivasyonu sonrası kalsiyum bağımlı ve kalsiyum bağımsız mekanizmaların rol oynadığı ileri sürülmektedir. Elabelanın ise mitojenle aktiflenen protein kinaz 1/2-ekstraselüler sinyalle düzenlenen kinaz 1/2 yolağını aktive ederek pozitif inotropik etki gösterdiği düşünülmektedir. Apelin, elabela, bunların analogları ve APJ agonistleri güçlü pozitif inotropik etkileri nedeni ile kalp yetmezliği tedavisinde önemli bir tedavi alternatifi oluşturabilir. Bu derlemede apelinerjik sistemin miyokard fonksiyonuna etkileri ve etki mekanizmaları üzerinde durulmaktadır.Item B12 Vitamini Eksikliğinin Depresyon İle İlişkisinin Değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-04-08) Hafızoğlu, MerveB12 vitamin eksikliği önemli bir toplum sağlığı sorunudur. Literatürde B12 vitamini eksikliğinin ağır depresyon ile ilişkisini gösteren birçok yayın mevcuttur. Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ), 21 belirti kategorisinden oluşan klinik gözlem ve verilere dayanılarak oluşturulan bir depresyon ölçeğidir. Biz de bu çalışmada BDÖ’yü kullanarak B12 vitamini eksikliğinin depresyon ile ilişkisini araştırmayı amaçladık. Bu çalışma herhangi bir şikayetle Afyonkarahisar Sağlık Bilimleri Üniversitesi Hastanesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Polikliniğine başvuran 114 hasta ile yapıldı. Hastaların yaş, cinsiyet, eğitim durumu, komorbid hastalıkları gibi demografik özellikleri ve B12 vitamin düzeyleri, homosistein düzeyleri, folik asit ve ferritin düzeyleri incelendi. BDÖ’ye göre hastaların depresyon durumları belirlendi. Hastalar B12 vitamini 196 pg/ml altında ve üstünde olmak üzere 2 gruba ayrılarak grupların verileri karşılaştırıldı. B12 vitamin düzeyi düşük olan grubun ortalama BDÖ skoru 14,6±7,9, B12 vitamin düzeyi yüksek olan grubun ortalama BDÖ skoru 11,6±7,2 idi. Her iki grup BDÖ skoruna göre karşılaştırıldığında aradaki fark istatistiki olarak anlamlı saptandı (p=0,041). Sonuç olarak B12 vitamininin kognitif fonksiyonlar ve depresif semptomlar üzerine etkisi aşikardır. Bizim çalışmamızda da literatür ile uyumlu olarak B12 vitamini düşük olan grupta BDÖ skoru anlamlı olarak yüksek saptandı. Ancak bunu sadece B12 vitamin düzeyine bağlamak doğru olmayabilir. B12 vitamininin depresyon tedavisinde faydasını belirlemek üzere daha geniş, prospektif çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.Item Çocuklarda herpes zoster: 55 olgudan oluşan retrospektif bir çalışma(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-04-02) Özçelik, SinanHerpes zoster, dorsal kök ganglionlarında latent halde bulunan varisella zoster virüsün reaktivasyonu ile ortaya çıkan bir enfeksiyondur. Herpes zoster nadiren sağlıklı çocukları etkiler. Herpes zoster tanılı pediatrik hastaların klinik ve demografik özelliklerinin araştırılması amaçlandı. Aralık 2014 ile Aralık 2016 tarihleri arasında hastanemiz Deri ve Zührevi Hastalıkları polikliniğine başvurmuş 16 yaş altı herpes zoster tanısı almış 55 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların klinik ve demografik özellikleri, geçirilmiş suçiçeği öyküsü veya suçiçeği aşısı, tetikleyici faktörler ve komplikasyonlar retrospektif olarak incelendi. Hastaların 28’i kız (%50,9) ve 27’si erkekti (%49,1). Yaş ortalaması 10,16±4,1 idi. En sık tutulan dermatomlar; torakal (%52,7), servikal (%12,7) ve sakral (%9,1) bölgeydi. En sık saptanan semptom yanmabatma hissiydi (%43,6). Sadece bir olgunun suçiçeği aşısı vardı. Sadece 2 olguda sekonder bakteriyel enfeksiyon saptandı. Hiçbir hasta postherpetik nevralji geliştirmedi. Herpes zoster çocuklarda nadir görülen bir hastalıktır. Çocukluk çağında görülen herpes zosterin kliniği ve prognozu erişkinlerden farklıdır. Her ne kadar torakal tutulum çalışmamızda en sık saptanmış dermatom olmakla birlikte çocuklarda servikal ve sakral tutulum da dikkat çekmektedir. Suçiçeği aşışı sonrasında herpes zoster gelişebilmektedir. Sağlıklı