2009 Bahar Sayı 12
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/10127
Browse
Browsing by Issue Date
Now showing 1 - 20 of 22
- Results Per Page
- Sort Options
Item Deleuze’ün felsefe kavrayışı(Uludağ Üniversitesi, 2009) Küçükalp, Kasım; İlahiyat Fakültesi; Felsefe TarihiBu makalede çağdaş post-yapısalcı ve postmodern felsefelerde son derece önemli bir yere sahip olan Deleuze’ün farklılık felsefesini incelenmeye çalışılacağız. Bu amacın gerçekleştirilmesi için, Deleuze’ün klasik felsefe veya metafizik yaklaşım biçimlerini ne şekilde eleştirildiğinin anlaşılması son derece önemlidir. Deleuze göre, Batı düşünce geleneğinde hâkim olan felsefî yaklaşım, bir özdeşlik mantığı üzerine dayanmak suretiyle, farklılık ve tekilliği tahrip eden homojen bir ortama işaret eder. Öte yandan, Deleuze’ün kendi felsefesi, Aynı lehine farklılık ve tekilliği oradan kaldırmaya çalışan felsefî yaklaşımlara karşı mücadele veren bir farklılık felsefesi olarak görülebilir. Bundan dolayı biz de, öncelikli olarak Deleuze’ün özdeşlik anlayışı üzerine kurulu olan klasik varlık felsefelerine yönelik eleştirilerini ele alıp, daha sonra da Deleuze’ün fark felsefesini, Spinoza, Hume, Nietzsche ve Bergson felsefeleriyle bağlantılı bir biçimde ele almaya çalışacağız.Item Hegel’in mantık biliminde (felsefi bilimler ansiklopedisi birinci cilt) ‘nesnellik’in iki anlamının incelenmesi(Uludağ Üniversitesi, 2009) Anlı, Ömer FaikBu çalışmada nesnellik teriminin Hegel felsefesinde, özellikle de Mantık Bilimi’nde (Felsefi Bilimler Ansiklopedisi’nin Birinci Cildi) aldığı iki anlam incelenecektir. Bu inceleme, Hegel felsefesinin eleştirdiği empirist (görgücü) felsefe geleneğinde ve Kant felsefesinde açığa çıkan nesnellik anlayışlarının ve onların problemlerinin ele alınmasını kapsamaktadır. Bu yolla Hegel’in bu yaklaşımları aşan nesnellik anlayışına işaret edilmesi amaçlanmaktadır.Item Lyell’ın, Lamarck’ın evrim kuramını eleştirisinin bir değerlendirmesi(Uludağ Üniversitesi, 2009) Sol, AyhanLamarck’ın kuramı, Darwin’in kuramından önceki en kapsamlı evrim kuramıdır. Fakat maddeciliği, bazı konulara yaklaşımının fazlasıyla spekülatif olması ve dönemin aydınları tarafından iyi bilinmemesi nedeniyle Lamarck’ın kuramı çağdaşlarının pek çoğu tarafından ne destek gördü ne de yeterince dikkate alındı. Ancak Lyell bu açıdan bir istisna sayılabilir çünkü Jeolojinin İlkeleri adlı kitabının ikinci cildinin bazı bölümlerini Lamarck’ın kuramına ayırmış ve onu Darwin dâhil tüm Britanyalı doğa bilimcilere tanıtmıştır. Bu yazıda ben önce Lamarck’ın kuramını ve Lyell’ın eleştirilerini gözden geçiriyorum. Sonra da, her ne kadar Lyell’ın eleştirel incelemesinin, genel olarak adil bir değerlendirme olsa da bazı noktalarda Lamarck’ın kuramına karşı, Lyell’ın sandığı kadar etkili olmadığını göstermeye çalışıyorum.Item Some reflections on the concept of ‘timeless God’ in Western thought(Uludağ Üniversitesi, 2009) Çetin, İsmail; İlahiyat FakültesiAnyone who is interested in the question of the existence of God has to study first of all the divine attributes; for to say that God exists is to say that there is something that has some attributes. If ‘God exists’ is to be true, then the divine attributes must at least themselves be coherent and compatible. The coherence of the notion of God with His traditional divine attributes is a necessary, though not sufficient, condition for the acceptance of God’s existence. This article investigates the concept of ‘timeless God’ which we meet often in discussions about divine attributes.Item Hannah Arendt’te "yurtsuzluk" fenomeni(Uludağ Üniversitesi, 2009) Kılıç, YavuzHannah Arendt çağımızda insanın “yurtsuzluk” fenomeniyle karşı karşıya kaldığını belirtir. Ona göre yurtsuzluk insanları birarada tutan bağdan yoksun bırakmış, kendilerinin oluşturduğu bir dünyada yaşayamamaları sonucunu