2021 Cilt 20 Sayı 1
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/16366
Browse
Browsing by Issue Date
Now showing 1 - 19 of 19
- Results Per Page
- Sort Options
Item Phénoménologie et ontologie du mouvement: patočka lecteur d’aristote(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-11-22) Şan, EmreSorusu olmayan bir fenomenoloji düşünülemez ve fenomenolojik araştırmanın verimliliği ancak ortaya attığı sorularla ölçülebilir. Husserl ve Heidegger’in öğrencisi Jan Patočka’nın ilgilendiği temel soru bütünlük olarak dünya ve onu oluşturan hareketlerdir. Bu bağlamda yol gösterici argümanımızı şu şekilde ortaya koyabiliriz: Patočka, Aristoteles’in hareket teorisini radikalleştirerek, Husserl ve Heidegger’in ötesine uzanan bir ontolojik istikamette, dünyanın varlık anlamını kozmolojik tezahür hareketi olarak belirler. Şu halde öncelikle Patočka’nın, Husserl ve Heidegger’in arasında bir tür sentezi mümkün kılacak ve söz konusu Alman düşünürlerin felsefelerinde görünür olmayan ortak bir zemini açığa çıkaracak fenomenolojik felsefe projesini inceleyeceğiz. Ardından Aristoteles’in hareket teorisi üzerine Patočka’nın ortaya koyduğu yorumu ele alacağız. Söz konusu okuma Patočka’nın Husserl ve Heidegger’de üzeri örtülü bir biçimde devam ettiğini düşündüğü öznelcilik sorununun aşılmasında etkili olacak. Son olarak ise Patočka’nın Aristoteles’in hareket teorisini nasıl radikalleştirdiğini göreceğiz. Böylece tezahür hareketi olarak kozmolojik hareket teorisi açıklığa kavuşacak.Item Dinin bilimsel çalışmalara etkisi:ortaçağ astronomisi (VI. YY – XIII. YY) örneği(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-11-25) Iltar, Ekin Kaynak; Akçoru, RabiaToplumları biçimlendiren en önemli unsurlardan biri de kuşkusuz ki dindir. Din, hangi din olduğundan bağımsız olarak bir inançlar bütünü ve yaşam rehberidir. Günümüzde bilim söz konusu olduğunda olumsuz bir çağrışım yapan din Ortaçağ’da özellikle Latin Batı ve İslam dünyasında bilimle iç içedir. Latin Batı’yı Hristiyanlıktan, İslam dünyasını Müslümanlıktan bağımsız düşünmek imkansızdır. Ancak söz konusu dinlerin toplumlarını ne ölçüde ve ne yönde etkilediği araştırmacıların sıklıkla tartışa geldiği bir alandır. Özellikle İslam dünyasının bir daha Avrupa Ortaçağ’ında yaşadığı Altınçağ seviyesine neden yaklaşamadığı, Avrupa’nın Hristiyanlık yüzünden mi karanlıkta kaldığı ve buna benzer sorular din ve bilim alanının temel sorunlarıdır. Bu çalışmada Ortaçağ astronomisi (VI. yy-XIII. yy) örneği üzerinden din ve bilim ilişkisini tartışmak amaçlanmaktadır. Bunun için öncelikle VI. yüzyıl ile XII. yüzyıl arasında geçen sürede önce Latin Batı dünyasında, daha sonra da İslam dünyasında astronomi alanında yapılan çalışmalar genel hatlarıyla ele alınıp din ve bilim tartışması için arka plan olarak sunulacaktır. Sonrasında Latin Batı’da Hristiyanlığın, İslam dünyasında Müslümanlığın bilimsel çalışmalara etkisi var olan tartışmalar üzerinden incelenecek ve nihayetinde astronomi örneği bu tartışmalar ışığında değerlendirilecektir.Item Zihin felsefesinde fizikselin tanımı sorunu(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-12-19) Kıymaz, TufanZihin-beden sorununun birçok felsefeci tarafından zihinselle fizikselin ontolojik ilişkisini açıklığa kavuşturma sorunu olarak ele alınması, günümüz zihin felsefesi tartışmaları için “fiziksel” teriminin tanımlanması ihtiyacını doğuruyor. Fakat, zihnin fizikselliğini sorgulanma motivasyonun altında zihnin doğasına ve doğadaki yerine dair farklı sorular yatabiliyor ve bu soruları “fiziksel” terimini kullanarak sormak istediğimizde, birbiriyle uyuşmayan, bazen de kendi içinde kabul edilebilir olmayan, farklı fiziksellik tanımlamalarını