Browsing by Author "Köksal, Nilgün"
Now showing 1 - 20 of 132
- Results Per Page
- Sort Options
Item Ağır respiratuvar distres sendromlu bebeklerde ikinci doz surfaktanını erken uygunlanması(Uludağ Üniversitesi, 2004) Akpınar, Reyhan; Köksal, Nilgün; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.Amaç: Respiratuvar distres sendromu (RDS) prematüre yenidoğan bebeklerde en sık görülen mortalite ve morbidite nedenidir. RDS tedavisinde surfaktanın mümkün olduğunca erken hatta proflaktik uygulanması önerilmektedir. Bir doz surfaktan yeterli olmaz ise 2. doz surfaktan uygutanması gerekmektedir. Standart uygulama 2. doz surfaktanın 1. doz surfaktandan 6 saat sonra uygulanmasıdır. Biz çalışmamızda standart uygulanan 2. doz surfaktan ile 1. doz surfaktandan 2 saat sonra uygulanan erken 2. doz surfaktanı tedaviye cevap ve komplikasyonlar açısından karşılaştırmayı planladık. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya katılma kriterleri bebeklerin 2 saatten küçük olması, 600 ile 2500 gram arasında olması, 24 ile 36 gestasyon haftası arasında olması, akciğer grafisinde RDS ile uyumlu bulguların olması ve parsiyel arteriet oksijen basıncım (PaOs) 70-80 mmHg arasında tutabilmek için ventilatör ayarlarında inspire edilen oksijen fraksiyonunun (Fi02) ]0.4 ve ortalama havayolu basıncının (MAP) 7 CmH20 üzerinde olması olarak planlandı. Majör konjenital anomali, hidrops fetalis, ağır pumoner hipoplazisi olan ya da yüksek frekanslı ventilatör ihtiyacı olan bebekler çalışmadan çıkarıldı. Bulgular ve Sonuç: Toplam 40 bebek çalışmaya alındı. Bebeklerin 20 tanesi erken 2. doz surfaktan uygulanan grupta, 20 tanesi standart 2. doz surfaktan uygulanan grupta idi. Onbir bebek 1000 gramın altında idi. Bu bebeklerin 6 tanesi erken 2. doz surfaktan uygulanan grupta, 5 tanesi standart 2. doz surfaktan uygulanan grupta bulunuyordu. Her iki grup arasında a/ADO2 oranında iyileşme, kompiikasyonlar, hastanede yatîş süresi açısından anlamlı bir farklılık saptanmadı. Hasta sayımızın az olması nedeni ile kesin bir yargıya varmak ve erken 2. doz surfaktanın daha etkili olup olmadığını değerlendirebilmek için daha geniş hasta grupları i!e çalışmalar yapılması uygun olacaktır. Aynı zamanda bu sonuç bize erken ikinci doz uygulamasının en azından standart tedavi kadar etkili olduğunu; ikinci doz sürfaktan tedavisinin 6 saat yerine 2 saat sonra da verilebileceğini göstermektedir.Item Akut böbrek yetmezliği bulunan yenidoğanların değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2002) Bayram, Yusuf; Köksal, Nilgün; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Neonatoloji Bilim Dalı.Çalışmamızda Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesi'ne yatan bebeklerde akut böbrek yetmezliğinin (ABY) insidansı ve tiplerinin oranları, eşlik eden risk faktörleri ve tanısına yardım eden bulguların belirlenmesi amaçlandı. ABY tanısı, idrar çıkış hızına bakılmaksızın serum kreatinin düzeyinin 1.5 mg/dl'nin üzerinde olması, 5-7 gün içinde maternal seviyenin altına düşmemesi ya da günde 0.3 mg/dl'lik artış göstermesi ile konuldu. Oligüri ise idrar çıkış miktarının 1ml/kg/saatin altında olması olarak belirlendi. Sıvı yükleme ve furasemid ile cevap (diürezde artış, kreatinin düzeyinde düşüş) alınan hastalar prerenal, alınamayan hastalar renal ABY olarak kabul edildi. Nisan 1997 ile Şubat 2001 tarihleri arasında ünitemizde yatan 912 bebekten, 52'sine (%5.7) ABY tanısı konuldu. Hastaların 36'sında (%67) renal, 15'inde (%31) prerenal ve birinde (%2) postrenal ABY saptandı. ABY etyolojisinde perinatal asfiksi %25, sepsis %21.1, dehidratasyon %21.1 respiratuar distres %13.5, konjenital kalp hastalığı %13.5, primer renal parankimal hastalığı %3.8 ve obstrüktif üropati %2 bulundu. Fraksiyone sodyum atılımı (FENa) oranları ve beta₂-mikroglobulin düzeyleri, renal ABY olan matür bebeklerde olduğu gibi prematürlerde de prerenal ABY bulunanlara göre belirgin olarak yüksek saptandı. Oligürik renal ABY olan bebeklerde mortalite oranları daha yüksek saptandı. Sonuç olarak ünitemizde yenidoğan ABY'nin en önemli etyolojik faktörlerinin perinatal asfiksi, dehidratasyon ve sepsis olduğu tespit edildi. ABY'nin tip ayırımında, FENa'nın da, prematüre bebekler dahil olmak üzere güvenilir bir parametre olduğu, beta₂-mikroglobulin ölçümünün de bu açıdan faydalı olabileceği görüldü. Diğer çalışmalarda da bildirildiği gibi renal ABY'nin mortalitesinin yüksek olduğu belirlendi. Bu nedenle kritik bebeklerin yakın takibe alınarak böbrek yetmezliği daha gelişmeden, önlem alınmasının önemi bir kez daha vurgulandı.Publication Aluminum exposure in premature babies related to total parenteral nutrition and treatments(Türk Pediatri Dergisi, 2018-07-01) Asut, Emre; Köksal, Nilgün; Dorum, Bayram Ali; Özkan, Hilal; Asut, Emre; KÖKSAL, FATMA