2011 Cilt 37 Sayı 1

Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/18366

Browse

collection.page.browse.recent.head

Now showing 1 - 13 of 13
  • Item
    Skuamöz hücreli baş boyun kanserinde kemoradyoterapi
    (Uludağ Üniversitesi, 2011-03-01) Özşahin, Esat Mahmut; Demiröz, Candan; Tip Fakültesi; Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı
    Skuamöz hücreli baş boyun kanserinin (SHBBK) tedavisi multisipliner yaklaşımı gerektirmektedir. Erken evre SHBBK’de postoperatif yüksek risk faktörü olan olgularda adjuvan KRT altın standarttır. Lokal ileri evre SHBBK’de ise tedavi; cerrahi ve adjuvan kemoradyoterapi (KRT), indüksiyon kemoterapi (KT) sonrası definitif KRT ya da sadece KRT’yi içermektedir. Özellikle operabıl SHBBK’de indüksiyon kemoterapi sonrası KRT, organ koruma için başarılı bir tedavi yaklaşımıdır. Birçok çalışmada KRT sadece radyoterapiye (RT) göre belirgin sağkalım avantajıyla beraber olduğu gösterilmiştir. Özellikle organ koruyucu tedavide, tedavi etkinliğini artırmak için taksanlarla beraber yeni indüksiyon KT kombinasyonları araştırılmış ve sonuçlar sisplatin-5-flourasil tedavisine göre daha etkili bulunmuştur. RT ile eş zamanlı taksan kullanımının etkinliği ise sadece Faz II çalışmalarda gösterilmiştir. Son dönemde yapılan çalışmalarda, epidermal büyüme faktör reseptör inhibitörü (Setuksimab) ile RT kombinasyonunun sağkalım üzerinde olumlu etkinliği saptanmıştır. Bu derlemede, klinik çalışmalar zemininde güncel literatürleri inceleyerek, yeni ajanların gelecekteki rolünü gözden geçirdik.
  • Item
    Kisspeptinler ve kisspeptin nöronları: Üreme sistemi üzerine etkileri ve hipotalamik yerleşimleri
    (Uludağ Üniversitesi, 2011-02-22) Kafa, İlker Mustafa; Eyigör, Özhan; Tıp Fakültesi; Histoloji ve Embriyoloji Ana Bilim Dalı
    KISS-1 geni (1q32) tarafından üretilen 145 aminoasitlik bir öncül proteinden türeyen ve GPR54 reseptörü üzerinden etkilerini gösteren peptidler kisspeptin nöropeptid ailesini oluşturmaktadırlar. Kisspeptinlerin, memelilerde, üremenin nöroendokrin düzenlenmesi, puberte ve ovulasyon gibi fonksiyonlar üzerinde önemli ve anahtar roller üstlendikleri bilinmektedir. Farklı memeli türlerinde kisspeptin nöronlarının beyin bölgelerindeki dağılımları, haritalama çalışmaları ve diğer nöropeptid, hormon ve mediatörler ile olan kolokalizasyonları da halen üzerinde çalışılmakta olan konulardır. Laboratuarımızda yürütülen çalışmalarda da, kisspeptin nöronları, anteroventral periventriküler, preoptik periventriküler ve arkuat çekirdeklerde sırasıyla artan oranlarda belirlenmiştir. Kisspeptinlerin puberte başlangıcında ve hipotalamohipofizer-gonadal eksen regülasyonunda etkili oldukları bilinmekle birlikte üremenin nöronal kontrolü açısından açıklığa kavuşturulmayı bekleyen pek çok nokta bulunmaktadır. Kisspeptinlerin literatür bilgileri temel alınarak derlenmesinin kisspeptin nöronlarının merkezi sinir sistemindeki rolleri açısından bilgilerimize katkıda bulunacağına ve ileride yapılması planlanabilecek çalışmalara ışık tutacağına inanmaktayız.
