2005 Cilt 31 Sayı 2
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/18230
Browse
Browsing by Department "Tıp Fakültesi"
Now showing 1 - 6 of 6
- Results Per Page
- Sort Options
Item Düşük-evre gliomdan yüksek evre glioma progresyon: konvansiyonel, perfüzyon mr ve mr spektroskopi bulguları(Uludağ Üniversitesi, 2005-12-16) Hakyemez, Bahattin; Doğan, Nurullah; Bekar, Ahmet; Parlak, Müfit; Tıp Fakültesi; Nöroşirürji BölümüAstrositik tümörler çoğunlukla düşük-evreden yüksek evreli lezyona dönüşme eğilimi gösterirler. Konvansiyonel manyetik rezonans (MR) bulguları ile bu iki farklı histopatolojik lezyonun ayrımı bazen güç olabilmektedir. Bu durumda tümöral vaskülariteyi dolaylı gösteren perfüzyon MR ve hücresel metabolizmayı ortaya koyan MR spektroskopi bize fonksiyonel ilave bilgiler verebilmektedir. Biz bu sunuda aynı olguda düşük-evreli astrositomdan yüksek-evreli astrositoma geçişte konvansiyonel, perfüzyon ve spektroskopi MR bulgularını literatür verileriyle birlikte gösterdik. Yüksek-evreli tümörde vasküler proliferasyona bağlı olarak rCBV oranında belirgin yükselme görüldü. MR spektroskopide kolin pikinde ileri derece artma, laktat pikinde orta derecede yükselme ve n-asetil aspartat pikinde ileri derecede azalma izlendi.Item Hemitiroidektominin kan kalsiyum düzeyine etkisi(Uludağ Üniversitesi, 2005-02-08) Kırdak, Türkay; Korun, Nusret; Tıp Fakültesi; Genel Cerrahi Ana Bilim Dalıİki taraflı tiroid operasyonları tiroid kapsülü ile yakın temas halindeki dört paratiroid glandınıda ilgilendirir. Hemitiroidektomi daha sınırlı bir operasyon olup, sadece tiroidin bir tarafında yerleşik iki paratiroid glandını doğrudan etkileyebilir. Bu nedenle unilateral operasyon sonrası hipokalsemi oranı daha düşüktür. Bu çalışmanın amacı hemitiroidektomi sonrası gelişen serum kalsiyum değişiklikleri ve hipokalsemileri incelemektir. Bu nedenle hemitiroidektomi yapılan ardışık 53 hemitiroidektomi olgusunda operasyona giderken, operasyondan sonraki 12-24. saatlerde ve postoperatif 1.aydaki serum total kalsiyum düzeyleri incelenmiştir. Veriler incelendiğinde hemitiroidektomi sonrası 12 (%22.6) olguda geçici hipokalsemi gelişti, ancak bu olguların tümü asemptomatikti. Sonuç olarak, hemitiroidektomi sonrası total kan kalsiyum düzeylerinde anlamlı azalma olur ve olguların bir kısmında geçici hipokalsemi gelişir, ancak hipokalsemi genellikle asemptomatiktir. Bu durum cerrahi sonrası biokimyasal testlere veya kalsiyum desteğine gerek kalmaksızın hastaların erken taburcu edilmesini sağlayabilir.Item Mide kanserinde prognostik faktörler(Uludağ Üniversitesi, 2005-02-20) Bağcıvan, Erol; Akyağcı, Serpil Bilgin; Özgüç, Halil; Kırdak, Türkan; Korun, Nusret; Tıp Fakültesi; Genel Cerrahi Ana Bilim DalıAmaç: Mide kanseri nedeniyle ameliyat ettiğimiz hastalarda prognostik faktörlerin belirlenmesi. Gereç ve Yöntem: Ocak 1990-Aralık 2000 yılları arasında mide kanseri nedeniyle opere edilen 363 hastadan 15’in üzerinde lenf bezi çıkarılan, küratif rezeksiyon uygulanan 81 hastanın kayıtları retrospektif olarak incelendi.Yaş, cinsiyet, başvuru semptomları, uygulanan ameliyat şekli, ameliyata eklenen diğer organ rezeksiyonları, postoperatif komplikasyonlar, tümör yerleşim yeri, tümör boyutu, tümör makroskopik tipi, tümör histolojik tipi, invazyon derinliği, toplam çıkarılan lenf nodu sayıları, metastatik lenf nodu sayıları sınıflamasının prognostik faktör olarak sağkalıma etkisine bakıldı. Bulgular: Hastaların 51’i erkek, 30’u kadın ve yaş ortalamaları 57.8 (24-77) idi. Hastaların verileri univaryans analizle incelendiğinde; proksimal lokalizasyonu ve diffüz yayılım(p=0.005), tümör boyutunun 10 cm’den büyük olması (p=0.002), tümör makroskopik tipi(borrman tip IV) (p=0.008), invazyon derinliği (p=0.024), metastatik lenf nodu sayısının 6’dan büyük olması (p=0.026) ve TNM sınıflamasının(evre IIIB) (p=0.035) sağkalıma etkisi olduğu görüldü. Bu faktörler multivaryans Cox regresyon analiziyle incelendiğinde metastatik lenf nodu sayısı, metastatik lenf nodunun toplam çıkarılan lenf noduna oranının ve TNM sınıflamasının bağımsız prognostik faktörler olduğu saptandı. Sonuç: Çalışmamızda metastatik lenf nodu sayısı, metastatik lenf nodu sayısının çıkarılan toplam lenf nodu sayısına oranı ve TNM sınıflaması bağımsız prognostik faktörler olarak bulunmuştur. Ancak duvar invazyonu ve lenfadenektominin sağkalıma