2020 Cilt 18 Sayı 1
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/12714
Browse
Browsing by Rights "info:eu-repo/semantics/openAccess"
Now showing 1 - 13 of 13
- Results Per Page
- Sort Options
Item Down sendromlu çocukların günlük yaşamdaki fonksiyonel düzeyinin ve yaşının annelerin yaşam kalitesine etkisi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-11-28) Çalık, Bilge Başakçı; Çetin, Sebahat Yaprak; Kılıç, Mustafa Can; Taşpınar, Ferruh; Aslan, Ümmühan BaşBu çalışma, Down sendromlu çocukların günlük yaşamdaki işlevsel düzeyinin ve yaşının, annelerin yaşam kalitesi üzerine etkisini incelemek amacıyla planlanmıştır. Çalışmaya, yaş ortalaması 7,9±3,5 yıl olan Down sendromlu 37 çocuk alındı. Çocukların işlevsel bağımsızlık düzeyi, İşlevsel Bağımsızlık Ölçeği ile, annelerin yaşam kalitesi Kısa Form-36 ile değerlendirildi. İşlevsel Bağımsızlık Ölçeği toplam puanı 36-90 arasında olanlar, gözlem gerektiren Down sendromu grubu (n=18) ve 91-126 arasında olanlar bağımsız Down sendromu grubu (n=19) olarak iki gruba ayrıldı. İstatistiksel incelemede Mann-Whitney U testi ve Spearman korelasyon testi kullanıldı. BULGULAR: Gözlem gerektiren Down sendromlu çocukların toplam İşlevsel Bağımsızlık Ölçeği puanları 73,7±15,4 iken, bağımsız Down sendromu grubundaki çocukların puanları 106,7±11,6 bulundu. Her iki grup açısından ailelerin Kısa Form-36 zihinsel, fiziksel ve toplam puanları sırasıyla, gözleme ihtiyaç duyanların; 49,6±14,9, 53,1±25,1 ve 102,7±37,4 iken, bağımsızların; 62,1±13,9, 68,3±21,6 ve 130,5±33,7’dir. Gruplar karşılaştırıldığında Kısa Form-36 Zihinsel ve Kısa Form-36 Toplam puanları bağımsız Down sendromlu çocukların aileleri lehine anlamlı iken (p<0,05), Kısa Form-36 Fiziksel puanı açısından fark anlamsızdı (p>0,05). Bunun yanı sıra, çocukların yaşları ile annelerin yaşam kalitelerinin tüm alt testleri arasında her iki grupta herhangi bir ilişki bulunmadı (p>0,05). Çalışmamızın sonucu, Down sendromlu çocukların işlevsel bağımsızlık düzeyine bağlı olarak ailelerin yaşam kalitesinin etkilendiği ve yaşam kalitesindeki etkilenmenin zihinsel açıdan olduğunu düşündürmüştür. Çocuğun yaşı ile annenin yaşam kalitesinin ilişkili olmadığı görülmüştürItem Erken çocukluk çağında Wilson hastaların tanısal zorlukları(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-01-10) Demirbaş, Fatma; Efendioğlu, Ayça; Çaltepe, Gönül; Kalaycı, Ayhan GaziWilson Hastalığı (WH), ATP7B genindeki mutasyonlardan kaynaklanan otozomal resesif geçişli, bakır metabolizması bozukluğudur. Bu çalışmada beş yaşından önce tanı alan hastaların geri dönük incelemesi amaçlanmıştır. Ocak 2005-Aralık 2018 tarihleri arasında bölümümüzde 13’ü ≤ 5 yaş olan 64 WH’nin klinik ve laboratuar özellikleri, tedavi ve prognozları açısından retrospektif olarak analiz edildi. BULGULAR: Çalışmamızdaki 64 hastanın 33’ü erkek ve ortalama tanı yaşı 9,38±3,37 yıl (3y5a-16,3 yıl) idi. Bu hastaların 13’ü (% 20,3) ≤5 yaş altı hastadan (7 kız, 4,1±0,6 yıl) oluşmaktaydı. Beş yaş altı hastaların başvuru anında %38,4’inde hepatomegali, % 53,8’inde ailede benzer hikaye, %76,9’unda AST ve ALT yüksekliği %76,9’unda seruloplazmin düşüklüğü,%53,8’inde idrarda bakır atılımı, %50’sinde artmış karaciğer bakırı mevcuttu. İstattiksel olarak anlamlı düzeyde > 5 yaş hastalar ile kıyaslandığında ≤5 yaş olan hastaların başvuru anındaki AST değeri yüksek, total billubin, direk billuribin, idrar bakırı düzeyleri düşük saptandı (sırasıyla p=0,023, 0,009, p=0,040, p=0,011). Karaciğer biyopsisi yapılan ≤5 yaş hastaların (n: 10) portal alanda mononükleer iltihabi hücre infiltrasyonu (%80), makrovesiküler yağlanma (%50) ve parankim nekrozu (%50) olduğu görüldü. Karaciğer kuru bakır ağırlığı ortalaması ≤5 yaş hastaların 405 ±101,3 µg/gr iken >5 yaş hastaların 615,9±56,4µg/gr saptandı. İstattiksel olarak anlamlı düzeyde 5 yaş üstü hastalarda karaciğer kuru bakır ağırlığı, karaciğer biyopsisinde çatı bozulması ve köprüleşme nekrozu daha fazlaydı (sırasıyla p=0,03, p=0,01, p=0,005). Çalışmamızda da görüldüğü gibi hastaların erken dönemde tanı alma şansı gün geçtikçe artmaktadır. Akraba evliliğinin sık olduğu ülkemiz gibi ülkelerde WH tanısında tek bir testle tanı koymak zorlaşmakta birçok testin bir arada yapılması gerekmektedir. Erken tanı ve tedavi prognoz üzerinde etkilidir.Item Febril nöbette hiponatreminin önemi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-02-15) Dilber, Beril; Arslan, Elif Acar; Şahin, Sevim; Esenülkü, Gülnur; Kart, Pınar Özkan; Cansu, AliFebril nöbet çocukluk çağında en sık görülen nörolojik durumdur. Basit, komplike ve febril status olarak görülür. Uzamış febril nöbet ve komplike febril nöbet başta olmak üzere beyinde hasarlanmalar yaratır ve elektrolit bozuklukları bu durumun ağırlaşmasına ve nöbet tekrarlamasına neden olabilir. 2014- 2018 yılları arasında çocuk bölümüne başvuran toplam 6-72 ay arası 537 çocuk (273 çocuk febril nöbet; 264 çocuk ise nöbet olmadan ateş) çalışmaya dahil edildi. Hastalar iki gruba; basit febril nöbet (BFN) ve komplike febril nöbet (KFN) olarak ayrıldı. tek nöbet 15 dakikanın altında fokalite göstermeyen; KFN ise >15 dakika ve fokalite gösteren 24 saat içinde birden çok kez tekrarlayan nöbet olarak alındı. Febril nöbetle başvuru anında elektrolit değerleri venöz kan örnekleri ile değerlendirildi. BULGULAR: : Hastaların yaştan ve cinsiyetten bağımsız olarak lojistik regresyon analizi yapıldığında sodyum değeri <134,5 olanlara göre sodyum değeri ≥ 134,5 olanlar febril nöbet riski açısından 10,13 kat daha riskli bulundu. Serum potasyum ve kalsiyum değerleri arasında anlamlı bir ilişki bulunamadı. Febril nöbet geçiren hastaların %66.3‘ünün ve de KFN geçiren hastaların %64’ünün sodyum değeri 134.5 mmol/L altında idi. Crosstabs sodyum için sensivite %66,3 spesifite %83,7 pozitif prediktif değer %80,8 negatif %70,6 idi. Ilımlı hiponatremi değerleri (132-133) olan hastaların nöbet sıklıkları diğer sodyum düzeylerine göre nöbet sıklığındaki artışla orantılı idi (r=0,389, r=0,434, p<0,05). Bu çalışmamızda; febril nöbette sodyum değerlerinin anlamlı olarak düştüğünü, komplike febril nöbeti olan çocuklarda sodyum düşüklüğünün belirgin olduğunu ve nöbetin tekrarlamasında belirleyici risk faktörü olduğunu gösterdik.Item Hekimler diş sürme dönemi semptomları için kehribar takı kullanımını tavsiye ediyor mu?