  • Item
    İleri yaşlı kalça kırıklı hastalarda aydınlatılmış onam ve yeterlilik sorunu
    (Uludağ Üniversitesi, 2011-03-10) Şahin, Namık; Atıcı, Teoman; Atıcı, Elif; Tıp Fakültesi; Tıp Tarihi ve Etik Ana Bilim Dalı
    Yaşlı nüfusun giderek artmasına paralel olarak bu yaş grubunda uygulanan cerrahi işlemlerin sayısı da giderek artmakta ve bu durum yeterlilik ya da karar verme kapasitesi sorununu daha çok tartışılır hale getirmektedir. Yaşlı hastalarda cerrahi tedavi için alınan aydınlatılmış onam işleminde çeşitli zorluklar yaşanmaktadır. İletişimi bozabilen bazı fiziksel yetersizlikler (işitme kaybı gibi) ve yaşla birlikte artan eşlik eden hastalıklar kavramayı bozabilmektedir. Bu durumda, hastanın onamı alınırken, aydınlatılmış onam vermeye yeterli olup olmadığı önemli bir soru haline gelmektedir. Hekim hasta ilişkisinde etik ilkeler, ancak yeterli hastanın kendisine ne yapılıp yapılamayacağına karar verme hakkına sahip olduğunu vurgular. Bu makalede kalça kırıklı yaşlı bir hasta ve hastanın karar verme kapasitesinin değerlendirilmesindeki etik sorunlar analiz edilmektedir
  • Item
    Elde dev liposarkom
    (Uludağ Üniversitesi, 2011-03-10) Özberk, Serhat; Şimşek, Muhammed Eren; Özgenel, Güzin Yeşim; Tıp Fakültesi, Plastik; Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Ana Bilim Dalı
    Liposarkom yetişkinlerde en sık görülen yumuşak doku malignitesidir. Genellikle retroperitondan ve ekstremiteden kaynaklanır, nadiren elde görülür. 5 cm den geniş çaplı olanlar dev lipomatöz tümörler olarak tanımlanır. Bu yazıda 88 yaşında erkek hasta elinde 16 cm çapında ve 483 gr ağırlığında el ve parmak hareketlerini kısıtlayan 20 yılda yavaş büyüyen liposarkom sunulmaktadır. Liposarkomların tedavi seçeneği netlik kazanmamıştır. Elin damar ve sinirleri korunarak başarılı bir şekilde kitle cerrahi tedaviyle çıkarıldı. Postoperatif adjuvan radyoterapi (50 Gy doz) uygulandı. Cerrahi sonrası el fonksiyonları normale döndü ve 2 yıllık takipte rekürrense rastlanmadı. Literatürde bilinenler arasında en büyük liposarkom olgusudur.
  • Item
    Total diz protezi cerrahisinin nadir görülen bir komplikasyonu: femur boynu stres kırığı
    (Uludağ Üniversitesi, 2011-03-09) Özturan, Kutay Engin; Yücel, İstemi; Çakıcı, Hüsamettin; Şenocak, Efsun; Şahin, Özlem
    Total diz protezi cerrahisi sonrası femur boynu stres kırıkları nadir görülür. Deplase olmayan ilk 2–3 hafta direkt radyografik değerlendirmede bulgu vermeyebilir, manyetik rezonans görüntüleme (MRG) ve kemik sintigrafisi önem taşır. Total diz artroplastisi uygulanan 80 yaşında bayan hasta 3 ay sonra sol inguinal bölgede şiddetli ağrı ve topallama şikayeti ile başvurdu. Radyografide kırık lehine bulgu yoktu, manyetik rezonans görüntülemede sol femur boynu inferiorunda lineer düşük sinyal dansitesi şeklinde kırık hattı belirgin olarak görülmekteydi. Stres kırığı olan hastamızda tanı sonrası 6 hafta süreyle sol alt ekstremitesine yük vermesi engellendi. Onikinci aylardaki kontrollerde hastanın klinik şikayeti olmadığı görüldü. Sonuç olarak total diz artroplastisi sonrası, inguinal bölgede ağrısı bulunan yaşlı hastalarda şüpheci olunmalı; stres kırıkları açısından erken tanının morbidite ve mortaliteyi en aza indireceği unutulmamalıdır.