etkisini daha net ortaya koyabilmemiz için vaka serimizin ve erken evre hastalarımızın sayısının artmasına ve cerrahi tekniğin standardizasyonuna ihtiyaç vardır.Item Neonatal sitomegalovirus hepatiti ve kolestazda antiviral tedavi(Uludağ Üniversitesi, 2005-12-21) Özkan, Tanju Başarır; Tıp Fakültesi; Çocuk Gastroenteroloji Hepatoloji ve Beslenme Bilim DalıNeonatal hepatit, değişik nedenlerle 3 aydan küçük süt çocuklarının karaciğerinde benzer morfolojik değişikliklere yol açan hastalıkların grubudur. Sitomegalovirus enfeksiyonu da neonatal hepatit nedenlerinden biridir. Kolestatik süt çocuklarının yaklaşık % 40’ının etiyolojisinde neonatal hepatit vardır. Sitomegalovirus hepatosit ve kolanjiositleri enfekte ederek çoğalır. İmmün yetersizliği olmayan süt çocuğunda da latent; akut kolestatik veya kronik hepatite yol açabilir. Özellikle ağır olgularda Gansiklovir tedavi şansı değerlendirilmelidir. Ocak 2003-Ocak 2005 arasında CMV neonatal hepatit tanısı alan 12 olguda çalışma yapıldı. Grup 1, 7 bebekten oluşup 21 gün süreyle gansiklovir tedavisi uygulandı. Grup 2, 5 bebekten oluşup antiviral tedavi almadı. Her 2 gruptan çocukların başlangıç ve 3 ay sonra fizik muayene, biyokimya, serolojik değerleri karşılaştırılarak gansiklovir tedavisinin kolestetik hepatitte uygun ve güvenilir olduğu sonucuna varıldı.Item Trombolitik tedavi uygulanarak reperfüzyon sağlanan akut miyokard infarktüslü olgularda periferik monositoz ile miyokard hasarının ilişkisi(Uludağ Üniversitesi, 2005-12-19) Baran, İbrahim; Kaderli, Aysel Aydın; Özdemir, Bülent; Mehmetoğlu, Ertuğrul; Güllülü, Sümeyye; Aydınlar, Ali; Tıp Fakültesi; Kardiyoloji Ana Bilim DalıAkut miyokard infarktüsü sonrası infarktüs alanının iyileşmesinde monosit ve makrofajların rolü olduğu bilinmektedir. Ortaya çıkan iyileşme ile miyokardın yerine bağ dokusu geçerek sol ventrikül fonksiyonunun bozulmasına neden olmaktadır. Çalışmamız, akut ST elevasyonlu miyokard infarktüsü (Mİ) sonrası sol ventrikül fonksiyonları ile periferik kandaki monositoz arasındaki ilişkiyi değerlendirmek üzere planlandı. Çalışmaya akut Mİ tanısıyla yatırılıp, trombolitik tedavi uygulanan ve reperfüzyon sağlanan 30 olgu alındı. Olgularda başvuruda, 2-4’üncü günlerde hemogram, 3-5. günler arasında ekokardiyografik değerlendirme yapıldı. Hastaların bazal ve 4. günde periferik kanda bulunan monosit, nötrofil yüzdeleri, lökosit sayıları ile sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu karşılaştırıldı. Ejeksiyon fraksiyonu, olguların 17’sinde %45’in altında (grup I), 13’ünde % 45’ten yüksek (grup II) bulundu. Grup I’de 4. gündeki monosit yüzdesinde bazale göre anlamlı miktarda artış (grup I’de %5.2±4.4-%10.8±3.0, p<0.001) izlenirken, grup II’de anlamlı farklılık gözlenmedi (Grup II %7.3±3.1-7.7±2.5, p<0.001 ). Sonuç olarak akut Mİ sonrası periferik kandaki monosit oranı artışının, sol ventrikül hasarının göstergesi olabileceği görüşüne varıldı.Item US: serbest ve loküle plevral sıvının ayrımında lateral dekübitus röntgenogramının yerini alabilir mi?(Uludağ Üniversitesi, 2005-12-20) Fakı, İsmail; Topal, Nail Bolca; Topal, Uğur; Tıp Fakültesi; Radyoloji Ana Bilim DalıBu çalışmada serbest ve loküle plevral sıvı ayrımında ultrasonografinin yan dekübitus röntgenogramı ile karşılaştırılarak doğruluğunun değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Çalışmaya göğüs posteroanterior (PA) röntgenogramı ya da ultrasonografi (US) incelemelerinden herhangi birinde plevral sıvı saptanan hastalar alındı. Tüm hastalarda göğüs PA, yan, yan dekübitus (YDR) röntgenogramları ve toraks US incelemeleri elde olundu. US inceleme ve ölçümler hastalar hem sırtüstü yatar hem de oturur pozisyonda iken yapıldı. Değerlendirmeler aksiyal planda aynı interkostal aralıktan yapıldı ve plevral sıvı kalınlığı ölçüldü. İki pozisyonda ölçülen sıvı kalınlıkları arasındaki fark hesaplandı. Aradaki fark 1 cm’den fazla ise sıvının serbest olduğu kabul edildi.US ve YDR birbirinden habersiz iki farklı radyolog tarafından değerlendirildi. Yirmi üç hastada 28 plevral sıvı incelendi. Sıvılardan 17’si serbest, geri kalanı loküle olarak değerlendirildi. US incelemede tüm hastalarda YDR ile aynı sonuca ulaşıldı. US ucuz, zararsız ve kolay uygulanabilir olması nedeniyle serbest ve loküle plevral sıvı ayrımında özellikle yoğun bakım şartlarında YDR yerine seçilecek yöntem olmalıdır.