2021 Cilt 19 Sayı 1
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/20060
Browse
Browsing by Issue Date
Now showing 1 - 20 of 20
- Results Per Page
- Sort Options
Item Obez çocuk ve ergenlerde mesane bağırsak disfonksiyonu ve yaşam kalitesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-12-04) Çamlar, Seçil Arslansoyu; Eliacik, Kayi; Soyaltın, Eren; Mutlubaş, Fatma; Demir, Belde KasapGiriş: Obezite, çocuk ve ergenlerde sıklığı giderek artan ciddi bir sağlık sorunu haline gelmiştir. Metabolik sorunlar yanında mesane bağırsak disfonksiyonuna (MBD) da yol açabilmektedir. Hem obezitenin hem de MBD’nin yaşam kalitesine olumsuz etkiler yaptığı bilinmektedir. Bu çalışmada, obez çocuk ve ergenlerde eşlik eden MBD’nin yaşam kalitesine etkisinin araştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya, Nisan 2019 - Aralık 2019 tarihleri arasında, üçüncü basamak hastane çocuk sağlığı ve hastalıkları polikliniklerine başvuran 5-17 yaş arası obez çocuk ve adolesanlar alındı. Diğer gruplara benzer yaş ve cinsiyette normal kilolu, solunum yolu enfeksiyonu için kontrole gelen ve Çocuk Nefrolojisi polikliniğine mesane barsak disfonksiyonu bulguları ile başvuran olgular alındı. Mesane Bağırsak Semptom Skorlamasına (MBSS) göre 11 ve üzeri puan alan olgular MBD olarak değerlendirildi. Tüm olgulara, Çocuklar için Yaşam Kalitesi Ölçeği (ÇİYKO) uygulandı. Bulgular: Çalışmaya yaş ortalaması 11,7±3,1 olan 148 obez ve 141 normal kilolu olmak üzere toplam 289 olgu alındı. Obez grupta yaşam kalitesi alt ölçek ve toplam skorları normal ağırlıktaki kontrol grubuna göre anlamlı düşüktü. ÇİYKO’da obez olguları MBSS’ye göre ikiye ayırarak karşılaştırma yaptığımızda, MBSS≥11 olan grupta yaşam kalitesi alt ölçek ve toplam skorları istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük idi. (p<0,001). MBSS≥11 olan olgulardan obez olanlarda FSTP ve ÖTP’de istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı. Sonuç: Bu çalışmada, gerek obezite gerekse MBD’nin yaşam kalitesi üzerine olan olumsuz etkileri ortaya konulurken MBD’nin yaşam kalitesini daha da olumsuz etkilediğini, her ikisinin birbiri ile komorbid durumlar olduğu ve hem MBD’nin hem de obezitenin birlikte olduğu durumlarda ise yaşam kalitesinin en çok etkilendiği sonucuna varıldı.Item Pediatrik vakalarda philadelphia benzeri akut lenfoblastik lösemi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-12-11) Erdem, Ecem Efendi; Cecener, Gülşah; Tezcan, Havva; Evim, Melike Sezgin; Tıp Fakültesi; Tıbbi Biyoloji Ana Bilim Dalı; Çocuk Hematoloji ve Onkolojisi Bilim Dalı; 0000-0001-9003-8755; 0000-0002-3820-424X; 0000-0002-0910-4258; 0000-0002-4792-269XLösemi, hematopoietik hücrelerin malign transformasyonu sonucu gelişen, heterojen neoplastik hastalıklar grubudur. Philadelphia (Ph) benzeri akut lenfoblastik lösemi (ALL), yüksek risk sınıflamasında yer alan ve kötü prognoz gösteren B- hücreli akut lenfoblastik löseminin (B-ALL) alt grubudur. Gen ekspresyon profili olarak Ph pozitif ALL’ye benzemektedir, ancak bu alt tipte BCR ABL1 füzyonu mevcut değildir. Hastalık genetik olarak heterojendir. Ayrıca, etnik kökenleri farklı olan Ph benzeri ALL vakalarının genetik değişimleri de farklılık göstermektedir. Ph benzeri ALL vakalarının B-ALL’li hastalar arasından ayırt edilerek sınıflandırılabilmesi etkin tedavi almaları için önemlidir. Son yıllarda, Ph benzeri ALL alt grubuna ait vakaların tanımlanması için, B-ALL vakalarında genetik ve klinik bulgular değerlendirilmesinin yanı sıra, gen ifade farklılıklarının analiz edildiği panellerin tasarlanması gündemdedir.Item Comparison of corrected QT and Tp-e/QTc interval in intoxication with drugs that cause QT prolongation in children(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-12-18) Gökay, Sinem Sarı; Tutun, BuğraIntroduction: Childhood intoxications are among the most common reasons for admission to the emergency department. The aim of this study is to evaluate whether there is a primary marker that can determine the risk of arrhythmia by comparison of QT, QTc, QT/QTc, Tp-e/QT, Tp-e/QTc intervals in drug intoxications with prolonging QTc which can be fatal by causing arrhythmia in children. Materials and Methods: In this study, 55 patients who were admitted to Pediatric Emergency Department of Training and Research Hospital between January 2018 and August 2019 within the first 6 hours due to intoxication with QTc prolongation and followed up in our pediatric emergency department were retrospectively reviewed. In patients hospital records, age, sex, medication, time of application, clinical and physical examination findings, vital signs, treatments and results, laboratory findings, electrocardiogram findings at the time of admission hospital and in the 6. hour