  • Item
    Primer Mediastinal B Hücreli Lenfoma: Olgu Sunumu
    (Uludağ Üniversitesi, 2011-02-28) Avcı, Nilüfer; Balcı, Mehmet Ali; Aytaç, Berna; Kanat, Özkan; Manavoğlu, Osman; Tıp Fakültesi; Medikal Onkoloji Bilim Dalı
    Primer mediastinal B hücreli lenfoma (PMBL), mediastende timik meduller B hücrelerinden gelişen nadir görülen bir neoplazmdır. Tüm nonhodgin lenfomaların %2-3’ünü oluşturur. 1980’li yıllarda tanımlanmasına rağmen optimal tedavi tartışmalıdır. PMBL’da geç relaps nadir olup çoğunlukla tedavi sonrası ilk bir yılda gelişir. Ön mediastende kitle saptanan 33 yaşındaki kadın olguda çekilen positron emission tomografi sonucu ve yapılan biyopsi ile birlikte PMBL tanısı konuldu. Hasta 6 kür R-CHOP ve sonrasında mediastene radyoterapi ile tedavi edildi. Düzenli aralıklarla takip edilen olguda ilk bir yılın sonunda relaps gözlenmedi.
  • Item
    Olgu sunumu: Amyand herni
    (Uludağ Üniversitesi, 2011-02-17) Eser, Metin; Kılınç, İbrahim; Kıyak, Gülten
    Herni, batın içindeki herhangi bir organın içinde bulunduğu kavitenin duvarındaki bir açıklıktan dışarı çıkması olarak tanımlanır. Amyand herni, inguinal herni kesesi içinde normal veya enflame apendiksin bulunduğu nadir bir durumdur. Kasık fıtığı olgularının yaklaşık %1’ inde görülür. İnguinal herni kesesi içerisinde apendiks varlığı ilk kez 1735 yılında Claudius Amyand tarafından tanımlanmış olup o tarihten bu yana onun ismine hitaben Amyand herni olarak adlandırılmaktadır. Amyand herni tanısı genellikle intraoperatif olarak konulmaktadır. Bu olguda sağ kasık fıtığı tanısı ile ameliyat edilen ve kese içinde apendiks vermiformisin gözlenip Amyand herni tanısı konulan 62 yaşında erkek hasta ve literatür bilgileri sunulmaktadır.
  • Item
    Uyku apneli hastalarda CPAP tedavisi sonrasında serebral metabolizmanın değerlendirilmesi
    (Uludağ Üniversitesi, 2011-03-23) Erdoğan, Beril; Coşkun, Funda; Karadağ, Mehmet; Gökalp, Gökhan; Hakyemez, Bahattin; Aydın, Birgü; Cangür, Şengül; Ursavaş, Ahmet; Erdoğan, Cüneyt; Kırlı, Selçuk; Ege, Ercüment; Tıp Fakültesi; Psikiyatri Ana Bilim Dalı
    Obstrüktif Uyku Apne Sendromlu (OSAS) hastalarda uyku sırasında tekrarlayan apne periyodlarının olması santral sinir sistemi üzerinde değişikliklere neden olmaktadır. MR Spektroskopi santral sinir sistemini etkileyen çeşitli durumlardaki lokal metabolik değişikliklerin saptanabildiği non invaziv bir magnetik rezonans yöntemidir. Bu çalışmanın amacı orta ve ağır OSAS olgularındaki serebral metabolizma değişikliklerini belirlemek ve continious positive airway pressure (CPAP) tedavisi sonrasında serebral metabolizmada düzelme olup olmadığını araştırmaktır. Çalışmaya 19 orta ve ağır OSAS hastası alındı. Çalışma grubuna polisomnografi, epworth skalası, MR spektroskopi ve nörokognitif testler uygulandı. 3 ay CPAP tedavisi sonrasında nöokognitif testler ve MR spektroskopi tekrarlandı. MR spektroskopide frontal beyaz cevher, frontal korteks, talamus ve hipokampustan N-asetil aspartat (NAA), kolin (Cho) ve kreatinin (Cr) ölçümleri yapıldı. Olguların tedavi öncesi ve sonrası spektroskopik ölçümleri değerlendirildiğinde frontal korteks Cr düzeyinde anlamlı farklılık saptandı (p=0.046). Tedavi sonrasındaki Cr değerleri daha düşük bulundu. Tedavi öncesi ve sonrası NAA/Cho, NAA/Cr, Cho/Cr ve NAA/Cho+Cr karşılaştırıldığında sadece frontal beyaz cevherde NAA/Cr değerlerinde anlamlı farklılık saptandı (p=0.01). Sonuç olarak orta ve ağır OSAS olgularında MR spektroskopi ile serebral metabolizma değişikliklerinin olduğunu ve bu değişikliklere nörokognitif testlerin de eşlik ettiğini saptadık.