kullanmamız gerekiyor. Bu çalışmada, zihin felsefesi tartışmalarında en çok kullanılan dört fiziksellik tanımlamasını inceleyerek bu tanımlamalardaki sorunları ortaya koyuyor ve sonuç olarak, günümüz zihin felsefesinde “fiziksel” terimi diyaloğu ve anlaşmayı zorlaştıran bir rol oynamaya başladığından, zihin-beden sorunu bağlamında bu terimi kullanmaktan kaçınmanın daha yararlı olacağı görüşünü savunuyorum. Zihin-beden sorununun birçok felsefeci tarafından zihinselle fizikselin ontolojik ilişkisini açıklığa kavuşturma sorunu olarak ele alınması, günümüz zihin felsefesi tartışmaları için “fiziksel” teriminin tanımlanması ihtiyacını doğuruyor. Fakat, zihnin fizikselliğini sorgulanma motivasyonun altında zihnin doğasına ve doğadaki yerine dair farklı sorular yatabiliyor ve bu soruları “fiziksel” terimini kullanarak sormak istediğimizde, birbiriyle uyuşmayan, bazen de kendi içinde kabul edilebilir olmayan, farklı fiziksellik tanımlamalarını kullanmamız gerekiyor. Bu çalışmada, zihin felsefesi tartışmalarında en çok kullanılan dört fiziksellik tanımlamasını inceleyerek bu tanımlamalardaki sorunları ortaya koyuyor ve sonuç olarak, günümüz zihin felsefesinde “fiziksel” terimi diyaloğu ve anlaşmayı zorlaştıran bir rol oynamaya başladığından, zihin-beden sorunu bağlamında bu terimi kullanmaktan kaçınmanın daha yararlı olacağı görüşünü savunuyorum.Item İktidarın kaynağı, araçları ve yozlaştırıcı etkisi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-12-25) Can, MücellaBu çalışmada iktidar kavramı ele alınıp incelenmektedir. Öncelikle, iktidarın tarihi kısaca izah edilmektedir. İktidarın ne olduğu ortaya konulduktan sonra iktidarın kaynağı ve araçları hakkında bilgi verilmektedir. Ayrıca iktidarın yozlaştırıcı etkisi de çalışmanın kapsamı içerisindedir. Kişilik, mülkiyet ve örgüt iktidarın kaynakları olarak değerlendirilmektedir. İktidarın araçları ise caydırma, ödüllendirme ve ikna etme-koşullandırma şeklinde verilmektedir. İktidar bir insani deneyimdir. İnsanlar arasındaki ilişkilere bağlı olarak ortaya çıkan iktidar hayatın her alanında vardır. Evrensel bir deneyim olması nedeniyle her insan bir şekilde iktidarı kullanmıştır. Hepimiz, çok sayıda iktidar yapılarıyla karşı karşıya bulunmaktayız. Bu iktidar yapılarının birçoğu günlük hayatın normal yönleridir. Örgütlenmiş bir toplulukta yaşayan her insan, hayatını bir dizi iktidar yapısı arasında geçirir. İktidar insan hayatının her aşamasında bulunmaktadır. İnsanların bir arada yaşadıkları her yerde iktidar vardır ve iktidar insanlar arasındaki ilişkilere bağlı olarak kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.Item Posthumanizm tartışmasının düşündürdükleri: haddini bilmek ile haddini aşmak arasında insan(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-01-29) Gençoğlu, FundaBu makale posthümanizm tartışmalarının ancak kadim ‘insan nedir’ sorusunun geçmişten bugüne doğurmuş olduğu epistemolojik-etik-politik tartışmalarla birlikte ele alındığında bir açılım sağlayabileceğini iddia etmekte ve bunu gösterebilmek için, siyasal düşünceler tarihinde insanın düşünülüş biçimlerine dair orijinal bir kategorizasyon sunmaktadır. Bu çalışmada geliştirilen ve özgün bir katkı olması umulan kategorizasyona göre, epistemolojik-etik-politik düzlemlerde insan nedir sorusunun ele alınış biçimi ve verilen yanıtlar, ilk bakışta büyük bir çeşitlilik/çoğulluk gösteriyor olmasına rağmen, esas itibariyle bu arayış bir sarkacın iki uçta salınımını andırmaktadır. Bilindiği üzere, siyasal düşüncenin başlangıcı, yaygın olarak, mottoları ‘İnsan her şeyin ölçüsüdür’ olan Sofistler’e dayandırılır. Bu motto, burada bizim için bahsi geçen sarkacın hareketine başladığı taraf olarak ele alınmaktadır; diğer tarafta da onlardan hemen sonra gelen, siyasal düşüncede bir çığır açtığı konusunda hemen herkesin hemfikir olduğu Sokrates ve onun ‘Kendini bil’ öğretisi bulunmaktadır. Ve, bu makalenin önermesine göre, bu sarkacın bu ikisi arasındaki salınımı o tarihten bu yana hiç durmamıştır. İkinci olarak, bu makale “insan gerçekte nedir?” sorusunun ayrılmaz biçimde özgürleşme/özgürlük sorunsalıyla iç içe olduğunu öne sürmektedir. İnsanın ‘Ben neyim’ sorusuna verdiği cevap ‘Ne yaparsam/ne olursa özgür olurum?’ sorusuna verdiği cevapla iç içedir. Söz konusu kategorizasyonun terimleriyle, insan haddini bilince/bilirse mi özgür olur, haddini aşabilince/aşabilirse mi? Üçüncü olarak, bu makale posthümanizmin bu ikili karşıtlık arasındaki salınıma bir dokunuş olduğunu öne sürmektedir. Posthümanizm ikili karşıtlıklar, özcülük ve keskin ayrımlar karşısında konumlandığı, buna karşılık olumsallık, devinim ve geçirgenlik gibi kavramların altını çizmekte olan bir yaklaşım olarak insanı ne salt haddini aşabilmek üzerinden tanımlamaktadır ne salt haddini bilmek üzerinden; aynı zamanda da posthümanizm insanı hem haddini aşabilmek üzerinden tanımlamaktadır hem de haddini bilmek üzerinden. Bu durumda özgürlük sorunsalı biraz daha karmaşık hale gelmektedir. İnsanın özgürleşmesi ne zaman haddini bileceğine ne zaman haddini aşmaya cesaret/cüret edeceğine karar verebilmesiyle ilişkilidir.Item Toplumsallığa ilişkin iki farklı görüş: rousseau versus rousseau(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-02-02) Bingöl, SedatToplumun temellerini incelemiş olan filozoflar -Hobbes, Locke, Rousseau- toplumsal düzenin nasıl kurulduğunun ve içinde yaşadıkları toplumun yapısının analizini yapmışlardır. Bu analiz, ortak bir anlaşma yoluyla kurulan politik kurumların neden gerektiği ve toplumsal düzenin adaleti ve eşitliği getirip getirmediği sorularını beraberinde getirir. Adı geçen filozofların bu soruları yanıtlama çabası, onları bir doğa durumu tasvirine götürür. Doğa durumu tasviri ya da varsayımı da toplum öncesi hali betimler. Rousseau’nun doğa durumu tasviri ve uygar toplum analizi eşitliğin, adaletin, özgürlüğün ve ahlaklılığın nasıl bir düzende mümkün olabileceğini bize gösterir. Bu çalışmanın temel problemi, Rousseau’nun doğal durumundan toplumsal yaşama nasıl geçildiğine, toplumsal düzenin nasıl kurulduğuna ve toplumsal yaşamın yapısına dair görüşlerinin değişip değişmediğini göstermektir. Rousseau’nun başlangıç ve sonraki eserleri arasında toplumsallığa ilişkin düşüncelerinin değiştiğini söylemek mümkündür. Bu çalışma, değişen bu görüşleri açığa çıkarmayı hedeflemektedir.Item Boolean algebra and aristotelian logic(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-02-05) Keven, NazimGeorge Boole is one of the first logicians who offered a systematic formalization of language. He developed a notation to encode ordinary language sentences to algebraic symbols and developed algebraic methods to manipulate those symbols and to deduce results that are interpretable in the ordinary language. His methods formed the basis of modern logic. Boole applied his formal methods to many of the contemporary questions of his time, one of them being scholastic logic. In this paper, I explain how Boole deals with Aristotelian logic. I will start with his notation and algebraic methods, then apply them to Aristotelian conversions and syllogisms. It must be noted Boole has two versions of notation and methods, one is developed in Mathematical Analysis of Logic and the other is in his seminal book The Laws of Thought. I focus on the later version.Item Salgın hastalıkların karşısında varoluşun dayanağı olarak