Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi / Uludağ University Faculty of Arts and Sciences Journal of Social Sciences
Permanent URI for this communityhttps://hdl.handle.net/11452/5064
Browse
Browsing by Issue Date
Now showing 1 - 20 of 640
- Results Per Page
- Sort Options
Item Honour and shame in the Middle East(Uludağ Üniversitesi, 1999) Şimşek, Sefa; Fen Edebiyat Fakültesi; Sosyoloji BölümüBu yazının temel konusu, Türkiye'nin de içinde yer aldığı Akdeniz ve Orta Doğu kültür kuşağında bireyler arası mahrem ilişkilere damgasını vuran ahlaki ve davranışsal bir çifte standarttır. Ataerkil sembollerin tartışmasız bir ağırlığa sahip olduğu bu kültür çevresinde ortalama erkek tipinin kadınlara bakışını karakterize eden birbiriyle çelişik iki uç noktaya rastlanır. Toplumsal normlara tam olarak uyan ortalama bir erkek, bir yandan kendi yakını ve akrabası olan kadınları başka erkeklerin ilgisine karşı aşırıya kaçan bir kıskançlık duygusuyla korumaya çalışırken, diğer yandan, fırsat bulabildiği ölçüde yabancı kadınları baştan çıkarmaya uğraşır. Günlük yaşamın akışı içerisinde özümsenmiş olan bu ahlaki ve davranışsal çelişkinin kökenleri araştırılmıştır. Bu makalede, erkeğin mahrem alanda üstlendiği rollerin ve cinsellikle ilgili olarak edindiği değer yargılarının toplamına şeref yasası (code of honour) adı verilmiş; kadının sergilemekle yükümlü olduğu uyum, saygı, vakar ve utanç davranışları ise iffet yasası (code of modesty) kavramıyla ifade edilmiştir. Şeref ve iffet yasaları arasındaki güçlü bağlaşıklığın nedenleri tarihsel bir spektrum izlenerek açıklanmaya çalışılmıştır. Kadınla erkek arasındaki doğal işbölümü, klt geçim kaynaklarının paylaşımı çerçevesinde sürüp giden kabileler arası savaş ve rekabet durumu, Orta Doğu bölgesinin pek çok kültürün geçiş ve hareketlilik alanı olması gibi etmenler üzerinde durularak, hem söz konusu ahlaki ve davranışsal çifte standart hem de kadınla erkeğin mahremiyet rolleri arasındaki farklılık ve (bu farklılığa rağmen oluşan) bağlaşıklık üzerinde analitik bir çözümleme denemesi yapılmıştır.Item Yeterli̇k fi̇i̇li̇ni̇n Yalova ağzındaki̇ durumu(Uludağ Üniversitesi, 1999) Şahin, Hatice; Fen Edebiyat Fakültesi; Türk Dili ve Edebiyatı BölümüDilbilgisi içerisinde birleşik fiiller sınıfına soktuğumuz ve dilin anlatım çeşitliliğinde önemli bir rol oynayan tasviri fiiller, Türkiye Türkçesinde -A ve -I zarf-fiil eklerini almış bir fiile getirilerek yapılmış şekillerdir. "Bu fiiller zarf-fiil halindeki fiilin anlattığı oluş ve kılışın meydana geliş tarzını açıklarlar. "1. Bu açıklama, tasvir etme özellikleriyle de tasviri ya da betimlemeli fiiller adını alırlar. Bu tip birleşik fiil tabanlarında zarf-fiil durumundaki birinci fiilin anlamı esastır.Item Two traditions of modern epistemology(Uludağ Üniversitesi, 1999) Çüçen, A. Kadir; Fen Edebiyat Fakültesi; Felsefe BölümüFelsefe, varlık, gerçeklik ve doğru bilgiyi araştırır; fakat Descartes'la başlayan modern felsefenin temel ilgi alanı varlık ve gerçeklikten çok, doğru bilgi olmuştur. Bu anlayış, doğru bilginin imkanını, kaynağını, kapsamını ve ölçütlerini sorgulayarak, doğru bilginin temelindeki en kesin ve apaçık olan ilkenin ortaya çıkartılmasını kendine amaç edinmiştir. Bu çalışma, modern epistemolojinin iki geleneğini ele alarak, bunları bazı yönlerden eleştirmeyi amaçlamıştır. Birinci geleneği oluşturan Descartesçi epistemolojiye göre, doğru bilgiye ulaşmak için, en kesin ve apaçık olanı doğrudan