  • Item
    Nilüfer halk sağlığı eğitim araştırma ve uygulama bölgesi’nde 15-49 yaş evli kadınların aile planlaması yöntemi kullanımındaki değişim (2002-2009)
    (Uludağ Üniversitesi, 2011-04-11) Gerçek, Harika; Pala, Kayıhan; Tıp Fakültesi; Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı
    Bu çalışmanın amacı, Nilüfer Halk Sağlığı Eğitim ve Araştırma Bölgesi’nde yaşayan 15-49 yaş evli kadınların aile planlaması yöntemi kullanımındaki değişiminin incelenmesidir. Tanımlayıcı tipteki bu çalışmada, 2002-2009 yılları arasında, Bölgede aile planlaması yöntemi kullanımına ilişkin veriler karşılaştırılmıştır. Veriler Bölgenin yıllık raporlarından elde edilmiştir. İstatistik analizlerde ki-kare testi kullanılmıştır. Bölgedeki 15-49 yaş evli kadın sayısı 2002 yılında 3820 ve 2009 yılında 4274’tür. Bölgede 2002 yılında %76,6 olan yöntem kullanma oranı 2009’da %83,6’ya yükselmiştir (p<0,001). Her iki yılda da en çok kullanılan yöntem geri çekmedir (2002’de %39,2 ve 2009’da %31,0). Aile planlaması yöntemi kullanan kadınların, 2002 yılında %48,8’i 2009 yılında ise %62,8’i çağdaş yöntemleri tercih etmiştir (p<0,001). 2002 yılında çağdaş yöntemlerden en çok RIA (%21,6), 2009 yılında ise kondom (%22,1) tercih edilmiştir. Nilüfer Halk Sağlığı Eğitim ve Araştırma Bölgesi’nde aile planlaması hizmetleri eğitimli ve deneyimli çalışanlar tarafından yürütülmektedir. Bölgedeki aile planlaması yöntemi kullanımı genel olarak Türkiye’den yüksektir. 2002 ve 2009 yıllarını karşılaştırdığımızda, bölgede çağdaş yöntemlerin kullanımında olumlu yönde bir değişim yaşandığı görülmektedir. Bu değişimin sebebinin ücretsiz ve ulaşılabilir hizmet sunulması ile sürekli verilen halk eğitimleri olduğu düşünülmektedir.