doğurmuştur. Bu ise insanın dünyaya yabancılaşması anlamına gelir. Bu düşünceler, Arendt’i 20. yüzyılın en etkili politika filozoflarından biri haline getirmiş ve bu da genel olarak kabul edilen bir görüştür. Ama bu kabul, aynı zamanda onun politika felsefesindeki asıl sorununun insan olduğunu perdelemiş gibi de görünüyor. Bu yazıda, Arendt’in görüşünde, insanı “yurtsuzluk”a götüren nedenler serimlenerek, insanın yurtsuzluğu ile yabancılaşması arasındaki bağ gösterilmeye çalışılacaktır. Bunlar yapılırken, Arendt’in, insanın neliğinden, insanın özünden ne anladığı da ortaya konulacaktır.Item Aslında kimdir kadın?(Uludağ Üniversitesi, 2009) Çıvgın, Ayşe Gül; Fen Edebiyat Fakültesi; Felsefe BölümüAslında Kimdir Kadın? başlığı oldukça manidar ve ironik. Manidar ve ironik olmasının temel nedeni “ aslında” kelimesinde gizli. Bu kelime, şimdiye kadar kadına dair bildiğimiz şeylerin “asıl”, “asli” ya da “gerçek/hakiki” olmadığını, kadının, kendisine dair bildiğimizi sandığımız şeylerden farklı olduğunu düşündürtmekte. Peki, “kadın” denilen bu şeyin bir “aslı astarı” var mıdır? Kadının aslen bir “yüz”ü var mıdır? Kadının aslından, “aslında-ne-olduğu”ndan söz edilebilir mi? Bu sorulara her düşüncenin temeli olan, doğru bilgiyle ve doğru değerlendirmeyle konuya yaklaşmamızı sağlayan felsefeden yola çıkarak cevap vermek olanaklı görünmektedir. Felsefenin temel disiplinlerinden biri olan felsefi antropoloji ise, kadının aslında kim olduğu sorusuna, dolaylı bir biçimde de olsa doğru değerlendirmeyle yanıt verebilme imkânını bize sağlaması bakımından önemlidir.Item Çokkültürlü eğitim: Bulgaristan örneği(Uludağ Üniversitesi, 2009) Kostova, Siyka Çavdarova; Atasoy, EminDünyamızda yaşayan ve farklı medeniyetlerin parçalarını oluşturan postmodern toplumlar giderek dil, etnos ve din bakımından çokkültürlü kimliklere bürünmekte ve bu farklılaşma birçok ülkede kültürel ve toplumsal çatışmaları tetiklemektedir. Toplumların ayrılmaz bir parçası olan çocuklar da bu kültürel çatışmalardan nasibini almakta ve böylece bu sosyal sorun bir eğitim sorununa dönüşmektedir. Günümüzdeki küreselleşme eğiliminin etkilerinden biri de sınıf ve okul ortamında çocukların arkadaşları tarafından etnik veya dinsel köken, hatta farklı görünümlerinden dolayı “farklı çocuklar” olarak algılamalarıdır. Bu “farklılık” sorununun üstesinden gelme uğraşında öğretmenlere ve eğitim sistemine büyük rol ve görevler düşmektedir. Bu çalışmada çokkültürlü eğitimin tanımı, önemi, kapsamı ve amaçları açıklandıktan sonra çokkültürlü eğitime komşumuz Bulgaristan penceresinden bakılmıştır. Ayrıca makalede bir yandan Bulgaristan’daki çokkültürlü eğitimin özellikleri ve uygulamaları, bir yandan da bu ülkenin çokkültürlü eğitime geçiş sürecinde yaşadığı engeller ve sorunlar tartışılmıştır. Çalışmanın sonunda çokkültürlü eğitimin sağladığı yararlar ve kazanımlar açıklanmıştır.Item Grek düşünce dünyasında felsefe din ve mitoloji ilişkisi(Uludağ Üniversitesi, 2009) Atış, NaciyeFelsefe, insanın, evren ve kendisiyle ilgili merak ettiği her şeyi sorularla anlama, anlamlandırma ve yorumlama çabasıdır. Felsefenin bu sözünü ettiğimiz şekilde çalışmasının ilk örneğini Grek felsefesinde buluruz. Oysa Mitoloji ve din, Grek düşünce dünyasında insanın, evrene ilişkin sorularının felsefeden önceki en eski dayanağıdır. Bu nedenle de din ve mitoloji, Grek felsefesinin arka planını oluşturur. Bu alanlar arasındaki ilişki de birbirleriyle çatışmayan, birbirlerini ortadan kaldırmayan, hatta birbirlerini besleyen özelliktedir. Bu nedenle Grek düşünce dünyasında hiçbir zaman din ve felsefe birbirleriyle keskin bir şekilde savaşmamışlardır. Filozofların dinle ilişkisi, dini ortadan kaldırıp, dinin yerine felsefeyi geçirmek olmamıştır. Bu durumun sonucunda da Grek düşünce dünyasında evrenin, dinsel mitolojik açıklamasıyla felsefi açıklaması, birbirinden