2019 Cilt 45 Sayı 2
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/18585
Browse
Browsing by Rights "info:eu-repo/semantics/openAccess"
Now showing 1 - 20 of 20
- Results Per Page
- Sort Options
Item 9 yaşında bir çocuk hastada gelişen siyah kıllı dil (lingua villosa nigra): olgu sunumu(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-07-16) Ertuğral, Nuran Özçiftçi; Ergin, HacerSiyah kıllı dil (lingua villosa nigra), filiform papilla üzerinde belirgin keratin birikimi ile karakterize, benign ve asemptomatik bir klinik durumdur. Çocukluk çağında ender görülür. Hastalığın etiyolojisi net olmamakla birlikte çeşitli ilaçlar, enfeksiyonlar ve kötü ağız hijyeni sorumlu tutulmaktadır. Burada, dokuz yaşında bir erkek hastada sistemik antibiyotik kullanımına ve kandida enfeksiyonuna bağlı geliştiği düşünülen siyah kıllı dil olgusu sunulmaktadır.Item Akut lösemi hastalarında alopesinin beden imajı ve benlik saygısına etkisi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-05-30) Doğan, Dilek; Kahraman, Beyza Nur; Pehlivan, Seda; Özkalemkaş, Fahir; Tıp Fakültesi; İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı; İç Hastalıkları Hemşireliği Ana Bilim DalıÇalışma, akut lösemi hastalarında alopesinin beden imajı ve benlik saygısına etkisini belirlemek ve sağlıklı bireylerle karşılaştırmak amacıyla planlandı. Tanımlayıcı nitelikte olan çalışmaya, 6 aylık sürede hematoloji polikliniği, kliniği ve ayaktan kemoterapi ünitesinde tedavi gören 91 akut lösemi hastası ile 94 sağlıklı birey dahil edildi. Çalışmanın verileri, Hasta/Sağlıklı Bilgi Formu, Kemoterapiye Bağlı Alopeside Yaşam Kalitesi Ölçeği (KBAYKÖ), Rosenberg Benlik Saygısı Ölçeği ve Beden İmajı Ölçeği ile toplandı. Verilerin değerlendirilmesinde; SPSS kullanılarak, yüzdelik, ki-kare, student t testi, ANOVA ve Pearson korelasyon analizleri yapıldı. Alopesi görülme oranı akut lösemi hastalarında %63.7, sağlıklı bireylerde ise %57.4 olarak bulundu (p>0.05). Ancak alopesi düzeyinin hastaların %84.5’inde gözle açıkça görülebilir, sağlıklı bireylerde ise %75’inde gözle belli belirsiz görülebilir şeklinde olduğu saptandı (p=0.000). Hastaların genel sağlık puanı ile benlik saygısı (p=0.000) ve beden imajı (p=0.000) arasında pozitif ilişki olduğu belirlendi. Alopesinin akut lösemi hastalarında benlik saygısını olumsuz etkilediği, beden imajını etkilemediği saptandı. Akut lösemi hastalarında genel sağlık ile ilişkisi göz önüne alındığında, alopesinin hastalar üzerindeki etkisi, benlik saygısı ve beden imajının değerlendirilmesinin gerektiği düşünülmektedir.Item Böbrek hastalarının klinikte yattığı sürede öğrenim gereksinimlerinin tespiti(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-07-19) Ünal, Eda; Eskicioğlu, Meltem; Özdemir, Aysel; Sağlık Bilimleri Fakültesi; Halk Sağlığı Hemşireliği Ana Bilim DalıBu çalışma, böbrek hastalarının klinikte yattığı süre içerisinde öğrenim gereksinimlerinin belirlenmesi amacıyla tanımlayıcı ve kesitsel olarak planlandı. Araştırma çalışmaya katılmayı kabul eden 134 hasta ile yapıldı. Çalışmanın verileri araştırmacı tarafından hazırlanan kişisel bilgi formu ve Hasta Öğrenim Gereksinimleri Ölçeği (HÖGÖ) ile toplandı. İstatistiksel analiz için Mann Whitney U testi, Kruskall Wallis testi ve Spearman korelasyon analizi yapıldı. Hastaların yaş ortalaması 54,52±16,33 yıl, aktif hastalık süresi 5,5±6,4 yıl ve hastanede kalış süresi 6,64±6,52 gündür. Hastaların %53’ü kadın %77,6’sı evli, çoğunluğu (%47,8) ilkokul mezunu ve ekonomik durumları (%91,0) orta düzeydedir. Yaş, cinsiyet, eğitim, meslek, ekonomik durum öğrenme ihtiyaçları ile korelasyon gösterdi (p>0.05). Çalışmaya katılan nefroloji hastalarının Hasta Öğrenim Gereksinimleri Ölçeği puan ortalaması 83,12±19,30’dur. HÖGÖ alt boyut puanlarının dağılımı incelendiğinde yaşam aktiviteleri (17,94±5,72) ile tedavi ve komplikasyonlar (17,04±5,50) bölümlerinden en yüksek, duruma ilişkin duygulardan (6,58±1,67) en az puan alındı. Hastaların çoğu (%79,1) eğitim istemekte ve eğitim konusunu %41,5’i hastalık hakkında olarak ifade etti. Hastaların öğrenme ihtiyaçları puanları ile eğitim isteme durumu arasında anlamlı ilişki saptandı (p>0.05). Nefroloji hastalarının çoğu eğitim istemektedir. Hastaların öğrenim gereksinimleri ölçeğine göre özellikle yaşam aktiviteleri ile tedavi ve komplikasyonlara ilişkin bilgi almak istedikleri sonucuna varıldı. Eğitimlerin bu öncelik sırası doğrultusunda bireysel farklılıklar göz önünde bulundurularak planlanması önerilmektedir.Item Demir eksikliği anemisi olan premenapozal kadınlarda serum HbA1c düzeylerinin değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-07-03) Atalay, Eray; Karaağaç, Ömer; Tur, Kaan; Şişman, PınarYapılan araştırmalarda demir eksikliği anemisi (DEA)’nin HbA1c düzeylerine etkisi tam olarak aydınlatılamamıştır. Muhtemel nedenler arasında hemoglobinin kuarterner yapısındaki değişimler ve β globin zincirindeki glukasyonun DEA hastalarında kolaylaşmış olması ihtimali üzerinde durulmaktadır. Çalışmamızda diyabetik olmayan premenopozal kadınlarda DEA’nin HbA1c düzeyine olan etkisinin araştırılması planlanmıştır. Çalışmamıza merkezimiz iç hastalıkları polikliniğine başvuran 18-46 yaş arası premenopozal 91 hasta dahil edildi. Bu bireylerden hemoglobin değeri 12 mg/dl altında olan 45 birey hasta grup, hemoglobin değeri 12 mg/dl ve üzerinde olan sağlıklı 46 birey ise kontrol grubu olarak sınıflandırıldı. Çalışmaya alınan grupların hemogram ve diğer demir parametrelerinin (demir, demir bağlama kapasitesi, total demir bağlama kapasitesi, ferritin, transferrin satürasyonu) HbA1c ile arasındaki ilişki araştırıldı. Çalışmamıza dahil edilen hastaların yaş ortalaması DEA’si olan grupta 32±10 yıl, kontrol grubunda ise 30±8 yıl idi. Demir eksikliği anemisi olan grubun serum HbA1c düzeyi, kontrol grubunun serum HbA1c düzeyinden yüksek olarak bulundu (sırasıyla; 5.6±0.2 ve 5.1±0.2, p<0.001). Çalışmamızda HbA1c düzeyi DEA olan grupta istatiksel olarak anlamlı yüksek saptanmıştır. Çalışmamız sonucunda HbA1c düzeyleri yorumlanırken DEA ve diğer olası hata kaynakları konusuna dikkat edilmesi gerektiği kanaatine varılmıştır. DEA’nin etkin tedavisinin aneminin olumsuz etkilerini ve HbA1c yorumlanmasında oluşacak hataları ortadan kaldıracağı düşünülmektedir.Item Distoni tanısı ile değerlendirilen çocuk hastaların retrospektif olarak incelenmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-05-30) Uslu, Pınar Uzun; Özbek, Sevda Çiğdem Erer; Toker, Rabia Tütüncü; Okan, Mehmet Sait; Tıp Fakültesi; Nöroloji Ana Bilim DalıDistoni devamlı ya da aralıklı kas kasılmalarının yol açtığı tekrarlayıcı, anormal istemsiz hareketler ve postür bozukluğudur. Distoniler başlangıç yaşına, yayılımına, etyolojisine göre sınıflandırılırlar. Distonide etyolojinin belirlenmesi tedaviye yaklaşımı değiştirmektedir. Çalışmamızda distonisi olan çocuk hastaların demografik özellikleri, sınıflandırması ve tedavi yaklaşımı gözden geçirilmek istenmiştir. Çalışmamıza 2010 ve 2016 yılları arasında başvuran 18 yaş altı hastalar dahil edildi. Bu hastalardan distoni kelimesini içeren ön tanılar (tanımlanmamış distoni, ilaca bağlı distoni, orofasiyal distoni gibi) girilmiş olan hastalar seçilerek dosyaları retrospektif olarak incelendi. Distoni tanısı olan 29 hasta tespit edildi. Yaş ortalamaları 10 olup (1 yaş-17 yaş arası) 13’ü kız, 16’sı erkek hastaydı. En sık saptanan sekonder distoni ve özellikle ilaca bağlı distonilerdi. Distonilerinin yayılım paternine bakıldığında ise en sık fokal distoni gözlendi. Primer distonilerde ilk tedavi olarak L-Dopa seçilirken, sekonder distonilerde tedavinin etyolojiye göre belirlendiği görüldü. Çocuk hastalarda distoniyi doğru tanıyabilmek ve sınıflandırmasını yapmak oldukça önemlidir. Çocuklarda sekonder distoni primer distonilerden daha fazla görülmektedir. Sekonder distonileri