(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-02-12) Topal, Burcu Güçyetmez; Falay, Sıdıka BerilSon dönemlerde diş sürme dönemindeki şikayetlerin giderilmesinde kehribar takıların kullanımı özellikle sosyal medyanın da etkisiyle giderek artmaktadır. Pazarlayıcı firmalar tarafından, kehribarın analjezik, antipiretik ve antiinflamatuar özelliği olduğu ileri sürülmekte, bebeklerde kullanılması amacı ile kehribar takılar piyasaya sunulmaktadır. Çalışmamızda, kehribar kullanımı ile ilgili tıp ve diş hekimlerin tavsiyelerinin değerlendirilmesi ve bu konu ile ilgili literatürlerin gözden geçirilmesi amaçlanmıştır. Çalışma için, elektronik posta yoluyla gönderilmek üzere 10 soruluk bir anket formu hazırlanmıştır. Çalışmaya, bebeklerin diş sürme dönemindeki şikayetleri ile yakından ilişkili olan diş hekimleri, pedodontistler, pediatristler ve aile hekimleri dahil edilmiştir. Çalışmaya, anket sorularını eksiksiz dolduran toplam 246 hekim (188 kadın, 58 erkek) dahil edilmiştir. Hekimlerin sadece %8,5’i diş sürme dönemindeki hastalarına kehribarı tavsiye ettiklerini bildirmişlerdir. Kehribarı, en fazla 20-30 yaş aralığındaki hekimlerin (%6,2) tavsiye ettiği tespit edilmiştir (p<0,05). Kehribarı, tıp hekimlerinin (%19,5) diş hekimlerine (%3,0) göre istatistiksel olarak anlamlı derecede daha fazla tavsiye ettiği bulunmuştur (p<0,05). Bölüm olarak, aile hekimlerinin diğer hekimlere göre kehribarı daha fazla tavsiye ettikleri bulunmuştur(p<0,05). TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak, çalışmamızdaki hekimlerin büyük çoğunluğu diş sürme dönemindeki semptomlar için kehribarı tavsiye etmediğini bildirmiştir. Ebeveynlerin, bebeklerine geleneksel veya tamamlayıcı tıbbi yöntemler uygulamadan önce bu konuyla ilgilenen hekimlerin bilime dayalı tavsiyelerine başvurmaları, olası komplikasyonların önüne geçilebilmesi için önemlidir. Dolayısıyla, tüm sağlık çalışanlarının, kehribar takılar gibi etkinliği kanıtlanmamış, pazarlayıcı firmalar tarafından ebeveynlerin inançlarını suistimal eden, küçük çocuklarda kullanımı güvenli olmayan ürünler hakkında bilgi sahibi olmaları gerektiği ve bilimsel kanıta dayalı bilgileri yaymaktan sorumlu oldukları düşünülmektedir.Item Hemofagositik lenfohistiyositozisile tedavi edilen olgularının retrospektif olarak değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-02-10) Temuroğlu, Aytül; Evim, Melike Sezgin; Sevinir, Betül; Baytan, Birol; Güler, Salih; Güneş, Adalet Meral; Tıp Fakültesi; Çocuk Hematoloji ve Onkoloji Bilim DalıHemofagositik lenfohistiyositoz (HLH) monosit/makrofaj sistemindeki kontrolsüz proliferasyon sonucu oluşan nadir görülen enflamatuar bir sendromdur. Ailesel (primer) ve sekonder olmak üzere iki sınıfa ayrılmaktadır. Ülkemizde akraba evliliği oranı %29.2 ile yüksek olduğu için HLH sıklığı da artmaktadır. Sekonder HLH her yaşta görülebilmekle beraber gerçek insidansı bilinmemektedir. Maligniteler, enfeksiyonlar ve inflamatuar süreçlere eşlik edebilir. Major klinik bulgular persistan yüksek ateş, sitopeni, splenomegali