NİRGÜL; Dorum, Bayram Ali; ÖZKAN, HİLAL; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Yenidoğan Bilim Dalı; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı; 0000-0002-2823-8454; A-5375-2017; AAG-8393-2021; HJH-3690-2023; JGS-7600-2023; JJY-3921-2023This study aimed to measure aluminum contamination of parenteral nutrition (PN) solutions and aluminum contents of parenteral products given to newborn infants for nutrition or treatment. In this study, the aluminum content of the first products used to prepare PN solutions for premature neonates, of the final parenteral products prepared therefrom, and of the parenteral drugs frequently used in newborn units was measured using the inductively coupled plasma mass spectrometry. The aluminum contamination of all parenteral nutritional products evaluated, except for one, was detected to be over the recommended doses. Of all the first products analyzed within the scope of the study, trace-element preparation, preparation containing fat-soluble vitamins, 20% dextrose solution, calcium gluconate ampoule and sodium phosphate ampoule indicated high aluminum contamination. The total aluminum content of the prepared final products was identified to be at least 40% higher than the total aluminum content of the ingredients added to the compound. Accordingly, the minimum amount of aluminum content was measured as 233 mu g/kg/day in nutrition solutions prepared for a baby weighing 1,000 g. Contamination was detected in 9 of the 18 drugs evaluated. This study indicated that the rate of aluminum exposure of the premature babies receiving parental nutrition is still much higher than the safe doses recommended as 5 mu g/kg/day by the FDA. Products with lower aluminum content should be preferred in the care of premature infants.Item Ani bebek ölümünün kardiyak nedenleri(Uludağ Üniversitesi, 2014-06-10) Aygün, Fatih; Köksal, Nilgün; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Neonatoloji Bilim Dalı.Ani bebek ölümü sendromu (ABÖS) halen sebepleri ve mekanizmasıyla sırrını korumaktadır. ABÖS’e neden olan patofizyolojik mekanizma tam olarak anlaşılamamıştır. Yüz üstü pozisyonda uyumanın bu patofizyolojik olaylara katkısının olduğu düşünülmektedir. İlk defa Schwartz tarafından ABÖS ile kalp ve otonom sinir sistemi arasında ilişki olabileceği hipotezi öne sürülmüştür. Konjenital uzun QT sendromunun ventriküler taşiaritmi yaparak bazı ABÖS vakalarının sebebi olabileceği düşünülmektedir. Normal kardiyak ritimden birçok iyon kanalı ve diğer proteinlersorumlu iken, nadir bulunan aritmik bozukluklardan, genetik analizler sonucu, 5 iyon kanalı geni kesinlikle sorumlu tutulmaktadır. Özellikle kardiyak iyon kanallarında mutasyonu olan bebeklerde enfeksiyonlar, ateş, yüzüstü pozisyonda yatma gibi birçok faktörün uzun QT’ye eğilimi arttırdığı düşünülmektedir. Bu derlemede çocukluk çağında ölümlerin önemli bir nedenini oluşturan ve klinisyenlerin nispeten daha az önemsediği ABÖS’e dikkat çekilmek istenmiş ve ABÖS ile uzun QT ilişkisi değerlendirilmiştir.Item Anne sütü sarılığının gelişiminde, anne sütü mikrobiyal içeriği ve bebek barsak mikrobiyal florasının etkisinin araştırılması ve bu bebeklerde probiyotik tedavisinin sarılık seyrine etkisinin değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2015) Bağcı, Onur; Köksal, Nilgün; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Neonatoloji Bilim Dalı.Anne sütü sarılığı, uzamış sarılığın en sık nedenidir ve tüm yenidoğanların %2-15'inde görülmektedir. Anne sütü sarılığı patogenezine ilişkin bir çok teori ortaya atılmış olmasına karşın oluşum mekanizması tam olarak aydınlatılamamıştır. Günümüzde herhangi bir tedavi seçeneği olmayan anne sütü sarılığı, ailelerde ve pediatristlerde kaygı uyandırıcı bir durum olmaya devam etmektedir. Son yıllarda yapılan çalışmalarda anne sütü mikrobiyal içeriği ve bebek bağırsak florasının sarılık gelişiminde rol oynayabileceği ileri sürülmektedir. Bu çalışmanın amacı, anne sütüne bağlı uzamış sarılığın anne sütündeki ve barsak florasındaki mikroorganizmalarla ilişkisini ve probiyotik desteğininin anne sütü sarılığı seyrine olan etkisini araştırmaktır. Çalışma Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Yenidoğan Polikliniği'ne uzamış sarılık nedeniyle başvuran ve yapılan tetkikleri sonucunda anne sütü sarılığı tanısı alan term ve term yakın bebeklerle prospektif ve randomize olarak düzenlendi. Çalışmaya 77 anne sütü sarılığı tanısı alan ve 35 sağlıklı olmak üzere toplam 112 bebek alındı. Sarılıklı hastaların 37'sine bir haftalık probiyotik tedavisi uygulandı. Tüm hastalardan başvuruda anne sütü ve gaytada, sarılıklı hastalardan bir hafta sonra alınan ikinci gayta örneğinde real time-PCR yöntemiyle Lactobacillus