Sağlık Bilimleri Doktora Tezleri / PhD Dissertations
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/25
Browse
Browsing by Language "tr"
Now showing 1 - 20 of 539
- Results Per Page
- Sort Options
Item 12-13 yaş grubu yüzücülerin anaerobik, aerobik kapasitelerinin incelenmesi ve oksidan ve antioksidan dengenin değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2005-01-10) Şahin, Şenay; Kuter, Füsun Öztürk; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Beden Eğitimi ve Spor Ana Bilim DalıBu çalışmada, yüzme kış sezonunda yatışmalara hazırlanan yüzücülere uygulanan antrenmanların sezon öncesi ve sezon sonrası anaerobik ve aerobik kapasiteleri incelenerek oksidan ve antioksidan denge üzerine olan etkileri araştırıldı. Çalışma kapsamına, yaş ortalamaları 12.4 ± 0.3 arasında olan 10 erkek 9 bayan yüzücü gönüllü olarak katıldı. Denekler haftada 6 gün 60-90 dakika antrenman yapan yüzücülerden oluştu. Deneklere yüzme sezonunda antropometrik ölçümler, saha testleri, motorik testler ve biyokimyasal testler yapıldı. Deneklerin sezon öncesi ve sezon sonrası yapılan testler sonucunda elde edilen değerlerin grup içi istatistiksel karşılaştırılmasında eşleştirilmiş t-testi ve Willcoxon testi, gruplar arası karşılaştırmalarda ise Mann-Whitney U testi kullanıldı. Deneklerin sezon öncesi ve sezon sonrası değerlerinin karşılaştırılmasında, saha testlerinde; sezon sonrası birinci yüzme derecesinde, ikinci yüzme derecesinde, üçüncü yüzme derecesinde, üçüncü yüzme nabız değerinde, hedef yarış olarak seçilen 100 m branş yüzme nabız değerinde ve T 30 yüzme değerinde sezon öncesine göre istatistiksel düzeyde anlamlı bulundu (p<0.001). Yüzücülerin yapılan motorik testlerinde sezon sonrası 20 m mekik koşusu, aktif sıçrama değerlerinde sezon öncesine göre istatistiksel düzeyde anlamlı bulundu (p<0.01). Biyokimyasal testler açısından yarışma öncesi değerler yarışma sonrası değerlere göre serum katalaz enziminde, Kreatin kinaz ve laktatdehidrogenaz enzimlerinde istatistiksel düzeyde anlamlı farklılıklar bulundu (p<0.01, p<0.001). Çalışma sonucunda; yüzücülere yapılan saha ve motorik test ölçümleri sonucunda, elde edilen değerler özellikle aerobik kapasite bakımından geliştikleri yönünde oldu. Deneklerin saha testinde uygulanan 20 m mekik testi ile aerobik kapasiteyi belirleyen endirekt yöntemini desteklemek amacıyla yapılan laktat ölçümleri ve T 30 test sonucu elde edilen değerler de aerobik kapasitenin gelişimini göstermektedir. Deneklerin, 100 m branş yüzme değerleri ve 200 m test performansları ile anaerobik kapasitenin gelişim içinde olduğu, oksidan ve antioksidan dengenin ise korunduğu söylenebilir.Item 14-16 yaş grubu bireylerde spor çalışmalarının sosyal yetkinlik beklentisi ve atılganlık üzerine etkisi(Uludağ Üniversitesi, 2007) Efe, Mehmet; Kuter, Füsun Öztürk; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Beden Eğitimi ve Spor Ana Bilim DalıBu çalışmada, 14-16 yaş grubu bireylerde spor çalışmalarının sosyal yetkinlik beklentisi ve atılganlık üzerine olan etkisi araştırılmıştır. Çalışmaya Bursa ve Sakarya İl Milli Eğitim Müdürlüklerine bağlı, araştırmaya destek vermeyi kabul eden okullardan seçilmiş ve daha önce hiçbir benzeri sosyal etkinliğe katılmamış olan 14-16 yaşları arasındaki gönüllü öğrenciler alınmıştır. Çalışmaya alınan spor branşlarının üçü badminton, judo ve atletizm olmak üzere bireysel; diğer üçü ise hentbol, voleybol ve futbol olmak üzere takım sporlarıdır. Tüm branşlardan deney ve kontrol grupları için 60 kız, 65 erkek toplam 125 kişi kontrol grubunu, 60 kız 65 erkek toplam 125 kişi de deney grubunu oluşturmuştur. Deney grupları haftada iki gün 36 hafta (9 ay) branşa özgü temel spor çalışmalarına alınmıştır. Kontrol grubundaki 125 öğrenci herhangi bir antrenman programına katılmamıştır. Belirlenen deney ve kontrol gruplarına kişisel bilgi formu, Sosyal Yetkinlik Beklentisi (SYB) Ölçeği ve Rathus Atılganlık Envanteri (RAE) çalışmalara başlamadan önce ekim ayı başında ön test olarak verilmiş ardından ara takip testi mart ayı başında gerçekleştirilmiş ve son test ise Haziran ayı sonunda yapılmıştır. Elde edilen verilerin (S.P.S.S. 13.0); grup içi farklılıklarının karşılaştırılmasında Wilcoxon testi, iki grup arasındaki farklılıkları incelemek amacıyla Mann-Whitney U testi, ikiden fazla gruplar arasındaki farklılığı değişkenlere göre incelemek için Kruskal Wallis, değişkenler arasındaki ilişkileri incelemek amacıyla Pearson Korelasyon Katsayısı testleri kullanılmıştır. Bireysel ve takım sporlarının kontrol gruplarında çalışma sonrası SYBPRAEP’larının çalışma öncesi SYBP-RAEP’larına göre yapılan karşılaştırmasında anlamlı bir farklılık bulunmamıştır. Bununla birlikte bireysel ve takım sporlarının her ikisinin de deney gruplarında çalışma sonrası SYBP-RAEP’ları çalışma öncesi SYBP-RAEP’larıyla karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar bulunmuştur (p<0.001). Bireysel ve takım sporlarının deney ve kontrol gruplarındaki deneklerin SYBP-RAEP’ları karşılaştırıldığında ilk test SYBP-RAEP’larında anlamlı bir farklılık yokken, ara test ve son test SYBP-RAEP’larında istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar tespit edilmiştir (p<0.001). Ayrıca deneklerin SYBP’larıyla RAEP’ları arasında pozitif yönlü anlamlı bir ilişki tespit edilmiştir (p<0.001). Sonuç olarak, 9 ay boyunca uygulanan branşlara özgü temel spor çalışmalarının, 14-16 yaş grubu bireylerin Sosyal Yetkinlik Beklentisi ve Atılganlık düzeylerini arttırmada etken olduğu tespit edilmiştir.Item +4 °C ve +38 °C taşıma ve depolama sıcaklıklarında köpek oositlerinin in vitro olgunlaştırılmasına BSA ve FCS'nin etkileri(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020-07-10) Çetinkaya, Mehmet; Sağırkaya, Hakan; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Dölerme ve Suni Tohumlama Ana Bilim DalıBu çalışma iki temel bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde ovariohisterektomi yöntemiyle elde edilen köpek ovaryumlarının +4 °C ve +38,5 °C taşıma sıcaklığında transportunun maturasyona üzerine etkilerinin neler olduğu hedeflenmiştir. Çalışmanın ikinci bölümünde ise köpek oositlerinin in vitro olgunlaştırılması için medyumuna katılan %0,3 BSA ve % 5 FCS protein kaynaklarının etkilerinin karşılaştırılması amacıyla planlanmıştır. Ovario-histerektomi yapılmış köpeklerden alınan ovaryum çiftlerinden biri +4 °C'da diğeri +38,5 °C'da antibiyotik katkılı (Gentamisin Sülfat, 50 mg/ml) PBS solüsyonunu içeren iki farklı kab içersinde 2 saat süresinde laboratuvar ortamına getirilmiştir. Ovaryumlar çevresindeki fazla yağ ve dokudan arındırıldıktan sonra yıkanıp (+38 ºC) PBS içine konuldu. Slicing yöntemiyle elde edilen oositler yıkama petrilerine aktarıldı. In vitro olgunlaştırma için ayrılacak oositlerin seçiminde sağlam bir zona pellusida, en az 3-4 sıra kumulus hücresi, homojen ve