ve/veya hepatomegalidir. İlk bulgu genellikle ateştir. Tedavide amaç anormal inflamasyonu durdurmaktır ve altta yatan nedeni tedavi etmektir. Kliniğimizde 2010 ile 2019 yılları arasında tanı konulup tedavi edilen 15 hastayı retrospektif olarak değerlendirdik. İstatistiksel analiz kruskal- wallis testi ile yapıldı. BULGULAR: Kliniğimizde tanı alıp tedavi edilen 15 hastanın ortanca tanı yaşı 18 aydı(1ay- 17 yaş). Olguların kız erkek oranı 6/9 idi. Ateş bütün hastalarda görüldü, hepatosplenomegali %80 oranında vardı. Ortalama ferritin değeri 33.927±51.461µ/l (964-201.074)idi. Hasta grubumuzda akraba evliliği oranı %53 (n=8) olup yüksekti ve enfeksiyona sekonder gelişen hastaların tümünde etken EBV idi. Olguların %33’ü (n=5) primer, %67’si(n=10) sekonderdi. Sekonder olguların %40’ında(n=4) etyolojide malignite, %50’sinde (n=5) enfeksiyon ve %10’unda (n=1) metabolik hastalık vardı. Ülkemiz koşullarında persistan yüksek ateş,hepatosplenomegali ve ferritin yüksekliği ile gelen olgularda HLH düşünülmesi erken tanı açısından önemlidir. HLH tablosu ile gelen olgularda primer nedenler yanı sıra etyolojide malignite de unutulmamalıdır.Item Hemofilide problem davranışlar ve aşırı koruyucu annelik tutumları(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-03-18) Evim, Melike Sezgin; Kantarcıoğlu, Arzu Çırpan; Çocuk Hematoloji Bilim Dalı; Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Çocuk Hematoloji Bilim DalıHemofili, çocuğun psiko-sosyal gelişimini ve annelerin duygu durumu ile çocuğa karşı tutumlarını olumsuz etkilemesi beklenen kronik hastalıklardandır. Bu çalışmanın amacı, ağır hemofili tanısıyla izlenen ergen ve annesinin psikolojik problemlerini incelemek ve annenin duygu durumu ile aşırı koruyucu tutumlarının ergenin davranışları üzerindeki etkisini incelemektir. Çalışma grubu 19 ağır hemofili A ve B hastası olan erkek ergen (11-16 yaş arası) ve annelerinden oluşmaktadır. 22 gönüllü sağlık personeli anne ve oğulları (11-16 yaş arası) çalışmaya kontrol grubu olarak alınmıştır. Veriler hem anne hem de ergenlerden tek oturumda psikometrik araçlarla toplanmıştır. Hemofili ile anksiyete, depresyon ve karşıt olma-karşıt gelme davranışları arasında pozitif korelasyon bulunmuştur. Annenin aşırı koruyucu tutumları ile ergenlerin anksiyete, depresyon, karşıt olma-karşıt gelme davranışları ve annenin depresyon puanları arasında pozitif bir korelasyon bulunmuştur. Her iki grubun toplam puanları karşılaştırıldığında, annelerin depresyon puanları ve aşırı koruyucu tutumları çalışma grubunda anlamlı olarak fazladır. Ergenlerin ise karşıt olma karşıt gelme, depresyon ve anksiyete puanları çalışma grubunda anlamlı olarak fazla bulunmuştur Hemofili tanısı almış ergen ve annelerinde problem davranışların azaltılması için bazı önerilerde bulunulmuştur. İlk olarak anne, hastalık, tedavi ve aşırı koruyucu tutumları ile bilgilendirilmeli, sorumluluklarını paylaşmalıdır. Aile ve hasta çocuk, hemofili risklerini göz önünde bulundurarak, yapılabileceklere odaklanmalıdır.Item Kronik ürtiker’li çocuklarda serum otolog deri testi: hastalığın ağırlığı ile ilişkisi var mı?