Sosyal Bilimler Enstitüsü / Institute of Social Sciences
Permanent URI for this communityhttps://hdl.handle.net/11452/15
Browse
Browsing by Issue Date
Now showing 1 - 20 of 5390
- Results Per Page
- Sort Options
Item Yatırım indirimi ve Türkiye uygulaması(Bursa İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi, 1974) Edizdoğan, Nihat; İktisadi ve Ticari İlimler AkademisiÇalışmamızın konusunu teşkil eden yatırım indirimi, yatırımın maliyetine etkide bulunarak yatırımın karlılığını arttıran, bu bakımdan işletme dönemini ilgilendiren bir teşvik tedbiri olarak kendini gösterir. Devlet, hazırladığı plan ve programlarda belirttiği sahalara yatırım yapan fert veya teşebbüslere böyle bir imkan vermekle hem yaptıkları yatırımların karlılığını arttırmak, hem de onları kalkındırılması öngörülen faaliyet alanlarında yatırım yapmağa teşvik etmektedir. Bu bakımdan yatırım indiriminin, kalkınmaya hizmet edebilecek istihsal kollarında bir sınırlamaya gitmemesi diğer teşvik tedbirlerine nazaran kapsamı çok daha geniş bir vergi teşvik tedbiri olduğunu gösterir. Bu çalışmanın amacı, yatırım indirimi müessesesini incelemek, gerek gelişmiş gerekse az gelişmiş ülkelerde, özellikle memleketimizde taşıdığı öneme işaret etmektir. Yatırım indirimiyle güdülen amacın çok yönlü olması ve tesirlerinin toplam yatırım hacmini olduğu kadar müteşebbislerin yatırım kararlarını da etkilemesi bu konunun iktisat politikası tedbiri olarak ne kadar büyük bir önem taşıdığını gösterir. Memleketimizde, ilk uygulandığı 1963 yılından 1974 yılına kadar üzerinde en çok tartışmalar yapılan bir konu olan yatırım indirimi; ekonomi, kamu maliyesi, işletme ekonomisi, siyaset bilimi, vergi hukuku, muhasebe ve psikoloji gibi çok çeşitli bilim dallarını yakından ilgilendirmektedir. Çalışmamız teorik olduğu kadar uygulama ile de ilgilidir. Konu mahiyeti itibariyle iktisat politikasını ilgilendirmekle beraber vergi kanunlarında yer alan hükümlere göre uygulanması, çalışmamızda ekonomi ve vergi hukuku dallarına, bilhassa vergi tekniği ile ilgili hususlara ağırlık vermemizi gerektirmiştir. Ancak diğer bilim dallarına da zaman zaman değinilmektedir. Üç bölümden oluşan çalışmamızın ilk bölümünde, temel kavramlar ele alınarak yatırım indiriminin tanımı, amacı, gerek toplam yatırım hacmine, gerekse teşebbüslerin yatırım kararlarına olan tesirleri, aynı amacı gerçekleştirmek için kullanılabilen diğer tedbirlerle ilişkisi üzerinde durulmuş ve değerlendirilmesi yapılmıştır. Yabancı ülke uygulamalarına yer veren ikinci bölümde, yatırım indirimi ile ilgili uygulama metodlarına kısaca değinilmiş, bilhassa Batı Avrupa ülkelerinde uygulanan yatırım indirimi adı altında yer alan tedbirler incelenmiştir. Üçüncü ve son bölümde, Türkiye'de Vergi Reform Komisyonunun hazırladığı tasarıda yer alan hükümler ile kabul edilen yatırım indirimi sistemine yer verilmiştir. Bu bölümde, Türkiye'de uygulanan yatırım indiriminin ekonomi ve teşebbüsler yönünden analizi yapılmıştır. Yapılan tahliller, yatırım indirimi uygulama sonuçları ile ilgili ayrıntılı verilerin olmaması ve bu tedbirlerin etkinliğini değerlendiren incelemelerin bulunmaması nedeniyle, elde mevcut istatistiki bilgi ve imkanlarla sınırlanmış olduğundan, bu bilgilerden faydalanarak mümkün olan sonuçlar çıkarılmağa çalışılmıştır.Item Sübjektif olasılık tahminleri (Bursa İş ve İşçi Bulma Kurumu şube müdürlüğünde uygulama denemesi)(Uludağ Üniversitesi, 1979) Gürsakal, Necmi; Sosyal Bilimler EnstitüsüKarar verme, işletmeler, aileler ve bireyler, kısacası hemen herkes için vazgeçilmez bir işlevdir. Daha önceleri tecrübe ve sağduyudan yararlanarak bir takım basit ilkelere dayanan kararlar alınmakta iken bugünün yöneticileri, modern yöntemlerin çizdiği eğilimlere büyük önem vermektedirler. Bununla birlikte, bugün hala tecrübe ve sağduyu karar sürecinde kullanılan önemli bir kaynak olma niteliğini korumaktadır. Günümüz toplumları hızlı bir değişim içindedir. Bu nedenle, karar verme durumunda olan bireylerin genellikle belirsizlik koşullarını dikkate almak zorunda kıldıklarını söyleyebiliriz. Bireylerin içinde yaşadığı koşulların temel ögesi sayılabilecek bu belirsizlik, olasılık kavramı yardımıyla nicel olarak açıklanabilir. Matematikte, istatistikte ve günlük hayatta sürekli olarak kullanılan olasılık sözcüğü pür matematikteki anlamıyla negatif olmayan, ancak maksimum değeri olan bir fonksiyondur. Olasılık kavramı, kendisi ile uygulamadaki içeriği arasında ilişki kurulduğu oranda değerlenir. Olasılık kavramının uygulamadaki içeriğini ise bilimsel ve sosyal ilişkilerle ilgili önermeler oluşturmaktadır.Item Tıbb-ı nebevî(Uludağ Üniversitesi, 1979) Denizkuşları, Mahmut; Kandemir, Mehmet Yaşar; Bursa Yüksek İslam EnstitüsüHz. Peygamber (a. s.), her konuda olduğu gibi tıp konusunda da bizim için en güzel rehber ve örnek olmuştur. Bu bakımdan onun tıp konusundaki söz ve hareketlerini tesbit etmek önemlidir. Hadis