dayanışma(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-02-05) Cengiz, Ceyhun AkınZorlu dönem ya da durumlar karşılaştığında insan, varlığı ve varoluşunu gözden geçirir, yaşadıklarının ve kendisinin bilincine varır. Bilincin varoluşun anlamlandırılmasında rolü bu bağlamda ön plana çıkar. Varoluşun sonsuzluğu içinde varolanlar kendilerini sınırsız ve sonsuz bir şekilde gerçekleştirmek isterler. Diğer yandan hayat kendisini sonsuz çeşitlilikte ifade etmeye de yönelmiştir. Her var olan kendisini sınırsız/sonsuz şekilde gerçekleştirmeye çalışırken başkasının iradesiyle karşılaşır ve bu da bir çatışmaya neden olur. Bu çatışmada varlıklar kırılır, incinir. Kırılganlıkta bilinç kendisine yaşam alanı bulur. Aynı zamanda hayatın sonsuz çeşitliliğin kırılgan, narin bir canlanma sürecine ihtiyaç duyduğu da açıkça ortaya çıkar. Buradan hareketle varlığın özünde çatışma kadar dayanışmanın da olduğu görülür. Hayatın sürdürülmesi bir arada olmakla, birlikte eylemde bulunmakla ve uzlaşmakta söz konusu olur. Dayanışma ile eksikliklerin ve sorunların üstesinden gelinebilir. Bir değer ve bilinç varlığı olarak insan, dayanışma ile salgın gibi felaketlerin sorunların üstesinden gelebilecektir. Bu çalışmada salgın hastalıklarla baş etmenin yolu olarak dayanışmanın rolü incelenecektir. Dayanışma ile insanların kendisinden başka olan her şeyi araçsallaştırmaya yönelik tavrının önüne geçilmesinin ve varolma isteğinin kayıtsızlığının araçsallaştırıcı tavrına karşı duruşun dayanağı olarak dayanışmanın önemine değinilecektir.Item Yaygın zenon okumasının bir eleştirisi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-02-19) Aygün, ÖmerBu makale, Laks & Most’un 2016 tarihli Erken Dönem Yunan Filozofları derlemesi ışığında Elealı Zenon’un kişiliğine, felsefesine ve özellikle de ünlü “paradokslarına” yönelik yaygın yorumu anlattıktan sonra, bu yorumdaki sorunlara işaret etmek ve bir çözüm önerisi sunmak amacını taşımaktadır. Yaygın yorum Elealı Zenon’u paradokslarına, paradokslarını da argümantatif içeriklerine indirgemekte, ancak bu paradoksların birliğini, bütünsel işlevini ve sayısını açıklamakta zorlanmaktadır. Makale ilk bölümde yaygın yoruma göre Zenon’un ve paradokslarının ana özelliklerini sıraladıktan sonra, ikinci bölümde felsefe, felsefe tarihçiliği ve felsefe eğitimi alanlarında bu yorumdan kaynaklanan sorunlara işaretmekte ve üçüncü bölümde Laks & Most’un edisyonunda özellikle Platon ve Aristoteles geleneğindeki aktarımlara başvurarak bu sorunları çözecek alternatif bir yorum önermeye çalışmaktadır. Bu aktarımlarda Zenon’un pratik yaşamı ve özellikle diyalektikçiliği vurgulanmıştır. Zenon’un paradoksları diyalektik argümanlar olarak yorumlandığında, yalnızca bir öğretinin çürütülmesi veya desteklenmesi için araçsal argümanlar olarak görülmek yerine, okurun veya öğrencinin zorunlu olarak akıl yetisinin farklı şekillerde çalıştırılması amacını taşıyan pratikler olabilecekleri fark edilebilmektedir. Bu alternatif yorum, hem felsefe tarihçiliği açısından Zenon’u eristik, sofistik, retorik veya kuşkucu düşünürlerden daha açık şekilde ayrıştırabilmekte, hem felsefe eğitimi açısından paradoksların amaçsız bilmecelerden öte, öğrencinin kendi akıl yetisi ile karşı karşıya gelmesini talep eden argümanlar olduğunu ve felsefenin gerçeğin çıkarsız şekilde araştırılmasından ayrılamayacağını düşündürmektedir.Item Hakikatin ötesi, berisi, kendisi: “hakikat-ötesi” kavramına dair eleştirel bir çözümleme(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-02-19) Gürsoy, A. Özgür“Hakikat-ötesi”, güncel toplumsal gerçekliğimizin ne olduğuna ve bugün karşılaştığımız birçok sorunun tasvirine dair tartışmalarda sıklıkla başvurulan bir kavrama dönüştü. Fakat yaygın tartışmalarda hakikatin