control, QT, QTc, Tp-e, Tp-e/QT and Tp-e/QTc times were recorded. Results: The median age of the patients in study was 155±77.2 months. The number of female patients was 33 (60%) and the number of male patients was 22. There was a statistically significant difference between leukocyte count, hemoglobin, platelet,bun, creatinine, SGPT and calcium values at the time of admission and control at the 6th hour. There was no statistically significant difference between CK-MB and troponin levels. Also, there was no statistically significant difference between QT, QTc, QT/QTc, Tp-e/QT and Tp-e/QTc intervals. But there was a statistically significant difference between Tp-e/QTc ratio and gender. Conclusions: Although QTc interval continues to be used to determine the risk of arrhythmia in children with drugs prolonging QTc, it may be significant to compare Tp-e and Tp-e/QTc ratio. However, studies involving a larger number of patients are needed to determine whether Tp-e interval and Tp-e/QTc ratio are a priority marker.Item Subklinik hipotiroidisi olan obez çocuk ve adölesanlarda lipid metabolizması anormallikleri(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-12-18) Kırel, Birgül; Hazer, İlhan; Kabukçu, Hilmi Onur; Yağcı, Murat; Ertürk, Zeynep; Yıldırım, Gonca KılıçGiriş: Subklinik hipotiroidi (SH); serum serbest T4 (sT4) düzeylerinin normal sınırlarda ve tiroid stimülan hormon (TSH) düzeylerinin yaşa göre referans düzeylerinin üzerinde olduğu bir tablodur. Obez bireylerde vücut kitle indeksindeki artış ile birlikte serum TSH düzeylerinin arttığı; böylece obez bireylerde SH sıklığının yüksek olduğu bildirilmektedir. Hipotiroidi ve obezite sekonder dislipideminin ana sebeplerindendir. Bu çalışmada; fazla kilolu/obez çocuk ve adölesanlarda; SH sıklığı ve SH’nin lipid metabolizması anormallikleri ile ilişkisi araştırılmıştır. Gereç ve Yöntem: Fazla kilolu/obez 291 çocuk ve adölesanın (169 kız, 122 erkek) klinik bulguları ve laboratuvar sonuçları geriye dönük olarak değerlendirildi. Lipid ve lipoprotein düzeyleri yaşa ve cinse göre referans değerleri ile karşılaştırılarak; düşük, normal ve yüksek olarak kaydedildi. Serum sT4 düzeyleri normal ve TSH düzeyleri: 4,5-10 mIU/ml olan ve sodyum L-throxin tedavisi almayan hastalar SH grubunu (n=53), normal serum T4 ve TSH düzeyleri olan hastalar kontrol grubunu oluşturdu (n=238). Bu iki grup lipid metabolizması anormallikleri açısından karşılaştırıldı. Bulgular: Tüm çalışma grubunda SH sıklığı %18,2 idi. Yaşa göre referans değerleri ile karşılaştırıldığında; tüm çalışma grubunda, SH grubu ve SH olmayan grupta; median total kolesterol ve LDL-K düzeyleri sınırda yüksek, median TG düzeyleri yüksek, median HDL-K düzeyleri normal-yüksek ve median TG/ HDL>2 idi. SH grubunda SH olmayanlara göre; serum total kolesterol düzeyleri, hipertrigliseridemi sıklığı ve TG/HDL-K oranı >2 olan hastaların sıklığı daha yüksekti (p<0,05). Serum TSH düzeyleri; TG ile pozitif korele idi (r=0,13, p<0,05). Sonuç: Fazla kilolu/obez çocuk ve adölesanlarda yüksek SH sıklığı bulunmaktadır. Obez hastalarda dislipidemi olduğu; SH varlığında bu durumun daha belirginleştiği ve SH’nin atherojenik lipid profili gelişmesine katkıda bulunduğu anlaşılmıştır. Bu bulgular obez hastaların kilo vermelerinin hem SH’nin hem de lipid metabolizması anormalliklerinin düzelmesi açısından da önemli olduğunu düşündürmüştür.Item The association between obesity, being overweight and socio-economic status among school-age children living in big cities(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-12-31) Aka, Sibel; Arapoğlu, MujdeIntroduction: Obesity has become a serious health concern worldwide. Risk factors of obesity are different in urban and rural areas. The aim of this study was to determine the risk factors related to obesity and being overweight among children in low and high socio-economic groups in a big metropolitan city, Istanbul. Materials and Methods: A cross-sectional study was carried out on 490 school age children between 5 and 15 years. Low and high socio-economic groups were determined according to socio-economic status (SES). Socio-demographic characteristics of children were collected from the parents. Results: The effect of having frequent snacks rich in carbonhydrates (p=0,001) and sedentary lifestyles (p=0,001) on BMI was significant in both SES groups. In high SES group, BMI of the <10 years boys was significantly higher than that of the <10 years girls; Boys also had higher BMI at both age groups of either younger or older than 10 years. In low SES group, girls were significantly more overweight than boys. High family income, high paternal BMI and consuming energy rich products increased the obesity risk in children 1,560 times (OR: 1,560, %95 CI: 