kitaplarında tıbba ait bölümler ayrıldığı gibi tıbb-ı Nebevi ile ilgili müstakil eserler de yazılmıştır. Araştırmamızın giriş bölümünde cahiliyye devri Araplarının tıp bilgisiyle tıbb-ı Nebevi arasında bir mukayese yapılarak Rasül-i Ekrem’ in tıp konularıyla ilgisi ortaya konulmuş, tıbbi hadislerin de diğer hadisler gibi değer taşıdığı isbat edilmeye çalışılmıştır. Tez üç bölümden meydana gelmektedir: Birinci bölümde, temizlik, beslenme, uyku ve bulaşıcı hastalıklar gibi koruyucu hekimlik ile ilgili hususlardaki hadisler ile bugünkü tıbbın görüşleri yer almaktadır. İkinci bölümde Hz. Peygamberin hastalık ve tedavi hakkındaki hadisleri ile modern tıbbın görüşleri mukayese edilmektedir. Üçüncü bölümde ise, tıbb-ı Nebevi sahasında eser vermiş olan alimlerin kitaplarını tesbit ederek onların muhtevasını göstermeye çalıştım. Metinde geçen şahıs isimlerinin vefat tarihleri, ismin ilk geçtiği yerde ve tekerrürü halinde aralıklı olarak gösterilmiştir. Tarihler, önce hicri olmak üzere bir taksim çizgisi ile hicri ve miladi şeklinde kaydedilmiş, ayrıca (h.m.) işaretleri konulmamıştır. Yabancı müellifler ile muasır müelliflerin tarihleri ise, doğum ne vefat omak üzere sadece miladi olarak belirtilmiştir. Müelliflerin yaşadığı zamanı tanıtan bu tarihler, ayrıca bibliyografyada da yer almıştır. Şahıs ve kitap isimleri transkripsiyon ile yazılmıştır. Türkçe eserler ve son asır Türk müellif isimleri transkripsiyon'a tabi tutulmamıştır.Item Avrupa Ekonomik Topluluğu ve Türkiye(Uludağ Üniversitesi, 1980) Cankaytar, Macide; Onay, Cafer; İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi; Ekonometri Enstitüsü1 Ocak 1958'de Roma antlaşmasının yürürlüğe girmesi ve Avrupa Ekonomik Topluluğunun fiilen kurulmasından sonra, Türkiye, Yunanistan'ı takip ederek, Toplulukla ahdi bir bağ kurmak isteği ile 31 Temmuz 1959'da resmen müracaatta bulunmuştur. Ve 12 Eylül 1963'de Ankara'da imzalanan bir antlaşma ile 1 Aralık 1964'den itibaren Avrupa Ekonomik Topluluğu içinde yer almış olunmuştur. Türkiye ile Avrupa Ekonomik Topluluğundaki yaşama şartlarının hızlandırılmış ve ekonomi ilerleyişi ve uyumlu bir alış veriş genişlemesi ile devamlı olarak iyileşmesini, böylece Türkiye ekonomisi ile topluluk üyesi devletlerin ekonomileri arasındaki arayı azaltmayı sağlamağa kararlı olarak; Türk ekonomisinin kalkınmasının ortaya koyduğu özel sorunları ve belli bir sürede Türkiye'ye bir ekonomik yardım yapılması gerekliliğini gözönünde bulundurarak; Türkiye halkının yaşama seviyesini iyileştirme çabasına, Avrupa Ekonomik Topluluğunun getireceği desteği ilerde Türkiye'nin Topluluğa katılmasını kolaylaştıracağını kabul ederek Türkiye ile Avrupa Ekonomik Topluluğu arasında ortaklık yaratan bir anlaşma aktini kararlaştırmışlardır. Türkiye'de ortak pazara katılma kararı ile tarihindeki en önemli kararlardan birini almış olmaktadır. Herşeyden önce uzun yıllar önce yapmış olduğu seçime uygun olarak Batı camiasındaki en büyük bütünleşme hareketi içindeki yerini almış olmaktadır. Ve bu topluluk içinde tam üyeliğe geçiş için hazırlıklar sürmektedir. Ancak Türkiye'de son derece dar bir çevre AET tam üyeliğinden "her derde deva" mucizeler beklenmektedir. Bunun yanısıra, genel çizgileri bir yana bırakılırsa hiç kimsenin "Tam üyeliğin getireceği yükümlülüklerini ve tam üyelik pazarlığının" ayrıntılarını bilmediği çok rahatlıkla söylenebilir. Bu gerçek AET taraflıları ve karşıtları içinde geçerlidir. Sadece "Tam üyelik iyi bir şeydir" sloganı ve "tam üyelik teslimiyettir" yaklaşımı sürdürülmektedir. Hele, tam üyelikten sonra ekonomik strüktürün ne şekilde değiştirilmesi ne gibi yeni kuruluşlar oluşturulması gerektiği sorulduğunda, 1970'lerin başında Katma Protokol imzalandığı günlerdeki yanıtlar almıyor; "Daha çok uzun bir süre var. Vakti gelince düşünürüz" Hükümet içindeki bazı bakanlıklar ve birçok ekonomik kuruluşun dahi karşı çıktıkları tam üyeliğin politik ağırlıklı en önemli savunucusu yine Dışişleri Bakanlığıdır. AET için bugünkü koşullar değişmediği taktirde, topluluk yeni bir yaşam modeli geliştirinceye kadar, o da 2000 yıllarında Türkiye'nin beklentisinin çok dışında bir model olacaktır. Ancak İş işten geçtiği için yakınmalar hiçbir sonuç vermeyecek ve büyük olasılıkla bu defada Türk-AET ilişkilerinin canlandırılması, tartışmaları yeniden başlatılacaktır. Türkiye'nin tam üyeliğini gerçekleştirebilecek hiçbir gerçekçi formül bulunmayacaktır. Onun için tam üyelik çalışmaları ve görüşmeleri şimdilik bir tartışmadan ibaret kalacaktır.Item Hitabet-i nebeviyye(Uludağ Üniversitesi, 1980) Kazancı, Ahmet Lütfi; Aydın, Hüseyin; Bursa Yüksek İslâm EnstitüsüResulullah(s. a. v.) nübüvvet ve risalet vazifesinin gereği olarak “HİKMETLE, MEV’IZA-İ HASENE İLE RABBİNİN YOLUNA DAVET” ve ilahi hükümleri tebliğ maksadiyle; ciddi, samimi, gösterişten uzak bir hitabet örneği vermiştir. O, “İDDİASIZ FAKAT MÜKEMMEL BİR HATİPTİR” Gayesi hitabet olmamakla beraber, modern hitabette faydalı ve başarılı olan her usul ve tekniği. Resulullahın, hitabetinde kullandığını görmek mümkündür. O, kendinden sonra gelen ve samimi dileklerle İslama davet görevini yüklenecek olanlara: tatbiki mümkün, faydalı ve başarılı bir hitabet tekniği bırakmıştır. Resulullah(s. a. v.) nübüvvet hayatı boyunca yüzlerce defa değişik fert ve gruplara karşı hitabetmiştir. Ayrıca Medinede cemaatinin ondan dinlediği Cuma hutbesi beşyüz civarındadır. Bilhassa sabah namazlarından sonra yapılan sohbetler de buna ilave edilirse hutbe sayısı bini geçer. Bununla beraber Resulullah (s. a. v.) ın hitabeti konusunda Arapça veya Türkçe bir eser yazılmamıştır. –Yahut biz bulamadık.