2004 Cilt 30 Sayı 2
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11452/18145
Browse
Browsing by Rights "info:eu-repo/semantics/openAccess"
Now showing 1 - 16 of 16
- Results Per Page
- Sort Options
Item Bölgemizde 2-24 ay arasındaki sağlıklı çocukların sol el-elbileği grafilerinde kemiklerin olgunlaşma derecelerinin greulich-pyle iskelet gelişme atlasına göre uyumluluğunun karşılaştırılması(Uludağ Üniversitesi, 2004-06-22) Yüzügüllü, Sıdıka; Ziylan, S. Zeki; Akşit, M. ArifBu çalışma, kronolojik yaşları belli olan 2-24 ay arasındaki 700 çocuk içinden, sağlıklı olan 242’sinin sol el–elbilek grafilerinde kemik matürasyonlarının kliniğimizde kullandığımız Greulich-Pyle iskelet gelişme atlasındaki aynı cins ve yaştaki standartlara uygunluğunu göstermek amacıyla yapıldı. Sol el-elbileği radyogramındaki 22 kemiğin gelişimi, Greulich-Pyle atlasına göre 2-9 aylar arasında tam uyumlu iken 12-18 aylar arasında uyumluluğun azaldığı ve 24 aylık olan çocuklarda ise belirgin olarak geri kaldığı saptanmıştır.Item Geniş vestibüler akuaduktus sendromu: 2 olgu sunumu(Uludağ Üniversitesi, 2004-05-20) İnci, Nusret; Hızalan, İbrahim; Turgut, Özlem Kaya; Tezel, İlker; Onart, Selçuk; Erişen, Levent; Basut, Oğuz; Coşkun, Hakan; Tıp Fakültesi; Kulak Burun Boğaz Ana Bilim DalıÇocuk ve adolesan yaş grubunda nörosensoriyal işitme kaybının (NSİK) % 1,5’u “Geniş Vestibüler Akuaduktus Sendrom (GVAS)”lu hastalardır. Bu hastalarda NSİK sıklıkla yüksek frekanslarda, bilateral ve progresif tarzda olup, bazen ünilateral ve flüktüan şekilde de olabilir. Son yıllarda GVAS’nin oluşmasında kompleks etiyolojinin rol aldığı anlaşılmıştır. GVAS’da işitme kaybının nedeni açık olmamasına rağmen, minor baş travmaları ile arttığı bilinmektedir. Tedavide steroid, hiperbarik oksijen gibi ajanlarla tedavi sonrası başarısızlık durumunda koklear implant uygulaması söz konusudur. Kliniğimizde iki yıl önce ani NSİK nedeni ile yatırdığımız yedi ve yirmi yaşlarında iki bayan hastamıza yapılan tetkikleri sonucunda GVAS tanısı konulmuştur. Bu makalede, olgularımızın klinik ve radyolojik bulguları literatür verileri ışığında sunulmuştur.Item İdiyopatik sol ventriküler taşikardi’li bir olgunun radyofrekans kateter ablasyonu ile tedavisi(Uludağ Üniversitesi, 2004-05-11) Gemici, Kani; Çiçek, Davran; Tekiner, Fatih; Cordan, Jale; Tıp Fakültesi; Kardiyoloji Ana Bilim DalıVentriküler taşikardi’li (VT) hastaları değerlendirmek sıklıkla zordur. Sürekli monomorfik ventriküler taşikardi, sıklıkla geçirilmiş miyokard infarktüsü ve kardiyomiyopati gibi yapısal kalp hastalıkları ile ilişkilidir. Bununla birlikte bazı VT’li hastalarda, organik kalp hastalığı bulunamamıştır. İlaç tedavisi genellikle yetersizdir. İdiyopatik VT elektrokardiyografi (EKG), ekokardiyografi (EKO) ve koroner anjiyografi (KAG) yapılarak yapısal kalp hastalığı olmadığı gösterilmiş hastalarda oluşan VT atakları olarak tanımlanır. Hemodinamik olarak genellikle stabil olması, fokal orijinli olması, etrafında skar dokusu olmaması ile VT’yi radyofrekans ablasyona oldukça duyarlı kılar. Radyofrekans kateter ablasyonu seçilmiş hastalarda atakları bitirebilir ve kür sağlayabilir, antiaritmik ajanların uzun süreli kullanımı ile oluşabilecek yan etkilerden hastayı kurtarır. Bizde burada idiyopatik sol VT’li bir olgumuzun radyofrekans kateter ablasyonu ile küratif tedavisini sunduk.Item İntrauterin yara iyileşmesinin biyolojisi(Uludağ Üniversitesi, 2004-06-22) Özgenel, Güzin Yeşim; Tıp Fakültesi; Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Ana