ne olduğu sorusuna dair garip bir sessizlik söz konusudur. Bu durum bir yere kadar anlaşılabilir, çünkü bu soruyu mesele eden felsefe tarihinde genel uzlaşıya varılmış bir tanım yoktur. Fakat söz konusu sessizliğin bir riski, hakikati verili ve sadece bulunan bir şeymiş gibi varsayarak, bizleri savunması güç epistemoloji kuramlarına sığınmak zorunda bırakmak ve hakikat-ötesi dediğimiz durumun sebebini bir grup insanın cahilliğinde, aptallığında veya kötü niyetinde konumlandırmaktır. Bu çalışmanın amacı, hakikat-ötesi kavramının felsefi bir eleştirisini denemektir. Gerekçe arayışını neyin tatmin edebileceğine dair temel bir sorunu içeren bir yapının hatırlanması, kavramın kullanımlarının faydasına ve faydasızlığına ışık tutacaktır. Çalışmanın vardığı sonuç, hakikat-ötesi kavramının normatif ve betimsel düzlemlerde kaçınılmaz bir çift-anlamlılığı içerdiğidir. Hakikatötesi diyerek kavramsallaştırılmaya çalışılan toplumsal durumun tehlikesi, her şeyin tartışılır hale geldiği kuralsız bir görecilik değil, herhangi anlamlı bir tartışmayı imkânsız hale getiren toplumsal bir bölünmüşlük ve çatışma halidir. Öyleyse kavramın felsefi bir eleştirisinin göstereceği ilginç sonuç, hakikat-ötesinde söz konusu edilmek istenen meselenin—en genel anlamıyla—siyasi oluşudur.Item Kant and hegel on freedom(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-02-20) Göksel, Gülay UğurThe main objective of this article is to understand Hegelian understanding of freedom through a comparison of its Kantian counterpart. I set up this investigation with a consideration of the debate between liberals and communitarians. In the history of political thought, many political thinkers have been occupied by the questions about the priority of right over good and of universal over particular. In order to answer these questions, one needs to have a clear conception of freedom since the claims of freedom and equality are universally accepted political values which should reflect our political institutions contextually. To accomplish this task, first, I will introduce a brief account of Kant’s idea of freedom. It is crucial to know Kantian idea of freedom and how this idea reflects to his political philosophy to understand Hegel’s emphasis on ethical order and particularly state institutions. Second, I will give a brief account of Hegel’s idea of freedom by giving references to his book titled Philosophy of Right. Third, I will introduce two major criticisms that Hegel poses to the Kantian idea of freedom. Finally, I will introduce how Hegel tries to overcome the problems of Kantian idea of freedom through the dialectical construction of the concepts of spirit, freedom and ethnical order.Item Bilgi ve değer bağlamında “iyi tasarım” kavramının izinin sürülmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-02-20) Babadağ, Murad; Haşlakoğlu, OğuzBu makalede, “iyi tasarım” kavramı değer bağlamında, Platonik bir kavram olan Poiesis (yapma/olma) ilişkisi üzerinden, bilginin değere dönüşmesi ve temel değer olarak “iyi” çerçevesinde, sonra da, çağdaş tasarım yaklaşımlarıyla kıyaslanarak irdelenecektir. İnsanın tasarım yoluyla bilgi ve değer bağlamı üzerinden kendisini bir tür olarak nasıl doğayı araçsallaştırarak ayrıcalıklı bir konuma getirdiği, ilk taş alet teknolojisi örneğinde incelenerek ortaya konulmaya çalışılacaktır. Alet yapmak sayesinde bir yandan, yapma bilgisini elde etmek, korumak ve aktarmak yollarını öğrenir ve deneyimlerken, diğer yandan da yaptığı aletin işlevini doğrudan ve tam olarak yerine getirmesi sayesinde de değer kavramına ulaşması irdelenecektir. Böylece ‘yapma’ eylemi üzerinden bilgi ve değer bağlamının nasıl bizatihi insanın ‘olma’ esasında kendisini ürettiği araştırılacaktır. Metin boyunca, ilk taş alet teknolojisi örneği kapsamında evrim teorisi ele alınarak, bir tür olarak Homo Sapiens’in Platonik mahiyette yapma-olma/auto-poiésis bağlamı üzerinden nasıl kendine bir Dünya sahnesini açtığı konusu ele alınmıştır. Aletin nicelik ve nitelik analizlerini yaparak, onun iyi olup olmadığına karar vermek ancak ideolojik ve ekonomik fayda amaçlıdır. Doğadan özgürleşmeyi sağlayan pragmatik değerler, bu araçsallaştırmadan da kurtularak hürleşme (özgürleşmeden farklı olarak) bağlamında özellikle aşılması gereken değerlerdir. Bu anlamda “iyi” yapılmaktan öte, olunan bir şeydir. Yapma-olma vasıtasıyla sahip olduğumuz değerler, bizi aynı şekilde, bugüne kadar kullandığımız pragma değerlerinden de hürleştirmelidir. İnsanoğlunun örtük ve esas amacı, kendi doğası gibi görünen bu araçsallaşmadan da hürleşme olmalıdır.Item Analitik felsefe neden natüralizme karşıdır?(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-02-22) Tümkaya, SerdalAnalitik felsefe (AF) kendisini Kıta felsefesi olarak adlandırılan rakibinden bir dizi çok önemli özelliğiyle ayırt etmiştir. Bunlardan bir tanesi kendisinin bilim ile olan ilişkisidir. AF geleneği son 120 yılda çokça genişleyip değiştiği için ortada bilime karşı sabit bir tutumun olması zaten beklenmese de yakından bir bakış aslında AF’nin bilim ile felsefe arasına katı sınırlar çekme çabasının onun doğum lekesi olduğunu gösterecektir. AF bir asırdan uzun tarihi boyunca neredeyse her zaman bu özelliğini korumuştur. Bu nedenle, AF esasen felsefi natüralizmin tezi olan bilim ve felsefe sürekliliği fikrinin tam karşısında yer almaktadır.Item Atina Demokratia’sının tragedyası(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-02-22) Yıldızdöken, ÇiğdemDithyramboslardan gelişen ve Attika topraklarında gün yüzüne çıkan tragedyalar, polis’in sözcüsü olmakla Atina’nın demokratik düşüncesinin polis’te kök salmasını ve filizlenmesini sağlayarak kent devletinin, varlık tarzlarından başta dini ve politik olmak üzere ontolojik-egzistansiyal-epistemolojik ve estetik temelini oluşturacak asli-kurucu unsurları açığa çıkarmıştır. Tragedya, kurucu unsurları birbirine karşıt iki eş değer güce sahip fenomenleri bir arada sunarak, bizi kahramanın içsel çatışmasından toplumun ve polis’in içsel çatışmasına yöneltmektedir. Buna bağlı olarak eski dünyanın evrensel-aristokratik değerleri karşında beliren yeni dünyanın “fark”ı gözeten demokratik değerleri verili bir hakikatin ananke’sini değil, yaratma eylemi ile görünür olan gerçekliği oluşturmaktadır. Bu yaratma eylemiyle bir yurttaş, düşünce ufkunda kendi varlığını var etmektedir. Bu nedenle Olymposcu söylemin yazgısal düşüncesi var-etme, var-laşma ile yazgının gücü karşısında alaşağı edilen sanatın değerini ters-yüz etmektedir. Böylece tragedyalarla evrensel yazgı karşısında bireyi gözeten Dionysoscu söylem polis’in duygularını ve bilinçaltına fırlatılmış içgüdüsel bilgeliğini sahnede görünür kılarak seyirci nezdinde bilişsel bir sürecin oluşumunu sağlayan temel yapıyı tesis etmektedir. Öyle ki tanrısal gücün tezahürü olarak Dionysos, karşıtlığın aradalığında hakikat perdesi ile örtülmüştür. Örtünün kaldırılması ile gizlenmiş olanın açığa çıkması, logosentrik dünya görüşünün bertaraf ettiği diyalektik dürtünün, bengiliğin gücüne olan diyalektik nüfuzunu görüleyebilmesiyle olanaklıdır. Şunu da belirtmek gerekir ki, polis’in trajik bilinci tüm karşıt fenomenleriyle “daha yücesini isteme” doğrultusunda uzlaşıya da hazırdır. Bu uzlaşı bir tür denge olarak tragedyalar eşliğinde yurttaşa sunulmaktadır. Bu hususta polis’in erdemi olarak politik tavrı açığa çıkaran sophrosyne toplumsal, siyasal, ahlakî açmazların çözümüne ilişkin mahiyette kendini ele vermektedir. Sophrosyne, artık eski gelenekçe sahiplenilen aristokratların erdemi olmaktan çıkarak bu yeni Diyonizyak dünya alanında polis uğruna demos’un erdemine dönüşür. Bu doğrultuda çalışmamız M.