rhamnosus, Lactobacillus gasseri, Lactobacillus plantorum, Bifidobacterium longum, Bifidobacterium bifidum ve Bifidobacterium adolescentis türlerine ait kantitatif DNA eldesi yapıldı. Gruplar arasında anne sütü ve gayta mikrobiyal içeriği, probiyotik tedavisinin bilirubin düzeyleri, kilo alımı ve gayta mikrobiyal içeriği üzerine etkisi araştırıldı. Anne sütü sarılığı olan hastaların anne sütü mikrobiyal içeriğinde L. rhamnosus, L. gasseri, L. plantorum, B. longum ve B. bifidum miktarları, gayta içeriklerinde ise L. gasseri, L. plantorum ve B. bifidum miktarları kontrol grubuna göre anlamlı derecede düşüktü (p<0.05). Probiyotik tedavisi sonrası gayta mikrobiyal içeriğinde istatistiksel anlamlı fark saptanmadı. Tedavi almayan grupla karşılaştırıldığında probiyotik tedavisi alan grupta ortalama bilirubin düzeyi daha düşük ve bilirubin düzeyindeki azalma daha yüksekti ancak fark istatistiksel olarak anlamlı değildi (p>0.05). Probiyotik tedavisi alan grupta bilirubin düzeyinin normale gelme süresi ise tedavi almayan gruba oranla anlamlı derecede daha kısaydı (p<0.05). Anne sütü ve gayta probiyotik bakteri içeriğinin anne sütü sarılığı gelişiminde rol oynayabileceğine dair kanıtlar artmaktadır. Sarılıklı hastalarda anne sütü ve gayta içeriğinin sağlıklı hastalara göre daha düşük miktarda olması, probiyotiklerin anne sütü sarılığında bir tedavi seçeneği olabileceğini düşündürmektedir. Anne sütü sarılığı tedavisi için ideal probiyotik türlerinin, tedavi süresi ve dozunun belirlenmesi için daha geniş kapsamlı çalışmalara gereksinim duyulmaktadır.Item Anne sütünün immünolojik özellikleri(Uludağ Üniversitesi, 2005) Köksal, Nilgün; Aydoğdu, Handan; Şentürk, Ebru; Perçin, Kadriye; Özkan, Hilal; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.Anne sütü tüm bebekler için özellikle prematüreler ve hasta yenidoğanlar için ideal bir besindir. Anne sütü içeriği bebeğin yaşına ve fizyolojik özelliklerine göre değişen en uygun besleyicidir. Anneler emzirme konusunda desteklenmelidir. Amerikan Pediatri Akademisi (AAP) term ve prematüre bebeklerin emzirilmesini teşvik eden bir politika izlemektedir. Bebeğe ilk besin olarak kolostrum verilmesi çok önemlidir. Bebeklere ilk 6 ay sadece anne sütü verilmeli, altıncı ayda ek gı- dalara geçilmelidir. Anne sütü verilmesine yaşamın ilk bir yılı boyunca devam edilmelidir. Anne sütünün temiz bir besin olması ve verilirken biberon gibi bir araç gerektirmemesi nedeniyle de kontaminasyon riski yoktur, yalnız anne sütü ile beslenen bebeklerde enfeksiyon görülme riski azdır. Term bebekler ve bazı preterm bebekler de doğumdan sonra emebilecek düzeydedir. Çoğu yüksek riskli, çok düşük doğum ağırlıklı bebek anne sütü alamaz. Bebek oral alabilecek düzeye gelene kadar anne sütü sağılarak verilmelidir. Bazı merkezlerde donör anne sütü bankaları, eğer anne sütü verilemeyecekse kullanılmaktadır. Anne sütünün içeriği; gestasyon yaşına, laktasyon sırasında ve annenin diyetine bağlı olarak değişir. Anne sütü, interlökin, laktoferrin, lizozim ve yüksek IgA içeriğine bağlı antienfektif özelliklere sahiptir. Anne sütü diarenin insidansını ve ağırlığını azaltır. Ayrıca antiinşamatuar ajanlar içerir. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, anne sütü ile beslenen çocuklarda anne sütü almayanlara göre solunum yolları enfeksiyonları, orta kulak iltihabı, üriner sistem enfeksiyonu, menenjit gibi enfeksiyon hastalıkları daha az görülmektedir. Bir yenidoğanın matür bir immün sistemi yoktur ve efektif bir immün cevap oluşturamaz. Yenidoğanlar doğumdan önce plasenta yoluyla ve doğumdan sonra anne sütüyle aldıkları antikorlar vası- tasıyla kendi immün sistemleri gelişene kadar enfeksiyonlardan korunurlar. Bu antikorlar annenin dolaşımındaki antikorlar ile benzerdir ve annenin maruz kaldığı çevresel antijenlere karşı gelişmiştir. Bu nedenle anne dışındaki kişiler bebeğe mümkün olduğunca az dokunmalıdır. Yenidoğanlar özellikle solunum ve GIS mukozası yoluyla elde edilen enfeksiyonlara karşı hassastır, enfeksiyonların lokalizasyonu zayıftır ve basit enfeksiyonlar kolaylıkla yayılabilir.Item Basit febril konvülsiyonlarda rekürrens riski(Uludağ Üniversitesi, 1991) Köksal, Nilgün; Eralp, Özgen; Çil, Ergün; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/ Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.Kliniğimizde basit febril konvülsiyon tanısı konan 70 olgu çalışma kapsamına alındı. Olguların % 82'si iki yaşından küçüktü. İki yaşından önce ilk febril konvülsiyon geçiren 57 olgunun 33'ünde (% 58) recurrens saptanırken, iki yaşın üstünde geçiren 13 olguda rekürrens görülmedi. Rekürrens riski fazla olan yaşamın ilk iki yılında geçirilen febril konvülsiyonlarda risk faktörü bulunmasa bile rekürrensi önlemek için antikonvülsan tedavi başlanmasının yararlı