kopmayan, sürekli bir ilişki içerisinde olmuştur. Bu ilişkiler bu makalede, iki konu temelinde ele alınacaktır. Birincisi, felsefenin evren üzerine çalışmasına kaynak olan teogonik açıklamalardan, kozmogonik açıklamalara geçiş, ikincisi ise Greklerin çok tanrı inancına karşı ve yeni bir ruh inancına sahip olan orfizmin, Pitagoras sonrasındaki felsefeyi nasıl etkilediğidir. Birincisi, Grek dünyasında felsefe gibi yeni bir düşünme tarzının doğuşunda etkili olurken, ikincisi de mistik ve metafizik ögelerin egemen olduğu bir felsefeyi şekillendirir.Item Silenus maskesinde bir ayna: Platon diyaloglarında Sokrates figürü(Uludağ Üniversitesi, 2009) Haşlakoğlu, OğuzBu makalede Platon diyaloglarının bir sahne oluşu ve taşıdığı görsel mimetik unsurun metin olarak felsefeyi konu edinen bu yapıtlarda ne anlama geldiği sorgulanıyor. Özellikle de Sokrates’te somutlaşan sophos figürünün içinde bulunduğu sahneyi aynı zamanda dışından kuşatan özelliğinin, metnin yazarı Platon’un kendisini bir anlatıcı olarak silmesiyle olan bağı ortaya konuluyor. Israrla felsefe üzerine hiçbir şey yazmadığını söyleyen Platon’un, yegâne konusunu felsefenin oluşturduğu diyalogları üzerinden nasıl anlaşılması gerektiği bu anlamda sorulması gereken bir soru olarak ortaya çıkıyor. Bu sorgulamalar sonucunda sophos maskesinde yazarın hupokrites (nasıl kullanıldığına bağlı olarak aktör ya da ikiyüzlü) olarak sahne alma ihtimalinin ifade edilmesiyle de yazı son buluyor.Item Temsilden kullanıma: Resim kuramının evrimi(Uludağ Üniversitesi, 2009) Çiftçi, ErdemWittgenstein’ın felsefesi ikinci döneminde esaslı bir dönüşüme uğramıştır. Ama bu dönüşüm ilk dönemki bakışın tamamen reddedilmesi yerine, ilkinin ikincisinde içerilmesi ve bu bakışın dilin kullanımlarından, hallerinden sadece birisine dönüşmesi şeklindedir. Dilin özünün arayışı terk edilmeli; yerine dil pratiklerinin incelenmesi geçmelidir.Item Nesne ve olay ontolojileri üzerine(Uludağ Üniversitesi, 2009) Eyim, AhmetNesne ve olayların ontolojik statülerinin ne olduğu üzerine birçok tartışma vardır. Bu tartışmalardan rakip ontolojik kuramlar, yani nesne veya olay ontolojileri, ortaya çıkmaktadır. Bu ontoloji kuramları veya ontolojiler, nesneler ve olaylar arasındaki bağıntıyı açıklamaya çalışmaktadır. Nesne ontolojileri, dünyanın nesnelerden meydana geldiğini ve metafizik bir kategori olarak olayların, nesnelerden türetilebileceğini iddia eder. Öte yandan, olay ontolojilerine göre, temel varlık kategorisi olarak olaylar, dünyanın nihai bileşenleridir. Olay ontolojileri, olayların nesnelerden önce olduğunu ve nesnelerin olaylara indirgenebileceğini iddia eder. Başka bir rakip görüşse, nesneler ve olayların temel olarak eşit ve farklı kategorilerin öğeleri olduğunu iddia eder. Bu çalışmanın amacı, nesnelerin veya olayların metafiziksel olarak temel kategori olup olmadıklarını ve rakip görüşleri açıklamaktır.Item Value matter and objectivity in historical sciences(Uludağ Üniversitesi, 2009) Mermutlu, Bedri; Fen Edebiyat Fakültesi; Sosyoloji BölümüAccording to Positivists, the History was the urgent ınterference area as it was one of the sciences which were the least constructed and so one of the most flexsible and open disciplines. This critical point has been declared in some evaluations with disappointing speeches as it could be seen like a dilemma. It is clear that this trouble felt even dilemma is based on Positivist uniqueness. Unique science sample was compressing the History. Idea was forming item by adding it Mathematical relations system, but Historical sciences were giving meaning to the item by ascribing it to the values; for this reason it could make a selection or a clarification. Because of that each Historical expression would be rebuilding of previous experiences in a selective way. The unique legible History that the Positivist