1983 Cilt 4 Sayı 2
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/20295
Browse
Browsing by Rights "info:eu-repo/semantics/openAccess"
Now showing 1 - 20 of 26
- Results Per Page
- Sort Options
Item Alman federal mahkeme kararı(Uludağ Üniversitesi, 1983) Pulaşlı, Hasan; İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi1· Devreden, o şey üzerindeki zilyetliğini, zilyed yardımcısı vasıtasıyla kullanıyorsa, mülkiyet, müşterek zilyetliğin devri yoluyla § 929 BGB ye göre iktisap edene geçmez. 2- Bağışlayan malikse ve bağışlanan, şeyin vasıtasız zilyed ise, kendisiyle iktisap eden arasında somut bir zilyetlik ilişkisi anlaşmasıyla bağışlama icra olunabilir.Item Bağlantısızlık: Bir dış politika seçeneği mi?(Uludağ Üniversitesi, 1983) Kar, Bülent; İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesiİkinci Dünya Savaşının bitimiyle beraber Avrupa'nın çöküşü, uluslararası politika da üç önemli değişikliğin oluşmasına neden olmuştur. Bunlardan ilki; Birleşmiş Milletler Yasasında da yer alan sömürgeciliğin ortadan kaldırılması; ikincisi, uluslararası politikanın saptandığı merkezlerdeki değişiklik; ve üçüncüsü de ideolojik çatışma öğeleridir. İlk öğe olan sömürgeciliğin ortadan kaldırılması şüphesiz sömürge olan ülkelerin sadece iç dinamiklerinden kaynaklanmakta fakat aynı zamanda savaş nedeniyle güçsüz düşen sömürgeci devletlerin durumlarından da etkilenmektedir. öte yandan, İkinci Dünya Savaşı'na kadar dünya politikasının saptandığı merkez Avrupa, bu müstesna yerini Amerika Birleşik Devletleri'nin iz ediği "yalnızcılık " politikası ile Sovyetler Birliği'nin kendi rejimini sağlamlaştırma çabalan ile uğraştığı ve bu nedenle de dünya politikasından uzak olduğu döneme borçludur. Ancak, İkinci Dünya Savaşı'nın sonunda ne A.B.D. ne de S.B. eski politikalarını sürdürmeye niyetli değildirler. Savaş sonrası ortaya çıkan bu iki büyük güç artık dünya politikasını kendileri saptamaya başlamışlardır. Savaş içinde ve sonunda yapılan antlaşmalar, dünya politikasına yön veren merkezin Washington Moskova ekseni olduğunun açık kanıtlarını taşımaktadır. Üçüncüsü de savaştan hemen sonra ortaya çıkan, iki blok arasındaki gerginlik, güvensizlik ve işbirliğinden yoksun soğuk savaşın tüm şiddetiyle kendini gösterdiği dönemdir. Bir yandan Sovyetler Birliği kendi ideolojisini yaymaya çalışmış, öte yandan Amerika Birleşik Devletleri buna "çevreleme" politikası ile karşılık vermiştir. Kökeninde ideolojik öğenin olduğu bu çatışma dönemi Kore ve Vietnam da sıcak savaşa dönüşmüş , bu arada her iki blok lideri, blok üyeleri arasında siyasi, ideolojik, ekonomik ve askeri ittifaklar kurarak "soğuk savaş"ın hızlanmasına neden olmuşlardır.Item Çok uluslu şirketler ve kooperatifler (II)(Uludağ Üniversitesi, 1983) Alper, Yusuf; İktisadi ve İdari Bilimler FakültesiKooperatiflerin finansman konusunda karşılaştıkları güçlükler, bu tebliğin ikinci bölümünde açıkladığımız yönetimle ilgili problemlerden daha güç ve daha çetindir. Bütün gelişmiş ülkelerdeki tarımsal üretim, işleme, pazarlama birlikleri, tüketim kooperatifleri ve işçi üretim birlikleri yapmış oldukları ticari işlemlerde finansman güçlükleri ile karşılaşmaktadırlar. Karşılaşılan bu güçlüklerin nedeni, kooperatiflerin her geçen gün daha fazla ve daha uzun vadeli sermayeye ihtiyaç duymaları gerçeğinden kaynaklanmaktadır. Sermaye piyasasındaki daralma ve finansman kaynaklarının pahalılı nedeni ile bu ihtiyaca cevap verilmemektedir.Yakın