belirleyebilmek için hastalardan medikal öykülerini mutlaka içeren iyi bir anamnez alınmalı, ayrıca nörolojik muayenede distoniye eşlik eden tremor, kore, spastisite varlığı değerlendirilmelidir. Primer distonilerde ise L-Dopa tedavisi, Segawa Sendromu (Dopa yanıtlı distoni) olasılığı nedeni ile ilk seçenek olmalıdır.Item Dupuytren kontraktürü: parsiyel fasiektomi uygulanan 32 hastanın retrospektif analizi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-04-08) Çapkın, Sercan; Kaleli, Tufan; Tıp Fakültesi; Ortopedi ve Travmatoloji Ana Bilim Dalı; El Cerrahisi Bilim DalıDupuytren kontraktürü nedeniyle parsiyel fasiektomi uyguladığımız 32 hastanın demografik ve klinik özellikleri, fonksiyonel sonuçları, komplikasyon ve nüks oranları güncel literatür eşliğinde tartışıldı. Çalışmamızda; erkek/kadın oranı: 7/1, hastalığın başlangıcındaki ortalama yaş 55.4±7.1, cerrahi esnasındaki ortalama yaş 60.4±8.1 olarak tespit edildi. 7 hastada (%21.875) aile öyküsü, 22 hastada (%68.75) sigara kullanımı, 6 hastada (%18,75) düzenli alkol kullanımı, 10 hastada (%31,25) tip 2 diyabet, 2 hastada (%6.25) karaciğer hastalığı, 1 hastada (%3.125) epilepsiye bağlı uzun süre barbitürat kullanımı gibi etiyolojik faktörler mevcuttu. En sık etkilenen parmak 26 hasta (%81.25) ile yüzük parmağı olup, 18 hastada (%56.25) küçük parmak, 8 hastada (%25) orta parmak, 1 hastada (%3.125) işaret parmağı tutulumu vardı. Ameliyat öncesi, ortalama total pasif ekstansiyon kaybı (TPEK) 89.68º±30.29, ameliyat sonrası ortalama TPEK 6.09º±6.44 olarak bulundu. Ameliyat sonrası ortalama total ekstansiyon kazancı %93.2 olarak bulundu. Ortalama takip süresi 70±44 ay olup, bu süre içerisinde 1 hastada (%3.125) nüks görüldü. 2 hastada pansumanlara sekonder iyileşen cilt nekrozu, 1 hastada geçici hipoestezi olmak üzere toplam 3 hastada (%9.375) komplikasyon meydana geldi. MKF ve PİP eklem kontraktüründe yeterli düzelme sağlaması, komplikasyon ve nüks oranlarının düşük olması nedeniyle parsiyel fasiektomi dupuytren kontraktürünün cerrahi tedavisinde etkili ve güvenilir bir yöntemdir.Item Erişkin hastalarda akut bakteriyel tonsillit tanısını öngörmede mutlak nötrofil sayısının (MNS) kullanımı(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-05-07) Şahin, Murat Sertan; Özmen, Ömer Afşın; Tıp Fakültesi; Kulak Burun Boğaz Ana Bilim DalıTonsillit; tüm dünyada en sık görülen hastalıklardan olup, hastalığın bakteriyel veya viral kökenli olduğunu saptamak kimi zaman çok zor olabilir. Bu çalışmada, “Mutlak Nötrofil Sayısının (MNS)” akut bakteriyel tonsillit tanısını öngörmede prediktör olarak kullanılıp kullanılamayacağı araştırılmak istenmiştir. Çalışma Mayıs 2015- Mayıs 2016 tarihleri arasında boğaz ağrısı, ateş ve odinofaji şikayetleri ile değerlendirilen 42 hasta üzerinden yürütülmüştür. Kan testleri ve boğaz kültürleri uygulanmış ve MNS her hasta için tedavi başlamadan önce hesaplanmıştır. Lökosit sayısı ve MNS; boğaz kültüründe üreme saptanan 26 hastada istatistiksel olarak anlamlı şekilde yüksek bulunmuştur(p<0,001). Buna ek olarak; MNS≥6.82 olduğu takdirde; %92.3 sensitivite ve %93.7 spesifite ile yapılacak boğaz kültüründe üreme saptanacağı öngörülmüştür(p<0,001). Bu bilgiler ışığında MNS’nin kolay uygulanabilir, hızlı ve güvenilir bir prediktör olarak akut bakteriyel tonsillit tanısında yüksek sensitivite ve spesifite ile kullanılabileceği ve yüksek MNS düzeyi olan hastalara boğaz kültürü sonucu beklenmeden antibiyotik tedavisinin başlanması önerilmektedir.Item Erişkinde hipopituitarizmin tanı ve tedavisi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-05-16) Şişman, Pınar; Gül, Özen Öz; Tıp Fakültesi; Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bilim DalıHipopitüitarizm hipofizer ya da hipotalamik hastalıklar nedeniyle ön ve arka hipofiz bez fonksiyonlarında total ya da kısmi kayıp olması ile karakterizedir. Adrenal yetmezlik, hipotiroidizm, hipogonadizm, büyüme