(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-02-11) Özçeker, Deniz; Yücel, Esra Özek; Çimen, Sevgi Sipahi; Dilek, Fatih; Güler, Nermin; Tamay, ZeynepÇalışmamızda Otolog serum testi pozitifliği ile çocukluk çağı kronik spontan ürtikerinin ağırlığı arasındaki ilişkiyi araştıran kısıtlı sayıda çalışmaya katkıda bulunmak amaçlanmıştır. Kronik spontan ürtiker nedeniyle otolog serum testi yapılmış 87 çocuk hastanın verileri geriye dönük incelendi. Ürtiker ağırlığı ürtiker aktivite skoruna göre değerlendirildi. Hastalarımızın 19’ında (%21.83) otolog serum testi pozitif olarak tespit edildi. Otolog serum testi pozitif ve negatif olan hastaların klinik ve laboratuvar parametreleri değerlendirildiğinde; yaş, cins, semptomların başlama yaşı, total IgE ve eozinofil (%) açısından istatistiksel anlamlılık saptanmadı. Otolog serum testi pozitif olan hastaların ürtiker aktivite skorları anlamlı olarak daha yüksek saptandı (p 0,001). Çalışmamızda otolog serum testipozitif hastalarda ürtiker aktivite skoru daha yüksek bulunmuştur. Pozitif otolog serum testine sahip hastaların tedavi seçimi hastalığın daha şiddetli olabileceği ihtimalini dikkate alarak yapıldığında daha çabuksemptom kontrolünü ve hastaların yaşam kalitesinin düzelmesini sağlayacaktır.Item Outcomes of inhaled nitric oxide in preterm and term infants: A four-year experience in a tertiary neonatal unit(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-01-16) Varal, İpek Günay; Doğan, PelinThis study aimed at assessing the data of term and preterm neonates with pulmonary hypertension (PH) to characterise patients and the effectiveness of inhaled nitric oxide (iNO). The study cohort treated with iNO between 2015 and 2019 was categorized into two groups according to the gestational age (GA) and timing of PH. Overall 56 neonates were enrolled. Pre-iNO, post-iNO mean airway pressure values, and oxygenation index were significantly higher in the preterm group (p < 0.05). Mean GA and birth weight of the infants who had early PH diagnosis were higher. Positive responders were more likely to have higher GA as well as higher birth weight (p < 0.05). Non-responders were mostly diagnosed with diaphragmatic hernia in term infants and with sepsis in preterm infants. Despite term infants have higher positive response rate to treatment, initiating early treatment will increase the rate of positive response in preterm infants.Item Pediatrik akut enfeksiyöz miyozitlerin klinik ve laboratuvar özellikleri: 26 hastanın değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-01-09) Danış, Ayşegül; Köken, Özlem Yayıcı; Kayılıoğlu, Hülya; Aksoy, Ayşe; Yüksel, DenizEnfeksiyöz ve idiopatik olarak iki ana grupta incelenen, inflamatuvar miyopatiler içinde etken ajanın tespit edilebildiği enfeksiyöz miyozitler; çocuklarda genellikle viral üst solunum yolu enfeksiyonlarını takiben 1-5 günlük dönemde ortaya çıkan, yaygın kas ağrısı, yürümede güçlük ile karakterize, çoğunlukla kendiliğinden düzelen selim tablolardır. Bu çalışmada amaç çocukluk çağı akut enfeksiyöz miyoziti tanısı ile takip edilen hastalarımızın