1986 Cilt 1 Sayı 1
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/13367
Browse
collection.page.browse.recent.head
Item İlahiyat fakültelerinin tarihçesi(Uludağ Üniversitesi, 1986) Öcal, Mustafa; İlahiyat FakültesiBu makalenin "Giriş" kısmında, Osmanlı dönemi eğitim-öğretim sisteminden, Cumhuriyet dönemi eğitim-öğretim sistemine geçiş için dönüm noktasını oluşturan Tevhıd-i Tedrisat (öğretimin Birleştirilmesi) Kanununa atıfta bulunulmaktadır. Makalede, Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren günümüze (1986 yılına) kadar Türkiye'de Din eğitimi-öğretimi alanında görülen olumlu-olumsuz gelişmelerden söz edilmektedir, özellikle Tevhîd-i Tedrisat Kanununun 4. maddesi doğrultusunda 1924'te açılan, kısa bir süre sonra tekrar kapatılan, daha sonra yeniden açılan Îmam-Hatip Okulları (Liseleri) ve îlâhiyat Fakülteleri ile Yüksek îslâm Enstitülerin den bahsedilmektedir. Nihayet, Îlâhiyat Fakültelerinin bugünkü durumlarının bir değerlendirilmesi yapılmakta ve okutulmakta olan derslerin bir listesi verilerek makale bitirilmektedir.Item Ergenlik çağı davranışlarına din eğitiminin etkisi(Uludağ Üniversitesi, 1986) Hökelekli, Hayati; İlahiyat FakültesiBu yazımızda, İmam-Hatip Lisesi ve Genel Lise öğrencilerinin bazı psikolojik özellikleri ve tutumlarını karşılaştırmalı olarak ele aldığımız bir araştırmanın sonuç larını vermeye çalıştık. Bu araştırmadaki amacımız, mesleki bir muhtevaya sahip dini eğitimin, ergenlerin davranışları üzerinde hangi yönde etkiler yaptığını tesbit etmektir. Bu iki grup arasındaki en belirgin farklılık, dini tutumlarda kendisini göster mektedir. Mesleki din eğitimi, "farklılaşmış" ve "bütünleşmiş" bir dini tutum için en önemli faktör olarak gözükmektedir. Mesleki din eğitimi, kuvvetli bir vicdan gelişimi için de bir faktördür. Ayrıca mesleki din eğitimi, aşırı ve zararlı milliyetçilik uygulamaları karşısında ihtiyatlı bir eğilimin gelişmesinde etkili olmaktadır.Item Sosyal bütünlük açısından din eğitimi(Uludağ Üniversitesi, 1986) Ayhan, Halis; İlahiyat FakültesiSosyal bütünlüğün gelişmesinde din eğitiminin önemi büyüktür. Fertlere özellikle yetişmekte olan gençlere, ruh sağlığını koruyarak cemiyete iştirak etmesi öğretilir. Sosyal değişmeler ve gelişmeler karşısında çelişkiye ve bunalıma düşmeden cemiyetle uyumlu olmanın yolları gösterilir. İnsana bütün gücünü kullanarak ve meşru yollardan yürüyerek ulaşabileceği en yüksek noktalara ulaşmasının yolları göste rilir. Bunun yanında içinde yaşadığı cemiyete severek bütün gücüyle yardımcı olma sı öğretilir.Item Hz. Peygamber'de anne sevgisi(Uludağ Üniversitesi, 1986) Algül, Hüseyin; İlahiyat Fakültesi; İslam Tarihi BölümüKur'an ve Sünnette anneye sevgi ve saygıya dair pek çok emir ve tavsiye yer almaktadır. Bilindiği gibi Hz. Muhammed (sav.) her konuda müslümanlar için örnek tir. Ne var ki babası o doğmadan, annesi ise o henüz altı yaşında iken vefat etmiştir. Acaba Hz. Muhammed (sav.) ümmetine bu konuda nasıl örnek olmuştur? Biz, Rasul-i