Ö. 6. yüzyıl Atina polis’ine odaklanarak demokratia ve tragedya arasındaki ilişkiyi tesis eden kurucu öğelerin ne olduğuna yönelik bir irdelemeyi içerirken, trajik bilincin tragedyada demokratik unsurlarla kendini nasıl görünür kıldığına dair gerçekleştirilecek araştırmanın sorumluluğunu da almaktadır. Ancak çalışmamızda araştırmamızın değeri açısından Antik Yunanlıları trajik düşünceye iten şeyin ne olduğu meselesi ele alınarak philosophia ile olan münasebete ilişkin yanıt denemesine de yer verilecektir.Item “Der begriff der zeit” üzerine(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-02-24) Çoştu, Feyza Ceyhan‘Heidegger Gesamtausgabe’, Vittorio Klostermann tarafından düzenlenen, Alman filozof Martin Heidegger’in derlenmiş tüm eserleri için kullanılan bir terimdir. Tüm külliyat dört büyük bölümle sınıflandırılmıştır. ‘Der Begriff Der Zeit’ (Zaman Kavramı) isimli eser ise tam baskının 64. cildinin üçüncü bölümün içerisinde ‘Yayınlanmamış Ders ve Notlar’ başlığı altında bulunmaktadır. ‘Der Begriff Der Zeit’, Heidegger’in 1924’te yazdığı fakat yayınlamaya fırsat bulamadığı yazılarını ve Marburg İlahiyat Derneği’nde yaptığı konferans metnini içerir. 1927 yılında basılan ‘Varlık ve Zaman’ adlı eserle önemli paralellikler içerdiğinden Heidegger’in bu büyük yapıtının bir ön çalışması olarak kabul edilebilir. Metnin yazılmasının ilk nedeni, Dilthey ile Kont Paul Yorck’un tarihsellik konusundaki ortak ilgilerinin verimli bir şekilde tartışılmasını sağlamaktır. Bu husus ilk başlıkta ele alınmıştır. Metinde yer alan diğer başlıklar ise ‘Varlık ve Zaman’ eserinin birinci ve ikinci bölümü ile paralellik göstermektedir. ‘Der Begrif Der Zeit’ isimli bu eser, ‘Varlık ve Zaman’ okuyucusu için bir ön hazırlık metni olması nedeniyle oldukça önemlidir.Item İlkçağ doğa felsefesinde özdeşlik ve değişim problemi: thales, anaximandros, anaximenes ve herakleitos(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-02-25) Aktok, Özgürİlkçağ doğa filozoflarının ele aldığı temel problemlerden birisi “evrenin ilk nedeni nedir?” şeklinde özetleyebileceğimiz kozmogonik sorunun üzerine inşa edilmiştir. Bununla birlikte, en az bunun kadar önemli olan ikinci temel soru ontolojiktir ve bu soruyu şu şekilde formülleştirmek gerekir: “Evren değiştiği halde nasıl özdeşliğini korur?” Bu iki soru her ne kadar pratikte iç içe geçmiş ve birbirlerinden yalıtılarak yanıtlanamıyor olsalar da doğa filozoflarının felsefi tartışmalarının arka planını yetkin biçimde analiz etmek için prensipte birbirlerinden ayrılmalıdır. Bu makale, bir yandan Herakleitos dışındaki Parmenides-öncesi doğa filozoflarının özdeşlik ile değişim arasındaki bu ontolojik gerilimin zorunlu olarak mantıksal bir çelişkiye yol açmadığını ve bu gerilimi kendisine çözümleyebileceğimiz çelişkisiz bir varlık katmanı olduğunu öne sürdüklerini göstermeyi amaçlamaktadır. Makalenin diğer bir amacı, Herakleitos’un bu ontolojik probleme getirdiği çözümle çelişkiden kaçınmak yerine onu varlığın temel yasası kılmak yoluyla alternatif bir özdeşlik anlayışı geliştirdiğini ortaya koymaktır: Bu alternatif özdeşlik anlayışı, çelişkiyi özdeşlikle bağdaşır kılarak onu kendi özsel unsuru olarak içine almasıyla Herakleitos’u diğer doğa filozoflarından kökten biçimde ayırır.Item Husserl fenomenolojisine köprüler kurmak(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-03-01) Gür, AysunBu makale Husserl fenomenolojisine köprüler kurmayı ama