- “HİTABET-İ NEBEVİYYE” yi hazırlarken önce genel manasıyla hitabet konusunda yazılmış eserleri gözden geçirdik. Daha sonra hadis kitaplarından elde edebildiğimiz malzemeyi değerlendirmeye çalıştık. “HİTABET-İ NEBEVİYYE” konusunda ilk adım diyebileceğimiz bu çalışmamız, ilerde ilim yolcularının vereceği mükemmel eserlere bir ön hazırlık mahiyeti taşırsa memnun olacağız. “Giriş-dört bölüm-ek” halinde hazırladığımız bu çalışmamızda “giriş” kısmı; hitabet, hitabetin çeşitleri ve tarihi hakkında bilgi ihtiva etmektedir. Birinci bölüm: hitabet yönüyle Peygamber (s. a. v.) de dış görünüş konusudur. Bir hatip olarak Peygamber (s. a. v.) de kıyafet, ses, jest, mimik… gibi konular işlemiştir. Hatibin şahsiyeti konusuyla da yakın ilgili bulunan “heyecan, protesto, alkış” bahisleri, dış görünüş yönleri de düşünülerek bu bölüme alınmıştır. İkinci bölüm: bir hatip olarak Peygamber (s. a. v.) in şahsiyeti konusudur. Bu bölümde hitabetin temelini teşkil eden; samimiyet, inanç, bilgi, muhatabı tanımak… gibi hususların önemi ve bu sıfatları yönüyle Peygamberimiz tanıtılmıştır. Üçüncü bölüm: Peygamber (s. a. v.) in konuşmasına tahsis edilmiştir. Resulullah (s. a. v.) ın hitabet yönüyle konuşması çeşitli yönleriyle ele alınmış, belagatine te’sir eden sebepler üzerinde durulmuştur. Dördüncü bölüm: Resulullah (s. a. v.) ın hitabetinin eğitim ve üretim yönüyle değeri konusudur. Eğitim ve üretimin genel prensipleri yönüyle Resulullah (s. a. v.) ın hutbeleri ve hitabeti değerlendirilmiş, ayrıca onun konuşma uslubu üzerinde durulmuştur. Ek kısım: Peygamber (s. a. v.) in hutbelerinden birkaç örneği ihtiva etmektedir. Hadis kitaplarında kaynak gösterirken daha faydalı olur ümidiyle cilt (romen rakamlarıyla) ve sahife numarası da verilmiştir. Müslim, Ebu Davud, et-Tirmisi ve İbnü Mace için hadis numaraları da eklenmiştir. Kitap ismini takiben “el-Cihad:5/13” şeklinde verilen kısım, “bab no: 5. Hadis no:13 “demektir. Hicretin 1400. Yılını idrak ederken hala el-Buhari ve en-Nesal’ nın kıllanışlı bir nüshasına sahip olmamanın üzüntüsünü taşıyoruz. Şahısların vefat tarihleri(hicri/miladi) çerçevesinde verilmiş, yabancı müellifler ve hatipler için sadece miladi tarih yazılmıştır. Şahıs ve kitap isimlerinin yazılışında transkripsiona riayet edilmiş, Türkçe eserler için isimler olduğu gibi verilmiştir.Item Türkiye'de toplu sözleşme düzeni(Uludağ Üniversitesi, 1980) Apaydın, A. Nejat; Sosyal Bilimler Enstitüsü; İktisadi ve Ticari İlimler AkademisiToplu-İş Sözleşmeleri, işçilerle işverenler arasındaki ilişkilerde yol gösterici önemlilik içerirler. Sanayileşmeyle ulaşılan aşamada, işçi-işveren ilişkilerinin yakından izlenmesi, sanayileşmenin getirdiği sorunların çalışanların-çalıştıranların yasa boyutları ve sosyal gelişimlerin somut içeriğinde çalışma düzeninin gerçek anlamına götürür bizi. Sosyal adalet, toplumsal barış için önemli toplumsal gerekliliktir. İnsan hak ve özgürlüklerinin, demokrasi ilkelerinin kapsamında özümlenmesiyle sosyal adalet gerçek düzeyine ulaşabilir. İşçi ve işveren ilişkileri sosyal barışın oluşumunda önemli bir yer tutar. İşçinin-çalışanın, anayasal haklarının getirdiği tüm yasal sonuçlar, çağdaş insan özüne uygun içerik taşıdığı ölçüde sosyal barışa dönük olur. İnsan özüne ve onuruna yaraşan sosyal düzen, halkın gelenek-görenek ve siyasal belirlemeleri, giderek toplumun doğruladığı sosyal ve ekonomik adalete dayanır. Ülkemizde 1961 anayasasıyla sosyal devlet, hukuk devleti ve sosyal adalet ilkeleri, devlete sosyal barışı ve adaleti gerçekleştirecek geniş önlemler bütünlüğünün anlamını içeren bir görev vermiştir. Demokrat ve sosyal ilkeler hukukun boyutunda adalet odağından kaynaklanmaktadır, anayasamızda. Özgür doğan insana insan olma özüsosyal-toplumsal adaletten geçer. Varlığı öze saygıyla korumak, adaletin ince özeninde gizlidir. Haklarının sahibi olmak adaletin kendisidir. İşte adaletin somut anlamında gerçek barış, çalışma yaşamının paylaşımında önemli boyut içerir. Özgürce kurulmuş işçi-işveren ilişkileri aralarındaki konumuyla sadece kağıt üzerinde kurulmuş olmamasına dayanmadığı ölçüde gerçek adaleti sağlayan düzeyde anlam bulurlar. Ülkemizdeki toplu sözleşme düzeni bu özden giderek irdelendiğinde, toplumumuzun çalışma barışı içinde vardığı nokta bir başka açıdan yorumlanarak belirlenmektedir. İnsanın en kutsal değer olduğu odaktan kaynaklanarak, insanı insan yapan sosyal ve endüstriyel ilişkilerin verilmesi çalışmamızın amacıdır.Item XI.