çocuklarda iyi seyreden herpes zoster genellikle komplikasyonsuz iyileşmektedir.Item Deliryumun değerlendirilmesinde sık kullanılan ölçüm araçlarının incelenmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-03-04) Erbay, Öznur; Girgin, Nermin Kelebek; Tıp Fakültesi; Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim DalıDeliryum; akut başlangıçlı, mental durumda dalgalanmalar gösteren ve geri dönüşü olan bir sendromdur. Hastaneye başvuran hastaların %10-30'unda deliryum geliştiği tahmin edilmektedir. Deliryum; yaşlı, operasyon sonrası ve yoğun bakım hasta popülasyonların da sıklıkla görülmektedir. Deliryum sonucunda gelişen, uzamış hastane yatış süresi, artmış morbidite, hastane maliyeti ve mortalitenin önüne geçilmesi için ve deliryum semptomlarının erken dönem kontrol altına alınabilmesi için deliryumun erken tanısı önem kazanmaktadır. Bu durum deliryuma özel tasarlanmış veya tanılanmasına yardımcı araçlardan yararlanmak, bu araçların amaç ve işlevini bilmek konusunu gündeme getirmektedir. Deliryumu önlemek, tespit etmek, etkili stratejiler belirlemek ve uygulamak adına ilk adım, uygun değerlendirme aracı ile hastaları izlemektir. Sağlık profesyonellerinin çoğu deliryumu göz ardı edebilmekte veya yönetmede zorlanabilmektedir. Bu derleme makalesinde deliryum değerlendirilmesinde sık kullanılan ölçme araçlarının amaç, işlevi ve uygunluğu özetlenerek sağlık profesyonellerine yol göstermesi ve literatürde konu ile ilgili eksikliğin giderilerek farkındalık oluşturması amaçlanmaktadır.Item Diabetes mellitusun donuk omuz tedavisinde uygulanan interskalen blok altında rehabilitasyon başarısına etkisi - retrospektif çalışma(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-03-30) Atıcı, Teoman; Tıp Fakültesi; Ortopedi ve Travmatoloji Ana Bilim DalıDonuk omuz, omuzun hareket kısıtlılığı ile seyreden ve ağrıya yol açan bir hastalığıdır. Kas iskelet sistemi patolojileri içinde ilk sıralarda yer alır.Çalışmanın amacı bir risk faktörü olan diabetesmellitusun (DM) donuk omuz tedavisinde uygulanan interskalenkateter altında egzersize etkisini incelemektir. 2014-2019 yılları arasında donuk omuz şikayetiyle başvuran ve interskalen blok altında egzersiz tedavisi alan 21 hasta (16 kadın 5 erkek) fizik muayene değerlerive klinik bulguları ile retrospektif olarak değerlendirildi. İşlem sonrası minimum değerlendirme süresi 6 aydı. Hastalar risk faktörü olan DM tanılı olanlar ve olmayanlar olarak 2 gruba ayrıldı. (13 diabetsiz-8 diabetli) Ortalama yaş 59,4 (min42 -max 86) idi. İki hasta grubunun blok öncesi ve son izlemdeki omuz hareket açıklıkları ve fonksiyonel durumları goniometrik ölçüm ve UCLA (University of California Los Angeles) anketi kullanılarak ölçüldü. Sonuçlar istatistiki olarak analiz edildi. Yapılan istatistik sonucunda her iki grubunda interskalen blok uygulamasından anlamlı yarar gördüğü gözlendi. Diabetin eşlik etmediği donuk omuz tanılı hastaların EHA (Eklem Hareket Açıklığı) ve UCLA skorlarındaki iyileşmenin diabetli hastalarınkinden anlamlı olarak fazla olduğu görüldü (p<0,05). Donuk omuzun en sık görüldüğü yaş, aktif orta yaştır. Sosyo-ekonomik kayıpları en aza indirmek için hastaların erken dönemde çalışma ve sosyal yaşantılarına dönmesi önemlidir. Tedavide anestezi altında manipülasyon kullanılabilmektedir fakat anestezinin etkisi geçtikten sonra manipülasyondaki kazanımın ciddi bir kısmı kaybedilmektedir. Bunu engellemek için interskalen blok kateteri (kontrollü aneljezi) altında rehabilitasyon hedeflenmektedir. DM’lu donuk omuzun prognozu daha kötüdür. İnterskalen blok altında rehabilitasyon donuk omuzun etyolojisinden bağımsız olarak hareket açıklığında ve fonksiyonda anlamlı iyileşme sağlamaktadır. DM’lu hastaların son kontrollerindeki gerek hareket açıklıkları, gerekse fonksiyonel skorları DMlu olmayanlardan istatistiksel olarak daha kötüdür.Item Ekstramedüller hematopoez odakları içeren uterin leiomyoma: olgu sunumu(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-03-10) Atalay, Mehmet Aral; Akyol, Sevda; Atalay, Fatma Öz; Tıp Fakültesi; Tıbbi Patoloji Ana Bilim DalıEkstramedüller hematopoez, hematopoetik dokunun kemik iliği ve periferik kan dışındaki neoplastik olmayan proliferasyonudur. Ekstramedüller hematopoeze pek çok organ ve tümör içerisinde rastlanılabilmektedir. Dismenore ve metroraji şikayetleri ile hastanemize başvuran 37 yaşındaki hastaya radyolojik görüntülemelerde izlenen submukozal myom nedeniyle myomektomi uygulanmıştır. Materyalin mikroskobik incelemesinde, tümör hücrelerinin birbirini çaprazlayan demetler şeklinde düzenlenmiş iğsi hücrelerden oluştuğu görülmüştür. Morfolojik olarak leiomyoma benzeyen bu tümör, büyük büyütmede incelendiğinde, stromasında küçük odaklar halinde yerleşim gösteren, hiperkromatik nükleuslu, nükleus /sitoplazma oranları yüksek, değişik büyüklüklerde birkaç farklı hücre grubundan oluşan hücre topluluklarına rastlanmıştır. Uygulanan immünohistokimyasal çalışmalar sonucunda odaklardaki hücrelerden bazılarının glikoforin A, bazılarının ise myeloperoksidaz ile immünreaktivite gösterdiği görülmüştür. Morfolojik ve immünohistokimyasal boyamalar sonucunda bu hücre gruplarının eritroid ve myeloid seri öncülleri içeren ekstramedüller hematopoez alanları olduğu ortaya konmuş, olgu ekstramedüller hematopoez alanları içeren leiomyoma olarak raporlanmıştır. Leiomyoma, üreme çağındaki kadınlarda sık rastlanılan benign düz kas tümörü olmakla birlikte, literatür incelendiğinde, ekstramedüller hematopoez alanları içeren leiomyom olgusunun az sayıda olduğu görülmüştür.Item Endonazal endoskopik inverted papillom cerrahisinde uludağ deneyimi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-04-01) Demir, Uygar Levent; Tıp Fakültesi; Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Ana Bilim DalıBu çalışmada sinonazal bölgenin en sık opere edilen benign tümörü olan invertedpapillom(İP) tanısı ile endonazal endoskopik cerrahi uygulanan hastalarda klinik sonuçların ve rekürrens ile tümör evresi arasında ilişki olup olmadığının belirlenmesi amaçlanmıştır. Bu retrospektif çalışmada üçüncü basamak hizmet veren bir üniversite hastanesinin KBB anabilim dalında 2005 ile 2019 yılları arasında İP tanısı ile endoskopik cerrahi uygulanmış ve çalışma kriterlerine uyan 75 hastanın tıbbi verileri değerlendirilmiştir. Hastaların demografik verileri, primer semptomları, ameliyat öncesi görüntülemeleri, ameliyat notları, tümör evreleri ile takipte gelişen rekürrens ve malign transformasyon oranları tespit edildi. Tümör evresi ile nüks arasında ilişki olup olmadığı istatistiksel olarak hesaplandı. 50 hastaya primer cerrahi ve 25 hastaya ise rekürren cerrahi uygulandığı görüldü. Hastaların tümör evreleri; T1 (n:11, %14), T2 (n:39, %52), T3 (n:16, %21) ve T4 (n:9, %12) olarak bulundu. Tümörün en sık yerleştiği bölgeler, 52 hastada lateral nazal duvar-maksillersinüs medial duvarı ve 28 hastada etmoid hücrelerdi. Takip süresinde 4 hastada (%5) skuamöz hücreli kansere dönüşüm izlendi. Nüks gelişmesi oranları ile tümör evresi arasında anlamlı (p<0.001) ilişki saptandı; T1: 1/11 (%0,9), T2: 7/39 (%18), T3: 9/16 (%56) ve T4:8/9 (%88). Endoskopik endonazal cerrahi ile İP tedavisinde son yıllarda çok başarılı sonuçlar elde edilmektedir. Ancak effektif cerrahilere rağmen bu tümörlerde rekürrens veya malign transformasyon riski halen yüksektir. Bu nedenle cerrahi sonrası endoskopik ve görüntüleme yöntemleri ile düzenli takipler yapılması mutlak gerekliliktir.Item Farklı histolojik boyama yöntemlerinin kıkırdak dokusunda karşılaştırılması(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-01-02) Sırmalı, Şahin A.; Şen, Esra; Tıp Fakültesi; Histoloji ve Embriyoloji Ana Bilim DalıGünümüzde kıkırdak doku bileşenlerini göstermek için kullanılan bazı temel boyama yöntemleri vardır ve istenilen amaç doğrultusunda iyi sonuç