zamanda meydana gelen ekonomik ve sosyal değişmeler, diğer şirketler gibi kooperatiflerinde daha sermaye yoğun üretim teknikleriyle çalışmaya zorlamıştır. Kooperatif işletmeleri daha sermaye yoğun tekniklerle çalışmaya zorlayan bu değişiklikleri ve gelişmeleri şu şekilde sıralamak mümkündür:Item Cumhuriyet döneminde Türkiye'nin sanayileşmesi(Uludağ Üniversitesi, 1983) Dülgeroğlu, Ercan; İktisadi ve İdari Bilimler FakültesiGelişen ülkeler, mevcut imkanlarıyla gelecekteki iktisadi büyüme ve kalkınma alanında daha yüksek hızlara ulaşmak için sanayi kesimini ve sanayileşmeyi sürükleyici bir faktör olarak gerekli görmektedirler . Bu gereklilik aslında hem ekonomik hem de politik bir zorunluluk olarak bağımsızlık mücadelesi veren tüm ülkelerin kuruluş yıllarında kabul edilmektedir. Bu ise, iktisadi kalkınma sürecinde ortaya konulan alternatiflerden bir tanesi ve fakat en önemlisidir. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruldugu ilk yıllarda, biraz sonra özellikleri ortaya konulacak olan iktisadi durumu göz önüne alan Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk: "Yeni Türkiye'mizi layık olduğu mertebe-i resanete isal edebilmek için, behemehal iktisadi yatımıza birinci derecede ehemmiyet vermek mecburiyetindeyiz. Zamanımız tamamen bir iktisat devrinden başka birşey değildir". demek suretiyle iktisadi kalkınmanın Türk halkı için mücadele verilecek en önemli bir mesele olduğunu açıklamaktadır.Item Cumhuriyetin 60. yılında Türkiye ekonomisi(Uludağ Üniversitesi, 1983) Unay, Cafer; İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi1923 yılında kurulan Cumhuriyetimizin bu yıl 60. senesini doldurmuş olacağız. 60 yıllık bir dönemde elde olunan sonuçlan ve varılan noktayı değerlendirmek, iki nedenle bize zor görülmektedir. Bu nedenlerden birincisi, farklı devrelerde izlenen ve birbirinden farklı bulunan strateji ve politikaların uygulanmasıdır . Geniş araştırmaların gerekli kılan bu konuda, rakip doktrinlerden esinlenmiş bulunulması iktisatlılar yaratacak niteliktedir. İkinci bir güçlük, bu döneme ve özellikle başlangıç yıllarına ilişkin sağlıklı istatistiki bilgilerin bulunmamasıdır. He rşeye karşın, bu dönemin (1923-1983.) objektif olarak bir değerlendirilmesini yapabilmek için; ilkin başlangıç durumuyla, ekonomik ve sosyal koşulların açık olarak ortaya konulması gerekmektedir. İkinci aşamada varılan noktadaki durum ortaya koyunca, katedilen mesafe kendiliğinden ortaya çıkacak ve alınan sonuç değerlendirilebilecektir. Elde olunan sonucun değerlendirilmesinde, İktisat tarihinin önceki dönemlerinde bu yolu kat eden birçok ülkenin durumu gözden uzak bulundurulmamalıdır. Her zamanki gibi bu dönemden de, Türkiye'nin izlediği yol ve uyguladığı politikalar, coğrafi, ekonomik, sosyal ve dini özellikleriyle uluslararası konjonktürün etkisinde kalmıştır.Item Daha etkin bir öğretim için bazı öneriler(Uludağ Üniversitesi, 1983) Hsing, Ho Shue; Denizli, Gülgin; İktisadi ve İdari Bilimler FakültesiOnsekiz yıl önce öğretmenlik yaşamına başladım ve bu yıllar boyunca kafamı sürekli oyalayan düşünce, öğretimi daha etkin duruma nasıl getirebileceğim düşüncesiydi. Şimdi İngilizce öğretme konusunda benimkine benzer durumlarla karşılaşan diğer öğretmenlere yardımcı olacak bazı şeyler söyleyebileceğimiz hissediyorum. Deneyimlerimden ve düşüncemden doğan bu öneriler öğretmen ve öğrencilerin çalışmasıyla ilgilidir. Koşullar demekle özellikle iki şeyi söylemek istiyorum: 