-XIII. yüzyıllarda Anadolu'nun Türkleşmesi ve islâmlaşması(Uludağ Üniversitesi, 1980) Çetin, Osman; Bayram, Mikâil; Bursa Yüksek İslam EnstitüsüOğuz Türkleri’nin, Selçuklu başbuğları önderliğinde, Maveraüanehir ve Horasan bölgesinde batıya göç etmeleri, şüphesiz XI. Yüzyılın en önemli hadiselerinden biridir. Bu göç olayı İslam alemindeki siyasi dengeyi değiştirmiş, X. Yüzyıl ikinci yarısından itibaren dışta Bizans taarruzuna, içte çeşitli Şii ve Batını gurupların baskılarına mukavemet edemeyen ve bu sebeple de bir taraftan Doğu ve Güney-doğu Anadolu’daki topraklarını Ruslar’a kaptıran, diğer taraftan dini ve siyasi otoritesi önemli ölçüde sa’fa uğrayan Abbasi hilafetinin yeniden derlenip toparlanmasına hizmet olmuştur. Böylece İslam medeniyeti tekrar canlanmış, Müslümanlar yabancılara, özellikle Haçlı ordularına karşı mukavemet edebilmiş. Abbasi hilafeti iki asırdan daha uzun bir müddet, hayatiyetini devam ettirme imkanını bulmuştur. Bu Cuuz güçlerinin Türk tarihi açısından önemi ise Anadolu’nun bir Türk yurdu İslam diarı haline gelmesine tesir etmiş olmalarından ileri gelmektedir. Zira böylece, Anadolu Selçuklu devletinden Osmanlı Cihan İmparatorluğu’na ve Türkiye Cumhuriyeti’ne kadar uzanan bir tarih çizgisi ortaya çıkmıştır. Tabiyatiyle bu mühim hadise Anadolu’nun fethi, Türkleştirilmesi ve İslamlaştırılması ile yakından alakalıdır. Biz bu tezimizde, Osmanlı Devleti'nin henüz bir “güç beyliği” şeklinde teşekkül etmeye başladığı yıllarda tamamlanmış olan Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşması olayını ele alacağız. Anadolu’nun Türkleşmesi tamamen bu topraklara yerleşen Oğuz Türkleri ile ilgili olduğu için önce Oğuz güçleri ve bu güçlerin Anadolu’ya sürüklediği keşif Türkmen guruplarını devir devir takip edecek ve Türkleşme ile İslamlaşma arasındaki yakın ilgi üzerinde duracağız. Fakat unutmamak gerekir ki, Anadolu’nun Türkleşmesi sadece Türk unsuru ile alakalı olduğu halde, İslamlaşan bir ölçüde yerli hıristiyan ahalisi ihdidası ile ilgilidir. Bu sebeple tezimizde daha çok Selçuklu müesseselerinin yerli halkın ihtidasına ne ölçüde tesir etmiş olduğu hususu üzerinde duracak ve bunun Anadolu’nun İslamlaşmasına nasıl tesir etmiş olabileceğini araştırmaya çalışacağız.Item Muhammed b. el-Cezerî ve et-Temhîd fi İlmi't-Tecvîd(Uludağ Üniversitesi, 1981) Öztürk, Mustafa; Karaçam, İsmail; Sosyal Bilimler Enstitüsü; Bursa Yüksek İslâm Enstitüsüİbnu'l Cezeri, kıraat ve tecvid ile ilgili bir çok değerli eserlerin müellifidir .Bu eserlerden tecvide dair olanların başında et-Temhîd fi İlmi't-Tecvîd adlı eseri gelmektedir. Araştırmanın neticesinde tab olunduğunu teşvik eden bir işaret tespit edemediğimiz et-Temhid'in edisyon kritik ve müellifin hayatını (ehemmiyetine bianen) asistanlık tezi olarak seçtik.Item el-Mebsût'a göre tatbikatta Hanefî mûctehidlerinin ictihaf usulü(Uludağ Üniversitesi, 1981) Yavuz, Yunus Vehbi; Karaman, Hayreddin; Bursa Yüksek İslam EnstitüsüKarşılaştığı tüm zorluklardan insanlığı kurtarmak ve mükemmel bir hayat sürdürmesini sağlamak üzere, dinlerin sonuncusu ve en mükemmeli İslam gönderilmiştir. Nitekim bu manayı ifade etmek üzere Kur’an-i Kerim’de şöyle buyuruluyor: “Bu gün kafirler dininizi (sömürmekten) ümitlerini kestiler. Bugün size dininizi tamamladım. Üzerinizdeki nimetimi de tamamladım ve din olarak size İslam’ı seçtim.” Bu ayet’i kerime, İslam ile müşerref olmanın en büyük nimet olduğunu, en mükemmel bir din olduğunu ve O’na sarıldığımız taktirde bu nimetten mahrum olduğu halde aleyhindeki çalışmaların bir netice vermeyeceğini müjdeliyor. İslam’a düşman olanların kötü emellerini boşa çıkaracak çalışmaların başında bu nimetin büyüklüğünü taktir ederek kendisinden azami derecede faydalanmak gelir. İslam nimetinden faydalanmak, onun gösterdiği yoldan yürümekle, bize söylemek istediği derin manaları anlamakla ancak mümkün olur. Kur’an-ı Kerim'in sık sık ifade buyurduğu hidayetten öncelikle anlamamız gereken mana bu olsa gerektir. Bu hidayetin sarsılmaz yolu ilmi prensiplere bağlı olarak yapılan çalışmalardan geçmektedir. Selef alimleri İslam’ın ilk devirlerinde bu yolu takip ederek din inançlarını tefsir, tevil ve yaşadıkları toplumun meseleleri paralelinde açıklamak suretiyle hidayet rehberliği görevini ifa etmişler, dolayısıyla İslam’a büyük hizmetlerde bulunmuşlardır. Bu hizmette özellikle ilk Hanefi müctehidlerinin payı çok büyüktür. Onlar, toplumun her meselesi ile, hatta ortaya çıkması farz edilen meseleleri ile yakından ilgilenmişler ve güçlükleri yenmeğe çalışarak sadece kendi toplumlarına değil, kendilerinden sonra gelen insanlara da rehberlik etmişlerdir. Şüphesiz bunu yaparken onlar, bazı prensiplere dayanmışlar, bazı