2007 Cilt 33 Sayı 1
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/18259
Browse
Browsing by Issue Date
Now showing 1 - 9 of 9
- Results Per Page
- Sort Options
Item Kadınlarda tüm stres üriner inkontinans tedavisinde otolog rektus fasyası kullanılarak yapılan pubovajinal sling(Uludağ Üniversitesi, 2007-05-21) Kılıçarslan, Hakan; Vuruşkan, Hakan; Doğan, Hasan Serkan; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Üroloji Anabilim Dalı.Kadın üriner inkontinansı sıklıkla sosyal veya hijyenik bir problemdir. Sling cerrahisi, kadın üriner inkontinansının tedavisi için 20. yüzyılın başından beri kullanılagelmiştir. Pubovajinal sling, etkili ve kalıcılığı olan bir işlemdir. Bu yayında pubovajinal sling ameliyatı yapılan 58 hastamızdaki tecrübemiz aktarılmaktadır. Ürodinamik olarak stres üriner inkontinansı olduğu ortaya konulmuş 58 hasta çalışmaya dahil edilmiştir. Hastaların ameliyat öncesi değerlendirmelerinde hikaye, fizik muayene, stres testi, 24 saatlik ped testi, idrar kültürü, 7 günlük işeme günlüğü ve urodinamik inceleme kullanılmıştır. Ameliyat sonrası değerlendirmede ameliyat süresi, intra ve postoperatif komplikasyonlar, işeme problemleri ve diğer komplikasyonlar göz önünde bulundurulmuştur. Ortalama ameliyat süresi 35 dakika ve ortanca postoperatif yatış süresi 1 gün olarak tespit edilmiştir. Ortalama 30,2 aylık takip süresi içinde 48 hastada tam olarak kür veya iyileşme sağlanmıştır. Geriye kalan 10 hastada (%17,3) ise başarılı sonuç elde edilememiştir. Hiçbir major intraoperatif komplikasyon yaşanmamıştır. Rektus fasyası kullanılarak yapılan sling girişimi, tüm kadın stres üriner inkontinansı tiplerinde yüksek başarı oranlarıyla komplikasyonsuz olarak uygulanabilen bir yöntemdir.Item İntraperitonal diklorvos uygulamasının sıçanların (rattus norvegicus) bazı dokularında glukoz 6-fosfat dehidrogenaz ve malat dehidrogenaz aktiviteleri üzerine etkisi(Uludağ Üniversitesi, 2007-05-21) Dere, Egemen; Özdikicioğlu, Ferda; Tosunoğlu, Hakan; Uludağ Üniversitesi/Fen-Edebiyat Fakültesi/Biyoloji Bölümü.Bu çalışmada zirai amaçlar için yaygın bir şekilde kullanılan ve toksik bir ajan olan diklorvos’un (DDVP’nin), 4 mg kg-1’lık dozu, sıçanlara (Rattus norvegicus) intraperitonal yolla enjekte edilmiş, kontrol grubuna ise serum fizyolojik verilmiştir. Enjeksiyondan 0, 2, 4, 8, 16, 32, 64 ve 72 saat sonra erkek ve dişi sıçanların karaciğer, böbrek, beyin ve incebağırsak dokularında, glukoz 6-fosfat dehidrogenaz (G6PD) ve malat dehidrogenaz (MDH) enzim aktivitelerindeki değişimler spektrofotometrik yolla tayin edilmiştir. İstatistiksel analizler SPSS programı kullanılarak yapılmıştır. Sonuç olarak birincil toksik etkisini asetilkolinesteraz enzimini inhibe ederek sinir sistemi üzerine gösteren diklorvos, çalışılan tüm dokularda erkek ve dişi sıçanların her iki enzim aktivitesinde anlamlı (p<0.05) değişimlere neden olmuştur.Item Serebral anevrizma cerrahisinde izofluran ve TİVA uygulamasının hemodinami, derlenme ve erken nörolojik durum üzerine etkilerinin karşılaştırılması(Uludağ Üniversitesi, 2007-05-21) Bilgin, Hülya; Kaya, Fatma Nur; Korfalı, Gülsen; Polat, Şule; Korfalı, Ender; Bekar, Ahmet; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Nöroşirurji Anabilim Dalı.