1. Öğrencilerin rahatça duyup pratik yapabilecekleri ingilizce konuşan bir ortam, 2. Öğrencileri kendi istekleriyle öğrenmek için yönlendirecek hoş bir atmosfer. Tümümüzün yararlanabileceği ilk kaynak bir okuma kitabındaki okuma parçalandır. Bunlar genellikle okuyucunun içindeki sözcükleri ayrı bir cümleden daha iyi ve sindirerek anlayabileceği açık dille yazılmış öykülerde bulunur. Bir sözcüğü sözcük listesinden öğrenmek onu bir cümle içinde öğrenmek kadar yararlı değildir. Bir sözcük ya dil cümleciği öğrenmenin en etkili yolu onu düzgün bir dille yazılmış bir öykünün bütünü içinde kavramaktır. Ne yazık ki bu durumda ingilizce öğretmenin yaygın şekli aynı cümlelerden oluşan bir kitabı öğretim aracı olarak kullanmak, o tür bir kitabı gramer kitabı diye isimlendirmek ve onun öğrencinin ingilizce bilgisinde eksik olan şeyleri tamamlamada tek çare olduğunu sanmaktır.Item Döviz kuru sistem tartışmaları altında dış ödeme dengemiz ve döviz kuru politikamızın değerlemesi (1)(Uludağ Üniversitesi, 1983) İyibozkurt, M. Erol; İktisadi ve İdari Bilimler FakültesiTürkiye 24 Ocak 1980'de uygulamaya koyduğu İstikrar Programıyla fiyat yükseliş oranlarını düşünmede kısmen başarılı olmasına rağmen bu politikanın iç talebi kısması,büyümeyi etkin bir şekilde sağlanması işsizliğe çözüm getirememesi vb. nedenleriyle 1982'nin ikinci yarısından itibaren istikrar programından ayrılmak ile birlikte ekonomi politikası da bazı değişiklik arayışlar içine girmiştir. Aranan politikanın bir uzantısı da döviz kuru politikasıdır. Türkiye günlük döviz kuru uygulamasına 1 Mayıs 1981 tarihinde geçince, Türk lirasının yabancı paralar karşısında değeri ülkenin döviz rezervleri, döviz giriş ve çıkışları,ithalat ve ihracat durumu göz önüne alınarak, özellikle Avrupa Para' Sistemi dikkate alınarak "dış borsalardan alınan değerler karşısında" hesap edilir, ilan ediliyordu. Ancak bu uygulama çeşitli eleştiri ere hedef olmuş, doların serbest piyasa değeri ile resmi değeri arasındaki farkın açıldığı belirtilmiştir. 26 Mart 1983 günü toplanan Para-Kredi Kurulu da doların değer yükselişinin Türk lirasına aynen yansıtılmasını kabul etmiştir.Item Evlenme nedeniyle işten ayrılmanın kadın işçinin kıdem tazminatı ve sosyal güvenlik haklarına etkisi(Uludağ Üniversitesi, 1983) Karapınar, İsmail; İktisadi ve İdari Bilimler FakültesiAile birliğinin yükünü ve sorumluluğunu paylaşan kadının çalışma hayatına girmesi ile birlikte ortaya çıkan sorunlar, sanayileşmeye, sosyal, kültürel ve teknolojik gelişmelere paralel olarak gittikçe artmakta, bunların çözüm yolları ve alınan önlemler ülkeden ülkeye değişen ve oldukça farklı bir görünüm arz etmektedir. Zira her ülkenin özellikleri, ekonomik ve sosyal gelişmesi farklı olduğundan, çalışan insanların ve özellikle kadınların ihtiyaç ve sorunların da bu gelişimine uygun olarak az veya çok değişmektedir. Ayrıca anne olabilme özelliğini taşıyan kadının çalışma hayatında özel olarak korunması gerektiğine günümüzde hemen bütün ülkeler inanmış görmektedirler. Nitekim Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 7 Aralık 1962 günlü, 1777 (XC II) sayılı kararında, Birleşmiş Milletlere üye devletlerle birlikte uzmanlaşmış kurumları ve örgütleri, kadının sorunları ile ilgili bir program hazırlama ve uygulama amacıyla yeni kaynaklar bulma ve geliştirme imkanları incelemeye çağırmıştır. Diğer yandan, Uluslararası Çalışma örgütünün programında da, çalışan kadının ihtiyaçlarını