hormon eksikliği ve nadiren diyabetes insipidusa neden olur. En sık nedeni hipofiz adenomları ve tedavide uygulanan cerrahi ve radyasyon tedavisinin neden olduğu komplikasyonlardır. Klinik bulgular sıklıkla hormonal eksikliğin şiddeti ile ilişkilidir. Bununla birlikte hipopituitarizm genellikle eşlik eden enfeksiyon ve travma gibi strese yol açabilecek durumlara kadar klinik olarak sessiz seyreder. Artmış morbidite ve mortaliteye yol açması nedeniyle erken tanı ve uygun tedavi önemlidir. Hastalar uzun dönem izlenmeli ve eksik ya da aşırı hormon replasman uygulamalarından kaçınılmalıdır.Item Hafif/orta şiddette alt veya üst ekstremite direnç egzersizlerinin akciğer işlevleri ve yaşam kalitesi üzerine etkisi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-05-16) Ünal, Hacı Osman; Coşkun, Funda; Dilektaşlı, Aslı Görek; Gökalp, Yusuf Emin; Özyener, Fadıl; Tıp Fakültesi; Göğüs Hastalıkları Ana Bilim DalıÇalışmamızda, hafif/orta şiddette yapılan alt veya üst ekstremite direnç egzersizlerinin kronik solunum sistemi sorunları olan kişilerde akciğer işlevleri ve yaşam kalitesi üzerine etkisinin incelenmesi amaçlandı. 35-80 yaş arası 20 kronik akciğer hastası ve 15 sağlıklı birey çalışmaya gönüllü oldu. Bu 2 grup kendi içlerinde alt ve üst ekstremite direnç egzersizlerini yapmak üzere randomize olarak 2 alt gruba bölünerek toplam 4 grup oluşturuldu. Egzersiz programı günde 2-3 kere, haftada 3 gün ev programı şeklinde planlandı ve uygulamalı olarak katılımcılara gösterildi. Antrenmanın toplam süresi en az 2, en fazla 4 ay olmak üzere planlandı. Katılımcıların solunum fonksiyonları (FEV1, FVC, FEV1/FVC, PEF, MEF75, MEF50, MEF25) spirometrik ölçümlerle, yaşam kaliteleri ise St. George Solunum Anketi (SGRQ) ile antrenman öncesi ve 2-4 ay sonrası değerlendirildi. İstatistiksel anlamlılık düzeyi p<0,05 olarak kabul edilerek gruplar birbirleriyle ve kendi içlerinde karşılaştırıldı. Katılımcıların egzersiz programı öncesi ve sonrasında solunum fonksiyon testi (SFT) parametreleri karşılaştırıldığında anlamlı bir fark bulunamadı (p>0,05). Egzersiz programı sonrasında hasta grubun yaşam kalitesi anket skorları anlamlı düzeyde azaldı (p<0,001). Sonuç olarak, kronik akciğer sorunu olan hastalarda hafif/orta şiddette alt veya üst ekstremite direnç egzersizlerinin de ev ortamında düzenli olarak yapılması halinde yaşam kalitesinde iyileşme sağlayabileceği görüldü. SFT parametrelerine bu iyileşmenin somut olarak yansıması için egzersiz şiddetinin ve egzersize devamlılığın sağlanmasında daha yakın izleme ve planlamanın yararlı olabileceği düşünüldü.Item İlaç erupsiyonları(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-07-03) Özçelik, Sinanİlaç erupsiyonu önemli bir sağlık sorunudur. Çoğu ilaç erupsiyonu hafif seyrederken, bazıları hayatı tehdit edici özellikte, çok az bir kısmı da ölümcül olabilmektedir. İlaç erupsiyonları her türlü dermatozu taklit edebilir. Tüm güçlüklere rağmen ilaç erüpsiyonu tanısı esas olarak klinik bulgulara dayanır. Klinik yaklaşımda esas olan ilaç ilişkisinin ortaya konmasıdır. Bu açıdan yapılacak bir nedensellik değerlendirmesi için Naronjo İlaç Yan Etki Olasılık Ölçeği ve Dünya Sağlık Örgütü - Uppsala İzlem Merkezi’ne ait Nedensellik Değerlendirme Sistemi gibi geliştirilmiş birtakım ölçekler vardır. Reaksiyon şüphesi olan olgularda kullanılmalıdır. İlaç reaksiyonlarında öncelikli yaklaşım önlenmesine yönelik çalışmalara ağırlık verilmesidir. Bunun için mutlak ihtiyaç olmadıkça ilaçlar kullanılmamalı, toplum bu konuda tekrar tekrar bilgilendirilmeli ve akılcı ilaç kullanımına önem verilmelidir.Item Kikuchi-Fujimoto hastalığı; 3 olgu sunumu(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-04-08) Selvioğlu, Elif; Yavaşoğlu, İrfan; Bolaman, Ali Zahit; Meteoğlu, İbrahim; Yiğitbaşı, EsinKikuchi-Fujimoto hastalığı veya histiyositik nekrotizan lenfadenit sıklıkla genç kadınlarda görülen, kendini sınırlayan, benign