1,046-2,326), 2,015 times (OR: 2,015, %95 CI: 1,092-3,720), and 4,33 times (OR: 4,330, %95 CI: 2,897-6,472), respectively. Conclusions: As conclusion, high family income, high paternal BMI and consuming energy rich products incre-ased the obesity risk. We suggest that every community has own characteristics but boys tend to have high BMIs in families with high SES.Item Importance of delta over baseline values in predicting the severity of helicobacter pylori infection in children(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-01-01) Güven, Burcu; Gülerman, Hacer Fulya; Kaçmaz, BirgülIntroduction:Although severe forms of the disease are seen in adults, the Helicobacter pylori (H. pylori) infection is usually acquired during childhood. Therefore, prompt diagnosis of H. pylori infection in childhood is of prime importance. In the present study, we aimed to identify the sensitivity and specificity of 13C urea breath test (UBT) in the diagnosis of H. pylori infection and to assess the severity of the disease with delta over baseline (DOB) values. Materials and Methods: UBT was administered to 200 children who presented with epigastric pain and/or nausea. Esophagogastroduodenoscopy (EGD) was performed in patients. UBT results were compared with histopathological findings. In the Area Under the ROC Curve analysis, a cutoff DOB value was found for the severity of H. pylori infection. Results: 193 children with a mean age of 13.50±2.98 years were included in the analysis. Of these, 71 (36.8%) patients had a positive UBT and 122 (63.2%) had a negative UBT. EGD was performed in 60 out of 71 patients with positive UBT and in 30 out of 122 patients with negative UBT. The sensitivity and specificity of UBT were 85.1% and 100%. DOB was found to be a significant predictor of moderate/ marked H. pylori density at a cutoff value of 6%. Conclusions: The positive correlation detected between the level of DOB values and the density of H. pylori and inflammatory activity can be an advantage for detecting the severity of disease.Item Monogenik obezite ön tanısı ile incelenen hastaların klinik, laboratuvar ve genetik sonuçlarının değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-01-04) Ayrancı, İlkay; Filibeli, Berna Eroğlu; Özyılmaz, Berk; Dündar, Bumin NGiriş: Şiddetli ve erken başlangıçlı obezitenin genetik nedenlerinde monogenik obezite formları önemli bir yer tutmaktadır. Bu çalışmada, kliniğimizde monogenik obezite ön tanısı ile takip edilen olguların klinik ve moleküler genetik analiz sonuçlarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: 2016-2018 yılları arasında kliniğimizde monogenik obezite ön tanısı ile moleküler genetik analiz yapılan olguların demografik, klinik ve biyokimyasal verileri geriye yönelik incelendi ve kaydedildi. Bulgular: Çalışmaya toplam 47 obez olgu (20 kız, 39 pubertal, ortalama yaş 14,3±3,2 yıl) alındı. Çalışmaya dahil edilen üç olguda MC4R’de patojenik varyant, bir olguda veri tabanında patojen varyant olarak kabul edilmeyen LEPR’de heterozigot varyant saptandı. MC4R geninde sekans varyantı sıklığı %6,4, LEPR geninde sekans varyantı sıklığı %2,1 olarak bulundu. Sonuç: Çalışmamızda monogenik obezite şüphesiyle tetkik edilen çocukların %8,5’inde (n=4) sekans varyantı saptandı. Bu olgularda obezite yaşamın ilk bir yılında gelişmişti ve ebeveynlerden en az birinde obezite mevcuttu. Bu nedenle, erken başlangıçlı obeziteye, ailesel obezite öyküsü eşlik ediyor ise ayırıcı tanıda öncelikle monogenik obezite formlarından olan MC4R defekti düşünülmelidir.Item Antibiotic usage in the pediatric population: The need for effective role of parents and prescribers(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-01-04) Karataş, Yusuf; Khan, ZakirAntibiotics are an important aspect of pediatric medical treatment and infectious diseases are the leading cause of child mortality. Antibiotics are the cornerstone of the treatment for bacterial infections, and children received these drugs more frequently than any other class of medication. Inappropriate use of antibiotics is of international concern and promotion of appropriate and safe antibiotic usage is the need of the hour. The high percentage of inadequate antibiotic prescriptions in hospitals and the community is reported in the pediatric population around the globe. The improper and excessive use of antibiotics in children leads to resistance and adverse drug reactions (ADRs). Parents and prescribers influence the prescription of antibiotics in children. It is reported that only proper educational intervention by the right people with the right tools for both parents and prescribers can sufficiently improve the problem of inappropriate antibiotic practices and gradually eliminate the