  • Item
    Elektron ışınlarının farklı kaynak - yüzey mesafelerinde dozimetrik olarak incelenmesi
    (Uludağ Üniversitesi, 2011-02-28) Araştırma makalesi; Şengül, Kansu; Çetintaş, Sibel Kahraman; Gözcü, Sema; Şahin, Sevim; Kurt, Meral; Demiröz, Candan; Gürlek, Ümit; Özkan, Lütfi; Tıp Fakültesi; Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı
    Elektron demetlerinde yüzey düzensizliği ve farklı kaynak yüzey mesafelerinde (SSD Source to Skin Distance) doz dağılımındaki ve profilindeki değişimi öngören değişik hesaplama algoritmaları tanımlanmıştır. Bu algoritmaların temel önerisi her cihazın doz profil değişiminin ölçülmesi gerektiğidir. Bu çalışmada hesaplama algoritmaları ile elde edilen output değerlerini deneysel olarak ölçerek kontrol etmeyi amaçladık. Çalışmamızda 6,9,12 ve 15 MeV elekron huzmelerinde farklı SSD’lerde farklı alan boyutlarında output değerleri ölçüldü. Bu değerler ile Efektif SSD yöntemine göre hesaplanan kuramsal değerlerle karşılaştırıldı. Output değerleri incelendiğinde küçük alanlarda yüzde farkın fazla olduğu görülmektedir. Enerji ve alan boyutu küçüldükçe etkin SSD değeri küçülmektedir. Yüksek enerjilerde saçılan elektronların fazla olması sebebiyle oluşan doz daha yüksek ölçülür. Sonuç olarak özellikle küçük alan ve düşük enerjilerde etkin SSD bulma yöntemi daha fazla önem kazanmaktadır. Bu nedenle küçük alan ve düşük enerjilerde değişen SSD’ye bağlı olarak her cihaz için ölçümler alınıp düzeltme faktörleri saptanmalı ve Monitör Unit (MU) hesaplamasında düzeltme faktörünün kullanımı gerekmektedir.
  • Item
    Esansiyel trombositoz tanısıyla izlenen olgularda JAK-2 gen mutasyonu ve komplikasyonlarla ilişkisi
    (Uludağ Üniversitesi, 2011-02-18) Bayram, Murat; Özkocaman, Vildan; Özkalemkaş, Fahir; Ali, Rıdvan; Karkucak, Mutlu; Özçelik, Tülay; Irmak, Gönül; Yakut, Tahsin; Ocakoğlu, Gökhan; Aydın, Taner; Tunalı, Ahmet; Tıp Fakültesi; Biyoistatistik Ana Bilim Dalı; Hematoloji Bilim Dalı
    Esansiyel Trombositoz (ET) trombosit sayısının arttığı, kemik iliğinde megakaryositlerde proliferasyonla kendini gösteren, klinik olarak asemptomatik olabildiği gibi kanama ve tromboz ile seyredebilen, myeloproliferatif hastalıklar grubunda, klonal bir kök hücre hastalığıdır. Janus Kinaz 2 (JAK 2) gen mutasyonu ET’lu hastalarda %50 civarı bir oranda görülmekte, tromboz ve hemorajik komplikasyonlarda artışa neden olabilmektedir. Bu çalışmada amacımız, ET’lu hastalarda JAK 2 gen mutasyon sıklığını saptamak, görülen komplikasyonları incelemek ve komplikasyonlarla JAK 2 gen mutasyonunun ilişkisini değerlendirmektir. Bunun için Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı Polikliniği’ne Ocak 2005-Mayıs 2010 tarihleri arasında başvuran, ET tanısıyla izlenen ve JAK 2 gen mutasyonu bakılan 90 hastanın dosyaları klinik ve laboratuvar bulguları açısından geriye dönük olarak incelendi. Alınan 90 hastanın 58’i (%64,4) kadın, 32’si (%35,6) erkekti. Yaş ortalaması 55,4±14,9 (26-85) yıldı. Hastaların 38’inde (%42,2) JAK 2 gen mutasyonu pozitif olarak saptandı. Hastaların 29’unda (%32,2) kanama veya tromboz komplikasyonu gelişirken, bunların 21’inde (%72,4) JAK 2 gen mutasyonu pozitif olarak saptandı. Sonuç olarak, ET’lu hastalarda JAK 2 gen mutasyonunun tanı için önemli bir veri olduğu ve komplikasyonlarla ilişkili olabileceği kanaatine varıldı.