örnekleri göz önünde bulundurmuşlardır. Bu prensipler fıkıh usulü kitaplarında sonradan kaideleştirilmiştir. İşte tezimizin konusu bu prensiplerinin, furu’daki tatbikatına dayanarak, onların toplum ile din arasında nasıl bir ilişki kurduklarını ve ortaya koydukları meseleleri, özellikle nas bulunmayan konularda nasıl açıkladıklarını örnekleri ile göstermektir.Item Uluslararası Para Fonu ve kredi vermesi(Uludağ Üniversitesi, 1981) Aksu, Halil; Sosyal Bilimler Enstitüsü; YokII. Dünya Savaşı sonrası, askeri, ekonomik ve politik bakımdan güçlü ABD, 1929-1930 Ekonomik Bunalımı deneyimini de gözönünde bulundurarak, İngiltere ile birlikte kapitalist sistem içerisinde yer alacak ulusları örgütlemeye gitti. Kapitalist sistem içerisinde yer alacak tüm ulusların para ve dış ekonomik ilişkiler politikalarının tek bir merkezden yürütülmesi gerekiyordu. Yine serbest ticaret veri idi. Fakat serbest ticareti, serbestliği önlemeden kontrol edecek bir kuruma ihtiyaç doğmuştu. Bu kurum; kapitalist sistem içerisindeki ulusları kontrol altında tutacak, onlara yol göstericilik yapacak, taraflı da olsa hakemlik görevini yerine getirmeye çalışacaktı. Bu kurum, Uluslararası Para Fonu (UPF) oldu. UPF’nuna, kuruluşundan günümüze sanayileşmiş ulusların Fon’daki paylarının büyüklüğü yanında, bu ulusların paralarının uluslararasında genel kabul görmesindedir. Ekonomik, askeri ve politik gücün dağılımında bir değişiklik, Fon’a etkinliğin dağılımını da değiştirecektir. Çalışmamızın birinci bölümünde UPF kaynakları, ikinci bölümünde UPF kredilerinin tahsisi, üçüncü bölümde UPF-Türkiye ilişkileri incelenmeye çalışılmakta, sonuç bölümünde ise elde edilen verilerle UPF’nun anlamı ve amacı çözümlenmeye çalışılmaktadır.Item Simav Çayı'nın bor kirliliği yönünden incelenmesi ve kirliliğe neden olan atık suların adsorpsiyon ile arıtılma yöntemlerinin araştırılması(Uludağ Üniversitesi, 1982) Balkı, Nihat; Pekin, Burhan; Sosyal Bilimler EnstitüsüBu çalışmada, Simav Çayındaki bor kirliliğinin ölçülmesi ve bu kirliliğin giderilmesi denemeleri yapılmıştır. Bigadiç'in 17 km. kuzeydoğusunda Simav Çayı boyunca sıralanmış bor işletmeleri bulunmaktadır. Çaydaki bor kirliliğine bu işletmelerin sebebolduğu anlaşılmıştır. Bunun için işletmelerden önce (Bigadiç Köprüsü) ve işletmelerden sonra (cevher sahası çıkışında), Çaydaki bor konsantrasyonu bir yıl süre ile aylık peryotlarla ölçülmüştür. Bu ölçümlerden; Yıllık ortalama bor konsantrasyonu, Bigadiç Köprüsünde 0,28 mg/1, cevher sahası çıkışında ise 7,19 mg/1 olarak bulunmuştur. Cevher sahasında yapılan incelemede bor (kolemanit) cevherinin yer altından (çayın su seviyesinin altından) çıkarılması sırasında, toplam debisi 195 1/sn'ye ulaşan ve yer yer 300 mg/I'ye varan oranlarda bor taşıyan drenaj sularının doğrudan Çay'a verildiği görülmüştür. Cevherin yıkanmasında kullanılan ve çok yüksek oranda bor taşıyan yıkama suları için yapılan havuzların, bu suların Çay'a karışmasını tam önleyemediği tesbit edilmiştir. Buna ek olarak etrafa düzensiz bir şekilde yığılan bor cevheri artıklarının (paşaların) da, meyilli olan arazide yağışlar sonucu kirliliğe sebebolduğu gözlenmiştir. Yapılan denemeler sonunda Çay'a karışan sallardaki (drenaj suları) bor'un adsorpsiyon yolu ile belirli ölçülerde giderilebileceği anlaşılmıştır. Bu amaçla; Özellikleri değişik aktif kömürler, Seydişehir alüminası, Eskişehir lületaşı, Bentonit, Kaolin ve Dowex 1x4 (anyon değiştirici reçine) gibi adsorbanlar kullanılmıştır. Bentonit ve kaolin dışındaki adsorbanların, bor adsorpsiyonunda etkin olmadıkları ortaya çıkmıştır. Sulu ortamdaki bor konsantrasyonunun artmasiyle adsorbanların bor adsorpsiyon veriminde azalma görülmüştür. Ortamdaki bor konsantrasyonu 5 mg/I'nin altında olduğunda; Aktif karbonla % 82, lületaşı ile % 75, Dowex 1x4 ile % 35,9 ve Alümina ile de % 26 oranında adsorpsiyon verimi elde edilmiştir. Ortamın bor konsantrasyonu 282 mg/I olduğunda ise bu değerler; Aktif karbon için % 5,67, Lületaşı için % 10,46, Howex 1x4 için % 3,9 ve Alümina için de % 4,4 olarak bulunmuştur. Borlu çözeltinin pH'ı ve bor konsantrasyonu, adsorpsiyon verimi üzerinde önemli iki etkendir. Her adsorban için maksimum adsorpsiyonun olduğu pH değerleri farklı olduğundan, adsorpsiyon denemeleri maksimum adsorpsiyonun olduğu pH'larda yapıldı. Bor adsorpsiyonunda etkin olan Lületaşı ve Alüminanın, fizikokimyasal özelliklerinin sıcaklıkla değişimi incelenmiş ve bu değişimin adsorpsiyon verimi üzerine etkisi araştırılmıştır. Adsorbanlar (Lüle taşı ve Alümina) 200'er derece aralıklarla 1000°C'a kadar kızdırılmış ve her aralıkta fizikokimyasal özelliklerinin (yüzey asitliği-bazlığı, yüzey alanı, gözenek hacmi ve gözeneklilik) kızdırma sıcaklığına bağlı olarak önce sıcaklıkla arttığı ve belirli bir sıcaklıktan sonra (400°C) yeniden azaldığı görülmüştür. Her 200°C'lık aralıklarla kızdırılan adsorbanlar yeniden adsorpsiyonda kullanılmış ve fizikokimyasal