seyirli bir hastalıktır. Genellikle servikal lenfadenopati ile prezente olur1. Deri, göz ve kemik iliği lokalizasyonlarının da dahil olduğu, hastalığın ekstranodal bir uzantısı nadiren tanımlanır2. Çoğu hastada lökopeni veya nötropeni vardır2. Tanı için lenf nodu biyopsisi gerekmektedir. Histolojik incelemede, çok sayıda CD68 + / myeloperoksidaz (MPO) + histiyosit, CD68 + / CD123 + plazmasitoid dendritik hücreler görülür2. Hastalık klinik olarak Sistemik Lupus Eritematozus, tüberküloz veya lenfoma ile karışabilir. Nadiren SLE ile birliktelik gösterebilir, kemik iliği veya yaygın lenfadenopati ile seyredebilir. Burada tek merkezde rastlanan 3 olgu ve farklı klinik seyirleri sunulmuştur.Item Kistik nefromalı olguların klinikopatolojik özellikleri; olgu serisi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-07-16) Vuruşkan, Berna Aytaç; Akyol, Sevda; Vuruşkan, Hakan; Tıp Fakültesi; Tıbbi Patoloji Ana Bilim DalıKistik nefroma böbreğin nadir görülen multikistik benign tümörüdür. Hastanemizde 2005-2017 yılları arasında 1625 hasta böbrekte kitle nedeniyle opere olmuştur. Bu hastaların %1.2’si kistik nefroma tanısı almıştır.Çalışmamızda 2005– 2017 yılları arasında, kistik nefroma tanısı almış 20 olgu, retrospektif olarak incelenerek, klinik ve histopatolojik özellikleri ortaya konuldu. Hasta kayıtlarından elde edilen bilgiler, klinik hikâyeleri, klinik tanısı ve cerrahi materyalin histopatolojik özelliklerine göre not edildi. Olguların 15’i kadındı. Yaş aralığı 1 - 63 arasındaydı. 12 vakada lomber veya yan ağrısı şikayeti mevcuttu. 14 hastaya radikal, 6 hastaya parsiyel nefrektomi yapıldı. Olguların takiplerinde rekürrens görülmedi. Kistik nefromalar klinik ve radyolojik olarak diğer kistik renal tümörlerle karışabilir, ayırıcı tanıda histopatolojik inceleme gereklidir.Item Melatoninin polikistik over sendromunda tuba uterinadaki koruyucu etkisi: histolojik çalışma(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-07-03) Seymen, Cemile Merve; Kaplanoğlu, Gülnur TakePolikistik over sendromu (PKOS), üreme sağlığını olumsuz etkileyen endokrin ve metabolik bir hastalıktır ve uygulanan destek tedavileri arasında antioksidanların kullanımı da yaygınlaşmaktadır. Çalışmamızda, deneysel PKOS modeli oluşturduğumuz sıçanların döllenme ve gamet taşınımı için kilit rol oynayan tuba uterina dokularında PKOS’un meydana getirebileceği olası değişimleri ve bu değişimler üzerinde ekzojen olarak uygulanan melatoninin koruyucu etkisinin incelenmesi amaçlandı. 6-8 haftalık Sprague dawley cinsi 32 adet dişi sıçan Sham Kontrol Grubu (%1 CMC/gün/gavaj), Melatonin Grubu (2 mg/kg/gün/subkutan), Deneysel PKOS Grubu (%1 CMC içerisinde çözünmüş 1 mg/kg Letrozol/gün/gavaj) ve Deneysel PKOS+Melatonin Grubu (1 mg/kg Letrozol/gün/gavaj+2 mg/kg melatonin/gün/subkutan) olmak üzere 4 gruba ayrıldı. 21 günlük deney bitiminde alınan tuba uterina doku örnekleri Hematoksilen-Eozin boyaması ile incelendi, dokuların epitel ve tüm duvar kalınlıkları ölçülerek, istatistiksel veriler hazırlandı. Deneysel PKOS modeli oluşturulmuş sıçanlarda, sendromun tuba uterina dokusunda kinosilyum ve epitelin de dahil olduğu çeşitli dejenerasyonlara yol açtığı ve epitelde proliferasyona sebep olduğu tespit edildi. Protektif melatonin uygulanmasının ise dejenerasyonları önemli ölçüde engellediği görüldü. Deneysel PKOS olgularında ekzojen melatonin uygulamasının tuba uterinada koruma amaçlı kullanılabileceği kanısına varıldı.Item Metastatik kolorektal kanserli hastaların RAS mutasyon durumuna göre klinik ve patolojik özellikleri(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-04-08) Sezen, Mehmet; Araz, MuratBu çalışmada metastatik kolorektal kanserli hastalarda tanı anındaki histopatolojik ve klinik özelliklerin RAS mutasyon durumuna göre karşılaştırılması amaçlandı. Bu kesitsel çalışma için, 01.04.2012-24.08.2017 tarihleri arasında bir üniversite hastanesinin onkoloji merkezinde