Ekrem'in, anne mevkiindeki hanımlarla ilgili davranışlarından örnekler vere rek annesi sağ olsaydı ona nasıl davranacağını ve bu konuda müslümanlara nasıl örnek teşkil ettiğini göstermeye çalışacağız.Item İbn teymîyenîn tasavvuf ıstılahlarına bakışı(Uludağ Üniversitesi, 1986) Kara, Mustafa; İlahiyat FakültesiŞeyhülislam İbn Teymiye diye meşhur olan Harranlı Ahmed b. Abdulhalim (ö. 728/1328) İslâm düşüncesinin önemli şahsiyetlerinden biridir. Bu makalede O'nun tasavvufı anlayışına temas edilecektir. Bazı tasavvufı düşünce ve müesseselere tenkid yöneltme açısından İbn Cevzi'ye benzerse de O, meseleyi daha geniş olarak ele almıştır. O'nun tasavvufa bakışını tamamen kendi eserlerine dayanarak şu tasav vufî ıstılahlara bakışıyla tesbit etmeye çalışacağız: Gönül eğitimi, şeyhin gerekliliği kıyafet, hırka, zühd, vera, takva, halvet, ri yazet, çile, zikir, hal, makam, veli, keramet, sema',dinî musikî, raks, fenâ-beka ittihad.Item Türkiye'de din sosyolojisi çalışmaları(Uludağ Üniversitesi, 1986) Er, İzzet; İlahiyat Fakültesi; Din Sosyolojisi BölümüTürkiye'de Din Sosyolojisi çalışmaları, tarihçe itibariyle her ne kadar genel sosyolojiyle aynı devreye rastlıyorsa da, 1960 yılından sonra filizlenmeye, 1970'den sonra da gelişmeye başlamıştır. Bu makalede sözkonusu incelemelerden yazarlarıyle birlikte kronolojik sıraya göre bahsedilecektir.Item Îbn Teymiye'nin ilk sûfîlere ve tasavvuf klasiklerine bakışı(Uludağ Üniversitesi, 1986) Kara, Mustafa; İlahiyat FakültesiTasavvufi düşüncenin bazı bölümlerine yaptığı tenkidlerle meşhur olan İbn Teymiye, Tasavvuf klasiklerine ve ilk sufilere nasıl bakmaktadır? Bu araştırma yukarıdaki soruya cevap aramak için yapılmıştır. Böylece O'nun tasavvuf anlayışı daha açık bir şekilde ortaya çıkmış olacaktır. Kaynak olarak sadece İbn Teymiye'nin eserleri dikkate alınmıştır. Vahdet-i vücud meselesine bakış tarzı çok geniş olduğundan, bu makalede o konuya girilmeyecektir,Item Mısır'da İngîliz işgalinin Arap dili üzerindeki tesirleri(Uludağ Üniversitesi, 1986) Ayyıldız, Erol; İlahiyat FakültesiMısır'da 1882 tarihinde başlayan İngiliz işgali ve akabinde İngilizler tarafın dan klâsik Arap dilini gözden düşürmek ve kendi dillerine sempati uyandırmakmak sadı ile yapılan çalışmalar, ülkedeki aydınlar üzerinde değişik etkilere ve tepkilere yol açmıştır. Bu çalışmaların neticeleri muhafazakârlarca şiddetle reddedilirken, aşırı yenilik taraftarlarınca da benimsenmiştir. Hattâ bunların içinden bazıları kültür dili olan fasih Arapça ile halk dilini birbirine mezcederek, sadece Mısır'a has yeni bir dilin icad edilmesini dahi savunmuşlardır. Bu arada mutedil yenilik taraftarı ola rak bilinenler, klâsik Arap dilinin çağın icablarına göre ıslah edilmesi gereğini öne sürmüşler ve bu görüşlerini çeşitli ilmi ve edebî sahalara ait yazıları ile bizzat desteklemişlerdir. Bugün Mısır'da ilmi ve edebî çevrelerin kullandığı dilin bu grubun çalışmaları ile kıvamını bulmuş olduğu söylenebilir.Item Kur’an'da