olacağı sonucuna varıldı.Item Bilateral üreterovezikal darlık saptanan bir yenidoğan olgusu(Uludağ Üniversitesi, 1992-08-26) Köksal, Nilgün; Sapan, Nihat; Şimşek, Ümit; Küsgü, Ferhan; Ertem, Nurcan; Taş, Zafer; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Üroloji Anabilim Dalı.Genellikle konjenital nedenlere bağlı olarak gelişen obstrüktif üropatiler, çocuklarda erken dönemde hidronefroz gelişmesine yol açmaktadır. Hidronefroz sıklıkla yaşamın ilk 6 ayında görülmekte ve karında kitle şeklinde bulgu vermektedir. Hidronefroz nedenleri arasında yer alan üreter darlıklarında üreteropelvik darlıklar, üreterovezikal darlıklara göre daha sık görülmektedir. Bu olgu bildiriminde, rutin muayene sırasında bilateral böbrek lojunda kitle palpe edilen ve izleminde ayrıntılı laboratuvar tetkikleriyle bilateral üreterovezikal darlık saptanarak opere edilen 3 günlük bir yenidoğan sunulmuştur.Item Bronkopulmoner displazide risk faktörleri(Uludağ Üniversitesi, 2008) Özkan, Hilal; Köksal, Nilgün; Çetinkaya, Merih; Canıtez, Yakup; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Neonatoloji Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Çocuk Alerji Bilim Dalı.Amaç: Bronkopulmoner displazi (BPD) oksijen ve pozitif basınçlı ventilasyon ile tedavi edilen prematüre bebeklerde gelişen kronik bir akciğer hastalığıdır. Yenidoğan bakımındaki tüm gelişmelere rağmen preterm bebeklerde en sık görülen uzun dönem komplikasyonudur. Bu çalışmanın amacı yenidoğan yoğun bakım ünitesinde izlenen ve BPD gelişen olguların değerlendirilmesi, BPD sıklığı- nın belirlenmesi ve BPD ile ilişkili risk faktörlerinin saptanmasıdır. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya Ocak 2005 ile Ocak 2006 tarihleri arasında Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesine yatırılarak izlenen 276 prematüre bebek alındı. İzlemlerinde BPD gelişen ve gelişmeyen bebekler karakteristik özellikler ve risk faktörleri açısından karşılaştırıldı. Bulgular: Hastaların gestasyon yaşları ortalama 31±3,1(24-36) hafta, doğum ağırlıkları ortalama 1607±610 (500-4000) gram idi. Çalışmaya alınan hastaların %30’unda (84/276) BPD saptandı. BPD gelişen olguların ortalama gestasyon haftası 30±3 (24-36), doğum ağırlıkları 1171±423 (530-3700) gram bulundu. BPD saptanan bebeklerin %36’sı (31/84) 28 haftadan küçük ve %41,9’unun (26/84) do- ğum ağırlığı 1000 gramın altında idi. BPD gelişimi için en önemli risk faktörlerinin gestasyon haftası ve doğum ağırlığı olduğu, gestasyon haftası ve doğum ağırlığı küçüldükçe BPD riskinin arttığı görüldü. BPD gelişen olgularda mekanik ventiasyon süresi 40±4,3 gün iken, BPD gelişmeyenlerde 17±2 gün olarak bulundu ve farklılık istatistiksel olarak da anlamlı idi (p<0,05). Benzer şekilde oksjen tedavi süresi, BPD’li olgularda, BPD olmayanlara oranla anlamlı yüksekti (p<0,05). Ayrıca respiratuvar distres sendromu, intraventriküler hemoraji, annede koriyoamniyonit varlığı, uzamış total parenteral nütrisyon, sık transfüzyon BPD gelişimi ile anlamlı olarak ilişkili bulundu. Sonuç: BPD multifaktöriyel olarak gelişmektedir. Ancak en önemli risk faktörü prematürite, düşük doğum ağırlığı, mekanik ventilasyon ve uzun süreli oksijen kullanımıdır. En etkin koruma prematüre doğumların önlenmesi, mekanik ventilasyon süresinin azaltılması ve oksijenin gerekli olan en az dozda verilmesi ile mümkün olmaktadır.Item BRUE - bebeklerde kısa süreli düzelen açıklanamayan olaylar(Uludağ Üniversitesi, 2018) Dorum, Bayram Ali; Köksal, Nilgün; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Neonatoloji Bilim Dalı.Daha öncesinde “Açıkça yaşamı tehdit eden olaylar” “Apparent life-threatening events” (ALTE) olarak tanımlanan olgular, 2016 yılında, Amerikan Pediatri Akademisi tarafından “Kısa süreli düzelen açıklanamayan olaylar”-“Brief Resolved Unexplained Events” (BRUE) olarak yeniden isimlendirilmiştir. BRUE tanısı için; kısa süren, bu süre sonunda düzelen, öykü ve fizik muayene ile açıklanamayan bir olayın şu özelliklerden birini içermesi gerekir; siyanoz ya da solukluk; solunumun azalması, düzensizleşmesi yada olmaması; tonusta belirgin değişiklik; bilinç durumunda değişiklik. Böyle bir olayın düşük riskli mi yoksa yüksek riskli mi olduğu, epidemiyolojik olarak ortaya konmalıdır. Düşük riskli olarak değerlendirilmesi için şu kriterler karşılanmalıdır; doğumda ≥32 haftalık ve doğum sonrası yaşın 60 günün üzerinde olması, daha önce benzer bir olay olmaması, 1 dakikadan kısa sürmesi, eğitimli sağlık personeli tarafından canlandırmaya gerek duyulmaması ve herhangi bir öykü veya fizik muayene bulgusu saptanmaması. Düşük riskli olaylar, hastaneye yatırma, daha fazla araştırma veya ev monitorizasyonu gerektirmez. Aksine, yüksek riskli olayları olan bebekler hastaneye yatırılmalı, izlenmeli ve altta yatabilecek bir patoloji açısından incelenmelidir.Publication Can tissue oxygen saturation levels in the first 24 hours predict the development of patent ductus arteriosus in premature babies with respiratory distress syndrome?