bir kavrayışla ortaya koymak gerekir. Bilginin temelindeki ilk ilkeyi araştıran kartezyen bilgi kuramına ternelci bilgi kuramı denilmektedir. Temeldeki ilk ilke en açık ve seçik bir kavrayışla ortaya konulduktan sonra, diğer bilgiler, ilk ilkenin kesinliğinden yola çıkarak elde edilir. Temelci bilgi kuramı Descartes sonrası modern kıta felsefesini de etkileyerek, Spinoza, Leibniz, Kant ve Husserl gibi birçok felsesefeci tarafından da savunulmuştur. Modern epistemolojinin ikinci geleneği ise, temelci geleneğe karşı çıkan Hegel tarafından öne sürülen anti-temelci bilgi kuramdır. Hegel'e göre, doğru bilgi en temeldeki ilkeden kalkarak elde edilemez, çünkü en temeldekini doğrulayacak veya yanlışlayacak bir başka ilkenin olması gerekir. Bu nedenle, bilgi bir tür durağan konumda değil, tam aksine bilgi kullanımdaki devingen süreçtir; çünkü bilgi, Mutlak Tin'in kendisini gerçekleştirme devinimindeki süreçte ortaya çıkar. Böylece doğru bilgi temelci yaklaşımla ancak kendisinin bir kısmını ortaya koyar. Doğru bilginin tümelliği, Mutlak'ın kendisini fark etme sürecini veren bir sistemde anlaşılabilir. Modern epistemolojinin iki geleneği de çeşitli yönlerle açıklandıktan sonra, çalışmamız bu iki geleneği birçok açıdan eleştiriye tabi tutmaktadır.Item Panorama romanında aydın meselesi(Uludağ Üniversitesi, 1999) Sınar, Alev; Fen Edebiyat Fakültesi; Türk Dili ve Edebiyatı BölümüPanorama is a novel that tells the story of Turkish Republic until 1950. In this novel Yakup Kadri Karaosmanoğlu, one of the pioneering authors of new Turkey, talks about the phases of Turkish revolution; wornes and contrasts in Turkish political, social and cultural life, and dangers to which Turkish revolution is exposed. The writer talks about politicians, religious fanatics, opportunists, immorals, disappointed people and those who believe that they suffer from the system. In this study we have tried to show 1923 and 1950 how Turkish intellectuals had been reflected into this panorama. A variety of professional intellectuals such as politicians, teachers, journalists and doctors have different thoughts on Turkish revolutions, public life, bureaucracy, Atatürk's death, Second World War and transition to multi-party system in Turkey. Y. Kadri develops his novel within a dua/istic plot. He, thus, reflects opposite thoughts in the high social class and tragedy of the intel/ectual both before and after 1938; intellectuals act in a confused manner having different ideas in their minds. Most of intellectuals lost their enthusiasm about the revolutionary spirit that they had shared during the War of Independence, as time passed on, especially between the years 1923 and 1950. But now they are concerned only with their own interests. Halil Ramiz, who speaks on behalf of the writer, is a real inte/leetual in that he has a mature personality and can defend his own ideas quite strongly. Panorama , while trying to establish firmly the principles of Turkish Revolution via intellectuals, comes out as an impressive example pointing to disappointments in practice, and the danger of religious extremism which, even today, persists in Turkey. In sum, Panorama presents social and political processes from the very beginning of Turkish Revolution to 1950's, and the changes in the regards and thoughts of intellectuals in that arduous period.Item Locke ve Hume'da bi̇lgi̇ni̇n kaynağı problemi(Uludağ Üniversitesi, 1999) Eren, Işık; Fen Edebiyat