mele’ terimi peygamberler ve onlara uymak istemeyenler(Uludağ Üniversitesi, 1986) Çelik, İbrahim; İlahiyat Fakültesiİnsanoğlu din ve ilmin göstermiş olduğu doğru yoldan ayrıldıkça Allah Teâlâ peygamberler göndererek onları tekrar mutluluk yoluna davet etmiştir. Fakat her seferinde, Kur'an'da "mele" terimi ile ifade edilen kendini beğenmiş bir grup, peygamberlerin karşısına dikilip bu davete engel olmak istemiştir. Çünkü bu grubun iddiasına göre insanlara doğru yolu ancak kendileri gösterebilirdi. Eğer Allah insanlara bir rehber göndermek isteseydi halkın arasından birini değil kendilerinden birini se çerdi... Hak ile bâtıl arasındaki bu mücadele sözlü ve fi'lı olarak yıllarca devam etmiş fakat sonunda peygamberler galip gelip insanoğlunu, kendini beğenmiş bu gru bun zulmünden kurtarmış ve şu gerçeği ilan etmiştir: İnsan kendisi gibi bir insana değil ancak Allah'a kul olmalıdır.Item Hanefi müctehidlerinde istihsan metodu(Uludağ Üniversitesi, 1986) Yavuz, Yunus Vehbi; İlahiyat FakültesiDört Halife dönemindeki resmi teşri faaliyeti sona erdikten sonra, İslâm hukukçuları, bu teşri' faaliyetini özel çalışmaları ile sürdürmüşlerdir. Bu hukukçular, toplumu ilgilendiren her sahada, geniş çapta içtihatta bulunarak, İslâm'ın toplumda yaşanır hale gelmesini sağlamışlardır. Ancak, bu özel teşri' faaliyetinin daha sonraki dönemlerde Mecelle dışında resmiyet kazanmadığını söylemeliyiz. Adı geçen teşri faaliyetini, bir ekol çapında yürütenlerin başında dört mezhep imamı gelmektedir. Dört büyük mezhep imamı, içtihatta bulunurken, Sahabe ve Tabiim mücte- hitlerinin, daha önce isimlendirmeden kullandıkları içtihat metotlarını, bu imamlar bazı terimlere sığınarak kullanmak zorunda kalmışlardır. Bunda, resmi teşri' yetki sine sahip olmayışlarının rolü büyük olsa gerektir. Maslahat, istishab, istihbab, istih san, zaruret ve Sedd-i Zereyi' bunların başlıcalarıdır. Dört mezhep içinde Hanefi ve Malikiler istihsan metodunu kullanarak teşri' faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Bunlardan özellikle Hanefiler, istihsan metodunu da ha yaygın bir şekilde kullanmışlardır. Hanefilerin kullandıkları bu istihsan metodu, İslâm hukukuna canlılık getirmiş ve serbest düşünme yollarını geniş çapta açmıştır. Bu metot, bazı âlimler tara fından çok sert bir şekilde tenkit edilmişse de, kanaatimizce, menşe'i itibarıyla Hz. Peygamber'in bazı uygulamalarına ve Hz. Ömer'in devlet başkanı sıfatıyla, yahut şura üyesi sıfatıyla yaptığı uygulamalara dayanmaktadır. Dolayısıyla, Hanefilerin kullandığı istihsan metodunun menşeinin Sünnet ve Sahabe uygulaması olduğunu söyleyebiliriz.Item Cahiliyye devrinde müsbet davranışlar(Uludağ Üniversitesi, 1986) Kazancı, Ahmet Lütfi; İlahiyat FakültesiCahiliyye devri gerçekten cahilce hareketlerle doludur. Halkın ayıplayacağı korkusu ve fakirlik endişesiyle kız çocuklarını öldürenler vardır. Tarih kitaplarında bu konuda birçok rivayetler mevcuttur. Bununla beraber cahiliyye devri tamamen fenalıklardan