risk of antibiotic resistance. This narrative review paper provides an overview of the use, ADRs, allergy, errors, and off-label usage of antibiotics in children and also discusses the important role of the parents and prescriber in the use of antibiotics therapy.Item Kistik fibroziste mikrobesin ögelerinin önemi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-01-14) Durmaz, Sevinç Eşer; Yabancı, NurcanKistik fibrozis, kistik fibrozis transmembran kondüktans regulator (KFTR) geninde meydana gelen mutasyonların neden olduğu, solunum sistemi başta olmak üzere epitel dokuya sahip hücrelerin tümünü etkileyen klinik olarak ilerleyici akciğer hastalığı ile karakterize otozomal ressesif geçişli kalıtsal bir hastalıktır. Bireylerin yaklaşık olarak %90’ında pankreatik yetersizlik ve bununla birlikte malabsorbsiyon durumu görülmektedir. Hastalığın patogenezinde yer alan kronik enfeksiyon ve artmış enerji gereksinimi, malabsorbsiyonlar ile birlikte yetersiz beslenme için risk oluşturmaktadır. Malabsorbsiyonlar nedeniyle mikro besin öğelerinin emiliminde azalma, gereksinimdeki artış, yetersiz alım ve bu durumun sonucu olarak hastalığın kötü prognozu, yaşam kalitesinin ve süresinin azalmasına neden olmaktadır. Kistik fibroziste beslenme durumu değişikliklerinin belirlenmesi, buna yönelik erken ve uygun beslenme müdahalelerinin yapılması gerekmektedir. Kistik fibrozisli bireylerde yaşam boyunca büyüme ve beslenme durumunun takip edilmesi önerilir. Pankreatik enzim replasman tedavisi (PERT), hidrasyon ve elektrolit dengesi ile birlikte yaşamın erken dönemlerinde diyetisyen kontrolünde optimal beslenme durumu sağlanmalıdır. Kistik fibroziste optimal beslenme, doğru pişirme yöntemleri ile birlikte diyet ile mikro besin ögeleri alımında etkili olmasına rağmen, bu hastalarda mikro besin öğeleri yetersizliği önlenemeyebilmektedir. Bu durumda optimal beslenme ile birlikte rehberlerin önerileri göz önünde bulundurularak, bireylerin gereksinimine ve biyokimyasal değerlerine uygun vitamin-mineral desteğine gereksinim duyulmaktadır.Item Clinical features and quality of life in duchenne and becker muscular dystrophy patients from a tertiary center in Turkey(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-01-15) Köken, Özlem Yayıcı; Kucur, Özge; Taşkıran, Candan; Sel, Çiğdem Genç; Öztoprak, Ülkühan; Aksoy, Erhan; Aksoy, Ayse; Yoldaş, Tamer; Yüksel, DenizIntroduction: Duchenne Muscular Dystrophy (DMD) and Becker Muscular dystrophy (BMD), are chronic and progressive and rare genetic disorders that cause systemic involvement such as progressive muscle deterioration, motor disability, cardiomyopathy, and respiratory problems, with an increased risk of cognitive decline and psychological problems They are a group of neuromuscular diseases in which psychological problems affect negatively on quality of life (Qol) not only patients but also caregivers. This study demonstrates the clinical features of patients with DMD/BMD and their caregivers and compares controls with respects to psychological and social aspects. Materials and Methods: A total of 20 patients (3 with BMD and 17 with DMD), aged between 8 and 18 years, and 20 age-matched healthy children were included in this descriptive and cross-sectional study. The patients were evaluated by the pediatric neurology, cardiology, and psychiatry departments at the study time. Their demographic and clinical features were recorded. The Wechsler Intelligence Scale for Children-Revised (WISC-R), Pediatric Quality of Life Inventory (PedsQL) and its parent form, and the Strengths and Difficulties Questionnaire (SDQ) were applied to all of the participants. Results: The QoL scores were lower in patients with moderate and severe DMD/ BMD and their caregivers. In patients with DMD and in both groups, emotional symptoms, peer problems and prosocial behavior scores were higher in the subsets of the SDQ. The PedsQL child-parent scores were lower in all of the subsets with statistical significance. Conclusions: DMD and BMD comprise a group of chronic diseases with multiple complications that are difficult to manage. A QoL equal or close to that of the healthy children should be targeted. Today, proposed or experimental treatments for this disease group are assessed based on their ability to enhance QoL. Inquiring into the QoL and counseling should become routine.Item The prevention of non-traumatic home accidents among children aged 0-6 year(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-01-15) Doğan, Murat; Öztürk, Mehmet AdnanIntroduction:Home accidents are a general problem of societies and most of them are preventable. The aim of this study is to investigate the factors affecting the non-traumatic household and the prevention of accidents