takip ve tedavisi yapılmış toplam 530 kolorektal kanser tanısı almış hastanın dosyası retrospektif olarak incelendi. Çalışmaya 18 yaşından büyük, tanı anında metastatik hastalığa sahip veya takipleri boyunca metastaz gelişen ve RAS mutasyonu bakılmış 75 hasta dahil edildi. Rasmutant olan ve olmayan hastaların tümör lokalizasyonu, tanı anındaki metastaz yerleri, tümör belirteçleri, tümör diferansiyasyon derecesi ve genel sağkalım süreleri arasındaki farklılıklar analiz edildi. RAS mutasyonu sıklığı %50.7 olarak saptandı. Klinik ve patolojik özellikler açısından bakıldığında RAS mutant ve wild gruplar arasında istatistiksel anlamı farklılık saptamadık. RAS mutasyon durumuna göre genel sağkalım süreleri incelendiğinde, RAS wild tip olan hastaların 2 yıllık genel sağkalımı% 59 iken, RAS mutant hastalarımızın 2 yıllık genel sağkalımı %27.8 idi ve bu fark istatiksel olarak anlamlıydı (p=0.004). Ancak, RAS wild hastaların ilk hat tedavisinde bevacizumab veya cetuksimab/panitumumab alan hastaların ortalama sağkalımları arasında (sırasıyla %57.1'e karşı %70.7; p=0.221) istatistiksel fark saptanmadı. Bu çalışmada, metastatik kolorektal kanserli hastalarımızın RAS mutasyon durumunun daha ziyade Batılı ülkelere benzer olduğunu ve hastaların tanı anındaki klinik ve patolojik özelliklerinin RAS mutasyon durumundan bağımsız olduğunu saptadık. Ancak bu konuda yapılacak prospektif ve daha geniş katılımlı çalışmalara hala ihtiyaç duyulmaktadır.Item Romatoid artritli kadın hastalarda üst ekstremitede hangi kasların güçleri hastalık aktivitesi, fonksiyonellik ve engellilik ile ilişkilidir(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-04-08) Yurdakul, Ozan Volkan; Küçükakkaş, OkanBu çalışmada kas gücü kaybına neden olan romatoid artrit (RA) hastalarında; dominant üst ekstremitede hangi kas gruplarının etkilendiğinin, bu etkilenmelerin hastalık aktivitesi, fonksiyonellik ve engellilik ile ilişkisinin araştırılması amaçlanmıştır. Çalışmaya 30 RA hastası, 30 sağlıklı gönüllü dahil edildi. Hasta grubunda “hastalık aktivite skoru-28 (DAS28)”, “üst ekstremite fonksiyonel indeksi-15 (UEFI-15)” ve “sağlık değerlendirme anketi (HAQ)” skorları hesaplandı. Gönüllülerin dominant üst ekstremitelerinden; başparmak interfalanjiyal (IP) ve metakarpofalanjiyal (MKF), diğer parmakların proksimal interfalanjiyal (PIP) ve MKF eklem fleksörlerinden, el bileği ile dirsek fleksör ve ekstansörleri ile omuzun fleksör, ekstansör, iç rotator (IR), dış rotator (ER), abduktör ve addüktör kaslarının maksimum ve ortalama kas güçleri ölçüldü. Hastaların toplam PIP ve MKF (PIPtoplam, MKFtoplam) değerleri elde edildi. Hasta ve kontrol grubu arasında yaş ve boy açısından anlamlı fark görülmemiştir. Kas güçleri açısından; RA grubunda, başparmak IP ve MKF ile PIPtoplam, MKFtoplam ve el bileği fleksiyonunun maksimum ve ortalama değerleri, kontrol grubundan anlamlı düşük tespit edilirken; omuz ekstansiyonu ortalama ve adduksiyon, abduksiyon maksimum ve ortalama kas güçleri RA grubunda düşük tespit edilmiştir. DAS28 ile parmak fleksörleri, el bilek ekstansörleri ve dış rotatorlar haricindeki omuz kasları negatif ilişkiliyken; UEFI-15 skorları ile bilek ekstansör ve omuz kuşağı kasları pozitif ilişkili bulunmuştur. HAQ skorlarının ortalama el bilek fleksiyonu, dirsek ekstansiyonu ve omuz kuşak kasları ile ilişkili olduğu saptanmıştır. El ve el bileği kasları hastalık aktivitesinden en çok etkilenenler olmalarına rağmen dirsek ve omuz kuşağı kaslarının fonksiyonelliği ve engelliliği daha çok etkilediği görülmüştür. Üst ekstremite kaslarının toplam kuvveti, hastalık aktivitesi; fonksiyonellik ve engellilik ile ilişkili bulunmuştur.Item Serviks kanseri radyoterapisinde kullanılan radyoterapi tekniklerinin farklı foton enerjilerinin karşılaştırılması(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-05-17) İbicioğlu, Burcu; Turan, Abdulhamit; Cura, Ece Ayfer; Tunç, Sema