(Galenos Yayınevi, 2023-12-01) Dorum, Bayram Ali; Özkan, Hilal; Çetinkaya, Merih; Çakır, Salih Çağrı; Köksal, Nilgün; ÖZKAN, HİLAL; ÇAKIR, SALİH ÇAĞRI; Köksal, Nilgün; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Neonatoloji Anabilim Dalı.; 0000-0001-5761-4757; JJY-3921-2023; HJZ-4508-2023; JGS-7600-2023Introduction: Patent ductus arteriosus (PDA) causes a substantial increase in morbidities in premature babies by causing changes in organ perfusion. Various echocardiographic parameters are used to diagnose PDA and determine whether it is hemodynamically significant (HsPDA). This study aimed to investigate the role of tissue oxygen saturation in the first 24 hours in predicting HsPDA in high-risk premature babies who received respiratory support because of respiratory distress syndrome. Materials and Methods: In this prospective, observational study, cerebral, renal, and mesenteric regional tissue oxygen saturation levels were monitored by near infrared spectroscopy (NIRS) for the first 24 hours of the lives of preterm babies at <= 28 weeks of gestation. The NIRS data of babies with and without HsPDA as diagnosed by echocardiographic examination were compared. Results: Eighty-one premature babies who had HsPDA were included in the study. In the control group 51 premature babies who had not HsPDA were evaluated. The median standard deviation (SD) gestational age of the babies included in the study was 26.9 +/- 1 weeks, and the mean +/- SD birth weight was 880 +/- 218 g. Renal and mesenteric NIRS measurements during follow-up were lower in babies with versus without HsPDA, but the difference was not statistically significant. Conclusion: Low renal and mesenteric stO2 values detected on the first day of life in high-risk infants may be associated with HsPDA. More studies are needed to reveal the effects of HsDPA on organs in these vulnerable babies with NIRS monitoring.Publication Cardiac causes of sudden infant death(Galenos Yayincilik, 2014-04-01) Aygün, Fatih; Köksal, Nilgün; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.; 0000-0001-6519-6583; D-2014-2019; AAG-8393-2021The mechanism and causes of sudden infant death syndrome (SIDS) is still remains its mystery. The pathophysiology of SIDS is not clear. Sleeping in prone position is thought to contribute to pathophysiology. Schwartz was the first physician suggesting that SIDS can be associated with heart and autonomic nervous system. Congenital long QT syndrome may trigger SIDS by causing ventricular tachycardia. Normal cardiac rhythm is regulated by ion channels and specific proteins, but genetical analyses clearly demonstrated that 5 ion channel genes were responsible for rare arrhythmias. The infections, fever and sleeping in prone position can increase the risk of long QT syndrome in babies having mutations in cardiac ion channels. In this review we tried to draw attention to SIDS as an important cause of death in childhood period and association of SIDS with long QT syndrome which is not necessarily noticed by physicians.Item Çocuklarda üriner sistem enfeksiyonun radyolojik incelenmesinde ultrasonografinin değeri(Uludağ Üniversitesi, 1991) Fidansoy, Bülent; Eralp, Özgen; Köksal, Nilgün; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.Bu çalışmada 65 üriner enfeksiyonlu olgunun 130 böbreği ultrason (US) ve intravenöz pyelografiyle (IVP) incelenmiş, bulunan patolojiler açısından her iki yöntem karşılaştırılmıştır. Bulunan patolojiler incelendiğinde US'nin, IVP'ye göre sensitifliği % 46.8, spesifitesi % 91.8 olarak bulunmuştur. Gros patolojilerden hidronefrozda US'nin sensitifliği % 100, atrofik böbrekde % 50 bulunmuştur. Minör patolojilerde ise US'nin IVP'ye göre sensitifliği % 19 olarak tespit edilmiştir. Minör patolojilerde US'nin yetersiz kaldığı ancak noninvazif olması nedeniyle başlangıçta tarama yöntemi olarak kullanılmasının yararlı olacağı kanısına varılmıştır.Item Çok düşük doğum ağırlıklı bebeklerde major mortalite ve morbidite nedeni; patent duktus arteriozus(Uludağ Üniversitesi, 2012-03-22) Aygün, Fatih; Köksal, Nilgün; Bostan, Özlem M.; Uysal, Fahrettin; Varal, İpek Günay; Doğan, Pelin; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Neonatoloji Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Çocuk Kardiyoloji Bilim Dalı.Giriş: Patent duktus arteriozus (PDA), preterm yenidoğanlarda sıklıkla karşılaşılan, morbidite ve mortalite üzerine olumsuz etkileri olan kardiyak bir patolojidir. PDA’nın açık kalması ile respiratuvar distres sendromu (RDS), uzamış