Sağlık Bilimleri Doktora Tezleri / PhD Dissertations
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/25
Browse
Browsing by Issue Date
Now showing 1 - 20 of 539
- Results Per Page
- Sort Options
Item UHT (ultra high temperature) süt hazırlanışı öncesinde ve sonrasında uygulanan bakteriyolojik muayeneler ve değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 1987) Yavuz, Nuran; Minbay, Ahmet; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Mikrobiyoloji Ana Bilim DalıÇalışmamızda Ege Bölgesi 'nin farklı süt toplama merkezlerinden 8 ay boyunca Fabrikaya gelen termos tankerlerden toplam 48 farklı çiğ süt örneği alındı ve bakteriyolojik olarak incelendi. Toplanan çiğ sütler arasından fiziko-kimyasal değerlerine göre UHT'de İşlenmek için seçilen ve Fabrikanın Pastör ünitesindeki çiğ süt bekleme (silo) tanklarına ayrılan çiğ sütlerden, (random (rasgele) usulüne göre farklı zamanlarda 7 ayrı örnek alındı. Bakteriyolojik ve sitolojik muayeneler uygulandı. Bu sütler UHT işleminden geçip paketlendikten sonra her ayrı partiden birer litrelik 36 adet örnek alındı ve 37°C, +4°C ve oda sıcaklığında 7, 45, 60 ve ≥ 90 gün şeklinde değişen sürelerde inkubasyon uygulandı. Bu inkubasyon süreleri sonunda UHT paket süt örnekleri pH organoloptik muayeneler, mezofil bakteri proteolitik bakteri proteaz akti vitesi ve Hull testi yönünden değerlendirildi. Yaptığımız çalışma sonunda toplam bakteri dağılımının mevsimsel değil, bölgesel hijiyen koşullarına bağlı olduğunu ve bu sütler içinde psikrofil oranının yaklaşık % 11, toplam proteolitik bakteri oranı % 4.49 ve proteolitik psikrofil bakteri oranını % 0.26 olarak bulduk. Toplam bakteri sayısı yüksek olan çiğ sütlerde proteaz salgılayan bakterilerin çok düşük düzeylerde bulunabileceği sonucuna vardık.Item Bursa il merkezi içme sularında patojenik bakterilerin araştırılması(Uludağ Üniversitesi, 1988) Şimşekli, Metin; Minbay, Ahmet; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Mikrobiyoloji Ana Bilim DalıAraştırmada Bursa il merkezi ve civar yörelerden gönderilen 500 değişik kaynaklı su örneği bakteriyolojik yönden, incelenmiştir. Toplam 3 su örneğinde Salmonella parathyphi B, 4 su örneğinde Shigella flexnerii ve 3 adet enterotoksijenik Escherichia coli izole ve identifiye edilmiştir. Koliform bakteri bakımından yapılan çalışmada Bursa il merkezinden gönderilen 322 su örneğinden 60' (% 18.7)ve Bursa yöresinden gönderilen 178 su örneğinden 46' (% 23.2) olmak üzere toplam 106 su örneği (% 21.2) kirli bulunmuştur. Bursa ili içme ve kullanma sularının % 2 oranında su epidemilerine yol açabilen Salmonella parathyphi B, Shigella flexnerii ve enterotoksijenik Eschrichia coli ile kontamine oluşu nedeni ile içme ve kullanma sularının bakteriyolojik yoklamalarının önemi üzerinde durulmuştur. Rutin inceleme ile koliform bakterileri bakımından Kuvvetle Muhtemel Sayısı sıfır bulunan 98 su örneğinde patojen etkenler yönünden incelenmesinde değişik Koliform bakteri (81 örnek), Streptococcus faecalis (12 örnek) ve Clostridium welchii (2 örnek) bulunmuştur. Araştırmada içme ve kullanma suyu olarak kullanılar suların yalnız rutin su muayeneleri ile temiz veya kirli olarak değerlendirilmesinin gerçekçi olmadığı, bakteriyolojik kontrollerin daha etkin şekilde yapılması gerektiği ortaya konulmuştur.Item Tavuklarda pankreasın yapısal ve histokimyasal özellikleri alloxan verilmiş tavuklarda endokrin pankreasta görülen değişiklikler üzerinde araştırmalar(Uludağ Üniversitesi, 1988) Yakışık, Mine; Özer, Aytekin; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Histoloji Embriyoloji Bilim DalıÇalışma erişkin tavuklarla yapıldı. Normal yaşam koşullarında barındırılan tavukların pankreaslarının yapısal özellikleri ışık mikroskopik düzeyde histoşimik metodlar kullanılarak incelendi. Ekzokrln pankreasın, apikal yarımları zymogen grandilerle dolu, pyramidal hücrelerden oluşana sinüsleri içerdiği gözlendi. Asinuslar arasında.duvarları tek katlı yassı epitelle döşeli initial kanallara çoğunlukla rastlandı. Gümüş impregnasyonu metodu ile yapılan preparetlarda sinirsel kayırılmanln nem ekzokrin pankreas hücrelerinde hem de endokrin pankreası oluşturan adacık hücrelerinde görüldüğü tesbit edildi. Çalışmanın ikinci 'bölümünde tavuklara % 5'lik alloxan ( tetrahydrat) 250 mg/kg dozunda verilerek, hayvanların kan şekeri düzeylerinde ve pankreaslarında meydana gelen değişiklikler gözlendi. Tavuklarda alloxan uygulamasından önce 180-260 mg/100 mi gibi fizyolojik sınırlar içinde hesaplanan kan şekeri düzeyinin, uygulamadan 1 saat sonra 315.7 mg/100 ml seviyesine yükseldiği tesbit edildi. Aynı hayvanlardan değişik zaman dilimlerinde alınarak hazırlanan ve Gomori' nin Chrome alum haematoxylin-phloxine tekniği ile boyanan pankreas preparatlarında, alloxan uygulamasından 1 saat sonra asiner hücrelerin zymogen granüllerini kaybetmiş oldukları görüldü. Endokrin adacıklardaki beta hücrelerinde ise, degranülasyon, çekirdeklerde piknoz ve karyolizis tesbit edildi. Beta hücrelerinde görülen dejenerasyon alloxan uygulamasının 48 saat sonrasına kadar artarak devam etti. Alloxan uygulamasından 5 saat sonra dejenere hücrelerden oluşan adacıklar çevresindeki asiner hücrelerde differensiasyon gözlendi. Bundan sonraki zaman dilimlerinde differensiye olan asiner hücrelerde yuvarlaklaşma ve sitoplazmalarında bazofilik granüllerin toplanmaya başlaması göze çarptı. Alloxan uygulamasından 48 saat sonra deney hayvanlarında kan şekeri düzeyi ortalamasının normal seviyeye-222 mg/100 ml düştüğü tesbit edildi. Böylece