Fakültesi; Felsefe BölümüThe philosophers John Locke and David Hume who lived in 18th century, investigated the structure of knowledge by focusing on human understanding, instead of the problem concerning the source of knowledge which had been inquired by the philosophers of 18th century. The main problem for those philosophers, i.e. , J.Locke and D. Hume, was "ide"; what is "ide", what are the structure and source of "ide". They inquired into this problem by taking into account the limits of human mind. According to John Locke, "ideas" which make up human reason are not innate. Human reason acquires "ideas" by sens and reflection. "ldeas" have two bases with regard to their sources. According to Hume, all reasoning concerning matter of fact seem to be founded on the relation of Cause and Effect. But, knowledge of this relation arises entirely from experience, when we find, that any particular objects are constantly conjoined with each other. Causes and Effects are discoverable, not by reason. but by experience. To recapitulate the reasoning: Every idea is copied from same preceding impression or sentiment; and where we cannot find any impression, we may be certain that there is no idea.Item History and self-reflection: Muhammad Salih' s Shaybani-nama: (A sixteenth century Central Asian source in Chaghatay)(Uludağ Üniversitesi, 1999) Kılıç, Nurten; Fen Edebiyat Fakültesi; Tarih BölümüBu çalışma yöntem ve içerik açısından bir metin analizidir. Muhammed Salih tarafindan Çağatayca olarak yazılan Şeybani-name adındaki bu metin, 16. yüzyılın başlarında Orta Asya 'da Timurlu idaresine son vererek Maveraünnehir-Özbek Hanlığı 'nı kuran Çinggis soyundan Şeybani Han 'ın nazım şeklinde yazılmış biyografisi niteliğindedir. Muhammed Salih göçer kökenli, kahile bağı bulunan, kendisi ve ailesi Şeybani-Özbek öncesi Timurlulara hizmet etmiş ve daha sonra Şeybani Han 'a katılmış Çağatay kimliği güçlü iki dilli bir yazardır. Bu dönemin sosyal, politik ve kültürel tarihini analiz etmek açısından önemli olan bu eser, yazarın kişiliği, kökeni, yaşam biçimi ve politik tercihi tarafindan biçimlenen farklı bir perspektif sunmaktadır. Bu çalışmada yazarın dönemin politik ortamı içindeki konumu ve kökeni ile eserinde olayları sunuş tarzı ve yaklaşımı özellikle kendisini nasıl yansıttığı analiz edilmiştir. Böyle bir analiz dönemin politik kültür ve kimlik meselelerine Farsça konuşan ve genellikle yerleşik kökenli tarihçiler tarafından yazılan eserlerin sunmuş olduğu eserlerden farklı bir boyut kazandırmaktadır.Item Eksi̇lti̇ ya da sıfır tekrar(Uludağ Üniversitesi, 1999) Üstünova, Kerime; Fen Edebiyat Fakültesi; Türk Dili ve Edebiyatı Bölümüİletişimde zamandan tasarruf, dilin tekrardan hoşlanmayışı, en az çaba ilkesi gibi nedenler, anlatım kısalığına yol açan etkenlerdendir. Konuşanın, dinleyenin bir takım şeyleri bildiğini, konuşmayı dikkatle dinlediğini sanması ve duyduklarını doğru yorumlayabileceğini düşünmesi, konuşmalarda kimi birimlerin atlanmasına, düşürülmesine, yarım bırakılmasına yol açmaktadır. Bütün bunlara rağmen anlatırnın gerçekleştiğini, iletişimin sağlandığını söyleyebiliriz. Ancak anlam bütünlüğünü bozmadan, cümlenin bazı öğelerinin düşürülmesi ile oluşan eksiltili yapıtarla iletişim sağlanmaya çalışılmaktadır. Eksiltilerin bir kısmının da, tıpkı tekrarlar gibi daha çarpıcı, daha etkili anlatımlara ulaşmak için yapıldığını görmezden gelemeyiz.Item Future world and social engineering(Uludağ Üniversitesi, 1999) Berkay, A. Fügen; Fen Edebiyat Fakültesi; Sosyoloji BölümüBu çalışmada, sosyolojinin geçmişte tarih ve toplum felsefesi gibi öteki sosyal bilim dallarıyla olan birlikteliği vurgulandıktan sonra, özerk bilim olma yolunda günümüze dek yaşadığı değişimlerle süreçlere de kısaca değinilmektedir. Ayrıca, sosyolojinin bugünkü durumu ve dünyanın tüm karmaşık sorunlarıyla Yirmibirinci yüzyıla doğru ilerleyişi arasındaki gerçek ve potansiyel ilişkiler değerlendirilerek bu bilimsel disiplinin geleceği hakkında bazı öngörülerde bulunulmuştur. Bundan böyle sosyolojinin, dünyamızın giderek daha da ağırlaşan sorunlarından uzak bir şekilde salt bilim ve araştırma merakının giderilmesi amacıyla yürütülen çalışmalar bütünü olarak algılanmasının olanağı kalmamıştır. Sosyoloji, giderek zorlayıcı ve dayalıcı olmayan, ama yol gösteren bir toplum mühendisliği kimliğine bürünmek durumunda olacaktır. Bu nedenle, sosyo-ekonomik, kültürel ve siyasal alanlarda uygulanacak yeni politikalarda sosyolojik yaklaşımların ve sosyologların daha etkili bir şekilde yer alması gerekir. Bu yaklaşım çerçevesinde sosyolojik araştırma alanlarını ve konuların Inkeles sınıflaması bağlamında yeniden tanımlarsak, onları şu kategorik başlıklar altında toplayabiliriz: A. sosyolojik analiz; B. toplumsal yaşamın temel unsurları; C. temel toplumsal kurumlar: D. temel toplumsal süreçler. Sosyolojik alanların belirlenmesi kadar, ne için ve kimin için sosyoloji yapılacağının da iyi belirlenmesi gerekir. Tüm bunların ötesinde, modern devletin ve çağdaş toplumun sorunları üzerinde yoğunlaşması gereken sosyoloji biliminin yeni sosyolog adaylarına en iyi şekilde nasıl öğretilebileceğinin somut olarak saptanması gerekir.Item Türkçe’de yayımlanmış i̇lk felsefe eseri̇(Uludağ Üniversitesi, 2000-06-01) Mermutlu, Bedri; Fen Edebiyat Fakültesi; Sosyoloji BölümüBatı felsefi düşüncesinin Türkiye'ye girişi meselesi hâlâ düşünce tarihimizin gündemindeki yerini korumaktadır. Bu yönelişe muhtelif başlangıç tarihleri verilmekteyse de bunların kesinlikten uzak oldukları bilinmektedir. Bu çalışmamızda yeni bir tespitle, yazılı Batı felsefesinin ülkemizdeki başlangıcını belirlemekte bir adım daha atmış olduğumuzu düşünüyoruz. Şimdiye kadar kabul edilenin aksine, bu tarih 1859 (Muhâverat-ı Hikemiye ile Terceme-i Manzume) yerine 1854 olarak karşımıza çıkmaktadır. Batı felsefesiyle ilgili olarak ülkemizde yayımlanan ilk eser Cricor Chumarian'ın Fénelon'dan çevirdiği "Evvel Zamanda Azamü'ş-şan Olan Filozofların İmrar Etmiş oldukları Ömürlerinin İcmalidir" isimli Antik felsefe tarihidir. Eser İzmir'de basılmıştır.Item Di̇l i̇ncelemeleri̇nde anlam bağının gereği̇(Uludağ Üniversitesi, 2000-06-01) Üstünova, Kerime; Fen Edebiyat Fakültesi; Türk Dili ve Edebiyatı BölümüBilindiği gibi iletişim açısından dil, en yalın bir anlatımla kodlama ve kod çözme olarak tanımlanır.1 Sözcükler ise kodlanmış göstergelerdir. İnsan zihninin gücünü, yaratıcılığını, yeteneğini yansıtan dil, gösteren ve gösterilen diye adlandırılan iki yöne sahiptir. Bu da; dilin bir biçimsel, bir de anlamsal yanının olduğu ve dille iletişimin bu iki özellikle birlikte gerçekleştiği anlamına gelir. O zaman dil incelemelerinde, biçimbirimler, ilişki kurdukları bütün içinde hem biçim hem anlam yanlarıyla değerlendirilmeli ve çalışmalar bu doğrultuda olmalıdır.Item Bursa’da ki̇tabeli̇ Osmanlı çeşmeleri̇(Uludağ Üniversitesi, 2000-06-01) Yavaş, Doğan; Fen Edebiyat Fakültesi; Sanat Tarihi