zona içini dolduran koyu renkli vitellüs varlığı kriterleri göz önünde bulunarak oosit seçimleri yapıldı. Her iki ısı derecesi içinde üçerli çalışma grupları en az iki saat öncesinden hazırlanmış, üzeri mineral yağ (Sigma) ile örtülmüş, antibiyotik katılmış (Gentamisin Sülfat, 50 mg/ml) +38 °C ve %5 CO2 'liinkübatör ortamında bekletilmiş bulunan altı farklı olgunlaşma medyumuna (Hepes Modifikasyonlu TCM 199, Sigma M-2520) aktarılmıştır. +4 ºC Taşıma Sıcaklığı İçin; 1. Grup (Kontrol):TCM 199+2,2 gr/lt NaHCO3+0,23 mM Na Pyruvate (pH: 7,3; Ozmalite:288 mOsmol), 2. Grup (BSA):TCM199+% 0,3 BSA (Fraction V, Sigma A8806)+ 2,2 gr/lt NaHCO3+0,23 mM Na Pyruvate (pH: 7,3; Ozmalite:288 mOsmol), 3. Grup(FCS):TCM199+%5 FCS (Fetal Calf Serum Biochrom S 0115)+ 2,2 gr/lt NaHCO3+0,23 mM Na Pyruvate (pH: 7,3; Ozmalite:288 mOsmol) +38,5 ºC Taşıma Sıcaklığı İçin; 4. Grup (Kontrol):TCM 199+2,2 gr/lt NaHCO3+0,23 mM Na Pyruvate (pH: 7,3; Ozmalite:288 mOsmol), 5. Grup (BSA):TCM199+% 0,3 BSA (Fraction V ,Sigma A8806)+ 2,2 gr/lt NaHCO3+0,23 mM Na Pyruvate (pH: 7,3; Ozmalite:288 mOsmol), 6. Grup (FCS):TCM199+%5 FCS (Fetal Calf Serum Biochrom S 0115)+ 2,2 gr/lt NaHCO3+0,23 mM Na Pyruvate (pH: 7,3; Ozmalite:288 mOsmol) Daha sonra oositler Germinal Vezikül (GV) aşamasından MII aşamasına gelebilmesi için % 5 CO2 ve % 100'e yakın nemin sağlandığı +38,5 ºC'lık inkübatör ortamında 72 saat olgunlaştırıldı. Olgunlaşma süresinin sonunda oositlerin kumulüs hücreleri vorteks kullanılarak mekanik olarak uzaklaştırıldı. Ardından % 0,7 lik KCl solüsyonunda 4-5 dakika bekletildikten sonra lam-lamel arasında sıkıştırılarak sabitlendi. Hoechst 33258 solüsyonu ile boyandı. Oositlerin değerlendirilmesinde Ki Kare testi kullanıldı. P<0,05 düzeyinin istatistiksel fark bakımından önemli olduğu kabul edildi. Gruplar arasında bir tek (M II) aşamasını tamamlamış olanların istatiksel karşılaştırılmasında; +4 °C'da ki BSA grubu diğer kontrol gruplarından +4 °C ve +38 °C daki FCS gruplarından daha üstün olduğu belirlenmiştir (p<0,05). Sonuç olarak, yapılan çalışmada elde edilen sonuçlar doğrultusunda, köpek oositlerinin in vitro olgunlaşma çalışmalarında medyum proteininin katılmasının gerekli olduğu; olgunlaşmayı destekleyici olarak protein kaynağı olarak % 0,3 BSA 'nın, % 5 FCS' a göre ve +4 °C 'deki taşıma sıcaklığının + 38,5 °C 'da kinden daha etkili olduğu söylenebilir.Item Abomasum deplasmanlı ineklerde glukoz metabolizmasının değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2010-05-20) Mecitoğlu, Zafer; Şentürk, Sezgin; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Veteriner İç Hastalıkları Ana Bilim DalıSunulan çalışmada süt sığırlarında genellikle doğum sonrasında görülen ve insidansı giderek artan abomasumun sola deplasmanlarının etiyolojisinde glukoz metabolizması ve insülin direncinin rolünün araştırılması amaçlanmıştır.Çalışmanın materyalini, aynı işletmeye ait, aynı ortalama yaş, laktasyon sayısı, buzağı doğum ağırlığı, verim grupları, beslenme durumları ve vücut kondüsyonlarına sahip 20 adet sağlıklı ve 20 adet sola abomasum deplasmanlı (LDA) inek oluşturmuştur. Her iki gruptaki ineklerden, klinik muayenelerini takiben kan örnekleri alınarak hematolojik (total lökosit, nötrofil, lenfosit, monosit, eozinofil, bazofil, eritrosit, hemoglobin, hematokrit, MCH, MCHC, trombosit, PCT) ve serum biyokimyasal (albumin, ALP, ALT, amilaz, toplam bilirubin, BUN, Ca, P, kreatinin, globulin, Na, K, TP, glukoz, insülin, fruktozamin, GGT, AST, BHBA) parametreleri karşılaştırılmıştır.Hematolojik muayene sonucunda, total lökosit (p<0,001), nötrofil (p<0,01), lenfosit (p<0,001), monosit (p<0,001), eozinofil (p<0,01), eritrosit (p<0,01), hemoglobin (p<0,001), hematokrit (p<0,001), MCH (p<0,05), MCHC (p<0,05) ve serum biyokimyasal muayenesi sonucunda da albumin (p<0,05), kalsiyum (p<0,05), GGT (p<0,001), AST (p<0,001) ve BHBA (p<0,01) değerlerinde iki grup arasında istatistiksel bir fark belirlenmesine karşın, glukoz metabolizması ile ilişkili olarak glukoz, insülin ve fruktozamin değerlerinde istatistiksel olarak herhangi bir fark tespit edilememiştir.Çalışma sonuçları temelinde, abomasum deplasmanlı hayvanlarda serum glukoz, insülin ve fruktozamin seviyelerinin kontrol grubu ile yakın değerlerde bulunmasına karşın, abomasum deplasmanlı hayvanlarda yüksek olan BHBA değerleri, bu gruptaki ineklerde insülin direncinin varlığını gösterebilir. Çalışmada yine insülin direnci ile yakından ilişkili olan karaciğer fonksiyonlarında, abomasum deplasmanlı hayvanlar ile sağlıklı hayvanlar arasında belirgin bir fark belirlenmiştir. Abomasum deplasmanlarında insülin direnci, glukoz metabolizması ve karaciğer yağlanmasının rolünün araştırıldığı farklı çalışmaların yapılması, abomasum deplasmanlarının etiyolojisinde yeni bir pencerenin açılmasına ve abomasum deplasmanlarının oluşmadan önce belirlenerek önlenebilmesine olanak sağlayabilir. Bununla birlikte abomasum deplasmanlarında, karaciğer profilinin değerlendirilmesi ile, karaciğer yağlanmasının varlığı ve abomasum deplasmanlarının prognozuna etkisi belirlenebilir.Item Aile planlaması yöntemi kullanan 15-49 yaş grubu evli kadınların bir yıl boyunca izlenmesi(Uludağ Üniversitesi, 1999) Kocagil, Canan; Aytekin, Necla Tugay; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Halk Sağlığı Ana Bilim DalıBu çalışmada, aile planlaması (AP) yöntemi alan kadınların yıl sonundaki yönteme devam etme oranları, yöntem değiştirme ve bırakma nedenlerinin saptanması amaçlanmıştır. Araştırmaya 1 No'lu Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Polikliniği'ne kontraseptif yöntem almak için başvuran 754 kadın alınmıştır. Seçilen kadınların yaş ortalaması 28.5 ± 5.70'tir. Kadınların % 80.1 'i 20-34 yaş grubu içindeydi. Çoğunluğu (% 73.5) ilkokul mezunuydu. Kadın başına düşen ortalama doğum 2.03 ± 1.0 ve yaşayan çocuk sayısı 1.95 ± 0.89 idi. Araştırma başlangıcında 426 kadın (% 56.5) RİA, 155 kadın (% 20.6) hap ve 173 kadın (% 22.9) kondom kullanmaktaydı. Kadınların üçer ay ara ile yapılan kontrollerinde yöntem kullanma durumları ve yöntem değiştirme ve bırakma nedenleri saptandı. Birinci yıl sonunda, RİA kullananlar yöntemlerine en yüksek oranda (% 69.5) devam etmişlerdir. RİA'yı kondom (% 52.0) ve hap (% 44.5) izlemiştir. RİA ve hapta değiştirilme ilk aylarda daha fazla oJmuş, 6. aydan sonra azalmıştır. -RİA ve hapın en sık bırakrtma nedenleri yan etkilerdir (% 48.4 ve % 52.