1994 Cilt 6 Sayı 6
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/13825
Browse
Browsing by Issue Date
Now showing 1 - 20 of 35
- Results Per Page
- Sort Options
Item Mutezile’nin Ma‘dûm nazariyesi ile İbn Arabi’nin A‘yân-ı Sâbite nazariyesinin karşılaştırılması(Uludağ Üniversitesi, 1994) Afifi, Ebu'l Ala; Karadaş, Cağfer; İlahiyat FakültesiBilindiği gibi İbn Arabî, İslâm düşüncesinde kendisinin “A‘yân-ı sâbite” adını verdiği meseleden ilk defa bahseden bir İslâmî düşünürü olmuştur. Varlığın tabiatı hususundaki genel felsefi görüşünde a‘yân-ı sâbiteye çok geniş yer vermiştir. A‘yân-ı sâbiteye geçmeden önce İbn Arabi’nin öncelikle “a‘yân” ve “sübût” kelimeleriyle ne kastettiğini açıklamamız gerekir. İbn Arabî, “a‘yân” kelimesiyle genelde “hakikatlar”, “ zâtlar” ve “mahiyetler”! kasteder. Bazen de bu kelimeyi duyu organlarıyla algılanan mevcudat manasında kullanır. Ancak sözlerinde “a‘yân-ı sâbite” ile ikinci değil birinci manayı kasteder. “Sübûf’un manası ise ister dış dünyada olsun ister zihinde olsun mutlak olarak hasıl olmak ve meydana gelmek manasınadır. Ancak İbn Arabî burada “sübût” ile “zihindeki insafı ve üçgenin mahiyetleri” gibi zihnî ve aklî varlığı kasteder. Sözkonusu insan ve üçgenin dış dünyada bulunan varlıkları gibi, “sübûf’u zaman ve mekan boyutunda hariçte gerçekleşmiş “varlık”a karşılık getirir.Item Dergâhname(Uludağ Üniversitesi, 1994) Kara, Mustafa; İlahiyat FakültesiEdebî türlerimizden biri de Dergâhname’lerdir. Değişik beldelerin tekkelerini ele alan, onların özelliklerini tanıtan manzumeler, bu kültürün tarihini incelemek isteyenlere de ipuçları verirler. Bu konu mensûr eserlerde de ele alınmıştır. Bursa dergâhları açısından mensûr eserlerin en güzel örneği şüphesiz ki Mehmet Şemseddin Efendi’nin Yadigâr-ı Şemsî adlı eseridir. Aşağıdaki manzume zaman içinde Bursa’da kurulmuş olan 100 kadar tekkenin adım zikrederek bu beldenin ruhanî atmosferini çizmeye çalışmaktadır. Tarihî kaynaklardan bu asrın ilk çeyreğinde Bursa’da faal olan dergâhların sayısının 30-40 civarında olduğunu öğrenmekteyiz. Bazı tekkelerin zamanla değişik isimlerle yadedilâiğini, yangın, zelzele gibi afetler sebebiyle yerine bir başkasının kurulduğunu veya Tıakl-i mekân” ettiklerini de unutmamak gerekir.Item Hermenötik(Uludağ Üniversitesi, 1994) Harvey, Van A.; Güç, Ahmet; İlahiyat Fakültesi“Hermenötik” terimi Yunanca “Yorumlamak” anlamına gelen “hermeneuein” fiilinden türetilmiş olup beşeri ifadelerin yorumunun mahiyeti ve varsayımları ile ilgili aidi disiplinlere işaret eder. Bu Yunanca terim, tanrıların elçisi ve sınırların muhafızı olan Yunan tanrısı Hermes’in ismiyle etimolojik benzerliğe sahiptir. Bazıları bu benzerliği, yorum işinin tabiatında var olan şu üçlü yapının yansıması olarak görmüşlerdir: 1- Bir kaynaktan gelen bir işaret, bir mesaj veya bir metin, 2- Onu bir kısım dinleyiciye aktarmak için, 3- Bir aracı veya bir yorumcuyu (Kermes) gerekli