BölümüBursa, içilebilir su kaynakları açısından zengin bir şehirdir. Uludağ'ın eteklerine kurulmuş olması, şehrin su ihtiyacını karşılamaya yetecek kaynağı sağlamıştır. Yakın bir tarihe kadar şehrin doğu kesiminin (Emirsultan, Yıldırım, Yeşil) su ihtiyacını Akçağlayan (Akçaalan) kaynağı, şehir merkezinin ihtiyacını ise Gökdere kaynağı karşılamaktaydı. Günümüzde ise şehir su şebekesi pik borularla yeniden düzenlendiğinden ve yeni menbaların da devreye girmesiyle şehire daha bol su verme imkânı doğmuştur. Umurbey, Müftü, Yenisu, Devlengeç, Kavak, Gümüş, Altın, Uluğ, Alişar, Erikli gibi başka su kaynakları olmakla birlikte bunların çoğu, zaman içinde kullanılamaz hale gelmiştir. Çeşme ve sebil kelimelerinin arasındaki fark şöyle açıklanabilir: Çeşme, kullanım amaçlı olan basit su yapıları anlamına gelirken sebil ise, hayırseverler tarafından abidevi şekilde yaptırılan ve ücretsiz su dağıtılan binaları ifade etmektedir. Önceleri her türlü hayır ve hasenat işini tanımlamak için kullanılan sebil kelimesi, sonradan sadece ücretsiz su dağıtılan tesisler için kullanılmıştır.Item Feyzî Osman Hüsamzade Di̇vanı’ndaki̇ di̇nî kavramlar(Uludağ Üniversitesi, 2000-06-01) Ercan, Özlem; Fen Edebiyat Fakültesi; Türk Dili ve Edebiyatı BölümüIV. Murad dönemi Divan şairlerinden Feyzî Osman Hüsamzade’nin tek eseri Divan’ıdır. Bu çalışmada, Divan şairlerinin etkisi altında bulunduğu ve eserlerinde yoğun bir şekilde kullandığı dinî kavramlar üzerinde durulmuştur. Feyzî’nin şiirlerinde karşılaşılan dinî kavramlar I. Dinî Unsurlar (Allah, Ayet ve Hadisler, Peygamberler, Kâbe, Mescid-i Aksâ, Sahabîler), II. Dinî Terimler (Bayram, Cennet Varlıkları, Dua, Kur’an, Namaz), III. Ahiretle İlgili Unsurlar (Cennet-Cehennem, Kıyamet-Kevser), IV. Diğer Dinî Unsurlar (Din-İman, Kâfir-Müslüman; Ölüm) olmak üzere dört ana başlık altında incelenmiştir. Her konu başlığı hakkında edebiyatımızdaki genel kanının yanında, Feyzî’nin şiirlerinden tespit edilen düşüncelerine yer verilmiş ve bunlar beyitlerle örneklendirilmiştir.Item Kant’s Theory of Knowledge and Hegel’s criticism(Uludağ Üniversitesi, 2000-06-01) Çüçen, A. Kadir; Fen Edebiyat Fakültesi; Felsefe BölümüKant inquires into the possibility, sources, conditions and limits of knowledge in the tradition of modern philosophy. Before knowing God, being and reality, Kant, who aims to question what knowledge is, explains the content of pure reason. He formalates a theory of knowledge but his theory is neither a rationalist nor an empiricist theory of knowledge. He investigates the structure of knowledge, the possible conditions of experience and a priori concepts and categories of pure reason; so he makes a revolution like that of Copernicus . Hegel, who is one of proponents of the German idealism, criticizes the Kantian theory of knowledge for “wanting to know before one knows”. For Hegel, Kant’s a priori concepts and categories are meaningless and empty. He claims that the unity of subject and object has been explained in that of the “Absolute”. Therefore, the theory of knowledge goes beyond the dogmatism of the “thing-initself” and the foundations of mathematics and natural sciences; and reaches the domain of absolute knowledge. Hegel’s criticism of Kantian theory of knowledge opens new possibilities for the theory of knowledge in our age.Item Kutadgu Bi̇li̇g’de tasvi̇rî fi̇i̇ller(Uludağ Üniversitesi, 2000-06-01) Şahin, Hatice; Fen Edebiyat Fakültesi; Türk Dili ve Edebiyatı