-4). -RİAkullananlarda en sık görülen yan etki kanama olmuştur (% 96.4). Hapın yan etkiler nedeniyle-bırakılması RİA'ya göre -biraz daha yüksektir. Hap kullananlarda en sık görülen yan etki sinirlilik, kilo artışı ve baş ağrısı olmuştur (% 87.9). Kondomda en sık rastlanan bırakılma nedeni, kadınların eşlerinin bu yöntemi kullanmak istememesidir (% 64.9). Yöntem değiştirme sırasında görülen gebelik hızı en yüksek olarak (% 14.3) kondom kullanımı sırasında olmuştur. Yöntem değiştirme sırasında istenmeyen gebeliklere sık raslanmakta; yöntemin uzun süreli ve etkili kullanımı ise istenmeyen gebelikleri azaltmaktadır. Yöntem seçimi sırasında uygun danışmanlık verilerek, kişilerin kendileri için en uygun yöntemi seçmelerine yardımcı olunması, yöntem değiştirmeyi azaltarak; istenmeyen gebelikleri de büyük ölçüde önleyecektir. Bu nedenle AP hizmetlerinin yaygınlaştırılması yanı sıra, hizmet sunucuların danışmanlık bilgi ve becerilerinin artırılması önem kazanmaktadır.Item Akciğer lobu kama (wedge) rezeksiyonundanon-kontakt diyod lazer uygulamalarının anlık ve postoperatif erken dönem sonuçlarının araştırılması(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-07-18) Aslan, Vildan; Salcı, Hakan; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Veteriner Fakültesi; Cerrahi Ana Bilim Dalı; 0000-0001-5323-6891Bu çalışmada, akciğer lobu kama (wedge) rezeksiyonunda non-kontakt 980 nm diyod lazerin anlık ve postoperatif erken dönemdeki radyolojik, laboratuvar ve histopatolojik bulgularının araştırılması amaçlandı. Çalışmada Yeni Zelanda ırkı tavşan kullanıldı ve (n=21) 3 gruba (n=7) ayrıldı. Sol torakotomi sonrası cranial akciğer lobunda, grup I'de (GRI) 15 watt/cm2, grup II'de (GRII) 10 watt/cm2 ve grup III'te (GRIII) 5 watt/cm2 güç yoğunluğu kullanılarak kama rezeksiyon yapıldı. Preoperatif ve postoperatif 0, 1, 7 ve 15. günlerde klinik ve radyolojik muayeneler ile preoperatif, 1, 7 ve 15. günlerde hematolojik, biyobelirteç, kan gazı analizleri yapıldı. Tavşanlar 0. gün ve sakrifiye edildikten sonra 15. günde alınan akciğer doku örneklerinin histopatolojisi incelendi. Verilere istatistik uygulandı. Respirasyon'un GRI'de postoperatif süreçte arttığı gözlendi ve 0. günde GRII ile GRI ve GRIII arasında (p=0,009, p<0,001) fark anlamlıydı. WBC, Neu, Eos, Bas, PLT değerleri tüm grup ve zamanlarda referans aralığındaydı. IL-1β, GRI ve GRIII'te 15. günde artarken, istatistiksel olarak anlamlı değildi (p>0,05). IL-8 değeri GRII'de postoperatif süreçte artarken, ölçüm zamanlarına göre preoperatif ile 1. gün (p=0,006) ve 1 ile 7. gün arasındaki (p=0,018) fark anlamlıydı. VEGF değerinin diğer gruplara göre GRII'de 1. günde artarak 15. günde hafif oranda azaldığı görülürken, 15. günde anlamlı farklılık GRI ve GRII arasında saptandı (p=0,013). PCO2, GRI'de 1. gün, PO2, GRI'de 1, 7, 15. gün ve SaO2 GRI'de 1 ve 7. günde referans değer üzerindeydi. GRII'de PO2 için, preoperatif ve 1. gün arasında (p=0,026) fark anlamlıydı. Akciğer deseni yönünden anlamlı farklılık, 1. günde GRI ile GRIII (p=0,03) ve GRII ile GRIII (p=0,018) arasında belirlendi. Karbonizasyon zonu için GRI ile GRIII ve GRII ile GRIII arasında (p=0,011, p=0,004), koagulasyon zonu için GRI ile GRII arasında (p=0,019) anlamlı farklılık saptandı. Fibroplazi miktarı için 15. günde GRI ile GRIII ve GRII ile GRIII (p=0,015, p=0,002) arasındaki fark anlamlıydı. Sonuç olarak; anlık ve erken postoperatif dönemdeki bulgular değerlendirildiğinde, akciğer dokusunun anatomik ve fizyolojik yapısını koruyacak en etkin lazer modunun, 980 nm dalga boyu, 15watt/cm2, non-kontakt mod, ortalama 60 sn süre ve 900 joule olduğu söylenebilir.Item Akciğer tümörlerinde ve tümör cerrahi sınırındaki histopatolojik normal dokularda p53 ve c-myc genlerinin karsinogenik süreçteki rollerinin FISH yöntemiyle araştırılması(Uludağ Üniversitesi, 2002-11-14) Yakut, Tahsin; Egeli, Ünal; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Tıbbi Biyoloji Ana Bilim DalıÇalışmamızda radyoterapi ve kemoterapi almamış olan 53 akciğer kanserli hastanın primer tümör dokuları ve tümör dokularına komşu cerrahi sınır dokularındaki genetik değişiklikler, p53 tümör supressör genine ve c-myc onkogenine özgü problar ve bu genlerin üzerinde bulunduğu 17. ve 8. kromozomların sentromerik bölgelerine özgü problarla FISH yöntemi kullanılarak araştırıldı. 53 vakanın 5 1 'ini Küçük hücreli olmayan akciğer kanseri (KHOAK), 2'sini Küçük hücreli akciğer kanseri (KHAK) tümör dokuları oluşturmaktaydı. KHOAK'li 51 vakanın tümör dokularından, yedisinde p53 delesyonu, dördünde c-myc amplifikasyonu, ikisinde monozomi 17, üçünde ise trizomi 8 saptandı, altı vakanın tümör dokusundaysa yüksek oranda poliploidi mevcuttu. KHAK'li iki vakanın tümör dokularından birinde c-myc amplifikasyonu saptandı. 17. ve 8. kromozomun total kayıp yada fazlalıkları ve poliploidiler açısından bakıldığında akciğer tümörlerindeki genetik değişiklikler hem kalitatif hem de kantitatif olarak oldukça heterojenite göstermekteydi. Cerrahi sınır dokularında; iki vakada p53 delesyonu bir vakadaysa c-myc amplifikasyonu saptandı; bu vakalardan bir tanesinde metastaz, diğerinde metastazla birlikte rekürrens, hemde kısa yaşam süresi olması, cerrahi sınır dokularındaki değişikliklerin hastalığın seyri bakımından anlamlı bir bulgu olabileceğini göstermekteydi Gerek p53 delesyonu gerekse c-myc amplifikasyonlarının cerrahi sınır dokularında düşük oranda da olsa saptanmış olması, hastalığın rekürrens ve metastaz açısından takibinde önemli olduğu gibi patolojik evreleme yanında genetik evreleme yapılmasının da önemini işaret etmekteydi P53 delesyonunun düşük evreli vakalarda da görülmesi ve cerrahi sınır dokularında p53 delesyonunun (2/7), c-myc amplifikasyonuna göre (1/5) biraz daha fâzla oranda saptanması p53 patolojilerinin c-myc'ye göre daha erken evrelerde görüldüğü konusunda fikir vermekteydi. Yine çalışmamızın sonuçlan, c-myc amplifikasyonunun akciğer kanserli hastaların yaşam süresini kısaltması yönünde diğer tüm patolojilere oranla çok daha yüksek oranlarda etki sağladığım gösterdi (P<0.01).Item Akdeniz diyeti eğitiminin hipertansif hastaların kan basıncı düzeyi ve yaşam kalitesine etkisi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2024-07-11) Bayram, Rıdvan; Yıldız, Hicran; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Hemşirelik Ana Bilim Dalı; 0000-0003-1467-5255Deneysel nitelikteki randomize kontrollü çalışma, Akdeniz diyeti eğitiminin hipertansif hastaların kan basıncı düzeyi ve yaşam kalitesine etkisinin değerlendirlmesi amacıya yapıldı. Çalışmada örneklem sayısı güç analizi ile belirlendi(n=70). Dahil edilme kriterlerini karşılayan hastalar basit randomizasyon tekniği iledeney (n=35) ve kontrol (n=35) gruplarına atandı. Çalışmada, veriler Genel Bilgi Formu, Fiziksel Aktivite Anketi, Algılanan Stres Ölçeği, SF-36 Yaşam Kalitesi Ölçeği ve Akdeniz Diyeti Bağlılık Ölçeği kullanılarak toplandı. Her iki gruba da 0., 1.ve 3.aylarda anket formları uygulandı ve kan basıncı ölçüldü. Müdahale grubuna ilk uygulama eğitim öncesi yapıldı. Verilerin değerlendirilmesinde; yüzdelikler, ortalamalar, bağımsız t testi, Pearson ki-kare testi, Yates ki-kare testi, tekrarlı ölçümlerde varyans analizi (ANNOVA), Pearson korelasyon testi ve Bonferroni testi kullanıldı. Yaş