klinik ve laboratuvar özelliklerini incelemektir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Sağlık Bilimleri Üniversitesi Ankara Dr. Sami Ulus Kadın Doğum, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Nöroloji Polikliniğine son beş yılda başvuran ve akut enfeksiyöz ve idiopatik miyozit tanısı alan hastalar retrospektif olarak dosya bilgileri ile incelendi. BULGULAR: Ani başlayan yaygın kas ağrısı, yürümede güçlük şikayeti ile başvuran ortalama yaşları 79.6 ay ve %57. 7’ si erkek (n=15) toplamda 26 hastanın; %73.1’ inde (n:19) yakın zamanda geçirilmiş üst solunum yolu enfeksiyonu öyküsü mevcuttu. Başvuruda bakılan ortalama kreatin fosfokinaz düzeyleri 2596 IU/L idi. Enfeksiyöz etken toplam 9 hastada (%26.9) tespit edilebildi. Bu etkenler; İnfluenza B (n=3), A grubu beta hemolitik streptokok (n=2), İnfluenza A/H1N1 (n=1) ve Mycoplasma pneumoniae (n=1) idi. 1 hasta Escherichia coli’ ye bağlı ürosepsis, 1 hasta Metisilin dirençli Stafilococcus aureus’ a bağlı sepsis tanısı aldı. Bulgular hastaların çoğunda en geç 48 saat içerisinde düzelmeye başlamakla birlikte ortalama iyileşme süresi 8.31± 5.8 gündü. : Çocukluk çağı akut enfeksiyon ilişkili inflamatuvar miyozitinin rabdomiyoliz riski nedeniyle hızlı tanınıp yakın izlem gerektirmesi, akut güçsüzlükle başvuran hastaların ayırıcı tanısında mutlaka ilk akla gelen tanılardan olması nedeniyle çocuk hekimleri tarafından çok iyi bilinmelidir.Item Prematüre bebeklerde hemoglobin düzeyi ile bronkopulmoner displazi ilişkisi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-01-10) Varal, İpek GüneyBronkopulmoner displazi (BPD) pretermlerde sık görülen bir kronik akciğer hastalığıdır. Bu çalışmada, farklı zamanlarda alınan kapiller hemoglobin (Hb) düzeyinin BPD gelişimi ile ilişkisini göstermek ve BPD gelişimini öngörmede bir belirteç olarak araştırılması hedeflendi. Retrospektif kohort tarzında düzenlenen çalışmaya hastanemiz yenidoğan ünitemizde yatan 32 gestasyon haftasının altında doğan preterm bebekler dahil edildi. Yatışı sırasında bronkopulmoner displazi tanısı alan hastalar grup 1, diğer hastalar grup 2 olmak üzere 2 grup belirlendi. Hastaların kapiller Hb düzeyleri doğdukları ilk gün,7. ve 14. günde olmak üzere toplam 3 kez kayıt edildi. BULGULAR: Çalışmaya 189 preterm bebek alınmış olup dışlanma kriterlerine göre değerlendirildikten sonra 65’i BPD, 93’ü BPD olmayan toplam 158 hasta dosyası incelemeye alındı. Grupların hemoglobin düzeyleri karşılaştırıldığında BPD gelişen grubun doğum hemoglobin ve 7. gün hemoglobin düzeylerinin anlamlı düzeyde daha düşük olduğu görüldü (p<0.05). Doğum kapiller Hb değeri için ROC analizi uygulandığında “cut-off” değeri 18mg/dl belirlendiğinde; bu değer için duyarlılık %55, özgüllük %66 ve AUC değeri 0.61 olarak saptandı (p < 0.05). Yedinci gün kapiller Hb değeri için ROC analizi uygulandığında “cut-off” değeri 16.3 mg/dl belirlendiğinde; bu değer için duyarlılık %86, özgüllük %51 ve AUC değeri 0.74 olarak saptandı (p<0.05). Biz bu çalışmada doğumda ve 7. günde ölçülen Hb seviyesi düşük olan pretermlerde BPD gelişiminin daha fazla olduğunu gözlemledik. Böylece