ibaret değildir. Fazilet dolu sahneler de vardır. Mesela biz, toprağa gömülecek kızları satın alıp yetiştiren insanlar görürüz. Misafirleri sevmiş, cimrileri yermişlerdir. Alicenablığı konusunda pekçok rivayetler bulunan Hatem et-Tâi gibi insanlar biliyoruz. Siyer kitaplarında; Mekke'de bazı insanların toplandığını ve mazluma yardım etmek, hakkını alıncaya kadar onun yanında bulunmak üzere sözleştiklerini okuyoruz. Emanete riayet öğülen bir huy idi. Sonu ölümle bitse bile verdikleri sözde dururlardı. Hz. Peygamber'in hicret yolculuğunda delili müşrik bir adamdı. Bu adam, kılavuzluk yaparken yakalandığı takdirde öldürüleceğini biliyordu. İslam bu faziletleri inkar etmemiş, niyyetleri Allah rızasına yöneltmek şartıy la müslümanları bunlara teşvik etmiştir.Item Ferit Kam'ın Tercüme-1 hal harkındaki düşünceleri ve Kınalızade ile ilgili bir denemesi(Uludağ Üniversitesi, 1986) Uysal, Enver; İlahiyat FakültesiTercüme-i haller (biyografiler), zaman diliminde bizden önce yer alan büyük şahsiyetlerin, fikir adamlarının düşünce ve mesajlarının bize doğru şekilde ulaşma sında ve onların kişilikleri hakkında sağlam bilgilere sahip olmamızda büyük önemi haizdir. Bu sebeple, bir biyografi yazarının, biyografisini verdiği kişinin şahsiyeti hakkında bize fikir verebilecek bütün rivayetleri büyük bir dikkatle gözden geçirme si, güvenilir olanlarından hiçbirini "bir değeri yoktur, ne faydası olacak k i...” gibi düşüncelerle bir kenara itmemesi gereklidir. Onun önemsemediği bu rivayet, o kişi nin en gizli kalmış bir yönünü açığa kavuşturabilir. Yaptığı iş bakımından biyografi yazarını heykeltraşa benzeten Ferit Kam, bunlardan birinin (biyografi yazarının), herhangi bir büyüğün ruhî ve manevî cephesini, diğerinin (heykeltraşın) ise, o kişi nin fizikî görünümünü dile getirdiğini belirtir. Gerçek biyografi, kusursuz ve nok sansız bir heykel gibi, kişinin gerçek şahsiyet ve düşüncelerini ortaya koyabilen biyografidir. Ferit Kam'ın büyük Türk ahlâkçısı Kınalızade Ali Efendi ile ilgili bi yografisi, bu konuda küçük, fakat güzel bir örnek özelliğini taşımaktadır.Item Menâkıbu macrûf el-kerhî(Uludağ Üniversitesi, 1986) Aydınlı, Yaşar; İlahiyat FakültesiEserin tanıtımına geçilmeden önce, müellifi îbn el-Cevzi (öl: 597/1201) hakkında bilgi verilecektir. Tam ismi, Cemalüddin Ebu'l-Ferec Abdurrahman b. Ali b. Muhammed b. Ali b. Ubeydullah b. Cafer el-Kureşî et-Teymî el-Bekri el-Bağdadî el-Cevzî'dir. İbn el-Cevzî olarak şöhret bulmuştur. Bağdat'ta doğup orada vefat etmiştir. Hadis ve tarih alanlarında, asrının önde gelenlerinden olan İbn el-CevzTnin fıkıh, tefsir, lügat, edebiyat ve diğer ilim dallarında üç yüz civarında eser verdiği kaydedilmektedir . Selefi ve hanbeli olan ibn el-Cevzî, gerek meslektaşları olan muhaddisleri ge rekse diğer ilim mensuplarını ve bu arada özellikle mutasavvıfları, kendi düşüncesine ters düşen noktalarda eleştiriye tabi tutmuştur. Telbîsu İblis, bu konuda kaleme aldığı en önemli eseridir.Item Fiilî