kılar. Böyle düşünüldüğünde, bu son derece basit üçlü yapı hermenötiğin ilgilendiği başlıca şu kavramsal konulan zımnen kapsar: 1- Bir metnin mahiyeti, 2- Bir metni anlamak neyi ifade eder ve 3- Bu anlama ve yorumu, kendilerine metnin açıklandığı kişilerin önyargı ve inançlarının hangi ölçülerde etkilediği. Bu üç husustan herhangi biri üzerinde ciddi düşünme, yorumlamanın bizzat kendisinin niçin felsefi bir mesele ve bir yorum konusu olduğunu ortaya koyar.Item İbnu’s-Salâh ve ulûmu’l-hadîs’i(Uludağ Üniversitesi, 1994) Kahraman, Hüseyin; İlahiyat FakültesiA. Yaşadığı Dönem ve Özellikleri H. VII. asırda Eyyubîler devrinde yetişen en önemli muhaddislerden biri de İbnü's-Salâh eş-Şehrezûrîdir. Adını, hanedanın kurucusu Selahaddin’in babası Necmeddin Eyyub’dan alan Eyyubîler, Zengilerin bir uzantısıdır ve onlar vasıtasıyla Büyük Selçuklu devletine bağlanır. Mısır’a hakim olan Şiî-Fatımîlerin iç karışıklıklarla uğraşmasından faydalanan Zengi sultanı Nureddin, bu devletin iç işlerine karışmak için aradığı fırsatı buldu ve Şirkûh adındaki vezirini Mısır’a gönderdi. Şirkûh elde ettiği bir çok askeri ve siyâsî zaferden sonra, son Fatımî halifesi el- Adıd’m (ö. 566/1170) vezirliğine getirildi. Şirkûh, üç ay kadar vezirlik yaptıktan sonra öldü ve yerine yeğeni Selahaddin Eyyûbî geçti (564/1169). Selahaddin, vezirliğin kendisine verilmesiyle durumunun oldukça güçleştiğini farketti. Çünkü hem Şiî-Fatımî halifesinin veziri hem de Sünnî Dımaşk sultanının nâibi idi.Item Hadisciler, kelamcılar ve sufilerin hadis anlayışlarına iki örnek(Uludağ Üniversitesi, 1994) Karadaş, Cağfer; İlahiyat FakültesiPeygamber, ilahi mesajı insanlara aktaran ve bunları insanlara tatbikî bir şekilde öğreten ilk muallim konumunda olması dolayısıyla kendisine uyanlar açısından önemli bir yer işgal etmektedir. İnsanlar, onun sözlerine ve davranışlarına dikkat etmekte, onun gibi yaşamaya özen göstermektedirler. Bu durum peygamberin kendi zamanında olduğu kadar sonraki devirler için de geçerlidir. Örneğin Hz. Peygamber’in söz, fiil ve kabullenişlerinden oluşan sünneti ümmet için ilk dönemlerde olduğu gibi önemini aynı canlılıkta korumaktadır. Dolayısıyla bir sözün veya davranışın ona ait olup olmadığını tesbit işlemi, sahabe devrinden itibaren özenle üzerinde durulmuş olmakla birlikte, bir takım insanların kendi uydurdukları ya da halk arasında yaygın olan sözleri O’na nisbet etmeye yöneldikleri de bir gerçektir. Bu, önce dinin ikinci kaynağı durumunda olan hadise, sonra da bizzat dinin kendisine zarar vermiştir. Maalesef bazı alimler eserlerinde bu tür uydurmalara yer vermek suretiyle farkına varmadan ümmet içerisinde bunların kabul görmesine yardımcı olmuşlardır. Buna burada sadece iki örnek sunulacaktır:Item Bilme ve inanma(Uludağ Üniversitesi, 1994) Prichard, H. A.; Çetin, İsmail; İlahiyat Fakültesi; Felsefe ve Din Bilimleri BölümüDescartes, şüphenin altında yatan nedeni teolojik