vermektedirler. Ancak, bu yöntemlerin her biri kullanışlılık açısından bir takım dezavantajlara da sahiptir. Bu nedenle %10’luk formalinde fikse edilen dokulardan alınan kesitler, rutin sitolojik vaginal smear boyamasında kullanılan Shorr boyası ve bununla birlikte on farklı teknikle boyandı. Böylece gerek bu yöntemlerin ve gerekse Shorr boyama yönteminin avantaj ve dezavantajları kıyaslanabildi. Sonuç olarak, dezavantajları en aza indirecek ve araştırmacıların istediği boyama süresi, girilen farklı solüsyon sayısı ve maliyet açısından daha ekonomik olan Shorr boyasının kıkırdak doku bileşenlerini ışık mikroskobik düzeyde oldukça iyi gösteren bir boyama yöntemi olacağı kanısındayız.Item Güncel kılavuz önerileriyle inflamatuar barsak hastalıklarında semptom yönetimi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-03-03) Uran, Berna Nilgün Özgürsoyİnflamatuar barsak hastalığı (İBH); Ülseratif kolit ve Crohn hastalığını içeren, idiopatik, kronik, relaps (alevlenme) ve remisyon (iyileşme) dönemleriyle seyreden intestinal mukozanın kontrolsüz inflamasyonudur. Kronik hastalık olması, remisyon sürecine girmenin zor ve uzun süreli olması, önemli sağlık bakım kaynakları gerektirmesi gibi nedenlerle İBH yönetiminde en etkili yöntem hastanın semptomlarına odaklanmak ve bu semptomları iyileştirmeye yönelmektir. Bu kapsamda hastaların tedavi yönetimindeki amaç da endoskopik iyileşmeyle birlikte semptomatik remisyonu sağlamaktır. İnflamatuar barsak hastalıklarında görülen semptomlar hastalığın aktivitesine ve lokalizasyonuna göre değişkenlik göstermektedir. Her iki hastalıkta da görülen majör semptomlar benzerlik gösterse de, İBH şiddetine göre hastanın deneyimlediği semptomların şiddeti farklı olmaktadır. Bu derlemede amaç; İBH semptomlarının seyrine, bu semptomların bütüncül olarak değerlendirilmesine ve iyileştirilmesine yönelik bilgilerin aktarılmasıdır. Bunun yanı sıra, semptomların hastaların yaşam kalitelerini nasıl etkilediğine, hemşirelerin hasta eğitiminde nelere değinmesi gerektiğine ve etkili bir semptom yönetimi sayesinde hastalığın remisyonda kaldığı sürenin uzatılmasına dair hemşirelik girişimlerine değinilmektedir.Item Küçük hücreli dışı akciğer kanserli kranial metastaz gelişen olgularda metastazektomi yapılan ve sistemik tedavi alan hastaların retrospektif değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-03-20) Deligönül, Adem; Bekar, Ahmet; Melek, Hüseyin; Çubukçu, Erdem; Sarıhan, Süreyya; Şahin, Ahmet Bilgehan; Evrensel, Türkkan; Tıp Fakültesi; Göğüs Cerrahisi Ana Bilim DalıKüçük hücreli dışı akciğer kanseri (KHDAK)’nin en sık metastaz yaptığı organlardan biri beyindir. Beyin metastazı olan hastalar tedavi edilmediğinde ortalama yaşam süresi aylarla sınırlıdır. Bu çalışmanın amacı beyin metastazı yapmış evre 4 KHDAK hastalarda beyin metastazı için cerrahi tedavi uygulamasının onkolojik sonuçlarını göstermektir. Kliniğimizde 2004-2012 yılları arasında KHDAK tanısı konan ve BM nedeniyle cerrahi tedavi uygulanan 59 hastanın verileri prospektif olarak kaydedildi ve retrospektif olarak incelendi. Hastaların cerrahi ve onkolojik sonuçları irdelendi. Sağ kalım süresi beyin metastazı tanısı konulduğu tarih ile ölüm tarihi veya mevcut en son takip arasındaki zaman olarak hesaplandı. Hastaların 51’i erkek, 8’i kadın, ortalama yaş 56.92 (37-81) yıl idi. Cerrahi olarak 55 hastaya total eksizyon, 4 hastaya subtotal eksizyon yapıldı. Ameliyat sonrası mortalite saptanmadı. Patolojik inceleme sonucunda 55 hastada cerrahi sınırlar tümörsüz, 4 hastada ise cerrahi sınır mikroskobik pozitif olarak bildirildi. Ameliyat sonrasında tüm hastalara palyatif kranial radyoterapi ve sistemik kemoterapi verildi. 11 hastaya(%18,6) akciğerdeki primer kitleye kemoradyoterapi verildi. 