deneysel olarak oluşturulan diabet ortadan kalktı. Alloxan uygulamasının 1 hafta sonrasından itibaren, dejenere beta hücreleri içeren adacıklar çevresinde differensiye olan asiner hücrelerin, adacıkların içinde endokrin hücrelerle birlikte görülmeye başladıkları saptandı. Bundan sonraki zaman dilimlerinde adacıklarda asinuslardan transforme olan hücrelerin sıklıkla görülmesi, endokrin pankreasta dejenere olan beta hücrelerinin asino-insular yolla transforme olan asiner hücrelerce yenilendiklerini gösterdi.Item Kıvırcık koyun ve yerli keçide m.rhomboideus ve m.semitendinosus kaslarındaki kas teli demetlerinin fonksiyonuna yönelik biçimlenmesi üzerinde araştırmalar(Uludağ Üniversitesi, 1988) Yıldız, Bahri; Özgüden, Turgut; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Anatomi Bilim DalıBu araştırmada 13 baş yerli keçi ve 15 baş kıvırcık koyundan elde edilen, m.rhomboideus ve m.semitendinosus kasları çalışma materyali olarak kullanılmıştır. Formol şalin Solüsyonu ile tesbit edilmiş kas doku parçaları, parafin bloklar içinde üstten aydınlatma ile sub-gross, (10x0,66) stereo diseksiyon mikroskobu altında incelenmiştir. Araştırma sonucunda her iki hayvan türünün primer demetleri biçimlerinde tesbit edilen özellikler ve aralarındaki farklar şunlardır. 1. Primer demetler her iki hayvan türünde de poligohal, dörtgen ve üçgen biçimlerde şekillenmiştir. Bunlardan dörtgen ve poligona! biçimliler, m.semitendinosus kasında kesit merkezinde ve lateral kenarda, üçgen biçimliler ise caudal ve medial kenarda daha fazla olarak yerleşmiştir. Bunun yanında m.rhomboideus kasında üçgen biçimliler lateral kenarda daha fazla bulun masıyla karakterizedir. 2. Üçgen biçimli primer, sekunder ve tertier demetlerin, kas çevresinde yerleşenlerinin apex’leri daima kas merkezine yönelmişlerdir. Kas kesitinin kavislenme bölgelerinde üçgen biçimli tertier demetler, oduncu kamasına benzeyen su ve köprü kemerlerindeki "kenet taşı" gibi bir yerleşme göstermiştir. 3. Kas çevresindeki primer demetler genellikle 2-4, kas merkezindekiler ise 3-5 arasında bağlantı kenarlarına sahiptir. 4. Primer demetler, sekunder demetleri meydana getirirken genellikle ortak bir merkez etrafında toplanmıştır. Aynı durum sekunder demetlerin, tertier demetleri şekillendirmeleri sırasında da görülmektedir. 5. Atletik vücut yapısına sahip keçinin demetler arası bağ doku bölmeleri m.rhomboideus cervicis’in dışında koyuna göre daha fazla gelişmiş olması, hayvan türleri arasında farklılığı oluşturmuştur. 6. M.rhomboideus thoracis kasının demetler arası bağ doku bölmelerinin ince ve yoğun olarak şekillendiği her iki hayvan türünde de görülmektedir. 7. Bağ doku bölmelerinin yoğunlukları, m.semitendinosus kasında I., II., III. ve IV.Kesit yüzeylerinde farklılıklar göstermektedir. 8. Koyun ve keçinin m.semitendinosus kasının IV.Kesit yüzeyinin bağ doku bölmeleri ince ve primer demetlerin çaplarının küçük olması ile m.rhom boideus thoracis kasına benzemektedir. 9. Atletik vücut yapısına sahip keçinin primer demetleri, koyundan daha küçük çaplı olarak meydana gelmiştir. 10. Farklı fonksiyona sahip, m.semitendinosus kasının primer demetleri, m.rhomboideus kasmınkilerden daha büyük çaplı olarak şekillenmiştir. 11. Her iki hayvan türünde merkez ve merkeze yakın primer demetler büyük, kas çevresindekiler ise küçük çaplı olarak şekillenmiştir. 12. Primer demetlerin biçimlerinde hayvan türleri arasında fark olmamasına rağmen, çaplarında ve aralarında oluşan bağ doku bölmelerinde farklar görülmüştür.Item Bursa yöresinde çeşitli ırk sığırlarda görülen tüberküloz lezyonlarının organlara dağılışı ve histolojik yapıları(Uludağ Üniversitesi, 1988) Diker, Figen; Ertürk, Erdoğan; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Patoloji Ana Bilim DalıBursa bölgesinde kesilen çeşitli sığır ırklarında rastlanan tüberküloz lezyonlarının organlara dağılımı, histolojik yapı ve özelliklerini incelemek üzere, Et ve Balık Kombinası kesim salonunda 15,600 baş sığır, kesimden sonra muayene edildi. Bu hayvanların 89'unda tüberküloz saptanarak incelemeye alındı. Olguların % 28'i bir ile iki yaş arasındaki gençler, % 72'si ise erişkin sığırlar idi. Hastalığın genellikle yaşlı hayvanlarda görüldüğü ve kronik seyrettiği belirlendi. Olgularımızın 46'sını dişi, 43'ünün de erkek sığırlar oluşturdu. Araştırma bölgesinde kültür ırkı hayvancılığın yaygın olması nedeni ile, tüberküloza çoğunlukla Montafon ve Holstein ırkmdaki sığırlarda, yerli ırklar arasında ise, en çok Yerli Kara ırkında rastlandı. Tüberküloz saptanan hayvanların hepsinde, hastalığın göğüs boşluğunda yerleştiği görüldü. Yalnızca karın boşluğunda yerleşmiş tüberküloz olgusu bulunmadı. Her iki vücut boşluğunda aynı anda lezyon görülme oranı ise % 76.4 olarak belirlendi. Hayvanların 21'i primer enfeksiyon periyodunda (% 23.6), 58'si erken generalizasyon (% 65.2), 10'u da reenfeksiyon (%11.2) devresindeydiler. Lezyonlar, retropharyngeal ve submandibular lymph düğümünde % 33.7, prescapular lymph düğümünde % 3.3, trachea'da % 12.3, akciğerlerde % 78.6, mediastinal lymph düğümünde % 98.7, pleurada % 19, mezenterial lymph düğümünde % 43.8, karaciğerde % 29.2, portal lymph düğümünde % 51.7, dalakta %, 6.7, peritonda W. 6.% 12.3, testislerde % 2.3, uterusta % 8.7, inguinal lymph düğümünde % 6.7, oranlarında yerleşmişti. Bu araştırmada, tüberkülozun bölgemiz sığırlarına solunum yolu ile bulaştığı, genellikle de kültür ırkından olan yaşlı ve dişi hayvanlara arasında daha sık olarak görüldüğü ortaya çıkmıştır.Item Koyunların kanında çinko seviyeleri ile karbonik anhidraz aktiviteleri arasındaki ilişkilerin araştırılması(Uludağ Üniversitesi, 1988) Antaplı, Mübeccel; Çamaş, Hayati; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Biyokimya Ana Bilim DalıBursa ve yöresinde yaygın olan çinko yetmezliğini araştırmak için yapılan bu çalışmada 3. 