Hb seviyesinin farklı mekanizmalarla akciğer dinamiklerine ve solunum sistemine etkisi olabileceğini değerlendirdik. Tüm bunlar sonucunda, yaşamın ilk günlerindeki Hb düzeyi ile risk altındaki bebekler erken tespit edilerek, erken koruyucu tedaviler için değerlendirilebilir.Item Serebral palsili çocuğa sahip annelerin anksıyete, depresyon ve yaşam kalitesi düzeyleri(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-01-08) Gemiköz, Merve; Özgen, Merih; Mutlu, FezanÇalışmamızın amacı serebral palsili çocukların annelerinde anksiyete, depresyon ve yaşam kalitesi düzeyi ile serebral palsili çocukların motor bozukluk düzeyleri arasındaki ilişkiyi araştırmaktı. Serebral palsi tanılı çocuğa sahip 98 anne çalışmaya dahil edildi. Katılımcıların sosyodemografik bilgileri kaydedildi. Annelere Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ), Beck Anksiyete Ölçeği (BAÖ) ve Dünya Sağlık Örgütü Yaşam Kalitesi Ölçeği Kısa Formu Türkçe Versiyonu (WHOQOL-BREF-TR) uygulandı. Serebral palsili çocukların Pediatrik Fonksiyonel Bağımsızlık Ölçümü (WeeFIM), Kaba Motor Fonksiyon Sınıflandırma Sistemi (KMFSS) ve Bimanuel İnce Motor Fonksiyon (BİMF) skorları kaydedildi. Serebral palsili çocukların KMFSS, BİMF ve WeeFIM skorlarındaki farklılıkların annelerin BAÖ ve BDÖ skorları ile ilişkili olmadığı bulundu (p>0,05). WeeFIM skoru ile WHOQOL-BREF-TR sosyal ilişkiler alt başlığı arasında anlamlı ilişki saptandı (p<0,05). BİMF seviyeleri ile WHOQOL-BREF-TR genel sağlık, sosyal ilişkiler, çevresel sağlık alt başlıkları arasında anlamlı ilişki vardı (p<0,05). Çocukların KMFSS düzeyi ile annelerin yaşam kalitesi arasında anlamlı ilişki olmadığı gözlendi (p>0,05). Serebral palsili çocuklardaki fonksiyonel yeti yitimi annelerin yaşam kalitesini olumsuz yönde etkiler. Annelerin anksiyete ve depresyon düzeyi serebral palsili çocukların fonksiyonel düzeylerinden bağımsız olarak etkilenir. Serebral palsili çocuğa sahip annelerin fiziksel, psikolojik ve ekonomik olarak desteklenerek yaşam kalitelerinin arttırılmasının anneler ve çocukları, aileleri, sosyal ve mesleki çevreleri için önemli olacağı kanısına varılmıştırItem Suriye ve Iraklı göçmen çocuklarda D vitamini eksikliği(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-02-26) Sarı, EyüpSon yıllarda yapılan çalışmalarda çocuklarda D vitamini eksikliğinin yaygın olarak gözlendiği özellikle de göçmenlerde bu oranın daha fazla olduğu bildirilmiştir. Biz de bu çalışmada Suriye ve Iraklı göçmen çocukların D vitamini düzeyleri ve yaş, cinsiyet, tanı ve uyruklarının D vitamini eksikliğiyle ilişkilerini belirlemeyi amaçladık. 1 Ocak 2015 ile 31 Aralık 2018 tarihleri arasında Ankara ili içerisindeki hastanelerde kan 25(OH)D vitamini seviyesi bakılan Irak ve Suriyeli göçmen çocuklar retrospektif olarak incelendi. 25 (OH) D vitamin seviyeleri <12 ng / mL eksikliği, 12-20 ng / mL yetersizliği,> 20 ng / mL normal olarak sınıflandırıldı. BULGULAR: Çalışmaya yaş ortalaması 10.1±5.3 olan, toplam 171 göçmen çocuk dahil edildi. Çocukların %25. 