BölümüTasvirî fiil yapıları dilimizde anlamı güçlendirmek ve zenginleştirmek için kullanılan düzenli, ulaçlı birleşiklerdir. Türk dilinin en eski yazılı belgelerinden itibaren kullanılan bu yapılar o dönemlerden bu yana anlam açısından çeşitlilik göstermektedir. Dil tarihimizde çok önemli bir yeri olan Kutadgu Bilig adlı eseri Tasvirî fiiller açısından incelediğimizde de bu çeşitlilik kendini açıkça göstermektedir. Özel kuruluş yapıları ve anlam değerleri olan bu fiiller; zaman zaman birbirlerinin görevini üstlenmekte, zaman zaman tasvir anlamını yapıya aktarmadan biçim olarak bu yapıyı yansıtmaktadır. Kimi zaman sözlük anlamlarını yapıya katan Tasvirî fiiller, kimi zaman da birleşik yapıyı biçimce oluşturarak yapının vermesi gereken anlam dışında kalıplaşmış, özel bir anlam kazanmaktadır. Kutadgu Bilig’de belirlemeye çalıştığımız bu çeşitlilik ve kaymaların Türk dilinin her döneminde ve alanında çalışılıp ortaya konması gerekmektedir.Item Turi̇zm-tanıtım faali̇yetleri̇nde ki̇tle-i̇leti̇şi̇m araçlarının destekleyi̇ci̇ ya da engelleyi̇ci̇ kullanımı üzeri̇ne(Uludağ Üniversitesi, 2000-06-01) Sam, Rıza; Fen Edebiyat Fakültesi; Sosyoloji BölümüSon dönemlerde dünya çok hızlı değişme ve ilerlemelere tanık olmuştur. Bu nedenle, iletişim teknolojisi alanında meydana gelen ilerleme bilgi iletişimine önemli bir ivme kazandırmıştır. Radyo ve televizyon gibi iletişimde kullanılan teknik aletler turistik potansiyele sahip olan tarihi alanların ve keşfedilmeyi bekleyen doğal alanların tanıtılmasına daha fazla imkân vermiştir. Bununla beraber George ORWELL’in “1984” isimli romanında da kurgulandığı gibi iletişim araçları her alanda olduğu kadar turizm potansiyelini tanıtmada da yanlış kullanılabilmektedir. Şüphesiz, insanların gördüklerine değil, görmek istediklerine inanmaya eğilimli oluşu da bu yanıltmada önemli bir rol oynamaktadır. Bunun bilincinde olunduğu ve bilinçli turizm-tanıtım faaliyetlerinde bulunulduğu sürece bu olumsuzlukların üstesinden gelinebileceği düşünülebilir.Item Kant’ta aydınlanmanın olanağı olarak i̇nsana saygı(Uludağ Üniversitesi, 2000-06-01) Ürek, Ogün; Fen Edebiyat Fakültesi; Felsefe BölümüBu yazıda, Kant’ın insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmayış durumundan kurtulması olarak tanımladığı aydınlanmanın olanağını, a priori bir duygu olan ahlâk yasasına saygı duygusunun sağladığı gösterilmeye çalışılacaktır. Çünkü, ahlâk yasasının öznesi insan olduğundan insana saygı duygusu olarak da nitelendirilebilecek olan bu duygu, ahlâk yasasının istemeyi belirleme amacıyla kendisinden önce gelebilecek olan bütün eğilimleri engellemesiyle ortaya çıkan, dolayısıyla tutkusal olarak nitelendirilen diğer bütün duygulardan ayrı olan bir duygudur. Saygı duygusunun bu özelliği, onun eylemlerde saf pratik aklın tek güdüsü olarak etkide bulunmasını sağlar. Bir kişi, en sıradan insanda bile bir dürüstlük olduğunu fark ederse, istese de istemese de o dürüst kişiye saygı duymaktan kendini alamaz. Kant’a göre insana saygı, aynı zamanda amacı kişileri aydın kişiler haline getirmek olan eğitimin de gerçekleşmesinin tek koşuludur. Çünkü ahlâksal bir eğitimin amacı, insana kendi değerini duymayı öğretmek, duyular dünyasına ait bir varlık olmasının ötesinde düşünülür dünyaya ait bir varlık da olduğunu göstermektir. Bu da, ancak ahlâklılık insan kalbi üzerine saf ahlâksal güdüler olarak sunulursa olanaklıdır. Ahlâklılık ne kadar saf olarak sunulursa, onun insan kalbi üzerinde gücü