5-4. 5 yaşlı toplam 230 Merinos koyunu araştırma materyali olarak kullanıldı. Gruplar 134 tanesi düşük çinko düzeyli, 96 tanesi ise normal çinko düzeyli olarak iki gruptan oluşmuştur. Araştırmadaki temel amaç çinko yetmezliği olan koyunların kanlarındaki çinko miktarları ile karbonik anhidraz enzimi aktiviteleri arasındaki ilişkileri açıklamaktır. Plazma çinko düzeyleri ug/100 ml, karbonik anhidraz aktivitesi ünite/ml olarak belirlendi. Ayrıca eritrosit sayısı 10 6 /mm3 ve 10 4 /mm3 eritrosite karşılık gelen karbonik anhidraz aktivitesi de hesaplandı (karbonik anhidraz aktivitesi/eritrosit sayısı). Çinko düzeylerine göre gruplandırılan koyunlarda tüm değerler karşılaştırıldı. Atomik absorpsiyon spektrof otometrede dilüsyon metoduyla belirlenen çinko miktarları incelendiğinde; çinko düzeyi normal olan grupta ortalama değer 108. 56 ± 2. 05, düşük grupta ise 58. 3 ± O. 96 olarak saptandı. Gruplar arasındaki fark %46. 3 idi ve bu değerler istatistiksel olarak P < O. 01 düzeyinde önemli bulundu. Eritrosit sayıları gruplara göre farklılık göstermiş tir. Çinko düzeyi normal grupta 8.58 + 0.09 x 10 4 /mm3, düşük grupta 12.3 + 0.2 x 10 6 /mm olarak bulundu. Bu değerler arasındaki fark %43.5 idi ve istatistiksel olarak P < 0.01 düzeyinde önemliydi. Kanda sadece eritrositlerde bulunan karbonik anhidraz enzimi aktivitesi Wilbur-Anderson ünitesi olarak Maren (60) tarafından geliştirilen özel reaksiyon tüpü yardımı ile saptandı. Çinko düzeylerine göre karbonik anhidraz aktivitesi değerleri düşük ve normal gruplarda sırasıyla 3251.49 ± 121.3, 3778.12 ± 153.13 idi. Gruplar arasındaki fark, düşük grupta %13.94 daha azdı ve istatistiksel olarak tüm değerler P < O. 01 düzeyinde önemli bulundu. Karbonik anhidraz aktivitesinin eritrosit sayısına göre yorumlanması için karbonik anhidraz aktivitesinin (ünite/ml) eritrosit sayısına (milyon) oranı hesaplandı. Çinko düzeyi düşük grupta bu değer 273. 98 ± 10. 9, yüksek grupta 441.6 + 17.37 ve aktivite azalması %46.11 olarak saptandı. Değerler P<0.01 düzeyinde önemli idi. Gruplardan elde edilen değerler arasında yapılan korrelasyon analizlerinde çinko ile eritrosit sayısı arasında r=-0.76, çinko ile karbonik anhidraz aktivitesi arasında r=0.27, çinko ile karbonik. anhidraz aktivitesi/eritrosit sayısı arasında r=0.73 değerleri bulundu ve P < 0.01 düzeyinde önemli idi. Bu sonuçlara göre karbonik anhidraz enzimi aktivitesibelirlenerek plazma çinko değerleri hakkında fikir edinilebileceği kanısına varılmıştır.Item Bursa bölgesindeki koyunlarda campylobacter ve salmonella enfeksiyonları(Uludağ Üniversitesi, 1988) Büyükçoban, A. Figen; Kahraman, Mustafa; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Mikrobiyoloji Ana Bilim DalıBu çalışma Bursa bölgesinde görülen yavru atma olaylarında Brucella enfeksiyonunun yanında rol oynayan Campylobacter ve Salmonella enfeksiyonlarının durumlarını ortaya koymak amacıyla planlanmıştır, Çalışmada 95 atık koyun fetus'u ve doğumundan sonra ölen enteritli bir kuzunun iç organları bakteriyolojik olarak incelenmiş ve abort görülen sürülerden alınan kan serumlarından serolojik testler yapılmıştır. Araştırmada 4 C.fetus intestinalis (%4.16), 9 S. abortus ovis (%9.5) ve 23 Brucella mikroorganizması (%24.2) izole ve identifiye edilmiştir. Atık yaptığı belirtilen 479 koyundan alınan kan serumlarına: C. fetus intestinalis, S. abortus ovis ve Bruselloz yönünden sırasıyla komplement fikzasyon,tüp aglutinasyon ve Rose Bengal Playt, tüp aglutinasyon, komplement fikzasyon testleri uygulanmıştır. 18 serum(%3.75) C.fetus intestinalis, 27 serum(%5.63) S. abortus ovis ve 176 serum (%36.74) Bruselloz yönünden pozitif bulunmuştur. C. fetus intestinalis izoleleri streptomisine, kloramfenikole, oksitetrasikline, gentamisine, rifamisine ve penisiline duyarlı, S. abortus ovis izoleleri ise kloramfenikole, oksit etrasikline, rif amisine, streptomisine ve arapisiline duyarlı bulunmuştur.Item Yerli sucuklarımızın pastörize olarak üretilmeleri üzerine araştırmalar(Uludağ Üniversitesi, 1989) Tayar, Mustafa; Yıldırım, Yalçın; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Besin Hijyeni ve Teknolojisi Ana Bilim DalıBu araştırma, Türk sucuğunun üretimi sırasında ısı işlemi uygulanarak olgunlaşma süresini kısaltmak, mikrobiyolojik kalitesini kontrol altına almak ve son yıllarda yaygın olarak bu şekilde üretim yapan et sanayicimize ışık tutmak amacıyla yapıldı. Numuneler rutubet, su aktivitesi, pH, tuz, kül, protein, kızarma değerleri; total, koliform, stafilakok-mikro- kok, laktobasil ve proteolitik mikroorganizmaların sayıları ve duyusal nitelikleri yönünden, tamamen fermente olarak üretilen sucuklarla karşılaştırılarak incelendi. Olgunlaşma dönemlerinde pişirilen sucuk numunelerinin; rutubet miktarları ortalama % 40.02 ± 3.90; su aktivitesi 0.92 ± 0.02; pH 5.44 ± 0.33; yağ % 33.55 ± 4.06; protein % 21.97 ± 3.25; tuz % 3.10 ± 0.33; kül miktarı % 3.76 ± 0.50; kızarma % 28.10 ± 5.55 olarak belirlendi. Organoleptik muayenede ortalama 7.71 ± 0.78 değerleri saptandı. Mikrobiyolojik açıdan merkezde ısı 62 °C olan uygulamada koliform bakterilerin tahrip olduğu, total bakterilerin sayısında da önemli düşüşler şekillendiği belirlendi. Buna göre pastörize sucukların