in the 0-6 age group. Materials and Methods: We evaluated 335 non-traumatic home accident cases between January 2018-December 2019. The data were collected through a questionnaire developed in the light of the literature. In this form, questions were asked about the characteristics of the children and their families and how the home accident happened. Results: Home accident occurred more frequently in boys. The most common type of home accident was taking medication (45.8%), followed by corrosive substance ingestion (28%), foreign body ingestion and aspiration (26.2%). Most of the cause of home accident was due to family reasons (neglect/inattention). There was a positive correlation between the level of education of parents and home accidents. Neglect/inattention-related home accident increased significantly with the increase in maternal age, the rate of non-working parents and the low level of education of the parents (p<0.001). Conclusions: As a result of our study, we found that the majority of home accidents were not due to the neglect and inattention of the parents. We think that almost all home accidents can be prevented by education. In order to prevent home accidents in children 0-6 years of age, families and child minders should be educated about the developmental characteristics of children, home accidents risk factors, home accidents safety measures and home environments.Item Çocuklarda beta-laktam antibiyotiklere aşırı duyarlılık şüphesi ve çocuk alerji klinik deneyimleri(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-01-25) Ertuğrul, Ayşegül; Başkaya, Nevzat; Esenboğa, Saliha; Özmen, SerapGiriş: Çocuklarda ilaca bağlı aşırı duyarlılık reaksiyonlarına en sık neden gösterilen ilaçlar beta-laktam antibiyotiklerdir (BLA). Ancak, hastaların %95’inden fazlası uygun bir şekilde değerlendirildiğinde güvenle penisilin grubu ilaçları kullanabilmektedir. Bu çalışmada şüpheli BLA alerjisi nedeniyle başvurmuş hastaların klinik özelliklerini, ilaç alerjisine yönelik yapılan tanısal testleri ve sonuçları incelenerek gerçek BLA alerjisi sıklığını değerlendirmeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Çalışmada, üçüncü basamak bir sağlık merkezinde çocuk alerji polikliniğine, bir yıllık sürede, şüpheli BLA alerjisi nedeniyle başvurmuş 44 çocuk retrospektif olarak değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya BLA alerjisi şüphesi ile toplam 44 çocuk (kız/erkek: 24/20) dahil edildi. Hastaların %38,6’sında (n=17) alerjik hastalık öyküsü, %36,4’ünde (n=16) ailede alerjik hastalık öyküsü vardı. En sık bildirilen şüpheli ilaç amoksisilin klavulonat (%75), en sık antibiyotik kullanım nedeni akut tonsillit (%56,8) idi. En yaygın klinik tabloyu cilt bulguları (%97,7) oluşturmaktaydı. Yapılan alerjik değerlendirme sonucunda toplam 5 hastada (%11) BLA alerjisi saptandı. BLA alerjisi saptanan çocuklar ile saptanmayanlar arasında yaş, cinsiyet, atopi öyküsü ya da ailede ilaç alerjisi öyküsü varlığı açısından anlamlı bir farklılık saptanmadı (p>0,05). Sonuç: Tanısal değerlendirme sonrası, sadece öykü ile şüpheli alerjik reaksiyon kabul edilecek olguların gerçekte az bir kısmında BLA aşırı duyarlılığı olduğu gösterilmiştir. BLA’lara karşı alerjik reaksiyon öyküsü olan çocuklarda doğru tanıyı güvenle ortaya koymak ve hastaları gereksiz yere ilaç alerjisi tanısıyla etiketlememek için ayrıntılı bir klinik öykü doğrultusunda uygun ilaç alerjisi değerlendirmesi gerekmektedir.Item Türkiye’deki yenidoğan hekimlerinin klinik ultrasonografi kullanımı ve bakışının değerlendirildiği ulusal anket çalışması(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-01-29) Ceran, Burak; Çakır, Ufuk; Solak, Yavuzalp; Tayman, CüneytGiriş: Türkiye’deki yenidoğan hekimlerinin klinik ultrasonografi (US) kullanımı, görüş ve deneyimleri hakkında bilgi bulunmamaktadır. Çalışmamızın amacı ülkemizdeki yenidoğan hekimlerinin klinik US kullanımı konusundaki, tutum, tercih, kullanım sıklığı ve bakış açılarının değerlendirilmesidir. Gereç ve Yöntem: Çalışma Türkiye’deki yenidoğan hekimlerinin anket yoluyla elektronik ortamda 01 Şubat-1 Mart 2020 tarihleri arasında katılımı ile gerçekleştirildi. Katılımcıların yaş, cinsiyet, görev yapılan sağlık kurumu, yenidoğan yoğun bakımdaki deneyim süresi ve akademik unvan bilgileri kaydedildi. Ankete katılan katılımcılara, klinikte US kullanıp kullanmadığı, kullanıyorsa hangi vücut bölgesi ve hangi girişim için kullandığı, bunun için eğitim alıp almadığı gibi sorular yöneltildi. Klinik US ile ilgili tutumları 5 noktalı Likert skalası ile değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya 120 yenidoğan hekimi katıldı. Katılımcıların yaş ortalaması 40,38±5,24 yıl olarak bulundu. Katılımcıların kliniklerinde %90 (n=108) oranında US