çerçeveden bağımsız olarak daha genel bir şekilde ortaya koyabilirdi, gerçekten bunu yapması da gerekirdi. O, bizim sahip olduğumuz gibi bir düşünme kapasitesini yani zihnimizi kullanarak, sadece bazı varlıkları açık bir şekilde kavramaya başlamış olabileceğimizi (bu, biz söz konusu kapasiteyi ister Tanrı sayesinde isterse başka bir sebeple sonradan kazanmış olsak da. zorunlu olarak böyledir) ve isterse sahip olduğumuz bu kapasite bize bir daha hata yapmamız mümkün olmayan bir yapıyı sağlayacak güçte olsun, şüphenin daha sonra ortaya çıktığını söyleyebilirdi. Böylece de o, başka hiç bir şeyi öğrenmeden önce, düşünme kapasitemizi kullanmanın bize bilgiyi sağlayacağını öğrenmemiz gerektiğini; başka türlü söylemek gerekirse, herhangi bir özel durumda artık hata yapmayacağımızı bu nedenle de bazı özel şeyleri bilmek zorunda olduğumuzu öğrenmeden önce, kendi zihnimizi kullanmanın bize bilgi sağlamaya yeteceğini öğrenmemiz gerektiğini söylemiş olurdu. Gerçekten bu, şüphenin onun bize kendisini sunduğu daha genel bir formudur ve Locke'un da şüpheyi ele alması bu formda olmuştur.Item Mekke döneminde Benî Ümeyye’nin islâm’a karşı tutumu(Uludağ Üniversitesi, 1994) Apak, Adem; İlahiyat Fakültesi; İslam Tarihi ve Sanatları BölümüHz. Muhammed peygamberlikle görevlendirildikten hemen sonra İslâm'ı kabileler arasında yaymaya girişti. İlk önce kendi kabilesi olan Haşimoğulları sülalesini, daha sonra diğer Kureyş kabilelerini yeni dine davet etti. Bu kabilelerden birisi de Mekke'nin en itibarlı ailelerinden olan Ümeyyeoğulları'dır. Bu makalede biz, Mekke döneminde Ümeyyeoğulları'mn İslâm karşısındaki durumunu ele alacağız.Item Osmanlı vakıf sisteminde “rakabe”(Uludağ Üniversitesi, 1994) Hızlı, Mefail; İlahiyat Fakültesi; İslam Tarihi BölümüOsmanlı vakıf sisteminin, üzerinde yeteri derecede durulamayan kavramlarından biri de “rakabe”dir. Osmanlı vakıf eserlerinin yüzyıllar sonrasına ulaşmasında bu yöntemin katkısı son derece büyüktür. Kısaca ifade etmek gerekirse “rakabe”, vakıf eserlerinin tamire ihtiyaç duydukları ve vakfın bu onanma gücünün yetmediği dönemlerde, vakıf çalışanlarının maaşlarının ödenmeyerek, biriken paranın öncelikle onanma harcanması demektir. Bu çalışmada, konunun ayrıntılarına inilerek “rakabe” kavramının pratiğe nasıl dönüştürüldüğü araştırılacaktır.Item Kur'an-ı Kerim'de mensuh ayetler(Uludağ Üniversitesi, 1994) Kaya, Remzi; İlahiyat FakültesiKur’an’da az sayıda da olsa mensuh âyetler vardır. Ama sanıldığı kadar çok değildir. Bu çalışmamızda neshedilen âyetleri ve bunların neshediliş sebeplerini açıklamaya çalışacağız.Item İngiltere üniversitelerinde 1965-1984 yılları arasında İslâmî bilimlerde yapılmış lisansüstü çalışmalar(Uludağ Üniversitesi, 1994) Uysal, Enver; İlahiyat FakültesiBir süre önce İngiltere'de bazı üniversite ve kütüphanelerde araştırma yapma fırsatı bulmuştum. İngiltere'deki üniversitelerde İslâmi bilimlerde yapılmış lisansüstü