önerdiğimiz şekilde Üretilmeleri halinde, et sanayicilerinin büyük sorunu olan E.Coli sorun olmaktan çıkmaktadır. Mikrobiyolojik açıdan daha garantili olarak sucuk üretimi mümkün olmakta ve üretim süresi kısaltılmaktadır. Sonuç olarak, "Türk fermente sucuğu" adı altında üretilen sucuklara ısı uygulanmaması gerekir. Isı uygulanarak üretilen sucukların "Pastörize sucuk" adı altında satılmasını öneriyoruz. Isı işlemi uygulanarak üretilen sucuklarda ; - Sıcaklığın merkezde 62°C'yi bulana kadar uygulanması, - Rutubet miktarının % 40 'ın altına düşmesi için en az olgunlaşma süresinin 3 gün olması ve olgunlaşmanın klima odalarında, yüksek ısı (en fazla 24 °C) ve düşük rutubet (en düşük % 80) prensibiyle uygulanması, - Nitrat ve nitritin birlikte kullanılması, - Isı uygulamasından sonra sucukların hemen soğutulması gerekmektedir.Item Tavuklarda yumurta verim düşüklüğü (EDS 76) virusuna karşı antikorların hemaglutinasyon-inhibisyon ve apar jel düfeüzyon testleri ve saptanması(Uludağ Üniversitesi, 1989) Demiröz, Gülşen; Minbay, Ahmet; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Veteriner Mikrobiyoloji Ana Bilim DalıBu çalışmada yumurta verim düşüklüğü görülen kümeslerde EDS 76 virusuna karşı oluşan antikorların Hİ ve AGP testleri ile saptanması ve virus izolasyonu üzerinde durulmuştur. Yumurta verim düşüklüğü görülen yumurta tavuğu ve damızlık ünitelerde % 17-52 arasında değişen oranlarda verim düşüklükleri saptanmıştır.Bu kümeslerde ayrıca yumurta kabuğu renginde açılma, incelme ve kabuksuz yumurta yumurtlama saptanmış ve bazı yumurtalarda albuminin sulu olduğu görülmüştür.Hastalık belirtilerinin görüldüğü tavukların genellikle 26-36 haftalık yaşta oldukları saptanmıştır. HA ve Hİ testleri mikrotitrasyon metoduyla yapılmış ve test virusu alarak EDS-76 ve 127 suşu kullanılmıştır. İncelenen 2585 adet kan serumundan 745'i Hİ testi sonucu pozitif bulunmuştur.Kan serumlarının Hİ antikor titrelerinin 2 log 4.4-2. log 13 arasında değiştiği saptanmıştır. Hİ testi ile pozitif bulunan 745 kan serumunun AGP testi sonucu 403 kan serumu iki hafta sonra ise 653 kan serumu pozitif reaksiyon vermiştir.Hİ testinin ve AGP testinin EDS-76 enfeksiyonunun tesbitinde spesifik testler olduğu ancak enfeksiyonun erken dönemde saptanması ve sonuçların çabuk alınabilmesi bakımından Hİ testinin daha avantajlı olduğu görüşüne varılmıştır. Hİ testi uygulanan 440 yumurta sarısında 396 adedinde 2 log 4-2 log12 arasında değişen Hİ antikor titreleri saptanmış ve kan serumları ile yumurta sarısı Hİ titreleri arasında uygun bir korelasyon olduğu saptanmıştır. İncelenen kümesten alınan tavukların iç organ ve gaitalarından virus izolasyonu çalışması yapılmış ancak izolasyon yapılamamıştır. Araştırmada incelenen 72 kümesten 24 adetinde EDS-76 25 kümeste mycoplasma enfeksiyonu 12 kümeste infeksiyoz bronşitis ve 5 kümeste de Newcastle enfeksiyonu saptanmıştır.Item Modern alet ve yöntemler kullanarak pastırma üretimi üzerine araştırmalar(Uludağ Üniversitesi, 1989) Anar, Şahsene; Yıldırım, Yalçın; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Besin Hijyeni ve Teknolojisi Ana Bilim DalıBu araştırma pastırmanın: üretim tekniğini modernleştirmek, her firma tarafından kolayca uygulanabilir bir yöntem geliştirmek ve yapım süresini kısaltmak amacı ile yapıldı. Numuneler bakteriyolojik olarak total bakteri, koliform ve E.coli yönünden, kimyasal olarak ise rutubet, su aktivitesi, pH, tuz, kızarma ve nitrit yönünden incelendi. Satışa hazır hale gelen pastırmaların toplam bakteri sayısı ortalama 2.3x10⁷, koliform bakteri sayısı ortalama 2.5x10³ olarak bulundu. Numunelerden sadece bir tanesinde E.coli saptandı. Rutubet miktarı ortalama % 53.33±1.57,pH 5.50±0.15, su aktivitesi 0.885±0.008, tuz % 7.16±0.49, kızarma % 27.29±3.43, nitrit % 0.0055±0.00056 olarak saptandı. Buna göre Türk pastırmasının pres makinesi kullanılarak üretilmesi halinde her mevsim standart bir şekilde üretim yapılabildiği gibi, üretim süresi yaklaşık 5 gün kısalabilmektedir.Item Bursa bölgesindeki yumurta ve broyler tipi tavuklardan izole edilen Salmonella türleri üzerinde bakteriyolojik ve serolojik çalışmalar(Uludağ Üniversitesi, 1989) Çarlı, K. Tayfun; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Veteriner Mikrobiyoloji Ana Bilim DalıBu çalışmada, Bursa bölgesinde klinik olarak hasta olduğu tespit edilen 301 adet tavukta infeksiyona neden olan Salmonella serotipleri belirlenmiş ve bu serotiplerin kloakal swablardan izolasyonlarında Novobiyosinin etkisi üzerinde durulmuştur. İzole edilen Salmonella sero tiplerinin kültürel, biyokimyasal, antijenik özellikleri incelenmiş ve antibiyotik duyarlılık testleri yapılmıştır. İzole edilen suş'ların kültürel ve hareketlilik muayeneleri yapılmış ve 210 Salmonella suş'undan 201'inin hareketsiz olduğu görülmüştür. Biyokimyasal özellikleri incelemek amacıyla, izole edilen 210 Salmonella suşuna H2S, MR, VP, sitrat kullanımı, KCN besi yerinde üreme, malonat, üre, ONPG, indol, jelatin hidrolizi, fenilalanin deaminaz, lizin dekarboksilaz ve karbonhidrat fermentasyon testleri uygulanmıştır. Bütün suşların laktoz, sakkaroz fermentasyonları, indol testi yönünden negatif ve H2S üretimi yönünden pozitif oldukları tespit edilmiştir. Salmonella suşlarının grup spesifik anti-serumlarla serogrupları belirlenmiş, 201 adedinin D, 7 adedinin B, 2'sinin ise C1 serogrubunda olduğu saptanmıştır. D serogrubundaki suşların hareketsiz olmaları nedeniyle antiflagellar anti-serumlarla karşılaştırılmaksızın, dulsitol, maltoz fermantasyonları ve besi yerlerinde