  • Item
    Endoskopik juvenil nazofarengeal anjiofibrom cerrahisi - Uludağ KBB sonuçları
    (Uludağ Üniversitesi, 2011-03-17) Kasapoğlu, Fikret; Durgut, Osman; Şen, Ersin; Özmen, Ö. Afşın; Ceyhan, Aydın; Coşkun, Hakan; Basut, Oğuz; Onart, Selçuk; Tıp Fakültesi; Kulak Burun Boğaz Ana Bilim Dalı
    Bu çalışmanın amacı Juvenil Nazofarengeal Anjiofibrom (JNA)’un cerrahisinde endoskopik yaklaşımla tedavi edilen olgu serisinin sonuçlarını ortaya koymaktır. Geriye dönük olarak 1995 ile 2010 yılları arasında ve Uludağ Üniversitesi Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı’nda JNA nedeniyle tedavi edilen toplam 18 hasta incelendi. Nisan 2007 – Mart 2010 tarihleri arasında endoskopik olarak rezeksiyon uygulanan 6 hasta değerlendirmeye alındı. Tanı, fizik muayene bulguları ve radyolojik bulgular ile konuldu. Tüm hastalara cerrahiden 24 saat öncesinde selektif anjio-embolizasyon uygulandı. Hastaların yaşları 14 ile 21 arasında değişmekte olup tümü erkekti. Hastalar en sık burun tıkanıklığı (6/6 %100) ve burun kanaması (5/6 %83) semptomlarıyla kliniğimize başvurdu. Beş hastada endoskopik yaklaşımla eksizyon uygulandı. Bir hastada endoskopik ve transmaksiller yaklaşımlar kombine edildi. Bir hastada yineleme görüldü. Radyolojik olarak saptanan yinelemede büyüme ve semptom olmadığı için hasta takip edilmektedir. Postoperatif dönemde hiçbir hastada cerrahiye veya embolizasyona bağlı komplikasyon gelişmedi. JNA tedavisinde endoskopik yaklaşım, preoperatif embolizasyon uygulanması halinde güvenle uygulanabilecek bir yöntemdir. Endoskopik yaklaşım hasta morbiditidesini önemli ölçüde azalttığından öncelikle seçilecek tedavi yöntemi olmalıdı
  • Item
    Kontrollü arteryel hipertansiyon altında, geri kanama kontrolü ile şant kullanılmadan yapılan karotis endarterektomi; tek bir merkezin deneyimleri
    (Uludağ Üniversitesi, 2011-05-02) Biçer, Murat; Saba, Davit; Yanar, Murat; Sığnak, Işık Şenkaya; Tok, Mustafa; Sevingil, Tolunay; Yolgösteren, Atıf; Önder, Tolga; Cengiz, Mete; Tıp Fakültesi; Kalp ve Damar Cerrahisi Ana Bilim Dalı
    Bu çalışma, şantsız karotis endarterektomi yapılan hasta grubunda kontrollü arteryel hipertansiyon, normokapni ve geri kanama kontrolü hakkındaki tecrübemizi yansıtmaktadır. Genel anestezi, normokapni ve kontrollü hipertansiyon altında 112 hastada yapılmış 116 ardışık karotis endarterektomi (KEA) verileri retrospektif olarak incelendi. Karotis endarterektomi geri kanama, basınç ve renk değerlendirilmesi sonrası gerçekleştirildi. Hastaların ortalama yaşı 64.2 ± 8.6 (47-83), Erkek/kadın oranı 79/37 ve ortalama kros-klemp zamanı 25.63±5.1 (1555) dakika idi. Otuz hastada %70’in üzerinde bilateral karotis darlığı mevcuttu. On dört hasta asemptomatik (%12) ve 102 hasta (%88) semptomatik idi. Karotis endarterektomilerin tamamı intraluminal şant kullanılmadan uygulandı. 93 hastada(%80) arteriotomi primer, 23 hastada (%20) yama ile kapatıldı 30 günlük hastane içi nörolojik komplikasyonlar iki hastada (%1.7) gelişti. Bunlar; bir hastada inme ve bir hastada amarozis fugaks gelişti. Çalışma grubunda ölüm görülmedi. Bu çalışmanın gereksiz şant uygulamasından sakınmak için bir görüş sağladığını düşünmekteyiz. Şant uygulamadan kontrollü hipertansiyon, normokapni ve internal karotis arterden (İCA) geri kanama kontrolü ile karotis endarterektomi düşük morbitide ve mortalite oranlarıyla cerrahi yapabilmemizi sağlamaktadır.