çalışmaları içeren bir kaynak olup olmadığını araştırırken Londra'da SOAS (School of Oriental and African Studies) kütüphanesinde "Index to Theses" adlı 34 ciltlik bir eserle karşılaştım. Bu, İngiltere'deki üniversitelerde yapılmış lisansüstü tezleri çeşitli ana başlıklar altında ele alıp sıralayan bir periyodik idi. Bu eserdeki "Religion", "Philosophy" ve "Theologhy" bölümlerini taradım, sonuçta aşağıdaki liste ortaya çıktı. Bir fikir vermesi açısından, bu listeyi, ait olduğunu düşündüğüm bilim dallarına tasnif ederek, ülkemizde İslami bilimlerde araştırma yapanların dikkatine sunmayı uygun buldum.Item Fitne döneminde İbn Sebe’nin rolü hakkında değerlendirme(Uludağ Üniversitesi, 1994) Hüseyn, Taha; Apak, Adem; İlahiyat Fakültesi; İslam Tarihi ve Sanatları BölümüTarihçiler, Hz. Osman döneminde meydana gelen fitne olaylarından bahseder iken, Hz. Osman’ın öldürülmesinden sonra Hz. Ali’nin, Hz. Talha, Hz. Zübeyr ve Hz. Aişe’yi karşılamak niyetiyle Medine’den çıkmasından önceki dönemde ve yine Hz. Ali’nin sulh niyetiyle Hz. Talha, Hz. Zübeyr ve Hz. Aişe’ye doğru sefer düzenlemesi esnasında İbn Sevdâ’dan ve Sebîierden çokça bahsetmektedirler. Yine tarihçiler Sebeîlerin, Hz. Ali ve ashabının gafleti anında savaşı başlatmak niyetiyle görüşmeler yaptıkları ve Basra yakınlarında karşı karşıya gelen iki orduyu ansızın savaşa tutuşturduklarını ve Müslümanları büyük bir tehlikeye düşürdüklerini iddia ederler. Ancak aynı tarihçilerin, Sıffin savaşını naklederken Sebeîyye’den bahsetmeyi unutmaları, veya ihmal etmeleri gerçekten gariptir.Item Tasavvuf penceresinden Bursa’ya bakış(Uludağ Üniversitesi, 1994) Kara, Mustafa; İlahiyat Fakültesiİslâm medeniyetinin mühim unsurlarından biri tasavvuf olduğu gibi bu uygarlığın önemli merkezlerinden biri de Bursa'dır. Bursa, söz konusu medeniyetin belli başlı unsurlarını barındıran ve geliştiren bir şehir olma özelliğine sahiptir. Genelde İslâm medeniyeti, özelde Osmanlı medeniyeti açısından Bursa ile ilgili pek çok şey söylenebilir. Ancak burada Bursa'ya sadece tasavvuf penceresinden bakılacak ve bu pencereden görülen hususlar kısaca tanıtılmaya çalışılacaktır. İslâm toplumunun ahlâk ve gönül boyutunu işleyen tasavvufî düşünce, insanlar arasındaki ilişkileri menfi yönde etkileyen, kin, kibir, gösteriş, cimrilik, hırs, haset, şehvet gibi kötü duygulan eriterek bunların yerine insanın iyi bir mümin olmasına zemin hazırlayabilecek güzellikleri koymayı hedefler. Bu terbiye ile Müslümanlar Allah'ı, Allah da Müslümanları sever. Yunus'un ifadesiyle kişi, yaradılam, "Yaradan'dan ötürü" hoş görür, hoş görebilecek dereceye yükselir.Item Hadisler çerçevesinde mügayyebât-ı hamse meselesi(Uludağ Üniversitesi, 1994) Karacabey, Salih; İlahiyat Fakültesi; Hadis Bölümüİnsanda, kendi dışında ama kendi hayatını etkileyen dünyayı ve varlıkları tanıma duygusu ağır basmaktadır. Bu nedenle gaybı bilme, bilinmeyeni keşfetme arzusu insanoğlunun