de o kadardır. Kişinin kendi mutluluğundan çıkan güdülerin her karışması, ahlâk yasasının insan kalbini etkilemesine bir engeldir. Bundan dolayı, kişinin duyusallığı üzerinde ahlâk yasasına saygı güdüsünün etkili olabilmesi için, kişiye ahlâksal bakımdan iyi eylem örnekleri vererek, onun buna doğrudan ilgi duymasını sağlamak gerekir.Item The disembedded custom: Intrafamily murders for sexual honor in Turkish metropolises(Uludağ Üniversitesi, 2000-06-01) Şimşek, Sefa; Fen Edebiyat Fakültesi; Sosyoloji BölümüThe subject of this article is the intrafamily murders committed for sexual honor in big cities and metropolises. Murders for sexual honor and the customs concerning them are among the basic elements of traditional and rural cultures. However, great waves of migration, technological advances, development of communication, and the globalization process experienced especially since the 1980’s have radically changed the coordinates of the rural-urban, traditionalmodern and local-universal distinctions. Just like many other things have been dismantled from their contexts, intrafamily murders for sexual honor, too, have been disembedded out of their original milieu, and begun to haunt in big cities and metropolises. Therefore, the globalization process does not only involve the expansion of such concepts as democracy, liberalism and human rights that are highly valued by the civilized world, but also that of primitive cultures, violent customs and superstitions.Item Kişisel mükemmeliği yakalamada nöro linguistik programlama (nlp) tekniği(Uludağ Üniversitesi, 2002-12-01) Tüz, Melek Vergiliel; İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi; İşletme BölümüNLP, bilişsel bir tekniktir. NLP tekniğine bilgi sistemlerinin oluşturulmasında ve öğrenen bir organizasyon oluşturmaya yönelik sürecin geliştirilmesinde başvurulabilir. NLP metotlarını kullanmasını bilen kişi, iletişim, terapi, kişisel gelişim ya da bilişsel kontrol alanlarını nasıl güçlendireceğini de öğrenmiş olur. Eğitimciler yeterince iyi olduğu takdirde bir çok düzeyde başarılar ortaya çıkacaktır.Item Kâmî Mehmed Efendi ve Fîrûznâme(Uludağ Üniversitesi, 2002-12-01) Ercan, Özlem; Fen Edebiyat Fakültesi; Türk Dili ve Edebiyatı BölümüKâmî, XVIII. yüzyılda yaşamış âlim bir şairdir. Döneminde oldukça iyi bir şöhret kazanmasına rağmen, kendisinden bahseden kaynaklar sınırlıdır. Çalışmaya, bu kaynaklardan yararlanarak, Kâmî’nin hayatı ile başlanmıştır. Konu dışında olduğu için Kâmî’nin eserleri hakkında kısa; fakat derli toplu bir bilgi verilmiştir. Ayrıca eserlerin Türkiye kütüphanelerinde bulunan nüshalarının kayıt numaraları da belirtilmiştir. Asıl konumuzu teşkil eden Kâmî’nin Fîrûznâme’si incelenirken önce eserin nüshaları tespit edilmiş; daha sonra eserin konusundan bahsedilerek, bazı dil, vezin ve kafiye özellikleri ortaya konulmuştur. Çalışmanın son kısmında ise Fîrûznâme’nin transkripsiyonlu metni (çeviriyazı) verilmiştir.Item Osmanlı Dönemi bilirkişilik uygulamaları üzerine bir araştırma(Uludağ Üniversitesi, 2002-12-01) Abacı, Nurcan; Fen Edebiyat Fakültesi; Tarih BölümüBilirkişilik kurumu Osmanlı çalışmalarında bu güne kadar araştırmacıların dikkatini sadece lonca uygulamaları çerçevesinde çekebilmiştir. Oysa bu kurum Osmanlı hukuk anlayışını daha açık hale getirmeye katkıda bulunabilir. Bu çalışmamızda daha önceden bağımsız bir araştırmaya konu olmayan bu kurumu birinci elden kaynaklara dayanarak açıklamaya çalıştık.