respiratör desteği, pulmoner hemoraji, bronkopulmoner displazi (BPD), nekrotizan enterokolit (NEK), intraventriküler kanama (İVK), renal yetmezlik, nörogelişimsel kusur (serebral palsi), premature retinopatisi (ROP) ve ölüm arasında anlamlı ilişki vardır. Semptomatik PDA’ların kapatılması standart hale gelmiş ve ilk tercih indometazin ve ibuprofen (İBU) gibi siklooksijenaz inhibitorleri olmuştur. Bu çalışmada preterm bebeklerde PDA sıklığı, tedavisi ve komplikasyonlarının araştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Ocak 2010 ile Kasım 2011 tarihleri arasında 33 hafta ve öncesinde doğan, konjenital major anomalisi veya konjenital kalp hastalığı olmayan, ilk hafta içinde ekokardiyografisi (EKO) yapılmış 103 bebek retrospektif olarak değerlendirildi. PDA’yla ilişkili pulmoner hemoraji, NEK, BPD, ROP ve ölüm oranları incelendi. Bulgular: Çalışmada 103 bebeğin 45’i erkek ve 58’i kızdı. Yetmiş bebek sezeryan, 33 bebek normal doğumla doğmuştu. Bebeklerin gestasyonel haftası ortalama 29,7±2,2, PDA’sı açık grupta gebelik haftası daha düşük olup 28,8±2,3 hafta idi. Bebeklerin ortalama tartısı 1323±375 g idi. Aynı şekilde APGAR skoru ortalama 7,25±1,83 olup PDA’sı açık grupta anlamlı düşüktü (6,7±1,9). Doğumdan ortalama 4,8±4,4 gün sonra EKO yapıldı ve 103 bebeğin 48 (%46)’inde PDA saptandı. PDA’sı açık olan grupta ortalama doğum tartısı 1162±351 g, PDA’sı kapalı grupta ise 1465±340 g bulundu. PDA’sı açık bebeklerde pulmoner hemoraji, NEK, BPD, ROP ve ölüm oranları PDA’sı kapalı olanlarla karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı ölçüde yüksek bulundu (p<0,05). Sonuç: PDA’nın özellikle çok düşük doğum ağırlıklı pretermlerde erken kapatılması hem mortaliteyi, hem de gelişebilecek erken ve geç morbiditeleri azaltacaktır.Item Colistimethate sodium therapy for multidrug-resistant isolates in pediatric patients(Wiley, 2010-06) Çelebi, Solmaz; Hacımustafaoğlu, Mustafa Kemal; Köksal, Nilgün; Özkan, Hilal; Çetinkaya, Merih; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.; AAG-8393-2021; 7006095295; 6602154166; 7003323615; 16679325400; 23994946300Aim: The aim of the present study was to assess the efficacy and safety of colistimethate sodium therapy in multidrug-resistant nosocomial infections caused by Pseudomonas aeruginosa or Acinetobacter baumannii in neonates and children. Methods: Pediatric patients hospitalized at the Uludag University Hospital who had nosocomial infections caused by multidrug-resistant P. aeruginosa or A. baumannii, were enrolled in the study. Colistimethate sodium at a dosage of 50-75 x 103 U/kg per day was given i.v. divided into three doses. Results: Fifteen patients received 17 courses of colistimethate sodium for the following infections: ventilator-associated pneumonia (n = 14), catheter-related sepsis (n = 1) and skin and soft-tissue infection (n = 2). The mean age of patients was 53.2 + 74.7 months (range, 8 days-15 years) and 60% were male. Mortality was 26.6%. Conclusion: Colistimethate sodium appears to be safe and effective for the treatment of severe infections caused by multidrug-resistant P. aeruginosa or A. baumannii in pediatric patients.Publication Comparative evaluation of health care-related infections in pediatric and newborn intensive care units in a university hospital: The seven-year retrospective study(Galenos Yayınevi, 2021-08-01) Özaslan, Zeynep; Çelebi, Solmaz; Köksal, Nilgün; Özkan, Hilal; Ocakoğlu, Gökhan; Yeşil, Edanur; Özer, Arife; Turan, Cansu; Bülbül, Beyhan; Hacımustafaoğlu, Mustafa Kemal; ÖZASLAN, NEBAHAT ZEYNEP; ÇELEBİ, SOLMAZ; Köksal, Nilgün; ÖZKAN, HİLAL; OCAKOĞLU, GÖKHAN; YEŞİL, EDANUR; Özer, Arife; TURAN, CANSU; BÜLBÜL, BEYHAN; HACIMUSTAFAOĞLU, MUSTAFA KEMAL; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Çocuk Enfeksiyon Bilim Dalı.; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Neonotoloji Bilim Dalı.; Bursa Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Biyoistatistik Anabilim Dalı.; 0000-0001-9400-7825; 0000-0002-1114-6051; 0000-0002-8926-9959; 0000-0003-3146-6391; 0000-0002-5720-1212; 0000-0003-4646-660X; 0000-0003-2641-4140; 0000-0002-3536-0263; 0000-0001-5454-5119; 0000-0001-9232-0084; GSO-3630-2022; JCD-9679-2023; A-1302-2018; AAH-5180-2021; JHN-1091-2023; JGS-7600-2023; JJY-3921-2023; IVB-4013-2023; GAX-3172-2022; CTG-5805-2022; JHR-3083-2023Introduction: In this study, it was aimed to evaluate the incidence, density and reciprocal relationships of Health Care Associated Infections (HCAIs) detected in the Pediatric Intensive Care Unit (PICU) and Neonatal Intensive Care Unit (NICU) in Bursa Uludag University Faculty of Medicine Hospital as a general perspective.Materials and Methods: In this study, data of 91 PICU and 158 NICU patients who developed