özelliklerindeki bu değişmelerin adsorpsiyon verimi üzerinde etkin olmadıkları görülmüştür. DTA eğrileri alınan her iki adsorbandan Lületaşının, 822°C'ta yapısal bozunmaya uğradığı (ekzotermik pik) ve bu sıcaklık yakınında adsorpsiyon etkinliğinin arttığı, Aluminada ise herhangi bir değişimin olmadığı görülmüştür. Ayrıca HNO₃ ile asitlendirilen Lületaşının adsorpsiyon etkinliğinin daha da arttığı, asitlendirilen örneklerin adsorpsiyonda kullanılması ile anlaşılmıştır. Adsorbanlar üzerinde tutulan bor'u, yeniden çözeltiye almak (adsorbanları rejenere etmek), borsuz su kullanılması ve pH'ın ayarlanması ile mümkün olmaktadır. Bunun için 5 mg/l'nin altında bor taşıyan su ile çalışılmış, kullanılan adsorbanların tuttuğu bor, % 96,5 ile % 69 arasında değişen oranlarda çözeltiye geri alınmıştır. Bor adsorplamış Lületaşı ve Alüminanın rejenere edilmediği hallerde, klinkere katılma imkanları araştırılmış ve % 15 oranında bir karıştırmanın, klinkerin özelliklerini önemli ölçüde değiştirmediği tespit edilmiştir.Item İslâm tarihinde ilk siyasi ve dini fırkaların zuhuru(Uludağ Üniversitesi, 1983) Algül, Hüseyin; Bursa Yüksek İslâm EnstitüsüCahiliye devri Arap ictimai hayatını tanzim eden eserler asabiye terimi çevresinde toplanmaktadır. Peygamber 23 senelik tevhit mücadelesiyle cahiliye devrinin ictimai yapısını değiştirmiş, ömrünün nihayetine doğru Hicaz, güven içinde yaşanılan bir bölge haline gelmişti. Mücadelenin iki ana esası Allah’ın yegane ma’bul olduğu fikri ve insana saygı olarak ifade olunabilir. Bu sebeple Mekke fetholunduğu zaman vaktiyle kendilerini memleketlerinden zulmen çıkarmış olan insanlar affolunmuşlardır. Çünkü asıl maksat olan tevhid, Ka’be’nin putların temizlenmesi ile tahakkak etmiştir. Hz. Peygamber, Peygamberlik vazifesini tebiği ile asıl maksadını gerçekleştirdikten sonra şahsına yöneltilen eski işkence ve zulümleri bir istikam vasıtası olarak kullanmamıştır. İnsana saygıyı ise; islam kardeşliği sembolize ediyordu. Çeşitli sebeplerle birbirlerinin aleyhine olan Kaya-Kureyş, Eve-Hazreç v. bg. kabileler sevgi, saygı bağları ile birbirlerine hürmet beslemeye başlamışlardı.Item İşletmelerde iş kazalarının psikoteknik yöntemle analizi ve önlenmesi (bir uygulama denemesi)(Uludağ Üniversitesi, 1983) Efil, İsmail; Sosyal Bilimler Enstitüsü; İşletme Ana Bilim DalıBu çalışmanın amacı iş kazalarının önlenmesinde psikoteknik yöntemin yeri ve önemini ortaya koymaktır. Çalışma dört bölümden oluşmaktadır: Birinci bölümde, psikoteknik yöntemin diğer kavramlarla ilişkisi ve uygulama alanları hakkında bilgi verilmekte, çalışma koşullarının düzenlenmesinde bireyin önemi vurgulanarak sosyo-psikolojik bir değerleme yapılmaktadır. İkinci bölümde, iş kazalarının doğuşunda bireysel faktörler ayrıntılı biçimde incelenerek bireyin kazaya neden olabilecek özellik ve yetenek eksiklikleri incelenmektedir. işin psikolojik analizi yapılarak işin gerektirdiği özellikler açısından kazaya neden olabilecek faktörler incelenerek bu faktörlerle bireyin yakın ilişkisi araştırılmaktadır. Üçüncü bölümde, iş kazaları ile ilgili psikolojik etkenlerin psikoteknik yöntem aracılığı ile saptanmasında sözkonusu testler ayrıntılı olarak incelenmkte, psikoteknik yöntemi destekleyici olarak psiko-sosyal önlemler işinde kaza-grup yapısı İlişkisi, güvenlik eğitimi ve güvenlik motivasyonu konuları ele alınmaktadır. Aynı bölüm içinde psikoteknik yöntemin özünde varolan ve özellikle uygulanma sırasında ortaya çıkan güçlükler bilimsel bir tarafsızlık içinde tartışma konusu yapılmaktadır. Dördüncü ve sonuncu bölümde ise bir otomobil fabrikasında yapılan uygulamada psikoteknik yöntemle ilgili güvenlik bataryasının geçerliliği denenmeye çalışılarak, bireylerin aletli testlerden elde ettikleri sonuçlar kaza yapan ve yapmayanlar yönünden. incelenmektedir. Son olarak elde edilen bulgulara dayanarak psikoteknik konusunda ilerde yapılacak çalışmalara ışık tutacağı umulan önerilere yer verilmektedir.Item İslâmiyetin eğitimimize getirdiği değerler ve Türklerin eğitime hizmetleri(Uludağ Üniversitesi, 1983) Ayhan, Halis; Koçer, Hasan Ali; Sosyal Bilimler EnstitüsüEğitim fert ve cemiyet hayatındaki, en tesirli çalışmaların adıdır. Eğitim ferdin şahsiyetini tayin ettiği gibi, cemiyetteki bütün sosyal kurumların kültür ve medeniyetin meydana gelmesinde ve gelişerek devam etmesinde de kendini göstermektedir. Eğitimle fertlerin iyi bir insan iyi bir vatandaş ve iyi bir müslüman olması sağlanabildiği gibi, insanlığın kültür ve medeniyet sahasında meydana getirdiği eserlerinde devamı sağlanmaktadır. Bu tez çalışmasında, Türk milletinin İslamiyetten önceki eğitim durumuyla, İslamiyete girdikten sonraki durumunda görülen; değişmeleri gelişmeleri, ve bu sahada meydana getirilen müesseselerin araştırılması yapılacaktır. Bir taraftan İslamiyetin Türk eğitimine, getirdiği değerlerin neler olduğuna işaret edilirken, bir taraftan da, Türklerin İslam alemine eğitim bakımından neler kazandırdıkları gösterilmeğe çalışılacaktır. Bunun içinde, eğitimin genel olarak tanımı ve sahası belirtildikten sonra şu konuların araştırılması yapılacaktır: 1- İslamiyetten önce Türklerin, eğitim ve öğretim durumu; bu bölümde, eski Türk kültür ve medeniyet inin seviyesine 1, yazı ve edebiyat, sosyo-ekonomik hayatın incelenmesi, ve kadının sosyal durumu konularına daha fazla önem verilerek durulacaktır. 