üreme hızları gözönünde bulundurularak 194'ünün S. gallinarum, 7'sinin S. pullorum olduğu kabul edilmiştir. B serogrubundaki suşlar S.typhimurium, serogrubundakiler ise S. infantis olarak sero tiplendiriİmiştir. İzole edilen serotiplerin organlara göre dağılımları Tablo-3'de sunulmuştur. Kloakal swablardan izolasyon için kullanılan SS ağar ve BG ağar besi yerlerine Novobiyosin katılmasının S. gallinarum ve S. pullorum izolasyonunda bir fark oluşturmadığı, buna karşın 2 S. infantis suşu için Novobiyosinin yararlılığı anlaşılmıştır. S. typhimurium suşlarının ancak 3'ü SS ağar ve BG ağarda izole edilirken, BG-N ağarda tümü ( 7 ), SS-N ağarda 5 'i izole olmuştur. S. gallinarum ve S.,pullorum suşlarının en çok duyarlı oldukları anti biyotik kloramfenikol, en dirençli oldukları antibiyotik ise ampisilin olarak belirlenmiştir. Buna karşın, S. typhimurium suşlarında en çok dirençliliğin kloramfenikol'e, en fazla duyarlılığın ise nitrofurantoin'e olduğu gözlenmiştir. S. infantis' in her iki suş'u da ampisilin, gentamisin ve streptomisin'e duyarlı, fakat kloramfenikol ve neomisin'e dirençli olarak belirlen-Item Bursa yöresinde üretilen yemlerde tavukların vücudunda ve yumurtalarında civa ile kirlenme düzeyinin araştırılması(Uludağ Üniversitesi, 1989) Sonal, Songül; Ceylan, Selahattin; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Veteriner İç Hastalıkları ve Farmakoloji Ana Bilim DalıBursa Yöresinde, yumurta tavukçuluğu yapılan çiftliklerden sağlanan tavuk ve yumurtalarda, yedikleri yemlerde ve bu yemin karışımına giren yem hammaddelerinde cıva ile kirlilik düzeyleri araştırıldı. Çiftliklerden alınan 91 tavuk, 126 yumurta, 108 yem numunesi ve 78 yem hammaddesinde cıva kalıntı analizi, alevsiz atomik absorpsiyon spektrofotometri yöntemi ile yapıldı. Analiz numunelerinde cıva kalıntılarının rastlantı oranları, yumurtada %88.89, tavukların karaciğer, böbrek ve etinde, yedikleri yemler ve yem hammaddelerinde %100 olarak bulundu. En fazla cıva kalıntısı konsantre yemlerde ölçüldü. Bunu sırasıyla böbrek, karaciğer, yumurta ve etteki cıva düzeylerinin izlediği saptandı. Araştırmada, ortalama cıva kalıntı miktarları, yemde 0.0850 p.p.m., karaciğerde 0.0200 p.p.m., böbrekte 0.0244 p.p.m., ette 0.0134 p.p.m. ve yumurtada 0.0140 p.p.m. olarak belirlendi. Yem hammaddelerinde en fazla cıva kalıntısı balık ununda saptandı. Tavukların karaciğer, böbrek ve yumurta numunelerinin sayısı en fazla 0.011-.0050 p.p.m., yumurta hariç en az 0.0051-0.010 p.p.m. cıva kalıntı limitleri arasında dağılım göstermiştir. Et numunelerinin sayısı en fazla 0.0051-0.010 p.p.m., en az 0-0.005 p.p.m. limitleri arasında yer almaktadır. Yem nümuneleri ise en yüksek sayıda 0.051-0.10 p.p.m. kalıntı limitleri arasındadır. Araştırmamızın bulguları, literatür bilgilerin ışığında değerlendirildiğinde, cıva kalıntılarının diğer ülkelerin kabul ettiği tolerans limitlerini aşmadığı anlaşılmıştır. Bu durumda,yemlerde ve tavuk organizmasında bulunan cıva miktarının bu hayvanların sağlığını ve verimliliğini etkilemeyeceği; aynı zamanda tavuk vücudunda ve yumurtalarında belirlenen cıva düzeylerinin beslenme yoluyla insan sağlığı için bir risk oluşturmayacağı kanısına varılmıştır.Item Normal varyasyon sınırları içinde beyin asimetrisinin çeşitli yaş gruplarında C.T. yöntemiyle değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 1989) İkiz, İhsaniye; Çimen, Ahmet; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Tıp Morfoloji Ana Bilim Dalı; Anatomi Bilim DalıÇalışma, Bursa Bölgesinden Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalına başvuran 21 kişinin komputerize beyin tomografileri üzerinde yapıldı. Olguların 119'u kadın ve 95'i erkekti. Yaşları 7 ay ile 67 yıl arasında değişti. Bölgemizde, beyin yarıküreleri arasındaki asimetrilerin dağılımı ve oranları, çeşitli amaçlarla kliniklerimize gelen ve komputerize beyin tomografileri nörolojik ve psikiyatrik hastalıklar yönünden radyolojik olarak normal kabul edilen kişiler üzerinde saptandı. Bu asimetrilerin yaş ile ilişkisi incelendi. Bu amaçla sıfır yaştan başlamak üzere her biri 10 yılı içeren 7 yaş grubu oluşturuldu. Radyogramlar üzerinde cornu anterius'ların maksimum genişliği (FBE), hemisferlerin uzunluğu, septum-caudat genişlik (max SC), lobus frontalis ve occipitalis genişliği, sulcus Sylvil genişliği, hemisfer orta parça genişliği, 3.ventricul ve sulcus Sylvil arasındaki uzaklık (3 V/-S5), ramus posterler sul ci Sylvil ile arkada kafatası iç yüzü arasındaki uzaklık, cornu anteriusların minimum genişliği ve cornu anterius ' ların orta çizgiye maksimum uzaklığı sağ ve sol taraflarda ölçüldü. Ölçümler sonunda şu sonuçlar elde edildi:. Cornu anterius'un maksimum genişliği 11-20 yaş grubu dışındaki tüm yaş gruplarında sol tarafta daha büyüktü ve bu farklılık 31-4O ve 61-70 yaş gruplarında istatistiki olarak anlamlıydı (p CD- 05). Hemisfer uzunluğu 11-20, 41-50 ve 51-60 yaş grupları dışındaki tüm yaş gruplarında sol tarafta daha büyüktü ancak, bu farklılık istatistiki yönden anlamlı değildi.