karşılamaya, durumunu düzeltmeye, yardım etmeye, sağlıklannı ve varlıklannı korumaya yönelik tedbirlere yer verilmekte ve örgüte üye ülkelerin iç mevzuatları buna uydurmalan istenmektedir. Böylece günümüzde kadınllara bir yandan pratikte, ekonomik ve sosyal yaşamda şans ve davranma eşitliğini sağlayacak araçlar ve koşulları yaratmak, diğer yandan kadınların iktisadi ve sosyal yaşama katkısının, analık görevleri açısından, varlık anna ve sağlıklarına uygun biçimde düzenlenmesini sağlamak amacıyla milli ve uluslararası düzeyde çalışmalar yapılmakta, gerekli önlemlerin alınmasına çalışılmaktadır.Item Freiheit und gewalt in-der gesellschaft(Uludağ Üniversitesi, 1983) Karapınar, İsmail; İktisadi ve İdari Bilimler FakültesiWörtlich bedeutet Freiheit Selbstbestimmung des Menschen, und überall Freiheit von fremder Anordnung and fremden Zwang. Die Rechtsfreiheit besteht darin, dass niemand dem anderen befehlen kann, wenn er nicht zustimmt. Demnach bedeutet Freiheit, dass der Mensch ohne Zwang selbst darüber entscheidet, was er tun oder unterlassen wile. Begriff der Freiheit umfasst gleichermassen die menschlichen Faehigkeiten, eigenen Willen zu entwickeln, wie die Abwesenheit des aeusseren Zwanges. Jedoch darf Freiheit nicht als Willkür verstanden werden. ıst sie auch nicht mit einem Zwang vereinbar, der den Willen und die Einsicht des einzelnen ausschaltet, so ist die Freiheit doch an Grenzen und Regeln gebunden. Man darf seine Freiheit nicht auf Kosten der Freiheit der anderen Menschen missbrauchen. Zwar setzt das Gewissen die Freiheit des Menschen voraus, das Vermögen und sein Verhalten selbst zu bestim men, aber in mannigfacher Hinsicht ist Freiheit als selbsttaetiğe Bestimmung gesoll ter Verhaltenspotentialitaeten beschraenkt. Der Mensch steht in einer Fülle von natürlichen und sozial-kulturellen Zusammenhaengen, die er nicht abschütteln kann. Alle Freiheit findet ihre Grenzen an der Freiheit des lll)deren. Daher muss das positive Recht die Grundrechte notwendig beschraenken; das Naturrecht laesst sich nicht unmodifiziert in die Wirklichkeit transponieren. Aus den naturrechtlichen Menschenrechten werden darnit positive subjektive Rechte.Item İhracat için üretim bölgeleri(Uludağ Üniversitesi, 1983) Akat, Ömer; İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesiİhracat için üretim bölgeleri, ihracatlarına ve ihracatçılarına en fazla yardımı sağlamak üzere, değişiklik ere kolayca uyabilecek ekonomik politikaları izleyen, birçok ufak ülkelerde dikkatleri çekecek kadar başarılı olmuştur. Genellikle, bu bölgelerdeki mevcut şartların bulundukları ülkedeki şartlardan pek fazla farkı yoktur. İhracat için gerekli hammaddelerin ithalatı serbestçe yapılır, yatırım malları lisansa tabi değildir ve sermaye ile karların yurtdışına transferi daha fazladır. En önemli fark; bürokrasi ile ilgili işlemlerin en az olması ve bu bölgeler üzerindeki yatırım kararlarının hükümet tarafından daha çabuk alınmasıdır öyleyse, bu bölgelerin muhtemel avantaj ve dezavantajları nelerdir? Adı geçen bölgelerin başarılı veya başarısız olmasına sebep olan belli başlı teorik ve idari nedenler nelerdir?Item İhracat politikamız(Uludağ Üniversitesi, 1983) İyibozkurt, M. Erol; İktisadi ve İdari Bilimler FakültesiDünya'da halihazırda yüksek gelir düzeyine sahip ülkelerde büyümenin gösterdiği en önemli özelliklerden biri mamul mallar üretiminin artmasıyla birlikte ihracatlarının artışıdır. 