8 hastaya akciğere yönelik cerrahi lobektomi, 7 hastaya pnömonektomi uygulandı. Medyan genel sağkalım süresi 12,00 (1,0-159,0) aydı. Hastaların 12, 24 ve 60 aylık sağkalım oranları sırasıyla %47.5, %28.8 ve %13.5 olarak bulundu. Üç olguda ise 10 yılın üzerinde genel sağ kalım elde edildi. Beyin metastazı yapmış KHDAK’lu hastalarda kranial metastazektomi hastaların sağkalımına olumlu katkı sağlayabilir.Item Laparaskopik nefrektomide ağrı kontrolünde transvers abdominis plane (TAP) blok etkinliğinin retrospektif olarak incelenmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-03-30) Altın, Suat; Akesen, Selcan; Yavaşcaoğlu, Belgin; Tıp Fakültesi; Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim DalıLaparoskopik cerrahilerde, postoperatif ağrı yönetiminde uygulanan multimodal yaklaşımda rejyonal tekniklerin önemli bir yeri vardır. Bu çalışmada, laparoskopik nefrektomilerde Transvers Abdominis Plane (TAP) bloğun postoperatif ağrı yönetiminde etkinliğini retrospektif olarak değerlendirmeyi amaçladık. Laparoskopik nefrektomi cerrahisi geçirmiş, postoperatif analjezi için hasta kontrollü analjezi (HKA) ile iv morfin verilen 50 olgunun anestezi kayıtları incelendi. Operasyon odasında anestezi indüksiyonu öncesi TAP blok uygulanan (Grup TAP, n=25) ve uygulanmayan (Grup Kontrol, n=25) hastalar iki gruba ayrıldı. İntraoperatif desfluran MAK (minimum alveolar konsantrasyon) değerlerinin ve fentanil tüketiminin Grup TAP’de anlamlı olarak düşük olduğu bulundu (p<0,001). Postoperatif ağrı skorlarının (VAS 0-10) (0. dk, 30. dk, 2.sa, 4.sa, 8.sa ve 12. sa) ve postoperatif HKA yöntemi ile morfin tüketiminin Grup TAP’de anlamlı olarak düşük olduğu saptandı (p<0,001). HKA ile ilk morfin kullanma zamanının Grup kontrol’de daha kısa olduğu bulundu. (p<0,001). Bulantı-kusma ve hipertansiyon gibi opioidlerle ilişkili yan etkilere kontrol grubunda, TAP grubuna göre daha sık rastlandığı saptandı (p<0,001). Grup TAP’de hasta memnuniyetinin daha yüksek olduğu saptandı (p<0,001). Sonuç olarak, laparoskopik nefrektomi cerrahisi geçirecek olgularda preoperatif dönemde genel anesteziye ilave TAP bloğun uygulanması, intraoperatif anestezik ve analjezik tüketimini azaltarak daha kaliteli bir postoperatif ağrı yönetimi sağlamaktadır.Item Malign peritoneal mezotelyoma hastalarının retrospektif değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-03-24) Ocak, Birol; Şahin, Ahmet Bilgehan; Dakiki, Bahar; Odman, Hikmet Utku; Deligönül, Adem; Çubukçu, Erdem; Evrensel, Türkkan; Tıp Fakültesi; İç Hastalıkları Ana Bilim DalıMezotelyoma plevra, periton, perikard ve tunica vaginalisin serozal yüzeylerinden gelişen malignitedir. Özellikle asbest maruziyeti ile ilişkilendirilmiştir. Malign peritoneal mezotelyoma (MPM) plevral tutulumdan sonra ikinci sıklıkta görülür. Çalışmamızda MPM tanısı alan hastalarda demografik özelliklerin, kullanılan tedavi seçeneklerinin incelenmesi amaçlandı. Çalışmamızda 12 erkek, 4 kadın toplamda 16 hastanın medyan yaşı 66 (46-93) yıldı. 15 hasta epiteolid, 1 hasta bifazik histopatolojiye sahipti. 2 hastaya hipertermik intraperitoneal kemoterapi (HİPEK) yapılmıştı. Birinci seçim kemoterapi alan 16 hasta, ikinci seçim kemoterapi alan 13 hasta, üçüncü seçim kemoterapi alan 4 hasta, dördüncü seçim kemoterapi alan 1 hasta mevcuttu. Birinci seçim kemoterapi alan hastaların medyan progresyonsuz sağkalımı 14,4 ay (CI %95 7,4:21,4) saptandı. Hastaların medyan toplam sağkalımı 22,0 aydı (CI %95 16:27,9). Standart tedavi seçenekleri arasında olan sitoredüksiyon cerrahisi + HİPEK, sistemik kemoterapi ve immünoterapinin optimal kullanımı ve bu tedavilere uygun hasta seçimi için prospektif, multidispliner, daha fazla hasta sayısı içeren çalışmalara ihtiyaç vardır.Item Multipl skleroz hastalarının atak ve atak dışı dönem bulgularının karşılaştırılması(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-03-20) Seferoğu, Meral Boz; Koca, NizameddinMultipl skleroz (MS) atağında klinik bulguların ortaya çıkmasına neden olan ileti kayıplarının; myelin kaybı ve hasarlanması sonucu olabileceği