- Septum-caudat genişlik 21-30 yaş grubu hariç 40 yaşına kadar sağ tarafta 40 yaşından sonra sal tarafta daha büyüktü ancak, bu farklılık istatistiki alarak anlamlı değildi. - 21-30 ve 51-60 yaş grupları dışındaki tüm yaş gruplarında sağ labus frontalis daha genişti ve bu farklılık 11-20, 31-40 ve 41-50 yaş gruplarında istatistiki olarak anlamlıydı (p£0.01). - Tüm yaş gruplarında sağ lobus occipitalis daha genişti ve bu farklılık 11-20, 21-30 ve 31-40 yaş gruplarında istatistiki ola rak anlamlıydı (p^0.Ol). - 11-20, 21-30 ve 31-60 yaş grupları dışındaki tüm yaş grupların da sol sulcus Sylvil daha genişti ancak, bu farklılık istatistiki olarak anlamlı değildi. - Tüm yaş gruplarında sağ hemisfer orta parçası daha genişti ve bu farklılık 31-40 ve 51-60 yaş gruplarında istatistiki olarak anlamlı bulundu (p^O.Ol). - 41-50 yaş grubu dışındaki tüm yaş gruplarında sağ tarafta 3U-SS arasındaki uzaklık saldan daha büyüktü ve bu farklılık 31-40 yaş grubunda istatistiki olarak anlamlıydı (p^.0.01). - 41-50 ve 61-70 yaş grupları dışındaki tüm yaş gruplarında ramus posterior sulci Sylvil ile arkada kafatası iç yüzü arasındaki düşey uzaklık sağ tarafta daha büyüktü ve bu farklılık 0-1G, 11-20 ve 31-40 yaş gruplarında istatistiki yönden anlamlıydı (p<0.01). - Sağ cornu anterius'un minimum genişliği her yaşta sağ tarafta daha büyüktü ve bu farklılık 31-40 yaş grubunda istatistiki olarak anlamlıydı (p^O.0l). - Cornu anterius'un orta çizgiye maksimum uzaklığı 50 yaşına kadar sağ tarafta ve 50 yaşından sonra ise sal tarafta daha büyüktü. Bu Farklılık 41-50 yaş grubunda istatistiki alarak anlamlıydı (p^D.C5). Ayrıca. 31-40 ve 61-70 yaş grupları dışındaki tüm yaş gruplarında daha çak sayıdaki kişide arta çizginin sala kaydığı ve her yaş grubunda sağ frontal petalia ve sal aksipital petalia'ya daha çak rastlandığı görüldü. Araştırmamız sonunda asimetri tayininde 1) Bağ labus occi pitalis genişliği, 2) Sağ hemisfer orta parça genişliği, 3) Sağ cornu anterius'un minimum genişliğinin tüm yaş gruplarında ölçülmesi gerektiği ortaya çıktı. Ayrıca kişinin yaş grubu dikkate alınarak a yaş grubu için özellik gösteren diğer ölçümlerin bilinmesinin yararlı alacağı saptandı.Item Tavuk ve ördek bacak kaslarının (omurga - bacak) fonksiyon yönünden karşılaştırmalı olarak incelenmesi(Uludağ Üniversitesi, 1990) Serbest, Ayşe; Özgüden, Turgut; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Morfoloji Ana Bilim DalıBu çalışmada 17 adet yerli ördek ile 20 adet yerli tavuk kullanılmıştır. Hayvanların kadavra haline getirilmesi için önce eter ile inhalasyon anestezisi yapılmıştır. bunu takiben boynun proximal ⅓’ünde yapılan ensizyonla a.carotis communis'ten hayvanın kanının akıtılmasından sonra, yine aynı damardan enjektör ile yeteri kadar % 20'lik formaldehyde solüsyonundan verilmiştir. 1 NAA (1979)'a bağlı kalarak, 21 fotoğraf ve 31 şekil kullanılarak, tavuk ve ördeğin bacak kaslarını incelediğimiz bu çalışmamızda, bu iki türün bacaklarının fonksiyonuna yönelik olarak elde edilen bulgular bu iki türün bacaklarının fonksiyonuna yönelik olarak bulgular elde edilmiştir.Item Bursa yöresinde mezbahada kesilen ineklerde rastlanan mastitis lezyonlarının makro-ve mikroskopik incelenmesi(Uludağ Üniversitesi, 1990) Özbilgin, Selda Akyürek; Ertürk, Erdoğan; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Patoloji Ana Bilim DalıBursa ve yöresindeki Et ve Balık Kurumu ile ilçe mezbahalarında kesilen ineklerde mastitis olaylarının incelenme si için şüpheli 1000 olaydan toplanan meme dokusu örnekleri üzerinde makroskopik ve 102 olayda da mikroskopik yoklamalar yapıldı. Bu 102 mastit olaylarının 68 tanesinde hastalık subklinik, 34'ünde ise klinik semptomlarla ortaya çıkmıştı. Mikroskopik olarak mastitis lezyonları olayların % 58.7'sinde tek,% 32.2'sinde iki, % 0.0'ında üç ve % 8.8'in- de de dört lopta birden yerleşmiş bulunuyordu. Etken olarak olayların (102 olay) % 41.2'sinden Streptococcus spp, % 22.5'inden Corynebacterium pyogenes, % 17.6'sından Staphylococcus aureus, % 4.9'undan Escherichia cali ve % 0.9'undan da Pasteurella spp. izole edildi. İzolasyon ve idantifikasyonlar fakültemiz Mikrobiyoloji Ana bilim dalı uzmanlarınca yapıldı.Karışık enfeksiyonun görüldüğü iki alayın dışında 11 olaydan (% 10.8) hiçbir ajan üretileme di. Özel granülomlu bir zoonoz olan tüberküloza iki olay da (% 1.9), yumuşak doku aktinomikoz ' una da üç memede (%2.9), ancak histopatolo jik yoklama sonucu teşhis konabilmiştir. Bu sonuçlara göre yöremizde kesilen sığırlarda çeşit li etkenlere bağlı mastitis oranı % 10.2 (102/1000 olay) olarak hesaplanmış ve bu olayların büyük çoğunluğunun irin etkenleri olduğu, ancak çok tehlikeli olabilen zoonoz karakterli gizli tüberkülozik lezyonların da görülebileceği ortaya çıkmaktadır.Item İnegöl köfte hazırlanışı, yapım tekniği ve bileşiminin saptanması üzerine araştırmalar(Uludağ Üniversitesi, 1990) Soyutemiz, G. Ece; Berker, Aşkın; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Besin Hijyeni ve Teknolojisi Ana Bilim DalıBu araştırma İnegöl köftenin yapım teknolojisini, bileşimini ve kalitesini saptamak ve günlük yaşamımızda tüketim alanı gittikçe artan hamburger türü ürünlerle karşılaştırmak amacıyla yapıldı. İnegöl köftelerde kullanılan etin hazırlanması ve köftenin yapım devreleri yerinde izlenerek yapım teknolojisi belirlendi. İnegöl köftenin hazırlanmasında % 71 dana eti, % 12 kuzu eti, % 6.2 ekmek, % 0.6 sodyum bikarbonat, % 1 tuz, % 8.5 soğan, % 0.7 su kullanıldığı tesbit edildi. Çiğ ve pişmiş köfte numuneleri bakteriyolojik olarak toplam aerob bakteriler, proteolitik bakteriler, toplam stafilakoklar, S. aureus, koliform bakteriler, E.coli ve salmonella yönünden, kimyasal olarak ise rutubet, protein, yağ, kül ve tuz bakımından incelendi. Çiğ İnegöl köftelerde ortalama olarak toplam aerob bakterilerin sayısı 7.38x10⁶/g, proteolitik bakteriler 3.32x10⁵/g, toplam stafilakoklar 1.3x10⁶/g, S.aureus 4.73x10⁴/g, koliform bakteriler 7.96x10⁴/g olarak saptandı, örneklerin %75'inde. E.coli pozitif çıktı. Salmonellaya