Historians’ dream was necessitating us to reach the knowledge of the past covering its own. Yet, accepting the experienced one and its knowledge as the same things can’t be even seen absent from a kind of plot. Shoudn’t be there a limitation for History writer’s freedom of choice? The real problem is the History being out of value. The Historian doesn’t have the right of violating the sense of objectivity in people with whom he will share his plot even if it will be his own subjective product. A truth concept which will be gotten by its active role in the information’s coming out takes place of the truth concept that is devoted to only rational and formal criterians in the History.Item Gadamer’de hermeneutik yöntem(Uludağ Üniversitesi, 2009) Çoşkun, SeyitGadamer, doğa ve tin bilimleri ayrımı temelinde, insansal edimler ve kurumlar alanına ilişkin bilginin olanaklılığına yönelik anlama ve yorumlama yöntemi olan hermeneutik yöntemden ayrı bir felsefi hermeneutik önerir. Bu yöntem, geleneksel hermeneutik yöntemden farklı olarak aynı zamanda bir pratik felsefedir. Bu anlamda, Gadamerci hermeneutik yöntemin pratik felsefe olarak ele alınışı araştırılmaktadır.Item A few words on education(Uludağ Üniversitesi, 2009) Coşar, MetinThis paper intends to point at the significance of secular thought in education. A wide range of definitions is attached to secularity/secularism. These can be reduced to a few and all of them can be summarized as ‘thinking and believing without dogma’. In the history of philosophy Xenophanes deserves to be mentioned as the first philosopher who advocated a secular religious belief on anthropological ground. Aristotle’s ‘zoon politikon’ paved the way for an ethicosocial organization based on a philosophical analysis showing the limits of administrative power. Kant’s ethics is secular in that it rests on good will, a capacity inherent in all human beings. No matter what their religious systems are, societies not alien to philosophy succeed in establishing educational institutions founded on freedom of speech on all social problems. Societies living under authoritarian dogmas cannot have the liberty to choose secular organization of education.Item The unspeakable in love: a Nietzschean perspective(Uludağ Üniversitesi, 2009) Çakıroğlu, MiraySelflessness is among the most valued traits in human nature. It takes on forms according to the kind of relationships it appears in. Love, the one-to-one relationship between the lover and the beloved is no exception as to the praise of selflessness. It is even assumed that selflessness is one of the things that true love brings with itself: If x is in love, s/he cares more for his beloved y than he does for himself/herself. This commonsensical formulation is full of examples in love poems, specifically the sonnets. These poems claim to show the ways of love to the reader through the personae’s own life experience, most often the suffering he has experienced. The personae suffers because he has been selfless all the while, but in spite of that he cannot fulfil his wishes as his lady is too cruel. However, the question is whether there can be such a thing as selflessness. Nietzsche’s point is that will to power, the principle that governs all the relationships, is appearant in the realm of love, too. Sonnets must be read through this kind of a perspective once again; clues as regards to the egoistical nature of love could actually be found.Item An analysis of some contemporary alternativies to traditional epistemology(Uludağ Üniversitesi, 2009) Udefi, AmaechiIn this essay, attempt is made to show that the pre-occupation within traditional epistemology with the search for the necessary and sufficient conditions for knowledge is inadequate. The assumption here is that traditional epistemologists conceive