cihazı bulunurken katılımcılar arasında US yapma sıklığı %69,1 (n=83) olarak tespit edildi. Klinikte US cihazı mevcudiyeti, kullanımı, klinik US eğitimine katılım, pediatrik radyoloji rotasyonunun yenidoğan yan dal eğitim programında yer alması, kranial US, abdominal US ve santral ven kateterizasyonu için US kullanımı konusunda akademik ünvana göre cevaplarda gruplar arası fark bulunmadı (p>0,05). Akciğer US kullanımı yan dal araştırma görevlisi grubunda (%86,7) diğer akademik ünvanlara oranla anlamlı olarak daha yüksek oranda bulundu (p<0,05). Sonuç: Çalışmamız alanındaki ilk ulusal çalışmadır; Ülkemizde kritik hasta grubu olan yenidoğanların tanısı, izlemi ve tedavisinde önemli yeri olan US’nin yenidoğan hekimleri tarafından yeterince etkin kullanılmadığı tespit edilmiştir.Item Vitamin D levels of COVID-19 positive sypmtomatic pediatric cases(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-02-02) Söbü, Elif; Karaaslan, Ayşe; Çetin, Ceren; Akın, YaseminIntroduction:Vitamin D is known as a vitamin but also it acts as a prohormone and has many functions. The aim of this study is to investigate the vitamin D levels in pediatric patients with COVID-19. Materials and Methods: A retrospective study was performed in a tertiary education and research hospital in Istanbul, Turkey during the period of Marcht o April 2020. Children diagnosed with symptomatic COVID-19 infection were included in the study. Demographic, clinical and laboratory findings were recorded from patient charts retrospectively. All patients investigated for vitamin D levels. Control group consists of healthy children admitted to pediatric outpatient units for routine check-up in the same season.Thirty children with COVID-19 and 82 healthy children included in this study were compared due to 25-OH vitamin D levels. Results: The median age of COVID-19 positive patients was 11.8 (1.8-17.6) years and the median age of control group was 12.7 (1-16.4) years old. There were 15 (50%) females and 15 (50%) males in infected group and there were 39 (47.5%) females and 43 (52.5%) males control group. Age and gender did not differ among the groups. Median vitamin D level in COVID-19 positive group was 8.9 ng/ml (3- 42 ng/ml) and 18.5 ng/ml (9-40.7 ng/ml) in control group. We detected significantly lower vitamin D values in COVID19(+) group when compared with control group (p<0.001). CT was performed 19 patients in COVID-19 positive group and viral pneumonia was detected in 12(63%) of 19. pneumonia (+) group a 17.4-years-old female patient and a 13.1-years-old male patient had low phosphorus levels by age (2.2 and 2.4 mg/dl). Both of them needed high flow oxygen therapy. None of the other cases needed oxygen therapy. Conclusions: This is the first study to date has measured vitamin D levels in children with COVID-19 in Turkey. We detected significantly lower vitamin D values in COVID-19(+) hospitalized children.Item Yenidoğan yoğun bakım ünitesinde viral alt solunum yolu enfeksiyonu olan bebeklerin değerlendirilmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-02-11) Kasap, Tuba; Takcı, Şahin; Özcan, PelinGiriş: Alt solunum yolu enfeksiyonları (ASYE); tüm dünyada çocukluk çağında hastaneye yatış gerektiren ve mortaliteye sebep olan nedenlerin başında gelmektedir. Bu çalışmanın amacı; viral ASYE tanısıyla yenidoğan yoğun bakım ünitesinde (YYBÜ) izlenen hastaların özelliklerinin değerlendirilmesi, viral etkenlerin ortaya konulması ve risk faktörlerinin araştırılmasıdır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada; bir üniversite hastanesinde 3. basamak YYBÜ’ye Ocak 2018 ve Mart 2020 tarihleri arasında takip ve tedavi için yatırılıp viral ASYE tanısı koyulan hastaların özellikleri ve solunum yolu viral paneli sonuçları geriye dönük olarak incelendi. Hastalar RSV (+) saptananlar ve RSV-dışı viral etken saptanalar olmak üzere iki gruba ayrıldı ve gruplar karşılaştırıldı. Bulgular: Çalışmaya 24 hasta dahil edildi. SYVP sonuçlarında 6 (%25) hastada RSV-A, 8 (%33,3) hastada RSV-B, 10 (%41,6) hastada RSV dışı viral etkenler saptandı. RSV saptanan hastalar ile RSV dışı etkenlerin saptandığı hastalar arasında sosyo demografik özellikler açısından fark bulunmazken; RSV saptanan grupta akciğer grafisinde infiltrasyon varlığı (pnömoni) daha fazla, solunum ya da oksijen desteği alma oranı daha yüksek ve ortalama yatış süresi daha uzun olarak saptandı (p değerleri sırasıyla 0,001, 0,001 ve 0,017). Yatış süresi ile C-reaktif protein düzeyi arasında pozitif yönde, orta düzeyde korelasyon saptandı (r=0,558, p=0,005). Sonuç: YYBÜ’de viral ASYE’de en sık etken RSV olarak bulunmuştur. Bu nedenle YYBÜ’de çalışanların hijyen kurallarına çok dikkat etmeleri ve ziyaretçilerin de bu konuda ciddi şekilde eğitildikten