hiçbir zaman vazgeçemediği istekleri arasındadır. İlk devirlerde merak edilen ama keşfedilmeyen, belki de hiç bilinemeyecek olan meselelerde sadece arraf ve kahinler gibi söylediğinin bilimsel değeri olmayan kişilerin tahminlerine itibar edilmiştir. İslâm, ayet ve hadislerle, bilinmeyen alemin bir kısmını en azından bilgi düzeyinde gayb olmaktan çıkarmış ise de, dar kapsamlı da. olsa insanın ulaşamayacağı bir gayb sınırı çizmiştir. Bunlar arasında özellikle "mugayyehât-ı hamse" (beş bilinmeyen) meselesi hadis ağırlıklı olarak bu makalenin konusunu teşkil etmektedir.Item İslâm’ın koruyucu aileye bakışı(Uludağ Üniversitesi, 1994) Kurt, Abdurrahman; İlahiyat FakültesiAile, fertlerin psiko-sosyal hayatına etki eden temel bir kurumdur, Cemiyetin dini, örfü, âdeti gibi tüm kültürel değerleriyle uygunluk arzedecek tutum ve davranışların çekirdeğinin atıldığı kutsal bir mekândır aile. Bir aile yuvasının fert ve toplum hayatında sayılamıyacak kadar çok faydası var... Acaba, aile hayatından sadece aynı kanı taşıyanlar mı istira.de edebilirler? Farklı kam taşıyan yetim çocukların sıcak aile ortamında yaşaması ya da fakir aile çocuklarının, imkânları daha iyi olan bir ailede barınması mümkün değil midir? Kur'an'da "evlât edinme" yasaklandığına göre, kimsesiz yetim çocuklar, hiçbir zaman bir ailenin yerini tutamıyan bakımevlerinin soğuk atmosferine mi terkedilmeliler?Item Kur’ân-ı Kerim’de dost kavramı(Uludağ Üniversitesi, 1994) Kaya, Remzi; İlahiyat Fakültesiİnsan yaratılış itibariyle yalnız yaşamaktan ziyade biyolojik ve sosyolojik yapıya muhtaçtır. " Evlenmesi, çoğalması biyolojik bir olgu ise, çoğaldıktan sonra aile, kabile, millet vc devlet gibi sosyolojik yaşam tarzı içinde olması gerekmektedir. İşte böyle bir durumda insanlar, Yaralan ve yaratılanlarla ilişki içinde bulunacaklardır. Bu münasebetlerin iyi yürümesi dost ve dostluğun gerçek olanının seçilmesine bağlıdır. Bu yazımızda Kur’ân-ı Kerim’e göre “Dost” (veliye ) terimleri üzerinde durularak gerçek ve devamlı dost ile Müslümanların alması gereken tedbirler üzerinde durulacaktır.Item İslâm hukuk tarihi açısından ilk dönem Osmanlı hukuk çalışmalarına bir bakış (1299-1500)(Uludağ Üniversitesi, 1994) Cici, Recep; İlahiyat FakültesiOsmanlı Devleti’nde kuruluş yıllarından itibaren yönetimin her kademesinde Islâm hukuku benimsenmiştir. Bu nedenle ilmi çalışmalar, daha ziyade dinî ilimlerde ve özellikle de fıkıh alanında yoğunlaşmıştır. Şüphesiz, hu alanda yapılan çalışmaların hepsi aynı seviyede değildir. Bu itibarla Osmanlı âlimleri ve eserleri hakkında, özellikle fıkıhla ilgili eserler bakımından doğru kanaat serdedebilmek için yapılan çalışmaların çeşitli yönlerden incelenmesi gerekmektedir. İşte böyle bir amaçla bu makalede, Osmanlı Devleti’nin ilk döneminde (1299-1500) ortaya konan hukuk çalışmaları, taklid devrinin temel özellikleri çerçevesinde mukayeseli bir şekilde ele alınmıştır.Item Osmanlı