knowledge as justified true belief (J.T.B). In other words, once these conditions or criteria (i.e truth, belief and justification conditions) are satisfied, then knowledge is obtained or attained. But each of these conditions is fraught with serious problems as pointed out by Edmund Gettier whose three-page article published in 1963 served as a trenchant critique of the traditional (internalist) analysis of knowledge. It is our contention that these initial difficulties and despair with this view prompted some epistemologists to search for an alternative conception which would overcome or ameliorate these problems. These suggested alternatives further reinforce the argument or imperative for intercultural philosophy and/or social epistemology which attempts to integrate philosophical and epistemological traditions into a polylog between various philosophical, epistemological, and cultural systems? such as African epistemology, Japanese logic, Indian thought, and so on. This view is appealing because it is based on the belief that the interdependence of our world? presupposes an adoption of the principle of charity, respect and tolerance for other cultural and conceptual schemes. In other words, no such tradition should claim any privileged or absolute or overarching position over others since they are on a par.Item John Dewey’in liberalizmi: Birey/cilik-toplum ve özgürlük(Uludağ Üniversitesi, 2009) Yılmaz, ZaferLiberalizm, ortaya çıkışı ve gelişimi süresince farklı bakış açılarıyla değerlendirilmiş, bu duruma bağlı olarak da anlamı ve kapsamı konusunda farklı yorumlar ortaya çıkmıştır. Bu çalışmada, Amerikalı filozof J. Dewey’in liberalizm yorumu incelenmiştir. Dewey, sosyal liberaller grubu içinde yer alarak, J. Locke geleneğinin devamı mahiyetinde olan, klasik liberalizme eleştirel yaklaşmış, üzerinde durduğu diğer konularda olduğu gibi liberalizmin de, reformdan geçirilip yeniden inşa edilmesi gerektiğini düşünmüştür. Dewey’in liberalizmi, toplum içerisinde yer alan bireyi ve özgürlüğün kültürle olan ilişkisini ön plana çıkarır.Item Alman işçi partisi programına küçük notlar (Gotha programının eleştirisi)(Uludağ Üniversitesi, 2009) Doğan, AyselItem Okul yöneticilerinin eğitim felsefesi akımlarını benimseme düzeylerine ilişkin ampirik bir çalışma(Uludağ Üniversitesi, 2009) Karadağ, Engin; Baloğlu, Nuri; Kaya, SedatBu çalışmada okul yöneticilerinin eğitim felsefesi akımlarını benimseme düzeyleri saptanmaya çalışılmıştır. Tarama modelinde betimsel bir çalışma olan bu araştırmanın evreni, 2007-2008 öğretim yılında İstanbul ili Tuzla ilçesindeki ilk ve ortaöğretim kurumlarında görev yapan 90 okul yöneticisinden oluşmaktadır. Çalışmada evrenin dar olması nedeniyle örnekleme yoluna gidilmemiştir. Veri toplama aracı olarak Ekiz (2005) tarafından geliştirilen Eğitim Felsefesi Benimseme Ölçeği kullanılmıştır. Verilerin analizinde puanların frekans (η), yüzde (%) ve ortalama (X) değerlerinden yararlanılmıştır. Grup görüşleri arasındaki farkları belirlemek için t-testi, Many Whitney-U ve Kruskal Wallis-H testi teknikleri kullanılmıştır. Araştırmada elde edilen bulgular literatüre dayalı olarak tartışılmıştır.Item Frantz Fanon’da şiddetin meşruluğu sorunu(Uludağ Üniversitesi, 2009) Akdemir, MüslimÜçüncü Dünya’nın önemli düşünürlerinden olan Fanon şiddet kavramını Batı’nın Üçüncü Dünya halkları üzerindeki yıkıcı ve yok edici etkisine karşı farklı bir anlamda kullanarak yüceltmiştir. O şiddeti meşrulaştırırken, yerli halkın ezilen bilincini terk etmesi ve özgürlüklerini elde etme çabası olarak görmüştür. Fanon şiddeti bireysel düzlemde temizleyici bir güç olarak görürken sömürge insanının aşağılık kompleksinden ve umutsuzluktan kurtuluşunu da şiddetin meşrulaştırılmasına bağlar. O, şiddeti savunmaktan çok Kara Afrika’sındaki şiddeti açıklamak ve meşrulaştırmak niyetindedir.