sonra YYBÜ ortamına alınmaları vurgulanmalıdır. Viral ASYE düşünülen hastalarda erken tanı-tedavi yapılabilmesi ve hastalığın yayılımının önlenebilmesi için viral testlere ulaşımın artırılması ve testlerin yaygınlaştırılması önem arz etmektedir.Item Okul öncesi çocuklarda ameliyat sonrası ağrı ölçeği: Türkçe geçerlilik ve güvenirliliği(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-02-11) Sezer, Tufan Aslı; Esenay, Figen Işık; Korkmaz, GülçinGiriş: Bu çalışmada, ülkemizde okul öncesi dönemde (1-5 yaş) olan çocukların ameliyat sonrası ağrının değerlendirilmesi için uygun geçerli ve güvenilir bir ölçek bulunmaması göz önüne alınarak ameliyat sonrası ağrı değerlendirme araçlarından biri olan Okul Öncesi Çocuklarda Ameliyat Sonrası Ağrı Ölçeğinin (The Toddle Preschooler Postoperative Pain Scale-TPPPS) Türkçe geçerlilik güvenirlilik çalışmasının yapılarak kliniklerde hemşirelere ve araştırmacılara kazandırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışma metadolojik nitelikte olup, Ankara Üniversitesi Cebeci Çocuk Hastanesi Çocuk Cerrahi servisinde Nisan-Temmuz 2019 tarihleri arasında (1) 1-5 yaş aralığında olan, (2) çocuk cerrahi kliniğinde ameliyat olmuş ve postop ilk 1 saat içinde olan, (3) ebeveyni çalışmaya katılmaya gönüllü olan çocuklar alınmıştır. Çalışmaya dahil edilme kriterlerini karşılayan çocukların ebeveynlerinden bilgilendirilmiş onamları alınmıştır. Çalışmanın verileri Tarbell ve ark. (1992) geliştirdiği “Okul Öncesi Çocuklarda Ameliyat Sonrası Ağrı Ölçeği”, FLACC (Face, Legs, Activity, Crying, Consolability) ve “Sosyo demografik Bilgi Formu” ile toplanmıştır. Hastaların post-op 0., 15. ve 30. dakikalardaki ağrı düzeyleri TPPPS ve FLACC ölçekleri kullanılarak değerlendirilmiştir. TPPPS Türkçe formunun geçerlilik çalışması kapsamında, önce ölçeğin dil geçerliliği yapılmış daha sonra içerik geçerliliği için uzman görüşleri değerlendirilmiştir. Güvenilirlik çalışması kapsamında ise, iç tutarlılık kat sayısı ve Paralel Test-Halihazır güvenilirliği incelenmiştir. Bulgular: Çalışmanın sonuçlarına göre, TPPPS’nin iç tutarlılık güvenirlik kat sayısı 0,70’in üzerinde ve FLACC ile yüksek derecede uyumlu bulunmuştur. Sonuç: TPPPS ölçeği, okul öncesi dönemde (1-5 yaş) olan çocukların ameliyat sonrası ağrılarının değerlendirilmesi için geçerli ve güvenilir bir araçtır.Item Maternal obezitenin preterm bebeklerin morbidite ve mortalitesine etkisi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-03-11) Beşer, Esra; Şimşek, Gülsüm Kadıoğlu; Ceran, BurakGiriş: Obezite günümüzde gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin en önemli sağlık sorunları arasında yer almaktadır. Literatürde maternal obezitenin, prematüre bebekler üzerindeki etkisine ilişkin veriler sınırlıdır. Bu çalışmada maternal obezitenin preterm bebeklerin morbidite ve mortalitesi üzerine etkisinin araştırılması amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Gestasyon haftası ≤34 olan bebeklerin dosyaları retrospektif olarak incelendi. Doğum sırasındaki maternal vücut kitle indeksine(VKİ) göre anne-bebek çiftleri iki gruba (VKİ≥30 kg/m2 ve VKİ<30 kg/m2) ayrılarak karşılaştırıldı. Bulgular: Toplam 100 anne-bebek çiftinin verileri analiz edildi. Doğum sırasında VKİ≥30 kg/m2 olan n=33 (%33) anne saptandı ve Grup 1 olarak tanımlandı. VKİ<30 kg/m2 olanlar Grup 2 olarak tanımlandı. Grup 1 ve 2’de ortalama gebelik yaşı sırasıyla 29,89±2,98 ve 30,36±2,79 (p=0,682) hafta ve doğum ağırlıkları 1368±512 ve 1475±515 (p=0,331) gram idi. Grup 1’de mortalite anlamlı olarak yüksek bulundu (%30,3, p=0,009). Diğer preterm morbiditeleri her iki grupta benzer oranlardaydı. Regresyon analizinde maternal VKİ≥30 kg/m2 olması neonatal mortalite için bağımsız risk faktörü olarak saptandı (OR 4,5, %95 CI 1,4- 14,5, p=0,01). Sonuç: Önemli bir sağlık sorunu olan obezitenin; prematüre bebeklerde önlenebilir mortalite sebebi olması dikkat çekicidir. Yakın perinatal takibin bu sürece olumlu etkisinin olacağını düşünmekteyiz.Item Bursa Bölgesinde alerjik astım tanılı çocuklarda ağaç polen alerjenlerine duyarlılık oranlarının araştırılması(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-03-22) Canıtez, Yakup; Çekiç, Şükrü; Tıp Fakültesi; Çocuk Alerji Bilim Dalı; 0000-0001-8929-679X; 0000-0002-9574-1842Giriş: Alerjik astım tanılı çocuk olgularda ağaç polenleri alerjenlerine karşı duyarlılık oranlarının, ağaç polen duyarlılığına etki eden çeşitli faktörlerin araştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya alerjik astım tanılı 5-18 yaş arası 560 çocuk olgu alındı. Olguların klinik, laboratuvar ve deri prik testi verileri retrospektif olarak incelendi. Bulgular: Çalışmada yer alan olgularda deri prik testlerinde, ağaç polen alerjilerine genel duyarlılık [Olea europeae (Zeytin