2- Türklerin İslamiyete girişi; Sosyal psikoloji ve kısaca tarihi yönden bu konunun tetkiykiyle, Türk- İslam tarihindeki eğitim seviyesinin anlaşılmasına imkân hazırlanmak istenmektedir. 3- İslamiyetin getirdiği eğitsel değerler; Bu bölümde İslamiyetin genel eğitim ve öğretim yönünden getirdiği değerlerin, daha çok Türk eğitim hayatına nasıl tatbik edildiğine bakılmağa çalışılacaktır. Ayrıca Türklerin eğitim alanında İslam alemine ne gibi etkiler yaptığına da yeri geldikçe işaret edilecektir. Sonuçta ise bütün bu araştırmaların ışığında Türklerin nasıl bir anlayışa ulaşarak, bu günkü dünya şartlarına göre İslamiyetin manevi gücünden faydalanabilecekleri gösterilmeğe çalışılacaktır.Item İşletmelerde tedarik sistemi ve uygulama denemesi(Uludağ Üniversitesi, 1983) Ceyhan, Sevil; Sosyal Bilimler EnstitüsüItem Sosyal muhasebe sistemi (Bursa Organize Sanayi bölgesinde sosyal sorumluluk eğilimi araştırması)(Uludağ Üniversitesi, 1983) Gülçimen, Nihat; Kotar, Erhan; Sosyal Bilimler Enstitüsü; İşletme Ana Bilim DalıGünümüz işletmelerinin ekonomik ve teknolojik gelişmeye paralel olarak giderek büyümesi, işletmelerin faaliyet sonuçları ve çevreye olan etkisi ile ilgilenen kişi ve grupların sayısını arttırmıştır. Ülkelerin sosyo-kültürel yapılarındaki değişmeler işletmelere yeni yükümlülükler getirmiş ve işletmelerin görevleri hakkında yeni anlayışların doğmasına neden olmuştur. İşletmelerin sosyal başarılarının ekonomik ve finansal başarılar kadar açık bir şekilde tanımlanması ve raporlanması hakkındaki görüşler bu gelişmelerin bir sonucu olmuştur. Sosyal muhasebe konusunda geliştirilen yaklaşımlar işletmenin sosyal başarısının değerlenmesi amacıyla atılan önemli bir adımdır. Böylece bir işletmenin yaşadığı çevreyi nasıl etkilediği ve kendisinin nasıl etkilendiği ölçülmeye çalışılır. Bu konuda yapılan çalışmalar daha eski tarihlere uzanmakla birlikte, yoğun araştırma ve çalışmaların 1970’ li yıllarda Amerika Birleşik Devletleri'nde başladığı gözlenmektedir. Muhasebe ve danışmanlık örgütleri, bilim adamları sosyal başarının ölçümleneceği sosyal sorumluluk ilgi alanlarını belirlemeye çalışmışlardır. Belirlenen sosyal sorumluluk ilgi alanlarında sosyal başarıyı değerleyecek ölçüm teknikleri, yöntemleri ve raporlama ilkeleri hakkında çalışmalar yoğunlaştırılmıştır. Avrupa ülkelerinde de benzer çalışmalar yapılmıştır. Bilimsel çalışma ve araştırmaların yanında büyük işletmelerin katkıları azımsanamayacak gelişmeler sağlamıştır. Hükümetler çıkardıkları kanunlar ile konunun sınırlarını belirleyerek uyulması gereken zorunlu ilkeleri ve raporlama tiplerini açıklamışlardır. Sosyal muhasebe sisteminin işletmenin yönetim ve haberleşme teknikleri içindeki boyutları ve önemi gittikçe artmaktadır. Çalışmamızda yakın bir gelecekte önemli gelişmeler göstereceğine inandığımız sosyal muhasebe yaklaşımlarını, sosyal başarının değerlenmesini sağlayan yöntemleri ve raporlanma şekillerini incelemeyi amaçlamış bulunuyoruz. Beş bölümden oluşan çalışmamızın birinci bölümünde; işletmenin sosyo-ekonomik çevresi, sosyal muhasebenin tarihi gelişimi ve tanımı verilerek, sosyal olaylar karşısında işletme davranışları ve işletmelerin sosyal sorumlulukları belirlenmeye çalışılmıştır. İkinci bölümde; işletme içine yönelik yönetim aracı, öte yandan işletme dışına yönelik haberleşme aracı olarak sosyal muhasebenin amaçları ve ülkelere göre sosyal sorumluluk ilgi alanları konu edilmiştir. Üçüncü bölümde; sosyal muhasebe yaklaşımları ayrıntılı bir biçimde incelenmeye çalışılmıştır. Anlatım şeklindeki yaklaşımlar, klasik muhasebe yaklaşımları, sosyal göstergeler yaklaşımı ve gösterge maliyet yaklaşımı raporlama şekilleri ile birlikte ele alınmıştır. Dördüncü bölümde; sosyal planlama süreci içinde sosyal muhasebenin yeri ve sosyal muhasebe sisteminin özellikleri belirtilerek işletmede sosyal muhasebe sisteminin nasıl düzenlenebileceği konu edilmiştir. Beşinci bölümde; Bursa Organize Sanayi bölgesinde faaliyet gösteren işletmeler arasında sosyal sorumluluk anlayışı ve sosyal sorumluluk ilgi olanları hakkında yayınlanan bilgilerin tesbitini amaçlayan bir anket çalışması yer almaktadır.Item Ergenlik çağı gençlerinin dini gelişimi(Uludağ Üniversitesi, 1983) Hökelekli, Hayati; Doksat, Recep; Sosyal Bilimler Enstitüsü; Din Psikolojisi Ana Bilim DalıDin Psikolojisi'nin-diğer ilimlere kıyasla- çok yeni birilim olması sebebiyle, gerek memleketimizde ve gerekse diğer dünya Ülkelerinde bu alanda yapılan çalışmalar, çok