ortalamaları 48,11±8,56 olan hastaların %65,7’si kadındı. Hastaların HT tanı süresi 7,24±4,96 yıldı. Hastaların sistolik kan basıncı 143,90±12,45 mmHg, diyastolik kan basıncı 91,42±9,76 mmHg ve BKI değeri 25,61±3,21’di. Üçüncü izlemde sistolik kan basıncının müdahale grubunda kontrol grubuna göre anlamlı fark yaratacak şekilde azaldığı; 2. ve 3. ölçümlerde Akdeniz diyetine uyum puanının müdahale grubunda kontrol grubuna göre anlamlı fark yaratacak şekilde arttığı belirlendi (p<0,05). Yine, üçüncü izlemde yaşam kalitesinin tüm alt boyutları ve toplam puanının müdahale grubunda kontrol grubuna göre anlamlı fark yaratacak şekilde yüksek olduğu görüldü (p<0,05).Sonuç olarak, Akdeniz diyeti eğitimi hipertansif hastalarda kan basıncının düşürülmesinde ve yaşam kalitesini iyileştirilmesinde etkili oldu. Hipertansif hastalara yapılan beslenme önerilerinde Akdeniz diyetine de yer verilmesi gerektiği düşünülmektedir.Item Aktif sporcularda ve spor yapmamış kişilerde ısınmanın oluşumu, değişik ısınma türlerinin performansa etkisi(Uludağ Üniversitesi, 1993) Koçyiğit, Fuat; Gözü, Oktay; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Beden Eğitimi ve Spor Ana Bilim DalıÇalışmamızda aktif sporcu ve aktif spor yapmayanlarda ısınma oluşum zamanı (IOZ); IOZ'ını etkileyen faktörler ve formel bölümünde ön Yükleme (ÖY) uygulanan ısınma ile ÖY uygulanmayan ısınmanın performans türleri üzerindeki etkisi incelendi. Ölçümlerde 36 'sı çeşitli kulüplerde aktif spor yapan (Yaşı x:19,61), 29'u ise düzenli spor yapmayan ( Yaş :x=18,82 ) toplam 65 denek yer aldı. 20 aktif sporcu (Yası x=19,65) ve 20 düzenli spor yapmayan (Yas x=19,9) toplam 40 denek MAxVO2' nin %60'ı düzeyinde egzersiz yükü ile ergometrik bisiklette çalıştırılarak IOZ 'lan tesbit edildi. IOZ aktif sporcu ve spor yapmayanlarda farklı görülmedi (p>0,05). Isınmayı etkileyen faktörlerden MaxV02 ; vücut yağ yüzdesi (VY%); relatif ısınma egzersiz yükü (RIEY); yağsız vücut ağırlığı (Ysız VA)nın lOZ'na etkisi incelendi. Saydığımız bu faktörler ile IOZ arasında anlamlı ilişki bulundu (p<0,05). Değişik ısınma türlerinin performans türleri üzerindeki et kisine yönelik ölçümlerde iki farklı ısınma protokolü uygulandı. İlk protokolde denekler ısınmanın informel bölümünde MaxV02 nın %60 yükte bisiklet egzersizi ile ısıtıldı. İkinci protokolde MaxVOa nin %60 ile uygulanan egzersizin üzerine formel bölümünde 1,5-2 dakika ara ile 6 sn'lik maksimal şiddette 4 adet ön yüklenme uygulandı. Ayrı ayrı her iki protokolle ısınma sonrası performans türlerine yönelik testler uygulandı. Aerobik güç PWC-170 testi ile, alaktik ve laktik anaerobik güç, wingate testi ile; sürat, 30 m sürat testi ile; patlayıcı kuvvet ise sargent dikey sıçrama testi ile ölçüldü. Sonuçta OY uygulanan ısınmanın aerobik gücü, alaktik ve laktik anaerobik gücü, sürati ve patlayıcı kuvveti anlamlı düzeyde arttırdığı saptandı. Sözü edilen parametreler ile IOZ arasında yüksek düzeyde (p<0,01) anlamlı ilişki bulundu. Isınma ve ÖY ile performans testleri arasında verdiğimiz 5 dakika aktif dinlenme zamanının etkisini incelemeye yönelik çalışmada ısınmanın geri dönüşümü 10 denek (Yas x=19,7) üzerin de izlendi. ÖY'nin oral sıcaklığı (SO) kısa süre ile arttırdığı, ancak bu artışın 5 dakika içinde informel bölüm sonundaki düzeye döndüğü ve bu düzeyde uzun süre korunduğu tesbit edildi. ÖY'nin Sinir İleti Hızına (SİH) etkisini incelemeye yönelik 12 denekte EMG uygulamasıyla yaptığımız çalışmada SIH'nm ısın manın informel bölüm ve ÖY sonunda arttığı saptandı. SIH, ÖY sonra 5'ci dakikada informel sonu düzeye göre bir miktar artma gösterdi, ancak bu fark istatistiki açıdan anlamlı çıkmadı (p>0,05). Ulaştığımız bu bulgular İOZ'nın bireysel farklılıklardan etkilendiğini ve ısınmada uygulanan ÖY'nin performans türlerini geliştirdiğini göstermektedir.Item Alabalık seminal plazmasının koç spermasının spermatolojik özellikleri ve viabilitesi üzerine etkisi(Uludağ Üniversitesi, 2006) Gökdağ, Meral; Soylu, Mustafa Kemal; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Dölerme ve Suni Tohumlama Ana Bilim DalıDeğişik oranlarda alabalık seminal plazması içeren koç sperması TRİS ile sulandırılarak 40C’ta 72 saat süresince spermatozoon viabilitesi, motilite ve akrozom bütünlüğü yönünden incelendi. Pooling yapılan sperma TALP ile sulandırıldıktan sonra santrifüj yapılarak TALP ve koç seminal plazması ortamdan uzaklaştırıldı. Kalan sperma 4 gruba bölündü. Birinci grup sperma miktarına göre oranlanan TRİS ile diğer 3 grup ise sperma miktarına göre %20, %40, %60 oranlarda alabalık seminal sıvısı ve ardında TRİS ile sulandırıldı. Sulandırma sonrası bütün gruplar 2 saatte +4°C’ye düşürüldü. Pooling,santrifüj ve sulandırma sonrası 4°C sonrasında ve 72. saatin sonuna kadar 12 saatte bir örnekler alındı. Bu örneklerde motilite, ölü spermatozoon ve akrozom bozuklukları oranına bakıldı. Çalışma sonucunda elde edilen verilerin istatistiksel açıdan değerlendirilmeleri için Statistica programı kullanıldı. Sonuçlar ortalama ve standart hata (±SEM) değerleri olarak sunuldu ve ortalamaların güvenilirlikleri açısından t-Test uygulandı. Aynı zamanda fark analizi olan Confidence Interval Test uygulandı ve sonuçlar grafikler halinde sunuldu. Kontrol, %20, %40 ve %60 seminal sıvı ilaveli grupların arasındaki farklar için varyans analizi (ANOVA) uygulandı ve sonuçlar LSD ile test edildi. 10 tekrarlı yapılan çalışmanın sonucunda motilite değerlendirildiğinde 24. saate kadar kontrol, 24. saatten sonra %20 alabalık seminal plazmalı grup daha iyi sonuç verdi. Canlı spermatozoon oranı 24. saatten sonra %40 grubunda diğer gruplara göre daha iyi sonuçlar verdi. Akrozom yönünden %20 ve %40 alabalık seminal sıvısı içeren gruplarda diğer gruplara göre olumlu sonuçlar alındı. Alabalık seminal plazmasının farklı sulandırıcılarla ve farklı oranlar denenerek yeni çalışmaların yapılmasında ve bu çalışmaların in vivo ortamda dondurma ve fertilite denemeleriyle desteklenmesinin yararlı olabileceği düşünülmektedir.Item Alabalıklarda infeksiyöz pankreatik nekroz virüsü (IPNV), infeksiyöz hematopoietik nekroz virüsü (IHNV), viral hemorajik septisemi virüsü (VHSV) varlığının araştırılması ve IPNV izolatlarının VP2 ve VP5 gen bölgelerindeki varyasyonlarına göre virülenslerinin incelenmesi(Uludağ Üniversitesi, 2017-08-11) Büyükekiz, Ayşe Gül; Altun, Soner; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Su Ürünleri Ana Bilim DalıTürkiye'de gökkuşağı alabalığı (Oncorhynchus mykiss) işletmelerinde İnkefsiyöz Pankreatik Nekroz Virüsü (IPNV) yaygın iken Viral Hemorajik Septisemi Virüsü (VHSV) 2006'da tespit edilmiş ancak İnfeksiyöz Hematopoietik Nekroz Virüs (IHNV) varlığı bildirilmemiştir. Bu çalışmada Türkiye'nin 6 farklı bölgesinde IPNV, VHSV, IHNV varlığı ve IPNV izolatlarının VP2 ve VP5 gen bölgelerinin filogenetik gruplandırması yapılarak virülensleri