ağacı), Alnus glutinosa (kızılağaç), Platanus acerifolia (Çınar ağacı), Corylus avellena (Fındık ağacı), Betula verrucosa (Huş ağacı), Pinus silvestris (Sarıçam ağacı)]’ den en az birine duyarlılık varlığı) oranı %17,7 olarak saptandı. Diğer alerjen duyarlılıkları; akarlar %75,0, çimen polenleri %47,3, tahıl polenleri %39,5, yabani ot polenleri %18,4, kedi ve/ veya köpek %13,4, mantarlar %12,9, hamam böceği %6,1 olarak bulundu. Ağaç polen alerjenlerine genel duyarlılık oranlarının 5-8 yaş grubunda (%9,5), 9-13 yaş grubunda (%20,7), 14-18 yaş grubunda (%28,8) oranlarında bulunduğu ve yaş ile paralel artış gösterdiği saptandı (p<0,001). Ağaç polenleri genel duyarlılığının, eşlik eden alerjik rinit veya alerjik konjonktivit varlığında daha yüksek oranlarda görüldüğü (sırasıyla p=0,019, p=0,002), akar duyarlılığı varlığında ise daha düşük oranda görüldüğü (p<0,001) bulundu. Sonuç: Bu çalışmada 5-18 yaş alerjik astımlı çocuklarda ağaç polen duyarlılığı oranları dikkate değer bir oranda saptanmıştır. Ağaç polen ve diğer alerjen duyarlılıkları ile ilgili alerjik astımlı çocuklardan elde edilen bu veriler, hastaların tanı ve tedavi yaklaşımlarında göz önünde bulundurulmalıdır.Item Akut lösemili çocuklarda konjenital malformasyon sıklığı: Tek merkez raporu(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-12-07) Güler, Salih; Temuroğlu, Aytül; Sezgin, Melike; Baytan, Birol; Güneş, Adalet Meral; Tıp Fakültesi; Çocuk Hematoloji Ana Bilim Dalı; 0000-0002-2398-0959; 0000-0002-8943-6585; 0000-0002-4792-269X; 0000-0002-9375-2855; 0000-0002-0686-7129Giriş: Lösemi, multifaktöriyel bir hastalıktır. Bazı genetik sendromların lösemi sıklığını artırdığı iyi bilinmektedir. Biz çalışmamızda sendromik olmayan malformasyon ile lösemi ilişkisini değerlendirdik. Gereç ve Yöntem: Akut lösemi tanısı almış 288 hasta çalışmaya dahil edildi. Malign olmayan hematolojik hastalığı olan 201 hasta kontrol grubu olarak kabul edildi. Sendromik çocuklar her iki grupta da dışlandı. Tüm çocuklar ICD-10, Bölüm XVII’ye göre konjenital malformasyon açısından muayene edildi. Her iki grupta malformasyonların tipi ve sayısı karşılaştırıldı. Bulgular: Tanı anındaki yaş, cinsiyet, ebeveynler arasında akrabalık, anne babanın doğum yaşı, ailede kanser öyküsü ve annenin önceki gebelikleri açısından lösemi ve kontrol grubu arasında fark yoktu. Lösemili popülasyonda konjenital malformasyonlar daha fazla görüldü (p<0,001). Kontrol grubunda en sık görülen malformasyon cilt üzerindeydi. Lösemili çocuklarda en sık görülen malformasyon dolaşım sisteminde görülürken, ikinci bölge ciltti. Dolaşım sistemi malformasyonuna sahip olmanın lösemi riskini 12,53 kat artırdığı bulundu. Sonuç: Konjenital malformasyonlar lösemili çocuklarda daha yaygındı. Dolaşım sistemi malformasyonuna sahip olmanın lösemi riskini önemli ölçüde artırdığını bulduk. Bu risk daha önceki çalışmalara göre daha yüksekti. Bu durumun lösemide kemoterapiye başlamadan önce kardiyak fonksiyonların değerlendirilmesi amacıyla her hastaya rutin ekokardiyografinin yapılıyor olmasından kaynaklanabileceğini düşündük.Item Perceptions and approaches of mothers towards the weight of their overweight and obese child(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-12-10) Çolak, Bahar; Kahriman, İlknur; Meral, BuketIntroduction:This study aimed to determine how mothers with overweight and obese child perceived their child’s weight and how they approached his/her weight problem. Materials and Methods: The study was carried out between April and December 2017 with 212 mothers who agreed to participate voluntarily in the study at a university hospital and a public hospital. The data that were collected using a questionnaire prepared by the researchers were gathered by face-to-face interview method. The questionnaire consists of four parts including demographic information about the mother and the child, mothers’ perceptions of their child’s weight, mothers’ applications for his/her weight and the methods used by mothers and the attitude they had in applying these methods respectively. Results: The mean age of the mothers was 35.75±5.56. 50% of them had secondary school or below education level. 52.4% of overweight or obese children were girls, and the mean age of the children was 7.94±2.91. Besides, 47.6% of mothers were at a normal weight, 39.2% were overweight and 12.3% were obese. 54.7% of mothers perceived their child’s weight inaccurately. Conclusions: The study demonstrated that the majority of the mothers perceived the weight of their overweight and obese child inaccurately and considered him/ her at a normal weight. Mothers who were aware of the fact that their child was overweight or obese performed various applications to solve the child’s weight problem.