Çalışma, serebral anevrizma cerrahisinde, anestezi idamesinde kullanılan izofluran, fentanil ile propofol, alfentanil infüzyonlarını içeren total intravenöz anestezinin (TİVA) hemodinami, derlenme ve erken nörolojik durum üzerine etkilerinin karşılaştırılması amacıyla planlandı. Çalışma elektif serebral anevrizma cerrahisi planlanan 90 hastada yapıldı. Tüm hastalarda, propofol, fentanil ve vekuronyum ile anestezi indüksiyonu uygulandı. Sonrasında, hastalar anestezi idamesi için izofluran (ETizo; soluk sonu izofluran konsantrasyonu: 1.2), fentanil (2 µg kg-1) (Grup izofluran, n=45) veya propofol (6 mg kg-1 sa-1), alfentanil (35 µg kg-1 sa-1 ) (Grup TİVA, n= 45) infüzyonu uygulaması için rastgele ayrıldılar. Her iki grup, oksijen içinde %50 hava ile ventile edildi. Anevrizma klipleninceye kadar ılımlı hipotermi (34-36º C) uygulandı. Hemodinamik veriler farklı dönemlerde kaydedildi. Derlenme, emirlere uyma, ekstübasyon zamanları ve erken nörolojik durumları değerlendirildi. İki grup arasında, çivili başlık yerleştirilmesi sonrası kalp hızında kaydedilen değişiklikler farklı bulundu (p<0.05). Anevrizma kliplenmesi sonrası sistolik arter basıncındaki azalma TİVA grubunda daha fazlaydı (p<0.05). Derlenme ve fizyolojik veriler her iki grupta benzerdi. Sonuç olarak, serebral anevrizma cerrahisinde her iki grupta benzer derlenme profili ve nörolojik durum gözlenmesine rağmen cerrahi dönemde hemodinamik stabilitenin izofluran ve fentanil ile daha iyi korunduğu görüldü.Item Epidural kateter kopmalarında tanı ve tedavi(Uludağ Üniversitesi, 2007-05-28) Gülcü, NebahatEpidural kateter kopması nadir görülebilecek komplikasyonlardan biridir. Kateterin yerleştirilmesi sırasında epidural mesafede 3-5 cm’den fazla bırakılması düğümlenme ve tuzak (entrapman) riskini artırabilmektedir. Kateterin çekilmesi esnasında dirençle karşılaşıldığında nazik bir traksiyon uygulanması, başarısız olunursa özelikle kateterin yerleştirildiği pozisyonda ve belli zaman aralıkları ile traksiyonun yinelenmesi önerilebilir. Görüntüleme metodları ile sekestre parçanın lokalizasyonu belirlenmeye çalışılmalıdır. Hasta asemptomatik ve yetişkin ise kopan parçanın içeride bırakılması, diğer hallerde cerrahi olarak çıkarılması uygun tedavi şeklidir.Item Adrenokortikal karsinomlu olgularımızın retrospektif değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2007-06-06) Kanat, Özkan; Özal, Güze; Yener, Feyza; Evrensel, Türkkan; Kurt, Ender; Manavoğlu, Osman; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı/Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/İç Hastalıkları Anabilim Dalı.Adrenokortikal karsinom (AKK) nadir ve agresif bir tümor olup prognozu kötüdür. Bu çalışmada, AKK hastalarımızın klinik özellikleri ve tedavi sonuçları retrospektif olarak değerlendirildi. Departmanımızda, toplam sekiz AKK’lu hasta tedavi edildi. Hastaların tamamında metastaz mevcuttu. Hastalara etoposid, doksorubisin ve sisplatin (EAP) veya etoposid ve sisplatin (EP) rejimi uygulandı. Dört hastada stabil hastalık, diğer dört hastada ise progresyon olduğu gözlendi. Ortalama 7.7 aylık (3-15 ay) takipte 5 hasta progresif hastalık nedeniyle öldü. Bulgularımız AKK’un agresif doğasını yansıtmaktadır.Item Konjenital sitomegalovirus enfeksiyonu(Uludağ Üniversitesi, 2007-06-13) Dalgıç, NazanSitomegalovirus (CMV) konjenital enfeksiyonun en sık nedenidir, fakat yeterince değer görmemiştir. Konjenital CMV enfeksiyonu çocukta belirgin nöro-developmental gelişim bozukluğuna ve sensori-nöral işitme kaybına neden olabilir. Konjenital CMV enfeksiyonunun tanısında altın yöntem