HCAIs between 2012-2018 years, taking into account the criteria of the Centers for Disease Control and Prevention (CDC) 2015 and the Turkish National Hospital Infections Surveillance Network (UHESA) 2017, were retrospectively analyzed.Results: The HCAIs rate was higher in NICU (9.6% vs 14.9%; respectively, p <0.001), but the infection density was lower (9.9 versus 7.8/1000 patient days, p=0.061). Stay of length for all patients in NICU was found to be longer (19.1 days vs 9.7 days; p <0.001), and the median length of stay with HCAIs in PICU and in NICU was 41.5 days versus 49 days respectively (p=0.1). The median time of HCAIs diagnosis was 17 days in PICU vs 15 days in NICU, p=0.6). In NICU, according to birth weight, HCAIs rates and infection densities were 7.8% and 2.7/1000 patient-days in <750 g patients; 23.2% and 6.2/1000 patient-days in 751-1000 g patients, 6.1% and 4.9 patient-days in 1001-1500 g patients, 44.7% and 9.2/1000 patient-days in 1501-2500 g patients, and %24.6 and 13.8/1000 patient-days in >2501 g patients. HCAIs rates were found to be higher in babies with >1501 g.Conclusions: There may be differences in the rates and prevention strategies in PICU and NICU and continuous and high quality maintenance is important for infection control measures.Item Comparison of lipid emulsions on antioxidant capacity in preterm infants receiving parenteral nutrition(Wiley, 2011-08) Köksal, Nilgün; Kavurt, Ahmet Vedat; Çetinkaya, Merih; İlçöl, Yeşim Özarda; Özkan, Hilal; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Biyokimya Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Pediatri Anabilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Neontoloji Anabilim Dalı.; AAG-8393-2021; AAL-8873-2021; 7003323615; 48361292600; 23994946300; 35741320500; 16679325400Background: Although a variety of different lipid emulsions with varying fatty acid contents have been developed, there are some concerns about the administration of these lipid emulsions because of potential adverse effects, including oxidative stress-related morbidity. The aim of the present study was to evaluate and compare the effects of the standard soybean oil-based and olive oil-based i.v. lipid emulsions (ILE) on oxidative stress, determined by total antioxidant capacity (TAC), and to investigate the safety of the use of these two emulsions in terms of biochemical indices. Methods: In this prospective study, premature infants were randomly assigned to two groups, each group consisting of 32 patients who received parenteral ILE of either 20% olive oil or 20% soybean oil. They were given ILE for 7 days and then were evaluated with regard to TAC. Results: No statistically significant difference was observed between the groups in terms of routine biochemical parameters. TAC for both groups on day 7 was significantly lower compared with that on day 0. Although the decrease in TAC within 7 days of ILE administration was greater in the soybean group compared with that in the olive oil group, it was not statistically significant. Conclusions: Olive oil-based ILE exhibit similar antioxidant activity and can be used as an alternative to soybean oil-based ILE. TAC significantly decreased in infants following administration of either lipid emulsion, and premature infants tolerated either ILE well, both biochemically and clinically.Item Comparison of the efficacy of serum amyloid A, C-reactive protein, and procalcitonin in the diagnosis and follow-up of necrotizing enterocolitis in premature infants(W B Saunders Co-Elsevier, 2011-08) Çetinkaya, Merih; Özkan, Hilal; Köksal, Nilgün; Akacı, Okan; Özgür, Taner; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Neonatoloji Bilim Dalı.; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Pediatri Anabilim Dalı.; 0000-0002-2148-1160; AAG-8381-2021; AAG-8393-2021; 23994946300; 16679325400; 7003323615; 36131105700; 36087775800Purpose: The aim of this study was to compare the efficacy of serum amyloid A (SAA) with that of Creactive protein (CRP), and procalcitonin (PCT) in diagnosis and follow-up of necrotizing enterocolitis (NEC) in preterm infants. Methods: A total of 152 infants were enrolled into this observational study. The infants were classified into 3 groups: group 1 (58 infants with NEC and sepsis), group 2 (54 infants with only sepsis), and group 3 (40 infants with neither sepsis nor NEC, or control group). The data including whole blood count, CRP, PCT, SAA, and cultures that were obtained at diagnosis (0 hour), at 24 and 48 hours, and at 7 and 10 days were evaluated. Results: A total of 58 infants had a diagnosis of NEC. Mean CRP (7.4 +/- 5.2 mg/dL) and SAA (46.2 +/- 41.3 mg/dL) values of infants in group 1 at 0 hour were significantly higher