1960'lar ve 1970 lerin başlarında yeni sanayileşmekte olan ülkeler grubunda da benzer izlenimler vardır. 1970'Ii yıllarda adından söz ettiren onikiler grubunun da ihracat artışı ile mamul mallar üretiminde artışlar kaydedilmiştir. Ülkemizde özellikle son üç yılda izlediği ekonomik program çerçevesinde hem mamul mallar hem de tarım mallarında ihracatını artırma çabası içine girmiştir. Ancak 1983'ün ikinci yarısından itibaren ihracat artışının yavaşlaması ihracatımızın sürekliliği ve düzenliliği konusuna dikkatleri çekmektedir. Acaba Türkiye'nin çabalan ne gibi bir sonuç verebilir? Konu çok boyutludur. Yazının amacı boyutlardan önemli görülenlerin üzerinde durmaktır.Item L'inflation d'appauvrissement en Turquie(Uludağ Üniversitesi, 1983) Parasız, İlker; İktisadi ve İdari Bilimler FakültesiNous voulons d'abord souligner que notre conception de L'inflation d'appauvrissement 1 n'est pas le revers de l'inflation de croissance mais elle est, dans une certaine mesure, la conséquence du mode de croissance économique opte, 11 ya plusieurs années. Après avoir traversé une période d'autarcie économique, la Turquie s'est lancée depuis 1950 dans une croissance économique rapide. II faut bien constater que Jusqu'à la dévaluation de la livre Turque en 7-Septembre-1946 le trait dominant de L'evolution monetaire de La Turquie était une mise en oeuvre d'une politique de la stabilité "à tout prix", même au détriment de l'expansion de l'économie nationale. Mais à partir de 1950, la Turquie s'est engagée dans une politique courageuse et tenace d'expansion et d'investissement rapides s'étendant presque à tous les secteurs de l'économie. La base de cette ·grande expérience n'a fait l'objet ni d'étude, ni de discussions théoriques approfondies. Aussi la technique de cette politique est-elle entièrement empirique.Item L'Intégration à la cee et la spécialisation dans L'agriculture(Uludağ Üniversitesi, 1983) Unay, Cafer; İktisadi ve İdari Bilimler FakültesiAprès l'association de la Turquie a la communauté Économique Européenne, l'industrie turque a rencontré de grandes difficultés en face de l'industrie de l'Europe des "dix". D semble que l'évolution industrielle de la Turquie serait, à long tenne reine dans le cas de l'intégration totale. La politique de l'intégration de la Turquie n'est pas compatible avec la volonté de l'Industrialisation du pays. Parce que, les industries naissantes sont protégées par les tarifs douaniers, les quotas et par d'autres mesures. Le but de protection n'est pas de protéger des industries comparativement avantageuses, de stimuler l'industrialisation toute entière. Pour cette raison, là 'ILırquie sera obligée, dans ce cas, de rester et de se spécialiser par la force des choses dans L'agriculture; puisque presque la totalité des services se trouve exclue de l'échange international.A part cela, certains européens conseillent à la Turquie de se spécialiser dans le secteur agricole. Dans cet article, nous nous proposons d'étudier cette hypothèse et d'en montrer les inconvénients.Item İş kazalarının nedenleri üzerine kuramsal yaklaşımlar ve kazaların önlenmesi(Uludağ Üniversitesi, 1983) Efil, İsmail; İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesiİş kazası, işletmede canlı ve cansızın bir arada olduğu sırada aniden meydana gelen olaydır. Bu tanımda canlı işgören, cansız işin yapılması için kullanılan makina, ani olay ise, kazadır. İş kazasını insan etkinliğinde oluşan zarar verici olay olarak da tanımlayabiliriz. Kaza rastgele olan, kötü sonuçlar doğuran bir olaydır. İlk bakışta rastgele olma özelliği çok karmaşık nedenler serisinin analizindeki güçsüzlüğümüzü gösterir. "Bilim ve Yöntemler" eserinde Poincare tesadüf bizim bilgisizliğinin ölçüsüdür demektedir. Bununla birlikte bazı kaza nedenleri üzerine yapılan bilimsel incelemeler sonunda önemli bulgular elde edilebilir.