yenidoğandan doğumu takiben ilk iki hafta içinde konvansiyonel veya hızlı hücre kültürü yöntemleri ile virusun izole edilmesidir. İntrauterin enfeksiyonun neden olduğu sekellerin çoğu irreversibl olmasına rağmen, konjenital CMV enfeksiyonu olan bebeklerin anti-viral ajanlarla tedavisi klinisyenler için bir seçenektir. Bu ajanların konjenital ve perinatal CMV enfeksiyonunda kullanımları ile ilgili deneyimler sınırlıdır, fakat klinik deneylerde gansiklovirin kullanımı ile konjenital CMV enfeksiyonunun neden olduğu nörodevelopmental hasarın özellikle sensori-nöral işitme kaybının sınırlandırıldığına dair bulgular elde edilmesi cesaret vericidir. Konjenital CMV enfeksiyonu olan bebekler öncelikle tespit edilmeli ardından bu bebeklerin anti-viral tedavi için uygun aday olup olmadıkları kararlaştırılmalı ve nörolojik gelişim ve işitme taramaları açısından yakın takip planları oluşturulmalıdır.Item RNA interferans (RNAi): Gen sessizleştirilmesi ve tedavi edici uygulamaları(Uludağ Üniversitesi, 2007-06-19) Karagüzel, Ahmet; Kalay, Ersan; Celep, FigenRNA interferans (RNA girişimi=RNAi), memeli hücrelerinde transkripsiyon sonrası gen sessizleştirilmesi için güçlü bir vital alettir. Küçük interfering RNA veya siRNAs, hedef gene komplemanter bir kodlayıcı dizi taşır. RNA interferansın tedavi edici potansiyel değeri çok sayıda in-vitro çalışmalarda ve in vivo denemelerde gösterilmiştir. Diğer yandan viral, nörodejeneratif, inflamator ve otoümmin hastalıklarda gen sessizleştirilmesi gösterilmiştir.Item Meme lezyonlarının değerlendirilmesinde Tc-99m MIBI sintimamografi: histopatolojik bulgularla karşılaştırma(Uludağ Üniversitesi, 2007-06-20) Güneş, Neşe; Akpınar, Ali Tayyar; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Nükleer Tıp Anabilim Dalı.Sintimamografi (SMG) meme lezyonlarını değerlendirmede kullanılan noninvaziv fonksiyonel bir görüntüleme yöntemidir. Bu çalışmada, 27 kadın hastanın SMG görüntülemelerini ve histopatolojik sonuçlarını karşılaştırmalı olarak geriye dönük değerlendirdik. Bu hastalarda toplam 29 meme lezyonu saptanmıştı. Histopatolojik olarak, lezyonların 13’ü malign, 16’sı ise benign olarak raporlanmıştı. SMG’de bu 13 malign lezyondan 10 tanesi doğru olarak saptanmakla birlikte, 3 lezyonda yanlış negatiflik ve 7/16 benign lezyonda ise yanlış pozitiflik ile karşılaştık. Buna göre SMG’nin meme kanseri tanısında duyarlılığı %77, özgüllüğü ise %59 olarak bulundu. Çalışmamızın sonuçları, SMG’nin meme lezyonlarının değerlendirilmesinde tamamlayıcı bir tanı yöntemi olarak kullanılabileceğini düşündürmektedir.Item Hasta - hekim ilişkisi kavramı(Uludağ Üniversitesi, 2007-07-04) Atıcı, Elif; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Deontoloji Anabilim Dalı.Tıbbi uygulamaların temel dayanağı hasta-hekim ilişkisi olup bu ilişki karşılıklı destek, saygı ve güven gerektirir. Bu karmaşık, dinamik ilişki kültürel, toplumsal, ekonomik, teknolojik, psikolojik ve etik birçok etmen tarafından etkilenir. Hekim, farklı ilişki türlerinin etkili olduğu bir ortamda etkinlik göstermektedir. Bu da hasta-hekim ilişkisinin oluşturulmasında hekimin üzerine düşen sorumlulukları artırmaktadır. Her hastayla kurulacak ilişkinin türü farklı olabilir. Ancak bu ilişki türü belirlenirken hekim öncelikle hastanın yararına dayanarak hareket etmelidir. Bu derlemede, hasta-hekim ilişkisi kavramı üzerinde durulmakta ve ilişki türleri değerlendirilmektedir.