than those in groups 2 and 3. Although the area under the curve of CRP was higher at 0 hour in infants with NEC, there were no significant differences between groups with respect to the areas under the curve of SAA, CRP, and PCT at all measurement times. Levels of SAA decreased earlier than CRP and PCT in the follow-up of NEC (mean SAA levels were 45.8 +/- 45.2, 21.9 +/- 16.6, 10.1 +/- 8.3, and 7.9 +/- 5.1 mg/dL at evaluation times, respectively). Levels of CRP and SAA of infants with NEC stages II and III were significantly higher than those with only sepsis and/or NEC stage I. Conclusions: Serum amyloid A, CRP, and PCT all are accurate and reliable markers in diagnosis of NEC, in addition to clinical and radiographic findings. Higher CRP and SAA levels might indicate advanced stage of NEC. Serial measurements of SAA, CRP, and PCT, either alone or in combination, can be used safely in the diagnosis and follow-up of NEC.Item Complement 4 levels as early predictors of poor response to surfactant therapy in respiratory distress syndrome(Thieme Medical Publication, 2005-04) Türker, Gülcan; Köksal, Nilgün; Uladağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı/Neonatoloji Bölümü.; 7003323615The aim was to determine whether stronger complement activation is an early predictor of poor response to surfactant treatment in infants with severe respiratory distress syndrome (RDS). Thirty-one preterm newborns with severe RDS (initial fraction of inspired oxygen [FiO(2)] > 0.5) and 22 healthy preterm newborns were studied. The study group was divided into two subgroups according to their response to natural surfactant 6 hours after administration: good responders had reduction in FiO(2) > 50% of the presurfactant level, and poor responders had a reduction in FiO(2) <= 50%. Levels of complement 4 (C4) and C3c were measured in blood samples drawn at admission and 24 hours after birth. The poor responders to surfactant had significantly lower serum C4 levels at admission and in the first day of life than the good responders. The poor responders also had lower C3c levels at birth than the good responders, but higher C3c levels at 24 hours. Receiver-operator curve analysis revealed that, compared with C3c at admission, C4 at admission was a more sensitive and specific predictor of poor response to surfactant treatment in preterm newborns with severe RDS (area under the curve, 0.863; 95% confidence interval, 0.726 to 1; p = 0.001). Significantly decreased serum C4 at admission is a valuable early predictor of poor response prior to surfactant treatment in preterm newborns with severe PDS. C4 level may help investigators determine the mechanisms underlying poor responsiveness to surfactant.Item Culture-proven neonatal sepsis in preterm infants in a neonatal intensive care unit over a 7 year period: Coagulase-negative Staphylococcus as the predominant pathogen(Wiley, 2014-02) Özkan, Hilal; Çetinkaya, Merih; Köksal, Nilgün; Çelebi, Solmaz; Hacımustafaoğlu, Mustafa Kemal; Uludağ Üniversitesi/Tıp Fakültesi/Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı.; 16679325400; 23994946300; 7003323615; 7006095295; 6602154166Background The aim of this study was to determine the causative agents in early, late- and very late-onset sepsis in preterm infants. The demographic features, risk factors, clinical and laboratory findings in sepsis types were also defined. Methods A total of 151 preterm infants with culture-proven neonatal sepsis were enrolled in this prospective study. The infants were classified into three groups with regard to the onset of sepsis: early onset sepsis (EOS), late-onset sepsis (LOS) and very late-onset sepsis (VLOS). A sepsis screen including whole blood count, blood smear, infection markers and cultures was performed before initiating antibiotic therapy. Results EOS, LOS and VLOS groups consisted of 23, 86 and 42 infants, respectively. Coagulase-negative staphylococci (CONS) was the most common organism in all sepsis groups. The main factors associated with EOS included presence of premature rupture of membranes, antibiotic use in pregnancy and choriamnionitis. Previous antibiotic use was the main factor associated with LOS, while low birthweight was the main factor in infants with VLOS. Although mortality rate due to Gram-negative bacteria and fungi was higher, CONS was an important cause of mortality in infants with LOS and VLOS. Conclusions CONS was found to be the most common causative organism in three sepsis types in preterm neonates. Although the mortality rate due to CONS was lower in EOS, it was an important cause of mortality in LOS and VLOS. CONS seems to be the main pathogen in neonatal sepsis in developing countries, as in developed countries.