sınırlı ve yetersiz bir durumdadır. Ortaya konan çalışmaların bir yeterlilik arzetmesi, daha pek çok çalışmaya ihtiyaç göstermektedir. Bu bakımdan bizim çalışmamızı da bu açıdan değerlendirmek gerekecektir. Dar ve sınırlı imkanlar içerisinde tamamlayabildiğimiz bu çalışmanın önemi, belki bundan sonra aynı konuda yapılacak çalışmalara bir numune teşkil etmesiyle değer kazanacaktır.Item Yükseköğretim ve Türkiye'de yükseköğretim harcamalarının analizi(Uludağ Üniversitesi, 1983) Yıldız, Mircan; Özel, Hakkı; Sosyal Bilimler EnstitüsüBu çalışmada, ülkemizde genel ve katma bütçeli kuruluşlarca yürütülen eğitim hizmetlerinden yalnızca katma bütçeli yüksek öğretim kuruluşları ele alınarak, 1974-1978 yıllarını kapsayan dönemde bu kuruluşlara ayrılan kamu harcamalarının dağılımı ve gelişimi zamansal olarak incelenecektir. Çalışma iki ana konudan oluşmaktadır. Amaç, yükseköğretimle ilgili harcamaların incelenmesi ve yükseköğretim de bir eğitim hizmeti olduğundan, önce eğitim hizmetlerinin nitelikleri, bireye ve topluma sağladığı yararlar ve devletin bu elana müdahalesinin niçin gerektiği üzerinde durulacaktır. Bu nedenle birinci kısım bu konuya ayrılmıştır. İkinci konuda ise yükseköğretimin işlevleri, ekonomik kalkınma üzerindeki etkisi ve yükseköğretimle ilgili harcamaların 1974-1978 yıllarını kapsayan dönemde analizi yapılacaktır.Item Kur'ân'da mele(Uludağ Üniversitesi, 1983) Çelik, İbrahim; Tınmaz, Hayrettin; Sosyal Bilimler EnstitüsüKur’ân’daki kıssaları okuduğumuzda, “mele” kelimesi ile ifade edilen: bencillik, hased, hırs ve kibir esiri olan belli bir gurubun daima peygamberlerin karşısında yer aldığı dikkatimizi çeker. Aynı zamanda bu gurubun toplumdaki çoğunluğun da ima etmesini engellemeye çalıştığının, onun doğrultusundaki ilmi, dolasıyı ile huzurun karşısında büyük bir engel oluşturduğunu fark ederiz. Tarihin tekerrürden ibaret olduğu gerçeğinden hareketle, hakkın karşısında her zaman böyle bir gurub bulunabileceğini düşünmek gerekir. Bu sebeple anılan gurubun içinde hakka ve ilme karşı çıkan, sırf şahsiyet ve kibir gibi nefsin kaprislerine boyun eğmekten kendisini kurtaramayan tipleri teşhis ederek aynı olumsuz haraketlerin zararlarından kurtulmak ve onları iyiye doğru yönlendirmede faydalı bir netice elde edebilmek, niyet ve ümit ile araştırmaya başladık. Konu ile ilgili âyetlerin tesbit yapılırken bir taraftan da anılan kelimenin Lugat ve Kur’ân’daki mânalarını araştırmak için ilgili kaynaklara müraacat edildi. Böylece az da olsa “mele” kelimesinin toplum içinde, serveti ve taraftarı çok idari ve siyasi alanlarda topluma halen çevreler olduğu görüldü. Ancak Kur’ân’daki ”mele”kelimesi bu genel manasından çok, anılan gurubun içinde, hissiyata akla galip gelenler için kullanıldığı fark edildi. Bu tesbitten sonra tarihte, hissiyatının tesiri ile hareket edenlerin, devletlerini nasıl ifşâd edip bencillik temeli üzerine bina ettikleri kanunlarla idare etmeye çalıştıklarını ve bu maksadla da toplumu bir birine düşman sınıflara nasıl böldüklerini göstermeye çalıştık. Birinci bölüme, anılan tiplerin şahsi ve âilevikaprislere kapılarak toplumlara nasıl ifşad ettiklerini tesbitleri ve ardından peygamberlerin bunu düzeltmek için nasıl hareket ettiklerini anlatmaya çalıştık. Yine bu bölümde, itikadi ve içtimai bir kargaşa içinde olan toplumu ilahi esaslar vaz’ederek doğru yola çekmek isteyen peygamberlere, anılan gurubun nasıl düşmanca davrandığını ve hangi metodları kullandığını tesbite çalıştık. Bütün bu olup bitenleri daha yakın bir zamanla; yerini, tarihini ve şahıslarını da tesbit ederek gözler önüne görebilmek için ikinci bölümü, İslam’ın zuhurunda mele’ bahsine ayırdık. Araştırma yapılırken asıl kaynağımız daima Kur’an-i kerim ve tevsirleri olmuştur. Ayetlerde öncelikle H. B. Çantay ve Süleyman Ateş’in mealleri esas alınmakla beraber, yer yer kendi ifadeleremi de kullanmaya çalıştım. Mealler içindeki parantez arası izahlara hangi tefsirlerden istifade ederek yaptığımı belirtmek için dipnot göstermeye gayret ettim. Konu işlenirken, mevzuya çok uygun düşeceğini gördüğüm halde, İsrailiyat’a düşülebilir endişesi ile Kur’an’ın dışındaki kaynaklara dayalı kıssalara yer vermedim. İkinci bölümde ise böyle bir endişe olmadığı için Peygamberler(s.a.v.) ile ilgili olaylara genişçe yer ayırdım. Üçüncü bölümde, melei inkara sevkeden sebeplerden, öncelikle konumuzla ilgili olanalar incelenmeye çalışıldı. Bu bölümün sonunda yer alan “günümüzdeki mele” diyebileceğimiz yarı aydınlar ve onların –gereği gibi araştırmaktan doğan- İslam’a karşı şüpheleri ve onları buna iten nedenler, talebelik yıllarından beri merakını cezbeden bir mesele idi. O günden beri konu ile ilgili okumuş olduğum eserlerden vardığım neticeyi özetlemeye çalıştığımdan, kaynaklarını göstermek için dip notlara yer vermedim.Item Yönetici yetiştirme(Uludağ Üniversitesi, 1983) Kara, İsmail; Barutçugil, İsmet Sabit; Sosyal Bilimler Enstitüsü