İş kazası kavramı olaya bakış açısına göre farklı tanımlanabilir. Faverge sanayi sistemi kavramından yola çıkarak üretim sisteminde her birime hücre adını veriyor.Ona göre; kaza, belirli bir değerdeki hücrelerin görevlerini yapmamalarından, dikkatsizliklerinden mesleki bilgilerinin yetersiz kalmasından ve karar vermedeki gecikmelerinden ileri gelmektedir.Item İşsizlik kavramı ve gelişen ülkeler(Uludağ Üniversitesi, 1983) Baştaymaz, Tahir; İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesiİşsizlik, sanayi devriminden günümüze kadar gelişmiş veya gelişmekte olan tüm ülkelerin en önemli sorunu olmuştur. Konuya bu derecede önem verilmesinin nedeni, yarattığı ekonomik ve sosyal sorunların çok yönlü oluşundan ileri gelmektedir.Genel istihdam seviyesinin yüksek ve kararlı olduğu, işsizlik haddinin çok düşük düzeylerde seyrettiği ülkeler bile, gelecekte karşılaşabilecekleri işsizlik sorunu nedeni ile kaygılanmakta, hatta diğer ülkelerdeki işsizlik ve yarattığı sorunlardan dahi rahatsızlık duymaktadırlar ülkeler arasında ekonomik ve politik birleşme ve yakınlaşmaların arttığı günümüzde bu durum daha açık olarak görülmektedir. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler, her türlü ekonomik girişimlerinde istihdam konusunu göz önünde tutmaktadırlar. Bu konu gelişen ülkelerde daha da büyük önem arz etmektedir. Yapılacak bir yatırımın istihdam yönünden yaratacağı etkiler diğer ekonomik etkilerden önce düşünülmektedir.Item Korelasyon katsayılarının genelleştirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 1983) Aytaç, Mustafa; İktisadi ve İdari Bilimler FakültesiDeğişkenler arasındaki ilişkiyi incelemek bilimin en önemli konularından birisidir. İstatistik kuramı ise değişkenler arası ilişkiyi incelemede bazı teknikler geliştirerek bunu anlamlı bir duruma getirmiştir. Değişkenler arasındaki ilişki değişik biçimlerde olabilir. Bu, doğrusal bir ilişki olabildiği kadar: doğrusal da olmayabilir. Korelasyon genel anlamı ile iki veya daha çok sayıda değişken arasındaki ilişkiyi gösterir ve bu ilişkinin miktarını bir sayı ile belirtir. Bu sayıya korelasyon katsayısı adı verilir. Aynca değişkenler arasındaki ilişkiyi saptarken kullanacağımız teknik, ilişki nin biçimine göre değiştiği gibi, aralarında ilişki bulunacak değişken sayısına ve ayrıca değişkenlerin sürekli veya süreksiz oluşlarına göre de değişebilir. İki de ken arasındaki ilişkiyi saptamak için kullanılan korelasyon tekniklerine basit korelasyon teknikleri denir. Aralarında ilişki aranarak değişken sayısı üç veya daha çoksa, bu durumda kullanılabilecek teknikler de kısmi Korelasyon Teknikleri adı verilir. Biz burada basit korelasyon tekniklerinden parametrik ve parametrik olmayan azı korelasyon katsayılarının genel bir tanım dan nasıl elde edildikleri ve değerlendirmelerinin ne şekilde yapılması gerektiği üzerinde duracağız.Item Mal piyasasının tekelleşmesi ve markaj enflasyonu(Uludağ Üniversitesi, 1983) Parasız, M. İlker; İktisadi ve İdari Bilimler FakültesiTürk ekonomisinde enflasyonist baskılarla ilgili geleneksel tezler talep ve maliyet enflasyonun üzerinde yoğunlaşmaktadır. Genellikle de para arzı ile fiyatlar arasındaki ilişkiler ön plana alınmakta ve enflasyonun temel nedeninin emisyon hacmindeki genişleme olduğu vurgulanmaktadır. 