gibi, otoimmünkaskadları aktive eden maddelerin aksonal iletkenliği etkilemesiyle de ortaya çıkabileceği düşünülmektedir. Ortaya çıkan inflamatuar süreçlerin yalnızca bir kısmı bulgu vermekte ve atak olarak kliniğe yansımaktadır. İnflamatuar değişikliklerin yoğun görüldüğü atak döneminde hastaların serumlarında da bu değişikliklerin yansımaları görülebilmektedir. Bu çalışmada, MS hastalarının atak döneminde ve atak dışı dönemdeki laboratuvar bulgularını karşılaştırmayı amaçladık. Hem atak döneminde hem de atak dışı dönemde karaciğer fonksiyon testleri, lipit parametreleri, D vitamini düzeyleri, tiroid fonksiyon testleri, ferritin, folat ve vitamin B12 düzeyleri kayıtlı olan, 18-65 yaş aralığında, 61 hastanın verileri retrospektif olarak incelendi. Yaş, cinsiyet, boy, kilo, tanı süresi ve hastalık şiddetini gösteren EDSS (expanded disability status scale) skorları kayıt edilen hastaların atak dönemi ve atak dışındaki verileri karşılaştırıldı. Hastaların atak döneminde ve atak dışı dönemde ölçülen lipid parametreleri, ferritin, folat, vitamin B12 düzeyi ve karaciğer fonksiyon testlerinde anlamlı farklılık saptanmazken hastaların atak döneminde Vitamin D düzeylerinin anlamlı olarak daha düşük, tiroid fonksiyonlarının da yüksek olduğu gözlendi. Hastaların takip sürecinde, kolay ulaşılabilir laboratuvar tetkikleri olan vitamin D, tiroid fonksiyon testleri ve kolesterol seviyelerindeki değişikliklerin hastalık aktivitesi ve atak durumu ile ilgili fikir verebileceği düşünülmektedir. Tiroid hormonunun remiyelinizasyon üzerine olası etkilerini değerlendirecek örneklem sayısının daha fazla olduğu daha spesifik çalışmalara ihtiyaç vardır.Item Nedeni açıklanamayan infertilite olgularında sperm dna bütünlüğünün fertilizasyon başarısı ve erken embriyoner gelişime etkisi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-04-14) Tezcan, Elçin; Kasapoğlu, Işıl; Uncu, Gürkan; Avcı, Berrin; Tıp Fakültesi; Tıp Histoloji ve Embriyoloji Ana Bilim Dalıİnfertilite olgularının yaklaşık %15’inde infertilite sebebi olabilecek bir patoloji saptanmayıp, açıklanamayan sebeplerle konvansiyonel gebelik gerçekleşmemektedir. Araştırmalar, sperm DNA hasarının üremeye yardımcı tekniklerin (ÜYT) sonucunu olumsuz etkilediğini ortaya koymuştur. Çekirdek bütünlüğü korunmuş olan spermleri seçmeye yönelik non-invaziv yöntemler geliştirilmekle birlikte, bu yöntemlerin açıklanamayan infertilite olgularında ÜYT başarısı üzerindeki etkisi henüz tartışmalıdır. Bu çalışmada DNA hasarlı spermlerin dansite gradient santrifüjü (DG) yöntemi ile tek başına ve non-invaziv manyetik aktivasyonla hücre ayırma (MACS) yöntemiyle birlikte eliminasyonu sonrası kullanılan spermlerin fertilizasyon ve erken embriyoner gelişime etkisi karşılaştırılarak uygun semen hazırlama yönteminin saptanması hedeflenmiştir. Açıklanamayan infertilite tanısıyla ÜYT programına alınan çiftlerde, DG yönteminin tek başına ve MACS yöntemiyle birlikte kullanımının, kaliteli sperm elde etmedeki başarısı, her iki yıkama metoduyla elde edilmiş spermlerde TUNEL yöntemi ile DNA bütünlüğü açısından ve Hematoksilen Eosin boyamasıyla morfolojik açıdan değerlendirildi. Klinik parametrelere etkisini değerlendirmek amacıyla, her iki yıkama yöntemiyle elde edilen spermlerin ICSI sonrası fertilizasyon ve embriyo gelişimsel potansiyeline bakıldı. MACS+DG yöntemiyle yıkanan sperm örneklerinde sperm DNA fragmantasyon oranının ve vakuol (+) sperm oranının DG yöntemiyle elde edilen spermlere kıyasla istatistiksel olarak anlamlı düzeyde azaldığı görüldü. DG veya MACS+DG ile yıkanan spermlerle mikroenjeksiyonu gerçekleştirilen oositler arasında fertilizasyon ve embriyo gelişimsel potansiyelinde bir farklılık oluşmaması intrasitoplazmik sperm enjeksiyonu uygulamalarında spermin doğal seçiliminin söz konusu olmamasının bir sonucu olduğu düşünülerek, MACS tekniğinin ICSI protokollerinde gerekli olmadığı, spermin doğal seçiliminin