Gözcü; Abakay, Candan Demiröz; Cetintaş, Sibel Kahraman; Kurt, Meral; Kıray, Zenciye; Tıp Fakültesi; Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim DalıBu çalışma 2014-2017 yılları arasında Uludağ Üniversitesinde radyoterapi tedavisi almış, serviks kanseri tanılı 10 hastanın arşiv materyali kullanılarak retrospektif olarak yapılmıştır. Serviks kanseri radyoterapisinde kullanılan enerji seviyelerinin kullanılması amaçlanmıştır. Tedavi planlamasında kullanılan volumetrik ayarlı ark terapi (VMAT) ve yoğunluk ayarlı ark terapi(YART) 7 alan tekniği için 6 MV ve 15 MV enerjili foton enerjisi kullanılarak her hastaya özel 4 farklı planlama yapılmıştır. Planlanan hedef hacme 28 fraksiyondan 50.4 Gy doz verilmiş ve kritik organ olarak rektum, mesane, ince bağırsak, sağ ve sol femur başları konturlanarak dozimetrik karşılaştırma amaçlanmıştır. Ayrıca tedavi planı değerlendirme parametrelerinden Conformite İndeksi ve Homojenite İndeksi verileri de değerlendirilmiştir. Karşılaştırmalar sonucunda en uygun PTV doz homojenitesi, CI değerini VMAT 15 MV, en iyi HI değerini YART 15 MV sağlamıştır. Mesane ve Rectum Dort dozları açısından en iyi VMAT 6 MV tekniği, ince bağırsak Dmax değeri YART 15 MV tekniğinde elde edilmiştir. Tüm tekniklerde doz dağılımları kabul edilebilir sınır içerisinde olduğu gözlemlenmiştir Saçılan doz ve ikincil kanser riski düşünüldüğünde VMAT 6 MV tekniği diğer tekniklere oranla daha üstün bulundu. Bu yüzden yan etkiler ve çift oluşum meydana gelme ihtimali göz önüne alındığında tedavi tekniği olarak VMAT 6 MV tekniğinin uygun olduğunu desteklemekteyiz.Item Skolyoz cerrahisi sonrası postoperatif yoğun bakım gereksiniminin belirlenmesinde preoperatif ve intraoperatif risk faktörleri(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-07-03) Bora, Sinan; Yerebakan, Selcan; Yavaşcaoğlu, Belgin; Tıp Fakültesi; Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim DalıSkolyoz bozukluklarında yapılan düzeltici cerrahiler çoklu vertebra tutulumu nedeniyle çoğunlukla cerrahi ve anestezi süreleri uzun cerrahilerdir. Uzamış cerrahi süre, füzyon yapılan vertebra sayısının çokluğu ve potansiyel kan kaybı nedeniyle, yüksek volümlerde sıvı ve kan ürünü uygulanmasını, postoperatif dönemde yakın izlem gerektirebilir. Çalışmamızda kurumumuzda 2013-2015 yılları arasında düzeltici skolyoz cerrahisi yapılan 155 hasta dosyası retrospektif olarak değerlendirildi. Preoperatif ve intraoperatif veriler incelenerek yoğun bakım gereksinimini etkileyen risk faktörleri belirlenmeye çalışıldı. Skolyoz cerrahisi geçiren 155 hastadan 25’inde yoğun bakım gereksinimi olduğu saptandı. Yoğun bakım gereksinimi olan hastalarda ASA II (American Society of Anesthesiologists), Cobb açısı > 60°, nöromuskuler skolyoz olmasının preoperatif risk faktörleri olduğu saptandı (p=0.000, p=0.011, p=0.000). Anestezi ve cerrahi sürelerin uzamasının, füzyon yapılan vertebra sayısındaki artışın neden olduğu cerrahi kanama ve transfüze edilen kan ürünü hacmindeki artışın intraoperatif risk faktörleri olduğu saptandı (p=0.000, p=0.000, p=0.000, p=0.006, p=0.000). Ek olarak uzayan cerrahi süre ve artan transfüzyon ihtiyacının beraberinde getirdiği hipotermi ve asidozun YB gereksinimini arttırdığı saptandı (p=0.001, p=0.000). Preoperatif ve intraoperatif risk faktörleri göz önünde bulundurulduğunda, yoğun bakım gereksinimi olacak hastaların önceden belirlenmesi, yoğun bakım kaynaklarının yönetimine katkı sağlayacaktır.Item Uçucu gazlarla zehirlenmeye bağlı ölümler: retrospektif otopsi çalışması(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-04-08) Gürses, Murat Serdar; Eren, Bülent; Eren, Filiz; Aydoğan, Taner; Tıp Fakültesi; Adli Tıp Ana Bilim DalıUçucu maddeler hızlı, keyif verici, hafif öfori yapan etkileri nedeniyle gençler arasında sıklıkla kullanılır. Ülkemizde ve dünyada yaygın bir halk sağlığı problemi olan uçucu madde kötüye kullanımı önemli derecede mortalite