incelenmiştir. Virüs izolasyonu BF-2 ve EPC hücre kültürleri kullanılarak, identifikasyonu ise ELISA (Enzyme Linked Immuno Assay) ve RT-PCR (Ters Transkriptaz-Polimeraz Zincir Reaksiyonu) ile yapılmıştır. IPNV suşlarının genogrupları ve virülens motiflerini belirlemek için dizi analizi yapılmıştır. IPNV suşlarının immun gen uyarımlarının belirlenmesi amacıyla ise TO (Atlantik somon ön böbrek hücre hattı) hücre kültürü kullanılmış ve bu hücre kültüründeki IFN, Mx ve Viperin gen miktarları RT-qPCR (Eş Zamanlı Ters Transkriptaz-Polimeraz Zincir Reaksiyonu) ile ölçülmüştür. Çalışmada VHSV ve IHNV tespit edilemezken IPNV'nin tüm bölgelerde yaygın ve prevalansının %27,14 olduğu saptanmıştır. VP2 gen bölgesinin sekans ve filogenetik analiz sonuçları Türkiye'den izole edilen IPNV suşlarının genogrup 5'te (serotip Sp-A2) yer aldığını ve amino asit dizilimine göre tüm suşların P217T221 motifini barındırdığını göstermiştir. VP5 gen bölgesi nükleotit ve amino asit dizi analiz sonuçları suşların birbirlerine %97-100 benzer olduğunu ortaya koymuştur. VP2 ve VP5 gen bölgelerinin filogenetik analiz sonuçları ile suşların coğrafi kökenleri arasında herhangi bir ilişki saptanamamıştır. Hücre kültüründe yapılan immun yanıt çalışmalarında suşların IFN, Mx ve Viperin genlerini uyardığı tespit edilirken suşlar arasında immun yanıt uyarımlarının anlamlı sonuçlar vermediği tespit edilmiştir.Item Alabalıkların kuyruk kaslarında motor sinir sonlarının morfolojik ve histoşimik özellikleri üzerinde araştırmalar(Uludağ Üniversitesi, 1994) Erdost, Hatice; Yakışık, Mine; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Histoloji Embriyoloji Ana Bilim DalıÇalışmada, alabalıklarda kuyruğun hızlı hareketini sağlayan kuyruk kaslarının güçlü kasılma yeteneğini açıklayabilmek için kuyruk bölgesi kas fibrillerinin ve bu fibrill erdeki sinir-kas ilişkilerinin incelenmesi amaçlandı. Alabalıkların kuyruk bölgesi kaslarının yapısal özellikleri, sinir sonlarının tipleri ve biçimleri ışık mikroskobik düzeyde incelendi. Alabalığın kuyruk bölgesinde bulunan 7 kastan hazırlanan preparatlar incelendiğinde m. lateralis superfisialis'in küçük çaplı kırmızı kas fibril lerinden oluştuğu görüldü. M. lateralis superfisialis dışında kalan diğer 6 kas grubunun çoğunluğunun büyük çaplı beyaz kas fibrillerinden oluştuğu ve bunların aralarında intermediyet tip kas fibrillerinin yer aldığı saptandı. Bu kas f ibrillerinden başka küçük çaplı üçgen şekilli miyosatellit hücrelerinin de mevcut olduğu tespit edildi. M. lateralis superfisialis 'i oluşturan kırmızı kas fibrillerinin horizontal septum bölgesinde 2 katman halinde bulunduğu, çaplarının yaklaşık 16-17 mikron olduğu, bol miktarda lipid içerdikleri ve innervasyonun multiple ve end plate tip sinir sonları ile sağlandığı tespit edildi. Alabalıklarda m. lateralis superfisialis dışında kalan 1diğer kuyruk bölgesi kaslarında yaygın olarak bulunan ortalama 70-100 mikron çapa sahip, lipid yönünden fakir olan beyaz kas fibrillerinin multiple ve end grappe tip sinir sonları ile innerve olduğu görüldü. Ayrıca sadece beyaz kas fibril lerinde sinir sonları dışında kalan bölgelerde endomizyumun AChE pozitif reaksiyon verdiği saptandı.Item Alman çoban köpeği ve labrador retriever ırkı köpeklerde başlıca dölverimi özellikleri, yavrularda büyüme ve eğitim performansı(Uludağ Üniversitesi, 2007) Sevimli, Aziz; Petek, Metin; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Zootekni Ana Bilim DalıBu çalışma Gemlik Askeri Veteriner Okulu ve Eğitim Merkez Komutanlığı'nda yetiştirilmekte olan Alman Çoban Köpeği ve Labrador Retriever ırkı köpeklerdeğbaslıca döl verimi özellikleri, yavrularda büyüme ve eğitim performansını tespit etmek amacıyla yapılmıştır. Deneme basında 18-24 aylık yasta 23 adet Alman Çoban Köpeği ile 17 adet Labrador Retriever ırkı damızlık dişi köpekten oluşan toplam 40 dişi köpekte baslıca dölverimi özellikleri izlenmiş, bunlardan doğan 35 adet Alman Çoban Köpeği 150 günlük yasa kadar, 17 adet Labrador Retriever ırkı köpeğin 7, 8 ve 9 aylık yastaki canlı ağırlıkları belirlenmiştir. Her iki ırktan 16'sar adet genç köpek (8 erkek, 8 dişi) eğitim performasının belirlenmesi amacı ile kullanılmıştır. Her iki ırktan köpekler standart ve eşdeğer koşullarda bakılmışlardır. Labrador Retriever ırkı köpeklerin ilk kızgınlık gösterme yasları 15.46 ay bulunmuş ve Alman Çoban Köpeklerine göre daha erken kızgınlık göstermişlerdir. Alman Çoban Köpekleri ilk kızgınlığı 21.86 aylık yasta göstermişlerdir. Alman Çoban Köpeği ve Labrador Retriever ırkı köpeklerde ilk çiftleştirme yası sırası ile, 24.17 ay ve 20.93 ay bulunmuş, ilk kızgınlık gösterme ve ilk çiftleştirme yası bakımından ırklar arası farklılıklar önemli bulunmuştur (P<0.05). Alman Çoban Köpeği ve Labrador Retriever ırkı köpeklerde gebelik basına çiftleştirme sayısı sırası ile 2.80 ve 2.81 bulunmuştur. ilk çiftleştirmeden doğuma kadar geçen süre olarak hesaplanan ortalama gebelik süresi Alman Çoban Köpeklerinde (61.77 gün) Labrador Retriever ırkı köpeklere (60.63 gün) göre önemsiz düzeyde daha uzun bulunmuştur. Alman Çoban Köpeği ve Labrador Retriever ırkı köpeklerde bir batında doğan ortalama yavru sayısı sırası ile 5.81 ve 8.22 adet tespit edilmiştir. Alman Çoban Köpeklerinde doğum ve 150 günlük canlı ağırlıklar dişilerde sırası ile 427 g ve 13680 g, erkeklerde sırası ile 470 g, 14788 g tespit edilmiş, yavru sayısı ile canlı ağırlık kazancı arasında negatif yönde bir ilişki belirlenmiştir. 150 günlük yasta 7 ve 8 yavrulu doğumdan elde edilen yavruların canlı ağırlıkları 2 ve 4 yavrulu doğumdan elde edilenlerden önemli düzeyde daha düşük bulunmuştur (P<0.05). Labrador Retriever ırkı köpeklerde yavru sayısı ve cinsiyetin 9 aylık canlı ağırlık üzerine etkisi önemsiz bulunmuştur. Elde edilen sonuçlar köpeklerin eğitim performansı üzerinde ırkın önemli bir etkisinin olduğunu göstermektedir.Item Alman çoban köpeği yavrularında sütten kesim sonrası öğün sıklığının büyüme ve sindirilebilirlik üzerine etkisi(Uludağ Üniversitesi, 2001-07-13) Fatura, Duygu; Yavuz, H. Melih; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Hayvan Besleme ve Beslenme Hastalıkları Ana Bilim DalıBu çalışmanın amacı, büyüme dönemindeki köpeklerde, öğün sayısının canlı ağırlık artışı, büyüme, yem tüketimi ve sindirilebilirlik üzerine etkisinin tespit edilerek, yetiştirme çiftliklerinde uygulanabilecek en doğru ve ekonomik beslenme metodunun belirlenmesidir. 1. Denemede 45-47 günlük, 24 adet Alman Çoban Köpeği yavrusu kullanılmış ve köpekler 3 ana gruba ayrılmışlardır. Deneme süresince Grup I, II ve m, sırası ile 1,2 ve 3 öğün beslenmişlerdir. Her grup için aynı tip yem kullanılmıştır. 2. Denemede ise, 1. Denemede kullanılmış olan köpek yavrularından, grupları değişmemek kaydı ile, 12 adet seçilerek sindirilebilirlik denemesi gerçekleştirilmiştir. 