lamaktadır. Bunun için de husserl in karşılaştığı felsefi problemlerden yola çıkacaktır. Makalede problemler ü başlık altında toplanmıştır. Bunlardan ilki Descartes la başlayan modern felsefedeki ö ne merke lilik, ihin-madde duali mi ve yeni dünya anlayışıdır. ikincisi ise, on dokuzuncu yüzyılda bilimlerin yükselişiyle birlikte karşımıza çıkan ontolojik, epistemolojik ve metodolojik yapıdır. Üçüncüsü de, bu yükseliş karşısında felsefenin yaşadığı meşruiyet problemidir. husserl modern felsefedeki sorunları, bilincin kasıtlı olması, epokhe ve transandantal indir eme ile çözmeyi dener. Bilimlerin yükselişiyle karşılaştığı yapıya ise, her şeyin bilimsel bil iyle ele alınamayacağı, yaşama dünyasının nedensellik ilkesine dayanarak anlaşılamayacağı ve bu bağlamda fenomenolojinin gerekli olduğu düşüncesiyle itira eder. Felsefenin bilimler karşısında yaşadığı meşruiyet krizini de hem felsefenin bundan böyle transandantal fenomenoloji olduğu hem de bilimlere temel olduğu teziyle çözmeyi dener.Item Hakikat-sonrası ve yalnızlık(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-03-02) Yazıcı, ÇiğdemHakikat-sonrası tartışmaları olgularla konuşan nesnel hakikatin değerini yitirdiği, onun yerine duygularla konuşan kanaatlerin yanlış da olsalar daha çok değer ve inanılırlık kazandığı iddiasını gündeme getirmiştir. Bu hakikat yitimi iddiasını çağımızda yalnızlığın arttığı iddiasıyla birlikte ele alırsak felsefe geleneğinde de süregelmiş olan hakikat ve yalnızlık ilişkisini yeniden nasıl düşünebiliriz? İlk bakışta bu ilişkiyi “hakikatin yalnızlığı” gibi bir ifadeyle düşünmek mümkün olabilir. Ancak felsefe tarihinin Eski Yunan kaynaklarına, özellikle Sokratik döneme dönüp hakikati söyleme-parrhesia- pratikleriyle mutlu ve iyi yaşam-eudaimonia- pratikleri arasındaki ilişkiyi incelediğimizde hakikatin yalnızlaştırmak yerine kişinin etik anlamda karakter edinmesini ve kendisi olmasını sağlayarak hem evrenle hem dostlarıyla daha iyi ilişkiler kurmasını mümkün kıldığını görürüz. Dolayısıyla hakikatin değil hakikat-sonrası dönemde artan manipulatif düşünce biçimlerinin yalnızlaştırdığını daha iyi anlayabiliriz. Genel olarak hem etik hem duygusal yaşamla daha kapsayıcı bir ilişki içerisinde olmak hakikat yitimine karşı daha iyi felsefi cevaplar geliştirmemizi sağlayabilir.Item Megaralı philon’da koşullu önerme anlayışı ve modern mantıkta maddi içerme kavramının oluşumu(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-03-06) Kayar, Esma“Eğer A ise, o halde B” olarak sembolleştirilebilecek koşullu önermelerin doğruluk değerinden ilk bahseden filozoflardan biri Megaralı Philon’dur (ö. M.Ö. 3. yy). Philon koşullu bir önermenin yanlış değeri almaması için asgari şartı belirlemiştir. Bu şarta göre ön-bileşeni doğru ard-bileşeni yanlış değer almayan bir koşullu önerme doğru kabul edilir. Philon’un koşullu önermelerinin doğruluk değeri almasında onun modalite anlayışının da etkisi vardır. Philon’un doğruluk değeri alan önerme örneklerinin olgusal veriler üzerinden değerlendirildiği görülmektedir. Stoacılar sonrasında önemi azalmış görünen koşullu önermelerin doğruluk değeri tartışması modern dönemde Frege’nin koşulluluk eklemini sembolleştirmesi ile yeniden canlanmıştır. Frege koşullu önermelerde bahsedilen “Eğer … ise, o halde …” yapısının fiziksel nedensellikten geniş olduğunu göstermiştir. Peirce koşullu önermelerle ilgili modern sembolleştirmenin gelişimini etkilemiş ve mantıksal olanak olarak koşullu önerme yapısının açıklanmasına katkıda bulunmuştur. Russell ise formel içermeden ayırt ederek maddi içermeyi tanımlamıştır. Bu çerçevede “Eğer A ise, o halde B” koşullu önermesi Philoncu maddi içerme yoluyla “A içerir B” tabiri olarak anlaşılmıştır.