örneklerin hiçbirinde rastlanmadı. Ortalama rutubet miktarı %60.92, protein miktarı % 14.94, yağ miktarı % 9.4, kül miktarı %3.01, tuz miktarı % 1.45 bulundu. Pişmiş İnegöl köftelerde ortalama olarak toplam aerob bakterilerin sayısı 1.22x10⁴/g, proteolitik bakteriler 9.55/g, toplam stafilakoklar 1.68x10³/g, koliform bakteriler 0.42/g olarak saptandı. S.aureus,E.coli ve salmonellaya rastlanmadı.Ortalama rutubet miktarı % 58.73, protein miktarı % 16.94, yağ miktarı % 13.25, kül miktarı % 3.8, tuz miktarı % 1.72 olarak bulundu. Sonuçta pişirilerek satışa hazır duruma gelen İnegöl köftelerin hem bakteriyolojik bakımdan hem de besin değeri yönünden iyi kalitede olduğu görüldü. - 20 °C'de 30 gün süreyle dondurulduktan sonra ızgara edilen İnegöl köftelerden organoleptik olarak iyi sonuç elde edilmesi İnegöl köftelerin de hamburger köfteleri gibi dondurulduktan sonra tüketime sunulabileceğini göstermektedir.Item Bursa yöresinde yetişen önemli zehirli bitkilerin toksikolojik özellikleri(Uludağ Üniversitesi, 1990) Yılmaz, Orhan; Ceylan, Selahattin; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Farmakoloji ve Toksikoloji (Veterinerlik) Ana Bilim DalıBu araştırmada, Bursa yöresindeki ilçe, bucak ve köylerin çevresinde yetişen zehirli bitkilerin belirlen mesi amacıyla 1388-1385 yıllarını kapsayan iki yıllık bir tarama yapıldı» Bitki türleri botaniksel alarak be lirlendi ve yörede yetişen zehirli bitkilerin yayılışını gösteren bir harita hazırlandı. Saha araştırmalarına ek olarak, bazı zehirli bitki örnekleri üzerinde toksikaio jik muayeneler gerçekleştirildi. Saha çalışmasının sanuçlarına göre Datura stramo nium. Hypericum perforatum. Sorghum halepensa. Pepaver rhoeas, Xanthium strumarium ve euphorbia türlerinin yörede yaygın zehirli bitkiler olduğu bulundu. Bursa-Arabayatağı Köyü, Orhaneli-Çöreler Köyü ve Bursa-Görükle Bucağı 'ndan toplanan Datura stramonium numune lerinin yapra klarındaki tuta! alkaloit içeriği, sı rasıyla % D. 246, % D.2D3 ve % 0.210 olarak saptandı- Hycscyemus yapraklarının alkaloit düzeyi Bursa Kayapa Köyünden alınan numunelerde % 0.251 ve İnegöl-Süpürtü Koyundan alınan numunelerde % 0.135 olarak bulundu. Bursa- Fidyekızık Köyünden toplanan Digitalis ferruginea yaprak- larındaki digitoksin miktarı ise % 0.0^06 dır.Bursa-f id yekızık köyünden elde edilen quercus türlerinin palamut ve mazılarındaki total fendik maddeler. Quercus petraeas da % 30 Quercus pubescens!de % 3.375 ve Quercus robur subsp. robur ' da % 3.725 olarak hesaplandı.farelerde- kuru yaprak üzerinden ağız yoluyla LD,-n dozları Da tura stramonium (Bursa-Arabayatağı Köyü) için 280 g/kg,, Hyoscya mus niger ( İnegöl-Süpürtü Köyü) için 363 g/kg. Digitalis ferrugines (Bursa-Fidyekızık Köyü) için 13.575 g/kg; Cionu- ra erecta (Bursa-Vakıf köy ) için 9.825 g/kg ve Helleborus orientalis kökleri ( Yenişenir-Mecidiye Köyü) için 19.133 g/kg olarak belirlenmiştir. Helleborua köklerinin aynı yer den alınan örneklerinin farelerdeki deri altı LD50 dozu, 1.108 g/kg vücut ağırlığıdır. Bursa-Karapınar Köyünden toplanan Sapcnaria offi cinalis yapraklarının % 0.1 lik dakoksiyonunun köpürme indisi 166.66 olarak hesaplanmıştır ve aynı numunenin % 1' lik dekoksiyonunun hemolitik indisi ise 400!dür. Üç gün boyunca ağırlıklarının % C. 5 ! i miktarlarda Saponaria offi cinalis yedirilen tavşanlarda hiperkromik anemi ortaya çıkmıştır. Yukarıdaki bulgulara ek olarak Bursa Yöresinde ye tişen Datura stramonium, Hyoscyamus niger. Digitalis farru ginea, Helleborus crientalis, Senecic aquatious subsp. erraticus ve Melilotus offioinaiisin etken maddelari in ce tabaka ve kağıt kromatcgrsf isi ile analiz edildi.Item Böbreklerdeki filtrasyon değişikliklerine bağlı olarak böbrek üstü bezlerinde meydana gelen değişmeler(Uludağ Üniversitesi, 1990) Yaman, S. Deniz; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Patoloji Ana Bilim DalıBu çalışmada, böbrek bozukluklarının böbrek üstü bezlerinde herhangi bir değişikliğe yol açıp açmadığı incelenmiştir. Araştırma,120 baş erkek Merinos kuzu ve 30 baş erkek sığırdan alınan, toplam 15U çift böbrek ve böbrek üstü bezi üzerinde yapılmiştır. Kuzu materyali 87/15 no'lu projeden sağlanmıştır.bu projede, konsantre yemlemeye tabi tutulan kuzularda böbrek taşı oluşması ve bu oluşumun önlenmesi için, l/i- tahmin-A, ya da alkali su içirmekle önleme yöntemleri, tek bağışına veya beraberce uygulanmıştır. Sığır materyali ise, U.Ü. Veteriner Fakültesi besi ünitesi hayvanları ile, Bursa Et ve Balık Kurumu'nda kesilen, kasaplık besi hayvanlarından elde edilmiştir. Toplanan böbrekler (15ü olay), histopatolojik olarak incelendikten sonra, lezyonlara güre 4 gruba ayrılmıştır. 1 . grup,histopatolojik muayenede sağlam olduğu saptanan kontrol grubu (31 olay) Diup, hastalarla karşılaştırılmada kullanılmıştır .Lezyon görülenler ise sırasıyla, hafif (35 olay), orta (4 7 alay) ve ileri derecede hasarlı böbrekler (37 olay) alarak sınıflandırılmıştır. Bütün bu böbreklere ait adrenal bezler de, ışıklı mikroskopta incelenmiş ve bu incelemede, böbrek üstü bezle¬rinin, böbreklerdeki bozukluklarla paralel seyreden ve istatistik önemi büyük olan,çeşitli değişiklikler gösterdikleri saptanmıştır. Bu değişiklikler: Stromal bay dokunun genel artışı ( % 25.k, P<0.00 ve burada oluşan metaplazik değişmeler (Normal grupta % 3.2 hastalarda % 16.1) - Medullada hayalinize olmuş hücrelerin görülmesi (% 17.0, P<0.01) -Kortex'te yığınlar halinde degrenüle hücrelerin varlığı ( % 12.0, P<0.01) -Z. glomerulose hücrelerinde değişen derecelerde atrofi ve bu katda