24 Ocak kararlarının üzerinden yaklaşık 4 yıl geçmiştir. 24 Ocak kararlarıyla özellikle fiyatların büyük ölçüde sıçratılması sonucu (1980 yılında fiyatlar % 107 oranında yükselmiştir) ekonomide gerek paranın satın alma gücü gerekse büyük bir kısım bireylerin satın alma güçleri önemli ölçüde gerilemiştir. Dolayısıyla son 4 yıldan beri 'Türk ekonomisinde talep enflasyonunu teşvik edici bir ortam yoktur. Tersine ekonominin talep yönünde enflasyonist baskıları azaltıcı bir ortam vardır. Buna karşın 1983 yılında enflasyonun yeniden tırmanışa geçti izlenimi edilmektedir, Bu durumu bir kısım uzmanlar maliyetlerdeki artışa bağlamaktadır. Şüphesiz Türk ekonomisinde maliyetlerde bir artışın olduğu inkar edilemez. Ne var ki enflasyonist baskıların yalnızca maliyetlerdeki artışlara bağlamak yetersizdir. Kanımızca Türk ekonomisinde 1984 yılına girerken yaşanılan fiyat artışının nedenini ' 'fiyat markaj' 'larında da aramak konuya derinlik kazandıracaktır. Bu aynı zamanda bize bugünkü Türk endüstrisinin piyasa yapısını analiz etmek ve enflasyonla mücadelede alınacak yeni önlemler konusunda yeni öneriler yapmak olanağı verecektir. Aşağıdaki satırlarda Türk ekonomisinde özellikle mal piyasasında aralığı hissedilmeye başlanılan tekelleşme sürecine bağlı fiyat" artışına ilişkin sonuçlar tartışılacaktır. Bunun için özellikle fiyat markajları ve bunlann yarattığı enflasyonist baskılara ağırlık verilecektir. Analizinde önce tekelleşmenin sonuçlarına ve markaj fiyatlann ekonomik kurandaki yerini daha sonra da bunların makro planda enflasyonla olan ilişkileri üzerinde durulacaktır.Item Proje yönetiminde örgütleme sorunu ve proje örgütü(Uludağ Üniversitesi, 1983) Barutçugil, İsmet S.; İktisadi ve İdari Bilimler FakültesiProje, genellikle üç yıldan daha az süreli olan ve çeşitli örgütsel birimler tarafından yerine getirilen, birbiriyle ilişkili işlerden oluşan, iyi tanımlanmış bir amacı, belirli bir zaman çizelgesi ve bütçesi bulunan karmaşık bir çabadır. Daha basit olarak bir proje, belirli kaynaktarla belirli bir zaman içerisinde tamamlanması gereken ve tekrarlanmayan özel faaliyetler topluluğu olarak da tanımlanabilir.Projelerin öngörülen sonuçlara, zamanında ve belirlenen bütçe sınırlan içerisinde kalarak ulaşabilmesi için başarılı bir biçimde yönetülmeleri gerekmektedir. Proje yönetimi, proje kapsamındaki tüm faaliyetlerin yürütülmesi sırasında ortaya çıkabilecek sorunlara, risk ve belirsizliklere karşın arnaçiann gerçekleştirilmesini sağlama işidir. Diğer bir ifadeyle, proje yönetimi, belirlenen bir amaca ulaşmak üzere bir araya getirilen maddi ve beşeri kaynakların faaliyetlerini planlama, örgütleme, yürütme, düzenleme ve denetleme fonksiyonları topluluğudur. Proje yönetiminin temel amacı, projenin başlangıçtan sonuca kadar tam anlamıyla denetim altında bulundurulmasını sağlamaktır. Böylelikle, bir taraftan projenin zamanında ve ayrılan bütçe ile bitirilmesi ve diğer taraftan da sonuçtaki ürün veya hizmetin öngörülen nitelikte gerçekleşmesi sağlanacaktır.Item Les recherches fondamentales et les méthodes appliquées au sujet de la formation dans l'entreprise(Uludağ Üniversitesi, 1983) Sabuncuoğlu, Zeyyat; İktisadi ve İdari Bilimler