1. Denemenin sonunda, 3 öğün beslenen köpeklerdeki canlı ağırlık artışı, 1 öğün beslenenlere göre daha iyi olmuştur (p<0.05). 1 ve 2 öğün ile 2 ve 3 öğün beslenen köpekler arasında ise bir fark tespit edilememiştir. Cidago yükseklik artışı bakımından da 2 ve 3 öğün beslenen köpekler arasında fark bulunmazken, 1 öğün beslenen köpeklerde yükseklik artışı diğer iki gruba göre daha düşük olmuştur (p<0.05). Vücut uzunluğundaki artışı bakımından gruplar arasında bir fark tespit edilememiştir. Deneme sonunda Grup Fde bulunan köpeklerde toplam yem tüketiminin, GrupIII' teki köpeklere oranla önemli ölçüde düşük olduğu görülmüştür (p<0.01). Grup II ve Di arasında fark tespit edilememiştir. Sindirilebilirlik denemesinde ise, besin maddeleri ve enerji sindirilebilirliği bakımından gruplar arasında bir fark olmadığı belirlenmiştir. Sonuç olarak, günde 1 öğün yem yiyen köpeklerde büyüme, gelişme ve yem tüketimlerinin diğer iki gruba göre önemli ölçüde düşük olduğu görülmüştür. Sindirilebilirlik denemesi sonunda ise, öğün sayısının sindirilebilirliği etkilemediği tespit edilmiştir. Bu sonuçlar, büyük yetiştirme çiftliklerinde, gelişme dönemindeki yavru köpeklerin günde 2 öğün beslenmesinin yeterli ve daha ekonomik olabileceği kanısını uyandırmaktadır.Item Aloe vera (aloe barbedensis miller) içeren solüsyon ve jelin açık yara iyileşmesi üzerine etkinliğinin klinik, histopatolojik, immunohistokimyasal, serolojik ve biyomekaniksel yönden araştırılması: Ratlarda deneysel çalışma(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-02-01) Can, Hakçahan; Satar, Nihal Y. Gül; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Veteriner Fakültesi Cerrahi Ana Bilim Dalı; 0000-0002-1322-165XBeşeri ve veteriner hekimlik alanında önemini koruyan bir problem olan yara iyileşmesi üzerine fitoterapötik ajanların etkinliğini gösteren çalışmalar incelendiğinde, Aloe vera freeze-drying yöntemi ile elde edilen tozdan taze olarak hazırlanan solüsyon formuna ilişkin spesifik bir çalışmaya rastlanmamıştır.Bu çalışmada, ratların sırt bölgesinde oluşturulan eksizyonel yaraların tedavisinde Aloe barbadensis Miller bitkisinden, freeze-dried yöntemi ile elde edilen toz ile hazırlanan farklı yoğunluklardaki solüsyonlar ile Aloe vera içeren ticari jel Carravet®’in etkilerinin klinik, histopatolojik, immunohistokimyasal ve biyomekanik yönlerden değerlendirilmesi, ayrıca birbirleri, kontrol ve Madecassol® grubu ile karşılaştırılması amaçlandı. Çalışmanın materyalini toplamda 80 adet, dişi, Sprague Dawley ırkı rat oluşturdu. Ratlar her grupta 8 denek olacak şekilde kontrol, Madecassol® pomad, Carravet® jel, %0,1, %0,25, %0,5 ve %1, %2,5, %5 ve %10 yoğunlukta taze hazırlanmış Aloe vera solüsyon grubu olmak üzere 10 gruba ayrıldı. Ratların sırt bölgesinde skapula gerisinde, dorsal orta hattın sağ ve sol tarafında 2x2 cm ebatlı tam kalınlıkta eksizyonel yara oluşturuldu. Tüm gruplarda deneklerin hem sağ, hem de sol taraftaki yaralarına 21 gün boyunca günlük olarak topikal tedavi uygulandı ve yaralar her gün kontrol edildi. Sağ taraftaki yara alanlarının 7., 14. ve 21. günlerde asetat film üzerine çizimleri yapılarak, iyileşmemiş yara alanları ölçüldü. Tüm denekler için granülasyon dokusunun ilk oluştuğu zaman, yaranın granülasyon dokusu ile tamamen dolduğu ve yaraların tamamen kapandığı zamanlar kaydedildi. Sol taraftaki yaralardan ise 6 mm çaplı punch biyopsi iğneleri ile yine 7., 14. ve 21. günlerde biyopsi örnekleri alındı. Alınan örneklerin yarısı histopatolojik ve immunohistokimyasal inceleme için hazırlandı ve hematoksilen-eozin boyama sonrası mikroskobik incelemeler gerçekleştirildi. Örneklerin diğer yarısı ise ticari olarak temin edilen rat-spesifik VEGF ve TGF-β1 ELISA kitleri ile serolojik inceleme için kullanıldı. Biyomekaniksel değerlendirmeler çalışmanın sonlandığı 21. günde, tüm deneklerin sırt bölgesinden alınan deri örneklerine germe işlemi uygulayan test cihazında yapıldı. İstatistiksel olarak gruplar arası karşılaştırmalar Kruskal Wallis, ikili karşılaştırmalar Dunn-Bonferroni testi ile yapıldı. Grup içi karşılaştırmalarda Friedman, ikili karşılaştırmalar için ise Wilcoxon testi yapıldı. Değişkenler arasındaki ilişkiler Spearman sıra korelasyon katsayısı ile incelendi.Günlük yara bakımı esnasındaki gözlemlerde gruplar arasında granülasyon dokusunun ilk oluştuğu, yara alanının granülasyon dokusu ile tamamen dolduğu ve yaraların tamamen kapandığı zamanlarda anlamlı fark bulundu. İlk granülasyon dokusu görülme zamanı %0,1 Aloe vera grubunda, Madecassol® ve %0,25 Aloe vera gruplarına göre daha geç; granülasyon dokusu ile dolma zamanları %1; %2,5; %5 ve %10 Aloe vera gruplarında kontrol, Madecassol® ve Carravet® gruplarına göre daha erken; tam kapanmanın olduğu zaman ise %1 Aloe vera grubunda kontrol grubuna göre daha erken idi. Planimetri ölçümlerinde ise gruplar arasında iyileşmemiş yara alanları bakımından 7. günde %5’lik Aloe vera grubu %0,1; %0,25; %0,5 ve %1 Aloe vera gruplarına göre ve %2,5’lik Aloe vera grubu %0,5’lik Aloe vera grubuna göre daha büyüktü. Gruplar arasında 14. gün değerlerinde %1’lik Aloe vera grubu diğer tüm gruplara göre daha az yara alanına sahip olmasına rağmen, ikili karşılaştırmalarda işlem etkisi anlamlı farklılık oluşturacak kadar çok değildi ve 21. günde ise gruplar arasında istatistiki olarak anlamlı farklılık bulunamadı. Histopatolojik ve immunohistokimyasal analizlerde kontrol grubu ile Aloe vera grupları arasında anlamlı fark belirlendi. Serolojik değerlendirmede TGF-β1 seviyeleri 7. günden 21. güne doğru gruplar bazında incelendiğinde sadece kontrol grubunda azalma görüldü. Carravet® grubunda hafif düzeyde bir yükselme görülürken, Aloe vera solüsyon gruplarından %0,25 ve % 10 yoğunluktaki gruplardakiVIIseviyelerde yükselmeler tespit edildi. Yine aynı şekilde gruplar bazında VEGF seviyeleri incelendiğinde kontrol, Madecassol® ve Carravet® gruplarında artış görüldü. İyileşme sürecinin 21. gününde ise Madecassol®, %2,5 ve %10 Aloe vera solüsyon gruplarındaki VEGF seviyelerinin diğer gruplara kıyasla belirgin derecede yüksek olduğu görüldü. AyrıcaTGF-β1’in iyileşmemiş yara alanı ile arasında 14. gün değerlendirmesinde negatif, total iyileşme yüzdesi ile pozitif korelasyon saptandı. Damar sayısı toplamı ile arasında 7. ve 14.günde negatif, nötrofil skoru ile arasında ise 7. günde pozitif korelasyon saptandı. Biyomekaniksel ölçümlerde ise yüksek yoğunluktaki (%10-Grup 10) Aloe vera grubunun doku uzama yüzdesinin diğer gruplara kıyasla daha büyük olduğu bulundu. Sonuç olarak yara iyileşmesindeki süreci hızlandırmada Aloe vera solüsyon formunun jelformuna göre daha etkili olduğu, özellikle de tam kapanma zamanı en kısa sürede olan %1yoğunluktaki Aloe vera solüsyon dozunun potansiyel bir yara iyileşmesi ajanı olabileceğikanısına varıldı. Ayrıca Aloe vera solüsyon formunun, antiinflamatuvar etkisinin de oldukça yüksek