gerçekleştiği intrauterin inseminasyon (IUI) ve IVF uygulamalarında daha etkin olacağı sonucuna varıldı.Item Nörojenik yutma bozukluğu olan erişkin hastalarda duygu durum ve yaşam kalitesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-03-31) Begen, Sena Nur; Arslan, Selen SerelYutma bozukluğu; periferal ve santral sinir sistemini etkileyen travma veya hastalıklar, kas ve/veya nöromusküler kavşağı etkileyen hastalıklar olmak üzere birçok nörolojik hastalık sonucu ortaya çıkan bir tablodur. Uluslararası İşlevsellik, Engellilik ve Sağlık Sınıflandırması (ICF) hastalıkları vücut yapıları, vücut fonksiyonları, aktivite ve katılım, kişisel ve çevresel faktörler bağlamında sınıflandırmaktadır. Nörojenik yutma bozukluğu görünürde vücut yapı ve fonksiyonlarındaki yetersizlikler ile ortaya çıksa da kişisel ve çevresel faktörlerin etkisiyle aktivite ve katılımı da kısıtlamaktadır. Halihazırda mevcut olan nörolojik problem kişilerin ruhsal durumu ve yaşam kalitesini etkileyebileceği gibi yutma bozukluğunun eşlik etmesi hem hasta, hem de aile ve bakım veren için ek bir yük oluşturmaktadır. Bu nedenle nörojenik yutma bozukluğuna yaklaşımımız hem değerlendirme, hem de tedavi aşamasında ICF kapsamında bireyi tüm yönleriyle ele almak olmalıdır. Yutma bozukluğu yönetiminde görev alan sağlık profesyonelleri kişi ve aile ve/veya bakım verenlerin duygu durumlarının ve yaşam kalitelerinin olumsuz yönde etkilenebileceğinin farkında olmalı ve rehabilitasyon programı içerisinde bu konuların ele alınması gerekliliği unutulmamalıdır.Item Plevral glukoz ve adenozin deaminaz: intraplevral streptokinaz sonrası cerrahi gereksinimini öngören belirteçler(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-04-03) Demirdöğen, Ezgi; Dilektaşlı, Aslı Görek; Melek, Hüseyin; Coşkun, Funda; Ursavaş, Ahmet; Karadağ, Mehmet; Ege, Ercüment; Tıp Fakültesi; Göğüs Cerrahisi Ana Bilim Dalıİntraplevral streptokinaz etkinliğinin incelenmesi amacıyla, enfekte plevral sıvıda intraplevral streptokinaz tedavi (İPST) takiben cerrahi ihtiyacı, opere olan ve olmayan olgularda plevral sıvı parametrelerinin bu ihtiyacı öngörmedeki etkisinin değerlendirilmesi planlanmıştır. Kliniğimizde beş yıllık periyotta İPST uygulanan olgular retrospektif olarak incelenmiştir. Tüberküloz plörezi olguları çalışma dışı bırakılmıştır. Çalışmaya dahil edilen İPST uygulanmış 72 hastanın 58’i parapnömonik efüzyon (PPE), 10’u komplike parapnömonik efüzyon (KPE) ve 4’ü ampiyem idi. İPST sonrası 72.saat, 24saat öncesi ile karşılaştırıldığında plevral sıvı drenajının anlamlı düzeyde arttığı gözlenmiştir [0 ml (0–1000) karşı 650 ml (0-2935), p<0.001]. Hastaların %76’sı cerrahi ihtiyacı olmadan başarılı bir şekilde tedavi edilmiş iken, %24’ünde intraplevral tedaviye rağmen cerrahi yapılmıştır. İki grupta İPST öncesi başlangıç plevral sıvı analizleri karşılaştırıldığında, opere olmayan grupta glukoz düzeylerinin daha düşük, plevral adenozin deaminaz (ADA) seviyesinin ise daha yüksek olduğu saptanmıştır [10 mg/dl (0-161) karşı 69 (5-148), 35 U/L (0-234) karşı 19 (3-82), p=0.026, p=0.003, sırasıyla ]. İPST plevral drenajı arttırıp, operasyon ihtiyacını azaltabilir. Bu çalışmada bulgular, İPST öncesinde plevral sıvı glukoz ve ADA düzeylerinin cerrahi gereksinimini, dolayısıyla İPST etkinliği ve başarısını tahmin etmek için kullanılabileceğini düşündürmektedir.Item Sıçan ovaryum dokusunda doksorubisin ile indüklenmiş folliküler apoptotik aktivasyonda dialil disülfit’in koruyucu etkisi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-12-30) Önal, Aysun; Şen, Esra; Saygı, Seda Sarıbal; Akbaş, Ayşe; Avcı, Berrin; Kahveci, Zeynep; Tıp Fakültesi; Histoloji ve Embriyoloji Ana Bilim DalıBu çalışmada önemli bir kemoterapötik ajan olan doksorubisinin ovaryum üzerindeki toksisitesini belirlemek ve ovaryan toksisite üzerine yüksek antioksidan kapasiteye sahip olan dialil disülfitin etkinliğini değerlendirmek