FakültesiHistoriquement, la formation et le perfectionnement du personnel dans l'entreprise a été pendant longtemps la préoccupation dominante des dirigeants d'entreprise, des économistes et des sociologues qui étaient tous conscients de l'importance du développement des compétences humaines. Adam Smith a souligné à maintes reprises, dans la richesse de nation, l'importance de l'instruction et il inclut; l'acquisition de telles capacités, du fait de l'entretien de la personne au cours de son éducation, études ou apprentissage, représente une dépense réelle qui est un capital fixe et se trouve réalisée, en quelque sorte, dans sa personne. Ces capacités, de minime qu'elles font partie de sa fortune personnelle, représentent une partie de la richesse de la société à laquelle il appartient. Bien que le problème de la formation systématique ait remis depuis toujours li s'imposer dans l'entreprise,la formation a été longtemps appliquée de façon traditionnelle, sans avoir des principes pédagogiques bien établis, et souvent, contre tous principes. Les industriels considèrent la formation professionnelle comme une affaire personnelle et le personnel lui-même doit prendre l 'initiative, chercher les moyens et supporter les coûts. Les travailleurs, les contremaîtres et même les cadres ne recevaient le plus souvent aucune formation systématique. La méthode adoptée pour les initier à leur futur travail consistait plutôt à se placer auprès des personnes déjà expérimentées. Ces demieres leur expliquaient simplement la façon dont s'accomplit le travail, puis on les laissait essayer de faire par eux-mêmes, en allant de temps ii au tre voir ou ils en sont. Mais ces personnes expérimentées comme formateurs n'étaient pas trop favorables non plus au développement des compétences de nouveau venu en comptant sur la perte de leur place et la crainte du chômage.Item Saint - Simon (1760- 1825)(Uludağ Üniversitesi, 1983) Lukes, Steven; Sezal, İhsan; İktisadi ve İdari Bilimler FakültesiSaint-Simon'u birçok kimseler, haklı olarak çeşitli şekillerde tanıtmışlardır : "Güçlenen burjuvaziyi en ideal ve en parlak şekliyle önceden görebilip anlatan adam", "planlı bir sanayi toplumunun habercisi", "teşkilatlar çağı"nın filozofu, totaliter hükümetlerin habercisi ve nihayet hayalci (ütopik) bir sosyalist gibi. Engels de ondan bahsederken "Hegel"ile birlikte çağının en ansiklopedik zekasına sahip olduğunu ve daha sonraki sosya düşüncelerin ço~unun onun eserlerinde çekirdek fikirler olarak bulunduğunu söyler. Tanınmış Fransız iktisat ısı ve teknokrat François Perroux da: çağımızda "hepimiz az çok Saint-Simoncu olduk". Çünkü görüyoruz ki, elitlerini yenileyen bir teşkilat şekli; toplumu tahrip etmeyen bir sanayii; sanayi tahrip etmeyen bir toplum ve insanı tahrip etmeyen bir sanayii ile toplum arayışı sürdükçe Saint-Simon'u fikirleri hep geçerli olacaktır " diyor. Sonra da devam ediyor: "Saint-Simon ve onun taraftarlan dini iştiyaklarla, sanayicileri gayet ahenkli bir şekilde telif edilmişlerdir." Emile Durkheim ise pozitivizmin ve sosyolojinin kurucusu olarak Comte değil, Saint-Simon görüyordu. Durkheim's göre:onun kadar sağlam ve mümbit gözlemlere dayanan çok az doktrin bulunabilirdi." Bu doktrin şu üç istikamete doğru yöneliyordu 1. Müspet bilimlerin metotları sosyal bilimlere uygulamak. (ki sosyoloji ve tarihçi metod bu düşünceden filizlenmiştir). 2- Dini Duyguların yeniden canlandırma ve 3- Sosyalist düşünce.