vasküler genişlemeler (normal grupta % 3.2, hasta gruplarda ise % 11.4, % 38.3, % 46.0, P<0.001) -Z. glomerulose'nin hiperplazisi ( % 15.0, P<0.01) ile diğer kortex katlarının hiperplazisi (Normal grupta % 12.9, hastalarda % 74.0, P<0.01) -Medülle ve kortex'te adenoid yapılar şeklindeki kortex adacıları oluşumu (normal grupta % 9.7, hastalarda % 52.0, % 38.3, % 46.0, P<0.001) dur. Bu sonuçlar, böbreklerde keşif veya dengesiz besleme sonu oluşup zamanla artan yıkımla doğru orantılı olarak ilerleyen böbrek fonksiyon kayıplarının böbrek üstü bezlerinde de birçok hücresel ve fonksiyonel bozukluklara neden olduğunu göstermiştir.Item Tam ve yarı medulla spinalis kesili sıçanlarda reserpinin glandula suprarenalislerde total katekolamin seviyelerine etkisi(Uludağ Üniversitesi, 1990) Oygucu, Hakan İ.; Erem, Türkan; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Tıp Morfoloji Ana Bilim Dalı; Anatomi Bilim DalıÇalışmamızda simpatoadrenal sistemin aktivasyonu sonucu sol ve sağ gl. suprarenal islere gelen preganglioner simpatik innervasyonun simetrisi araştırıldı. Deneylerde 38 dişi sıçan kullanıldı. Simpatoadrenal sistemin aktivasyonu için N.splanchnicus yoluyla oluşturduğu refleks nörojenik sti- mülasyonla adrenal medulladan katekolamin boşalımına neden olan Reserpin kullanıldı. Th2-Th3 seviyesinden yapılan tam, sol-yarı ve sağ-yarı medulla spinalis kesileri sonrasında sol ve sağ gl. suprarenalis'lerin ayrı ayrı total katekolamin düzeyleri ölçülerek nörojenik stimülasyon sonrasında ger çekleşen katekolamin salınımı kontrol grubuna göre değerlendirildi. Reserpin medulla spinalis'te keşi yapılmamış grupta %34 lük bir kate kolamin salınımına neden oldu. Ayrıca bu grupta sol ve sağ bezler total CA değerleri ortalaması arasında anlamlı fark yoktu. Tam medulla spinalis ke sileri Reserpinin bu etkisini yarı yarıya engelledi. Reserpin' in adrenome- düller chromaffin hücreler üzerine olan direkt etkisi nedeniyle bu engelle me tam olarak gerçekleşmedi. Bu grupta'da sol ve sağ bezler total CA değer leri ortalamaları arasında anlamlı fark yoktu. Medulla spinalis'te sol-yarı ve sağ-yarı keşi yapılmış gruplarda re serpinin neden olduğu CA boşalımının sağlam taraftaki bezlerde daha fazlagerçekleştiği görüldü. Her iki gruptada sol ve sağ bezler total CA değerle ri ortalamaları arasında yüksek düzeyde anlamlı fark bulundu(P<0.001). Ayrıca yarı kesi gruplarının her iki tarafındaki bezlerin total CA değerleri ortal amal arı ndaki azalmanın kesi yapılmamış sıçanlarda Reserpinin neden olduğu CA boşalımından az olmadığı görüldü. Böylelikle sol-yarı ve sağ-yarı kesil i sıçanlarda sağlam taraflardaki bezlerden salınan CA miktar larının lezyon tarafındaki azalan salınımı rahatlıkla telafi edecek kadar gerçekleşebildiği söylenebilir. Fakat yarı keşi gruplarının keşi taraflarındaki bezlerden ölçülen total CA değerleri ortalamaları arasındaki farkın anlamlı olarak (P<0.05) bulunması; ayrıca kontrol gruplarında ve tam kesi grubunda istatistiki ola rak anlam kazanmamış olmasına rağmen sağ bezlerden ölçülen total CA değer leri ortalamalarının daha düşük bulunması nedeniyle sağ taraftaki nöronal iletinin ve keşi altında çaprazlaşan kontralateral liflerin fazla olduğunu düşündürmektedir.Item Bursa yöresinde yumurta tavuklarında görülen goutte (damla) hastalığında şekillenen patolojik bozuklukların organlara dağılışı ile idrar taşları oluşumu arasındaki ilişkiler(Uludağ Üniversitesi, 1990) Sönmez, Gürsel; Ertürk, Erdoğan; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Patoloji Ana Bilim DalıGut lezyonlarının böbrek, kalp, karaciğer, dalak ve ak ciğerlere dağılımı, histolojik yapıları ve şekillenen urolit hiasis ile bu hastalık arasındaki ilişkiler incelendi. Bu amaç la, Bursa yöresinde çeşitli ırk ve yaşlardaki yumurta tavuklarında görülen gut hastalığı olaylarından elde edilen 154 tavuk üzerinde çalışıldı. Bunlardan 134 tavukta tipik gut hastalığı ve 20 piliçte de Gumboro tesbit edildi. Gut hastalığında mortalite ortalaması % 5.6 olup, bu aran yumurtlama döneminin başlangıç ve sonlarına doğru artmış ve özellikle Studler ile Hy-Line ırklarında yüksek bulunmuştur. Hastalarda klinik olarak tüylerin kabarması, düşkünlük, uyuklama, dermansızlık, çökme, zayıflama ve dehidrasyon semptomları dışında tipik bir bulguya rastlanmadı. Otopside, seröz zarlar üzerinde ve iç organlarda kireç beyazı renkte ürik asit çöküntüleri görüldü. Hlstapatolojik yoklamada, bu ürik asit çöküntüleri etrafında heterophyl leucocyt ve mononuclear hücrelerden yapılmış ürat granülomları saptandı. Bu granülomlarda yabancı cisim dev hücrelerine sadece böbreklerde ras landı. İncelenen olaylarda ürat presipltatları böbrekler ve iç organları örten seröz zarlar üzerinde % 100, kalpte % 79.8, karaciğerde % 73.1, akciğerlerde % 71.6, dalakta % 63. k ve ek lemlerde % 58.2 oranında şekillenmişti. Plazma ürik asit miktarları normal tavuktaki 7.46-10.34 mg/100 mi seviyesine karşın, hastalarda 23.25-75.89 mg/100 mi gibi yüksek seviyelere ulaşmıştı. Olguların tümünde üreterler- de değişik sayı ve büyüklükte urolith'lere rastlandı. Üreterin çapına göre büyüklüğü değişen bu taşlar kirli beyaz -renkte, silindir şeklinde, üzeri pürüzlü ve gevrek kıvamda olup genelde Halsiyum-Amonyum ürat yapısında idiler. Bu sonuçlar, gut hastalığının çeşitli yaşlardaki tavuklarda bakım ve beslenme hatalarına bağlı alarak şekillenen urolithiasis' e ilgili olduğunu ve kan sirkülasyonunun yavaş olduğu organlarda daha fazla oranlarda ürik asitin kristalleşip, çökmesi sonu şekillendiğini açıklamaktadır.