ve morbiditeden sorumludur. Bu çalışmamızın amacı uçucu madde zehirlenmesine bağlı otopsi yapılmış vakalardaki ölüm nedenlerini, ölüm mekanizmasını, ölüm orjini, toksikolojik analiz raporları ve vakalarının sosyodemografik özelliklerini tartışmaktır. Çalışmamızda Adli Tıp Kurumu Bursa Grup Başkanlığı Morg İhtisas Dairesince 01/01/2016 ve 01/08/2018 tarihleri arasında otopsisi yapılmış olan toplam 4625 vaka retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Çalışmaya, uçucu gaz zehirlenmesi sonucu öldüğü tespit edilen 11 vaka dahil edilmiştir. Vakaların tamamı erkek olup yaşları 15-62 arasında değişmektedir. Vakaların yarısından fazlasının 18 yaş ve altı (n=5, %55.6) olduğu tespit edildi. Vakaların 5 tanesinde ölüm orjini intihar olduğu geriye kalan 6 vaka ise ölüm orjini kaza olduğu tespit edildi. 11 vakanın 8’inde histopatolojik inceleme yapıldı. Yapılan toksikolojik incelemelerde; bütan, etan, propan, toluen, heksan, isobütan gibi uçucu gazlar tespit edildi. Organların mikroskobik ve makroskopik incelemesinde; non-spesifik bulgular ve akciğerlerin ağırlıklarında anlamlı artış tespit edildi. Bu ölümlerde otopsi bulguları ve histopatolojik bulgular non-spesifik bulgulardır. Ancak toksikolojik analiz raporlar, olay yeri, tanık ifadeleri ve tıbbi öykü yardımcı olabilir. Özellikle bu tür vakalarda otopsinin çok hızlı yapılması ve usulüne uygun alınan numunelerin hava ile temas kurulmadan laboratuvara ulaştırılması gerekmektedir.Item Valproik asitle indüklenmiş otizm spektrum bozukluğu sıçan modelinde doğumsal malformasyonlar(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-04-07) Uzbay, Tayfun; Öz, Pınar; Tunçak, Süeda; Gören, Bülent; Tıp Fakültesi; Fizyoloji Ana Bilim DalıOtizm genetik ve çevresel bir etiolojiye sahip davranışsal, gelişimsel ve nörolojik semptomlarla görülen bir spektrum bozukluğudur. Prenatal dönemde valproik asit (VPA) maruziyeti sıçanlarda otizm benzeri semptomlara neden olur ve insanlarda da benzer etkiler göstermesi nedeniyle tercih edilen bir modeldir. Çalışmamızda 8 gebe Wistar albino sıçan kullanılmıştır. E12,5’de 5 anne sıçan 400 mg/kg/ml VPA’e, 3 anne sıçan ise aynı volümde serum fizyolojiğe maruz kalmıştır. Doğan 79 yavru (nVPA: 48, nctrl: 31) P22’de muayene edilmiştir. VPA’e maruz kalmış 48 yavrudan 30’u malformasyonlara sahipken, kontrol grubu yavrularda herhangi bir malformasyon görülmemiştir. Görülen malformasyonlar; 48 hayvanın 22’sinde (%45,83) kuyruk kırılması, 8’inde (%16,66) ekstra parmak benzeri pati deformasyonu, ve 1’inde (%2,08) ayak duruş deformitesi ve motor kuvvet kaybı şeklindedir. Cinsiyetler arasında malformasyon dağılımı bakımından bir fark yoktur. Kuyruk kırılmaları lokasyon ve ciddiyet bakımından karakterize edilmiştir. Kuyruğun proksimal kısmında orta ve distal kısma göre daha fazla kırılma görülmüştür. Sonuçlarımız fiziksel malformasyonlar şeklinde karşımıza çıkan VPA’in teratojenik etkilerini doğrular niteliktedir. Malformasyonlar ve davranışsal semptomlar arasındaki muhtemel ilişki için ek çalışmalar gerekmektedir. Bulgularımız VPA maruziyetiyle oluşturulan otizm modelinin semptomatik geçerliliğini artırmakta ve modelin semptomatik spektrumunu genişletmektedir.Item Vitamin D tedavisinde güncel yaklaşımlar(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2019-04-08) Ersoy, Canan; Ersoy, Alparslan; Tıp Fakültesi; İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Nefroloji Bilim DalıVitamin D steroid yapıda bir hormon olup kemik ve mineral metabolizması için çok önemlidir. Günümüzde eksikliği ve yetersizliği giderek artan sıklıkta görülmektedir. Vitamin D eksikliğinin kemik ve mineral metabolizması dışında farklı akut ve kronik hastalıklarla ilişkili olabileceğinin gösterilmesi son yıllarda vitamin D’ye olan ilgiyi artırmıştır. Bu derlemede vitamin D, eksikliğine yol açan nedenler, tanı, tedavi ve takipte önemli faktörler ve güncel yaklaşımlar tartışılmıştır.