amaçlandı. Çalışma kapsamında 35 adet Wistar albino cinsi dişi sıçan 5 alt gruba ayrıldı: Grup I: Kontrol-Doksorubisin Grubu, Grup II: Kontrol-Dialil disülfit Grubu, Grup III: Doksorubisin Uygulanan Grup, Grup IV: Dialil disülfit Uygulanan Grup, Grup V: Doksorubisin + Dialil disülfit Uygulanan Grup. Morfolojik değerlendirme hematoksilen eozin boyaması ile gerçekleştirildi. Apoptotik aktivasyon TUNEL yöntemi ile değerlendirildi. Doksorubisin uygulamasının primordiyal, sekonder ve graaf follikül sayılarında azalmaya sebep olduğu gözlemlenirken, atretik follikül sayılarını ise arttırdığı saptandı. Dialil disülfit tedavisinin doksorubisin ile indüklenmiş ovaryan toksisiteyi azaltabileceği ve ovaryan follikül rezervinin korunmasında etkili olabileceği sonucuna varıldı.Item Spiküle meme kanserlerinin histopatolojik moleküler biyobelirteçler ve manyetik rezonans görüntüleme arasındaki korelasyonu(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-04-17) Gökalp, Gökhan; Tıp Fakültesi; Radyoloji Ana Bilim DalıBu çalışmanın amacı spiküle ve spiküle olmayan meme kanserinin MRG ve histopatolojik bulguları arasındaki ilişkiyi karşılaştırmaktır. Ocak 2014 ile Ocak 2018 arasında, mamografide BI-RADS kriterlerine göre 50 spiküle ve 40 spiküle olmayan kitle olarak ultrasonografi kılavuzluğunda biyopsi veya lumpektomi/mastektomi yapılan 90 kadın çalışmaya alındı. Meme kanserinin moleküler biyobelirteçlerini tanımlamak için östrojen reseptörü (ÖR), progesteron reseptörü (PR), HER2 ekspresyonu ve Ki67 indeksi kullanıldı. Korelasyonların istatistiksel önemini ölçmek için Pearson ki-kare testi yapıldı. İki grup arasında yaş açısından fark yoktu (p=0.331). Kitlelerin büyüklüğü iki grup arasında farklı değildi (p=0.244). Spiküle kitlelerde T2A görüntülerde (T2AG) daha fazla hipointens sinyal özelliği tespit edildi (p=0.004). MRG'de multifokal veya multisentrik tutulum, kitlesiz boyanma, periferik halkasal boyanma ve aksiller lenf nodu tutulumu açısından iki grup arasında fark yoktu (sırasıyla p=0.237, p=0.622, p=0.096, p=0.295 ve p=0.764). ÖR ve PR pozitifliği spiküle kitlelerde daha yüksekti (sırasıyla p=0.027 ve p=0.03). HER2 pozitifliği ve Ki67 indeksi için iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı (sırasıyla p=0.571 ve p=0.596).ÖR ve PR pozitifliği spiküle kitlelerde daha fazla olma eğilimindedir. Bu, hastalığın seyrini ve tedavinin etkinliğini tahmin etmede yardımcı olabilir.Item Trafik kazası ile gelen pediatrik hastalarda, kaza oluş şekilleri ile travma skorlarının değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-04-01) Atik, Dilek; Cander, Başar; Dikmetaş, Cesareddin; Bulut, Bensu; Sert, Eren; Kaya, Hilmi; Guven, Ramazan; Bayramoğlu, AtıfÇocuk acil servisinde travmanın en yaygın nedeni trafik kazalarıdır. Bu çalışmada trafik kazası geçiren çocuk travma hastalarında trafik kazası tipini ve anatomik travma skorlarını değerlendirmeyi amaçladık. Bu çalışma hastane otomasyon sistemi, adli kayıtlar ve pediatrik hasta dosyaları incelenerek retrospektif olarak yapıldı. Tam kayıtları olan 443 hasta çalışmaya dahil edildi. Çalışmaya alınan hastaların% 64.1'i erkek,% 35.2'si kadın ve ortalama yaş 8.9 idi. Trafik kazası türlerine göre% 60.5 Araç dışı trafik kazası, % 32.3 Araç içi trafik kazası ve% 7.2 hasta motosiklet kazalarıydı. AIS skorunun ortalaması 1.91± 1.28, ISS skorunun ortalaması 3.32±3.76 idi. Trafik Kazası Tipine göre AIS ve ISS travma skorları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı. AIS ve ISS travma skorları hastaneye yatış ve taburculuk açısından ROC analizi ile değerlendirildiğinde, AIS skoru kesme noktasının 4 üzerindeydi ve kesme noktası 7'nin üzerinde olan ISS skoru hastaneye yatış açısından değerlendirilen kesme noktalarıdır. Sonuç olarak AIS ve ISS skorları; Travma merkezlerinin derecesine göre, transfer planlamasında zaman kaybetmemek için kullanılabilecek puanlar olduğunu düşünüyoruz.