7’ sinin normal (>20 ng/mL) 25(OH)D vitamini kan seviyesine sahip olduğu gözlenirken, %31.2 sinde hafif eksiklik, (12-20 ng/mL), %40.9 unda tedavi gerektiren D vitamini eksikliği (< 12 ng/mL) tespit edildi. Çocuklar cinsiyet, yaş grupları ve uyruklarına göre D vitamini seviyeleri karşılaştırıldığında kız çocukların (p=0.003) ve 10 yaş ve üzerindekilerin (p=<0.001) 25(OH)D vitamini seviyelerinin daha düşük olduğu gözlendi. Çalışmamız göçmen çocuklarda özellikle 10 yaş üstü ve kız çocuklarında yüksek oranda tedavi gerektiren D vitamini eksikliği olduğunu göstermektedir. Ciddi olumsuz sonuçları olabilecek D vitamini eksikliği ve yetersizliği açısından yüksek risk altında olan göçmen çocukların D vitamini takviyesi ve beslenme desteğine ihtiyaçları olduğunu düşünüyoruz.Item Yeni coronavirüs 2019 enfeksiyonları güncel durum(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-03-10) Yeşil, Edanur; Hacımustafaoğlu, Mustafa; Tıp Fakültesi; Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Çocuk Enfeksiyon Bilim DalıCoronavirüsler zarflı, adlarını yüzeylerindeki dikensi çıkıntılardan (Corona; Taç) alan RNA virüsleridir. İnsan ve hayvanlarda, respiratuar, enterik, hepatik ve nörolojik hastalıklara neden olabilirler. İnsanlarda genellikle Alfa ve Beta tipleri görülür. İnsan Coronavirüsleri (HCoV) ilk defa 1960’lı yıllarda tanımlanmıştır, ve bunlar genellikle 229E, NL63, OC43 ve HKU1 Coronavirüsleri olup insanlarda tipik hafif/orta solunum yolu hastalıklarına sebep olmaktadır. Ayrıca zaman zaman salgınlar yapan ve ağır seyirli Coronavirüs enfeksiyonları da (MERS-CoV, SARS-CoV) bildirilmiştir. Bunlardan farklı olarak Aralık 2019 da Çin’in Hubei eyaletinin Wuhan şehrinden başlayıp tüm dünyaya yayılma eğilimi gösteren yeni (novel) Coronavirüs enfeksiyonları (2019-nCoV, daha yeni tanımlarıyla SARS-CoV2 veya COVID-19) bildirilmiştir. Bu derlemede bu yeni Coronavirüs enfeksiyonlarının epidemiyolojik seyri, genetik faktörleri, bulaş mekanizmaları, erişkin ve çocuk olgularda kliniği, tanı, tedavi, korunma yöntemleri ve ülkemizdeki durum ile ilgili güncel bilgilerin sunulması amaçlanmıştır. Dünya’da 12 Şubat itibariyle 45,171 kanıtlı vaka bildirilmiş olup 25 farklı ülke bu salgından etkilenmiştir. COVID-19 enfeksiyonunun ortalama inkübasyon süresi 5,2 gün (1-14 gün), fatalite hızı tüm olgularda ortalama %2,5, ancak yatan hastalarda ise %4,3-15 bildirilmiştir. Erişkin olgularda klinik olarak ateş, öksürük, halsizlik gibi non-spesifik üst solunum yolu enfeksiyonu benzeri bulgularla başlar. Ağır olgularda günler içerisinde pnömoni, ağır solunum yetersizliği gibi bulgular gelişir. Laboratuvar bulgularında; lenfopeninin dikkat çektiği, yatan/ağır olgularda, akciğer tutulumunun hemen tüm olgularda bilateral ve multilobuler ve/veya subsegmental konsolidasyon şeklinde olduğu gözlenmiştir. Çocuk olgularda genellikle asemptomatik ya da çok hafif üst solunum yolu enfeksiyonu şeklinde seyredip pnömoni nadir görülmüştür. Çocuk olgularda fatalite bildirilmemiştir. Korunmada damlacık izolasyon önlemleri ve el hijyeni önemli yere sahiptir. Enfeksiyon kontrol önlemlerinin titizlikle uygulanmasının epidemi ve pandemilerin gücünün kırılmasında yararı olması beklenmektedir.