sünnetin delil değeri(Uludağ Üniversitesi, 1986) Başaran, Selman; İlahiyat FakültesiHz. Peygamber'in fiilleri, insan olarak yaptıkları ve peygamber olarak yaptık ları olmak üzere iki grupta incelenir. Peygamber olarak yaptıklarından bir kısmı kendisine mahsustur. Çoğu ise bütün müslümanları ilgilendirir. Resulüllah'ın, beşerî ihtiyaçlarını karşılarken yaptığı davranışlar mubahlığa delâlet eder. Diğer müslümanlar bu hareketleri aynen taklit etmekle veya etmemek le sevap veya günah kazanmazlar. Peygamberliğinin gereği olarak yaptığı uygulama lar ise duruma göre, bazen farz, bazen mendub, bazen de mubah hükmü taşır. Ken disine haber verilen bir söz veya olay karşısında sükût etmesi, onu tasvip anlamı ta şıdığı için, aynı hükme tâbidir. Peygambere mahsus kabul edilen fiillerden bazıları diğer müslümanlara yasak, bir kısmı ise mendub veya mubahtır. Mubah olduğu halde, Hz. Peygamber'in el çektiği davranışlarda kendisine uy mak gerekli değildir. Buna göre dinin müslümanlardan istediği şey, Hz. Peygamber'in vahye daya nan ve özellikle dini kaynaklı olan davranışlarına aynen uymaktır. İnsan olması sebebiyle fıtratının gereği olarak yaptığı hareketleri ve toplumdan kaynaklanan gelenekleri taklit hususunda müslüman serbest bırakılmıştır.Item Nihilizm'in tarihçesi(Uludağ Üniversitesi, 1986) Aydın, Hüseyin; İlahiyat Fakültesi; İslam Felsefesi Ana Bilim Dalıİlk defa Friedrich Heinrich Jakobi tarafından kullanılan ve "hiçlik teorisi" an lamına gelen "Nihilizm”, Latince "nihil (= h iç)" kökünden gelir. Yürürlükte olan de ğerlere, Sosyal-siyasi düzene karşı çıkmak ve varlığın imkânından şüphe etmek veya reddetmek anlamına gelir. Düşünce tarihinin her döneminde şu veya bu şekilde ortaya çıkan bu çığır 19. yüzyılda Avrupa'da oldukça yaygın bir hal almıştır. Nietzsche "Bizim bütün Avrupa kültürümüz, uzun zamandan beri sanki bir felâkete koşar gibi yıl be yıl bü yüyen bir gerginlik sancısı ile çalkanmaktadır." "Geleceğin bu müziği için bütün kulaklar hazır hale gelmiştir.", der. ilkçağ grek düşüncesinde ilk belirtilerini Sofister'de ve Septikler'de gördüğü müz nihilizm, miladi 1. yüzyılda budist düşünür Nagarjuna'da dialektik bir ifade formu içinde ve daha anlamlı bir biçimde ortaya çıkar. Rönesans dönemi düşünürü Leonardo da Vinci, "boşluğun da gerisinde hiçliği görür ve zaman içinde etkiyen şeyin hiçlik olduğunu", söyler. 19. Yüzyılda Alman asıllı Rus Şair-düşünürü Afanasij Fet, hayatı nihilizmin sahilinde bulur ve Turgenyev, Tolstoy, Pissarev, Çerniçevski, Bakunin... gibi düşü nürlerle birlikte Rus Sosyalistlerine zemin hazırlarlar. Aynı yüzyılın Alman düşü nürü Nietzsche ise çok daha yüksek bir ses ve kesin bir tavırla nihilizmin kapıda ol duğunu ve kendisinden sonra gelecek yüzyılın nihilizm çağı olacağını ilân eder.Item Kur'an öğretim tarihi ve öğretim kurumları(Uludağ Üniversitesi, 1986) Çetin, Abdurrahman; İlahiyat Fakültesi; Tefsir ve Hadis BölümüKur'an öğretimi, müslümanlar üzerine farz-ı kifâyedir. Bu bakımdan, bir top lum içinde bir grup müslümanın, Kur’an öğretimiyle meşgul olması gerekmektedir. Ayrıca bu işle meşguliyet, âyet ve hadislerle teşvik edilmekte ve bir "ibâdet" olarak değerlendirilmektedir. Kur'an-ı Kerim'in imâliyle başlayan Kur’an öğretimi, günümüze kadar, hem yazılmak ve hem de okunup ezberlenmek yoluyla, kesintisiz olarak sürdürülmüştür. Evler, dükkânlar, câmi ve mescidler, okullar.. Kur'an öğretiminin yapıldığı başlıca yerlerdir. Hz. Peygamber zamanında, başta Suffe Mektebi olmak üzere bazı yerlerde okullar açıldı. Daha sonra bu okulların sayısı giderek arttı. Ve zamanla, eğitim ve öğretimin kademeleşmesi ve gelişmesine paralel olarak, Kur'an ta'limi ilk, orta ve yüksek öğretim seviyesinde iyice yerleşip gelişti. Islâm Tarihi boyunca, gerek devlet adamları, gerekse toplumun zenginleri ve halk, yaptırdıkları câmilerin yanında, bir de Kur'an öğretiminin yapılacağı okullar açtılar. Ayrıca, medreselerin bünyesinde de yer alan bu okullar, çeşitli devirlerde "Dâru'l-Kur'ân”, "Dâru'l-Huffâz" ve "Dâru'l-Kurrâ" isimleriyle anılmışlardır.Item Soyut varlıkların ispatı(Uludağ Üniversitesi, 1986) Fârabi; Aydın, Hüseyin; İlahiyat Fakültesi; İslam Felsefesi Ana Bilim DalıSoyut varlıklar (mufârâkât) çeşitli gerçeklik mertebelerine sahiptirler ve dört sınıfa ayrılırlar: A- Nedensiz varlık, ki tektir. B- Fac al akıllar, ki nevi itibariyle çokturlar. C- Semâvî kuvvetler (nefisler), ki onlar da nevi itibariyle çoktur. D- İnsanî nefisler; onlar ise kişilik olarak çok ve çeşitlidirler. Bu soyut varlıklar için dört tane genel sıfat vardır: 1- Onlar cisim değildirler. Bu bir olumsuz nitelendirmedir (selbî manadır). Bu olumsuzluk (selb) ta ortak olmalarından dolayı, onların hakikatlarının başka başka olmaması gerekmez. 2- Onlar ölmezler ve dağılmazlar. Aksi taktirde, onlarda ölüm ve dağılma (fesâd) nın kuvve halinde var olması gerekirdi. Eğer bu mümkün olsaydı, onlarda var olma ve yokolma gücü ve fiilinin bir arada olması gerekirdi. Bu taktirde de aynı anda hem var hem de yok olurlardı. Böylece, basit (varlık)ler, gerçekte (bi'l-fiil) var olunca, onlarda güç ve imkânın kalmayacağı ortaya çıkmış oldu. Bu, kendileri için iki imkân olan bileşik cisimlerde mümkün olur. Onlardan birisi gerçekleşirken diğe ri yok olur; gerçekleşen de maddede varlığını sürdürür. Burada, varlığı zatının gereği olanda dağılma (fesâd)nın imkânsızlığı dolayısıyla özel bir açıklama varda. Aynı şekilde, madde hususunda da özel bir açıklama varda. 3- Soyut varlıklar, idrak etme dereceleri farklı olmakla beraber kendi özleri (zatları)ni bilirler. Onların kendi özlerini bilmeleri, varlıklarının ta kendisidir. Bunların varlıkları çeşitlidir; Tanrı (Birinci), şüphesiz, özünü ve özünün ge reklerini bilir. Çünkü O, özünün gereklerini bilmeseydi, özünü bilmesi eksik olurdu. O 'nun, özünün gereklerini bilmesi, özünü bilmesidir. 4- Onların her birisi için, soyut varlıklar olmaları sebebiyle, madde ile ilişki halinde olanların saâdetinin üstünde bir saâdet vardır.