medreselerinde bozulma(Uludağ Üniversitesi, 1994) Hızlı, Mefail; İlahiyat FakültesiBu çalışmada, Osmanlılar ’ın klâsik dönemde zirveye taşıdıkları medrese teşkilâtının, XVI. yüzyıl ikinci yarısından itibaren giderek gerilemesi ve dejenerasyona uğramasının sebepleri üzerinde durulacak, alınan tedbirlere yer verilecek ve daha çok dönemin düşünürleriyle fikir adamlarının eserlerindeki bilgilerden yola çıkılarak genel bir değerlendirme yapılacaktır.Item Saint Augustinus bibliyografyası(Uludağ Üniversitesi, 1994) Özcan, Zeki; İlahiyat Fakültesi1994 yılında üç aylığına gittiğimiz Fransa’da, Saint Augustinus hakkında araştırma yapacaklara yararlı olacağı düşüncesiyle, bir bibliyografya çalışması yaptık. Bu çalışmayı Paris’te, Saint Augustinus hakkındaki kaynakların toplu olarak bulunduğu iki yerde, Institut des etudes augustiniennes (Agustinus Araştırmaları Enstitüsü) ve Bibliotheque nationale (Millî Kütüphane) gerçekleştirdik. Institut des etudes augustiniennesâe Saint Augustinus hakkında, görebildiğimiz kadarıyla, Türkiye dahil, dünyanın pek çok ülkesinde yapılan çalışmaların katalogu oldukça geniş ve bizirn de zamanımız çok kısıtlı olduğu için, buradan örnek birkaç çalışmayı tespit etmekle yetindik. Bibliotheque nationalede konuyla ilgili kaynakları, kütüphaneye kayıt başlangıç tarihi olan 1882 yılından itibaren 1979 yılma kadar hiç istisnasız kaydettik. Daha sonraki çalışmaları ise, Türkiye’ye dönmek zorunda olduğumuz için tespit etme imkânımız olmamıştır.Item Kur’an vahyi(Uludağ Üniversitesi, 1994) Ebû Zeyd, Nasr Hamd; Maşalı, Mehmet Emin; İlahiyat FakültesiNassın vahyinde söz konusu olan ikili münasebet, daha girift olması sebebiyle diğer münasebet tiplerinden farklıdır. Zira burada iletişim olayının iki temel öğesini Allah ile bir beşer olan peygamber teşkil etmektedir. Kur'ân, nüzul itibariyle ikinci sûre olan Müzzemmil süresinin “doğrusu biz sana ağır bir söz vahyedeceğiz” ayetinde bu münasebeti “ilkâ” olarak ifade etmektedir. Bu ayetteki “nâ” mütekellim zamiri ile ifade edilen zât ile Alak süresindeki “Rabbinin adıyla oku” ifadesindeki zât birdir. O halde sözkonusu iki şahıs münasebeti, “ilka” ile bu münasebette kullanılan ve “kavi” olarak belirtilen özel şifre kanalıyla gerçekleşmektedir. Kur'ân’ın diğer bazı ayetlerinde ise “ilkâ”ya karşılık “tenzîl”; “kavl”e karşılık da “kelâm” yeralmaktadır.Item Teolojik önermelere analitik yaklaşım(Uludağ Üniversitesi, 1994) Jacques, Francis; Özcan, Zeki; İlahiyat Fakültesi; Din Felsefesi BölümüAnlamlılık ve geçerlilik: Temel bir sorun. Felsefede analitik akım: Objeden metoda; Analitik yaklaşım programının inkişafı; Bir çıkmaz sokak: Doğrulayıcı analiz. Dil oyunlarının işlevsel analizi: Teolojik önermelere karşı daha olumlu bir tutum; Bütüncül bir analitik yaklaşıma doğru; Bir örnek: Dinî inançların önermeleri; Teolojide gönderme; Tanrı ya da şahıs statüsündeki gönderge; Analitik yaklaşımdan din felsefesine.