olduğu, anjiyogenezisi hızlandırdığı, VEGF ve TGF-β1 gibi büyüme faktörlerinin indüklenmesi ve stimülasyonunda etkin rol oynadığı, yüksek yoğunluktaki Aloe vera’nın kollajen oluşumunu destekleyerek yara kapanmasını takiben oluşan yeni dokunun uzama yüzdesi üzerinde daha etkili olduğu belirlendi. Bu tez çalışmasından elde edilen verilerışığında, yara iyileşmesi alanında Aloe vera solüsyon formunu içeren yeni ticari ürünlerin ortaya çıkarılacağını düşünmekteyiz.Item Anjina pektorisli hastalarda koroner arter hastalığı varlığı ve şiddetinin aort elastikiyeti, koroner perfüzyon basıncı ve miyokardiyal blush skoru ile ilişkisi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2023-03-09) Özdemir, Bülent; İşbil, Naciye; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Tıp Fakültesi; Fizyoloji Ana Bilim Dalı; 0000-0002-8886-7703Bu çalışma Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalında göğüs ağrısı nedeni ile takip edilen ve koroner anjiyografi yapılan hastalarda, koroner arter hastalığı derecesinin, aort distensibilitesi, koroner perfüzyon basıncı ve miyokardiyal blush skoru üzerine etkisini araştırmak amacıyla yapılmıştır. Retrospektif olarak 2019 yılından sonra koroner anjiyografi yapılmış olan hastalarda invazif olarak aort distensibilitesi, miyokard blush skoru ve koroner perfüzyon basınçları ölçülmüştür. Bu ölçümlerin yapılabilmesi için ventrikül ve aort basınç kayıtları mevcut olan hastalar çalışmaya dahil edilmiştir. Hastaların miyokard perfüzyonunu değerlendirmek için miyokardiyal blush skoru ölçülmüştür. Bunun için yeterli süre ile cineanjiyografi yapılmış hastalar seçilmiştir. Koroner baypas yapılmış olan hastalar çalışma dışı bırakılmıştır. Çalışmaya toplam 56 hasta alınmıştır. Gensini skorlaması koroner arter hastalığının şideti ve yaygınlığını değerlendirmek için kullanılmıştır. Koroner anjiyografisi tamamen normal olan hasta sayısı 28 olup hastaların yarısını oluşturmuştur. Hafif koroner hastalık 11 hastada, ciddi koroner arter hastalığı 17 hastada tespit edilmiştir. Bunlar çalışma gruplarını oluşturmuş ve istatiksel karşılaştırmalar bu gruplar üzerinden yapılmıştır. İstatistiksel değerlendirmede frekans dağılımı, ortalama ± standart sapma verilmiş gruplar arası karşılaştırmalarda Kruskal Wallis testi kullanılmıştır. Çalışmaya dahil edilen hastaların yaş ortalaması 61.05±9.07 bulunmuştur. Koroner arter hastalığı şiddeti ve yaygınlığı ile ortalama arter basıncı, aort sistolik basıncı, aort diyastolik basıncı ve total miyokardiyal blush skoru arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişkili bulunmuştur.Item Anogenital human papillomavirüs (HPV) enfeksiyonlarında sitokin ve mannoz bağlayıcı lektin(MBL) gen polimorfizminin belirlenmesi(Uludağ Üniversitesi, 2012) Aydoğan, Kenan; Özakın, Cüneyt; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Tıbbi Mikrobiyoloji Ana Bilim DalıHuman papillomavirüsler (HPV), Papillomavirüsler ailesinden zarfsız, çift sarmallı DNA virüsleridir. 100'den fazla farklı tipte sınıflandırılırlar. Anogenital HPV enfeksiyonları (Kondilomata aküminata; KA) son yıllarda giderek artan bir şekilde önemli infeksiyöz ajanlar olarak tanınmaktadırlar. Kondilomata aküminatalı hastalarda, yardımcı T hücresi 1 (Th1) ve Th2 sitokinleri arasındaki dengenin antiviral immüniteyi düzenlediği düşünülmektedir. Sitokin üretim kapasitesi çeşitli sitokin gen polimorfizmleri ile ilişkili olduğu için sitokinleri kodlayan sitokin genleri konağın HPV enfeksiyonuna yatkınlığında önemli rol oynayabilir. Mannoz bağlayıcı lektin (MBL) fagositozu ve kompleman aktivasyonunu düzenleyen bir serum lektinidir ve doğal immünitenin bir üyesidir. MBL gen polimorfizmleri de MBL üretim miktarı ile ilişkilidir. Mannoz bağlayıcı gen polimorfizmlerinin birçok enfeksiyon hastalığı ile ilişkisi ortaya konmuştur.Bu çalışmada sitokin ve MBL gen polimorfizmi ile anogenital HPV enfeksiyonları arasındaki ilişki incelenmiştir.Bu amaçla çalışmaya KA tanısı almış 40 hasta ve 40 sağlıklı gönüllü alındı. Bu hastaların tamamı en az bir tedaviye (elektrokoterizasyon, kriyoterapi, topikal imikimod, kimyasal ablatif yöntemler vb.) cevap vermeyen ve rekürren lezyonlara sahip olan hastalardı. Sitokin gen polimorfizmleri (Th1 sitokinleri; tümor nekrozis faktör alfa (TNF-?) ve interferon gama (IFN-?), Th2 sitokin; interlökin 6(IL-6), T düzenleyici/baskılayıcı sitokinler IL-10 ve transforming growth factor beta-TGF-ß) sekans spesifik primerler kullanarak Polimeraz Zincir Reaksiyonu- Sekans Spesifik Primer (PCR-SSP) yöntemi ile, MBL gen polimorfizmi ise PCR- Restriction Fragment Lenght Polymorphism (RFLP) yöntemi ile çalışıldı. Aglomeratif hiyerarjik kümeleme analizi yardımıyla olguları iki majör kümeye ayrıldı ve IL-6 ve MBL genotip dağılımlarında anlamlı farklılıklar bulundu. IL-6(-174); G/G görülme oranı hastaların fazla olduğu kümede (küme 1) anlamlı olarak daha fazla iken (p<0.001), G/C görülme oranı sağlıklıların fazla olduğu kümede (küme 2) anlamlı olarak daha fazlaydı (p=0.046). MBL (kodon 54); AA görülme oranı küme 1'de anlamlı olarak daha fazla iken (p<0.001), AB görülme oranı küme 2'de anlamlı olarak daha fazlaydı (p<0.001).Bu çalışmadaki sonuçlar, IL-6 G/G ve MBL AA gen polimorfizmlerinin anogenital HPV enfeksiyonlarının gelişimi ve rekürrensi için bir risk faktörü, IL-6 G/C ve MBL AB polimorfizminin ise koruyucu bir faktör olabileceğini göstermektedir. Türkiye'de anogenital HPV enfeksiyonlarının insidansı gittikçe artmaktadır. Bu nedenle anogenital HPV enfeksiyonlarının patogenezinde gen polimorfizmlerinin rolü için geniş serili çalışmalara ihtiyaç vardır.Item Anöstrus dönemindeki köpeklerde östrus ve ovulasyonunun uyarılması üzerine çalışmalar(Uludağ Üniversitesi, 1997) Günay, Aytekin; Soylu, M. Kemal; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Doğum ve Jinekoloji Ana Bilim DalıBu çalışmada anöstrus dönemindeki köpeklerde, dört farklı yöntem denenerek östrus ve ovulasyonun uyarılmasında en olumlu sonuç veren ve pratikte de kullanılabilecek bir yöntem belirlenmeye çalışıldı. Çalışmada aynı bakım ve besleme koşullarında bulundurulan 35 adet Alman Çoban Köpeği ve 10 adet sokak köpeği materyal olarak kullanıldı. Çalışma başlangıcında köpeklerin genel muayeneleri yapılarak, anöstrus döneminde olduğu belirlenen köpeklerde aşağıdaki yöntemler uygulandı: I.Grup: Gebe Kısrak Serum Gonadotropini (PMSG) ve İnsan Koriyonik Gonadotropini (HCG) Uygulamaları: Bu gruptaki köpeklere günlük 20 IU/kg dozda PMSG 5 gün süreyle, son uygulamadan sonra ise 500 IU HCG i.m. yolla uygulandı. II.Grup: Dietilstilbestrol (DES), HCG ve PMSG Uygulamaları: Köpeklere günlük 5 mg. DES içeren tabletler oral yolla uygulandı. Uygulamaya proöstrus kanaması başlayana kadar yada en fazla 7 gün süreyle devam edildi. Proöstrusun 5. günü 500 IU HCG, 9-1 1. günlerde ise 200 IU PMSG i.m. yolla uygulandı. III.Grup: Pulzatil GnRH Uygulamaları: Anöstrus dönemindeki köpeklere günlük 25 mcg gonadorelin içeren ilaç bileşimi sekiz saat süreyle pulzatil olarak deri altı yolla uygulandı. Uygulama süresi maksimum 14 gün olarak belirlendi.IV. Grup: Cabergolin Uygulamaları: Uygulama grubundaki köpeklere 6 mcg/kg dozda cabergolin oral yolla en fazla 14 gün süreyle uygulandı. Daha önce proöstrus başlayan köpeklerde ilaç uygulamasına son verildi. V.Grup: Kontrol Grubu Bu gruba seçilen 5 adet köpekte hiç bir uygulama yapılmadı. Köpeklerin kendiliğinden östrus göstermeleri beklendi. Tüm uygulama gruplarındaki köpeklerin gün aşırı vaginal sitolojik muayeneleri yapılarak, östrus gösteren köpekler erkek damızlık köpeklerle çiftleştirildiler. Sonuç olarak I. Yöntemde %100 östrus ve %40 gebelik. II. Yöntemde %70 östrus ve %30 gebelik, III. Yöntemde %10 östrus oranı elde edilirken gebelik elde edilemedi. IV. Yöntemde ise %90 östrus ve %80 gebelik elde edildi. Sonuçlar istatistiki açıdan değerlendirilerek literatür verileri ile karşılaştırıldı. Bu verilere dayanılarak anöstrus dönemindeki köpeklerde 4. yöntemde kullanılan Cabergolin uygulamalarının östrusu uyarma ve gebe kalma oranı diğer yöntemlerden daha başarılı bulundu.Item Antimikrobiyal ilaç kalıntılarının danaların kesim öncesi ve sonrası biyolojik örneklerinde Biochip Array tekniği ile belirlenmesi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2021-10-12) Çayci, Meltem; Oruç, Hasan Hüseyin; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Veteriner Farmakoloji ve Toksikoloji Ana Bilim Dalı; 0000-0002-3401-9186Veteriner hekimliğinde yaygın olarak kullanılan antimikrobiyal ilaçlar, bilinçsiz kullanılmaları halinde hayvansal gıdalarda kalıntıya neden olabilmektedir. Gıdalardaki ilaç kalıntıları küresel etkilere sahip, ciddi bir halk sağlığı sorunudur. Besi hayvanlarında yapılan rutin kalıntı analizleri, çoğunlukla kesim sonrası elde edilen, gıda değeri olan dokular üzerinden yürütülmektedir. Kalıntı varlığının, kesim öncesinde alınan biyolojik örneklerden tespit edilmesi, sürecin yönetilebilir olmasını sağlayacaktır. Bu çalışmanın amacı, terapötik dozlarda antimikrobiyal uygulanmış besi danalarının kesim öncesinde alınan serum, ağız sıvısı ve dışkı gibi biyolojik örneklerinde kalıntı varlığının biochip array tekniği ile hızlı ve pratik bir şekilde tespit edilip edilemediği; yasal arınma süreleri sonunda kesime gönderilen hayvanların karaciğer, böbrek ve kas örneklerinde tespit edilen antimikrobiyallerin maksimum kalıntı limitlerini aşıp aşmadığı ve bu kapsamda prospektüste belirtilen yasal arınma sürelerinin pratikle uyumlu olup olmadığının belirlenmesidir. Çalışmada her bir antimikrobiyal için 4 adet besi danasından oluşan bir çalışma grubu oluşturulmuş ve toplamda 32 adet besi danası ile çalışılmıştır. Veteriner hekimliğinde sıklıkla kullanılan 8 farklı antimikrobiyal ilacın (oksitetrasiklin, seftiofur, enrofloksasin, tilosin, tilmikosin, florfenikol, penisilin G ve amoksisilin) ticari preparatları, prospektüs bilgileri doğrultusunda, deney grubunda bulunan besi danalarına uygulanmıştır. Numune toplama günleri, antimikrobiyallerin yasal arınma sürelerine göre belirlenmiştir. Kesim öncesinde serum, ağız sıvısı ve dışkı; kesim sonrasında ise karaciğer, böbrek ve kas örnekleri alınarak, bir tarama yöntemi olan biochip array tekniği ile analizleri yapılmıştır. Pozitif sonuçların bir kısmı LC-MS/MS yöntemi ile doğrulanmıştır. Biochip array sonuçlarına göre, serumda oksitetrasiklin, enrofloksasin, tilosin, tilmikosin, florfenikol, penisilin G ve amoksisilinin; ağız sıvısında oksitetrasiklin, seftiofur, enrofloksasin, tilosin ve tilmikosinin; dışkı örneklerinde ise tilosin ve florfenikolün tespit edilebildiği belirlenmiştir. Yasal arınma süresi sonunda alınan karaciğer, böbrek ve kas örneklerinde antimikrobiyallerin tespit edilebildiği, tilosin hariç, maksimum kalıntı limitlerini aşmadığı ve prospektüste belirtilen yasal arınma süreleriyle uyumlu olduğu tespit edilmiştir. Tilosinin karaciğer ve böbrek örneklerinde tespit edilen konsantrasyonları, LC-MS/MS ile doğrulanmış ve sonuçların maksimum kalıntı limitlerini aştığı belirlenmiştir. Bu kapsamda, tilosinin prospektüste belirtilen yasal arınma sürelerinin yetersiz kalabileceği ve yasal arınma sürelerinin daha kapsamlı çalışmalarla gözden geçirilmesi gerektiği görülmüştür. Sonuç olarak, antimikrobiyal ilaç kalıntılarının, sığırların kesim öncesi ve sonrası alınan örneklerde biochip array yöntemi ile hızlı ve pratik bir şekilde tespit edilebildiği belirlenmiştir. Kullanılan yöntemin tarama testi olmasından dolayı, kalıntı varlığının sağlıklı bir şekilde değerlendirilebilmesi için elde edilen pozitif sonuçların kromatografik yöntemlerle doğrulanması gerektiği görülmüştür.Item Arı sütünün ovaryum kanser hücrelerinin proliferasyonu ve apoptozisi üzerine etkisi(Bursa Uludağ Üniversitesi, 2022-06-16) Asmaz, Ender Deniz; Zik, Berrin; Sağlık Bilimleri Enstitüsü; Veteriner Fakültesi; Histoloji ve Embriyoloji Ana Bilim Dalı; 0000-0001-6468-8535Arı sütü, antitümörik, antibakterial, antiallerjik, antikanserojenik ve immünomodülatör gibi pek çok biyolojik aktiviteye sahip doğal bir birleşiktir. Ovaryum kanseri, en sık görülen kanser türleri arasında dördüncü sırada yer almakta ve özellikle epitelyal over kanseri, tüm ovaryum malign hastalıkların yaklaşık % 90'ını oluşturmaktadır. Sunulan çalışmanın amacı, arı sütünün farklı doz ve sürelerinin, epitelyal ovaryum kanserleri içinde görülme sıklığı en fazla olan seröz tipte epitelyal over kanseri üzerine proliferatif veya apoptotik etkilerinin araştırılmasıdır. Bu amaçla, Skov-3 insan over adenokarsinoma hücre soyundaki hücreler, McCoy besiyerinde çoğaltıldı ve 6'lı well platelere ekildi. Arı sütünün stok solüsyonu hazırlandı (1000mg arı sütü 10ml distile suda çözdürülerek) ve hazırlanan stok çözeltiden 1mg/ml, 5mg/ml, 10mg/ml, 20mg/ml ve 50mg/ml arı sütü dozları medyum içine eklenerek 24, 48 ve 72 saat boyunca inkübe edildi. Arı sütü uygulaması sonrasında, yapılan hücre canlılık testini (Tripan Blue) takiben, arı sütünün proliferatif etkisini belirlemek amacıyla Ki-67, apoptotik etkisini belirlemek amacıyla aktif caspase-3 ve aktif PARP-1R ifadeleri immunositokimyal ve immunfloresan yöntemle incelendi. Ayrıca apoptozisin belirlenmesi için kullanılan TUNEL yöntemi ile immunositokimyasal ve immunfloresan bulgular desteklendi. Deneylerin sonucunda, arı sütünün 1mg/ml ve 24 saat uygulamasının hücre proliferasyonu ve apoptozis üzerine etkili olmadığı, ancak genel olarak 50 mg/ml'lik 72 saat arı sütünün kanser hücrelerinde proliferasyonu inhibe ettiği, apoptozisi ise indüklediği belirlendi. Sonuç olarak, ovaryum kanseri üzerine alternatif bir tedavi olarak arı sütünün, gerek monoterapik gerekse kombine kullanımının yeni deneysel protokollere temel oluşturabileceği düşünülmektedir.