Bilim DalıYara iyileşmesinin bir sonucu olan kutanöz skar oluşumu, normal deri yapısındaki fonksiyonel ve yapısal bir bozukluk olarak tanımlanabilir. Belli hayvan modellerinde fetusun ektoderminde oluşturulan yaraların skar oluşmadan iyileştiğini gösteren deneysel çalışmalar, fetal iyileşmenin biyolojisi ve erişkin modelinde skar oluşumunun manipülasyonu konusu ile ilgili hızla gelişen bir cerrahi araştırma alanı yaratmıştır. Bu konuda ki yapılacak olan yeni çalışmalara ışık tutması açısından bu makalede, intrauterin yara iyileşmesinin özelliklerinin anlatılması amaçlanmıştır.Item Joubert sendromu: beş olgu sunumu(Uludağ Üniversitesi, 2004-05-14) Saraç, Vedat; Yazıcı, Zeynep; Aktürk, Çağlar; Erdoğan, Cüneyt; Okan, Mehmet; Köksal, Nilgün; Tıp Fakültesi; Radyoloji Ana Bilim DalıJoubert sendromu otozomal resesif geçiş gösteren, hipotoni, ataksi, epizodik hiperpne nöbetleriyle seyreden bir hastalıktır. Klinik olarak anormal göz hareketleri, nistagmus, hiperpne-apne epizodları ve mental-motor gelişme geriliği izlenir. Temel radyolojik bulgular; vermisin tam veya parsiyel yokluğu, hipoplastik serebeller pediküller ve buna bağlı 4. ventrikül deformitesidir. Joubert sendromunda pons ve inferior kollikulus arasındaki beyin sapı bölgesinde (istmus) disgenezise bağlı ponto-mezansefalik birleşkede uzama, incelme ve interpediküler fossada derinleşme izlenir. Ayrıca süperior serebeller pediküllerde kalınlaşma ile 4. ventrikülde lobulasyon ve genişlemeye neden olan vermis hipoplazisi görülür. Bu üç bulgu aksiyal MR görüntülerde ‘molar diş’ görünümüne neden olur. Bu yazıda, Joubert sendromlu beş hastanın klinik ve radyolojik bulguları sunulmaktadır.Item Kronik miyeloid lösemide imatinib tedavisi(Uludağ Üniversitesi, 2004-05-12) Özçelik, Tülay; Tıp Fakültesi; İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı; Hematoloji Bilim Dalıİmatinib mesilat, kronik miyeloid löseminin (KML) etkeni olduğu ifade edilen BCR-ABL tirozin kinazın inhibitörüdür. Klinik çalışmalarda, hedefe yönelik tedavi olarak, yüksek düzeyde klinik ve sitogenetik etkinlik gösterdiği gözlenmiştir. Bu çalışmada Hematoloji Bilim Dalında imatinib ile tedavi edilen on kronik faz KML’li olgu retrospektif olarak değerlendirildi. Tüm hastaların tedaviyi iyi tolere ettiği ve önceki tedaviye yanıtsız hastalarda hematolojik ve sitogenetik cevabın oluştuğu tespit edildi. Sonuç olarak, uzun dönemli takip verileri henüz olmamasına rağmen KML’li hastalarda imatinib iyi tolere edilen ve etkin bir tedavi yöntemi gibi görünmektedir.Item Meta-analizi(Uludağ Üniversitesi, 2004-06-22) Akgöz, Semra; Ercan, İlker; Kan, İsmet; Tıp Fakültesi; Biyoistatistik Ana Bilim DalıGünümüzde hızlı bir şekilde artan, sıklıkla farklı bulgulara sahip araştırmalar meta-analizi ihtiyacını arttırmıştır. Meta-analizi, belirli bir konuda yapılmış birbirinden bağımsız birden çok çalışmanın sonuçlarını birleştirme ve elde edilen araştırma bulgularının istatistiksel analizini yapma yöntemidir. Onun spesifik yönü, tek başına yargıya güvenmekten ziyade nicel yöntemleri kullanmasıdır. Bu özellik, onu literatürlerin klasik gözden geçiriminden ayırır. Bu derlemenin amacı, iyi bir meta-analizi çalışmasının altında yatan temel prensipleri anlamak, hem bir meta-analizi çalışması yürütürken hem de yayınlanmış meta-analizi raporlarını değerlendirirken ve onların sonuçlarını kullanıp kullanmayacağımıza karar verirken yardımcı olmaktır.Item Multifonksiyonel hormon: Leptin(Uludağ Üniversitesi, 2004-06-22) Aslan, Kemal; Serdar, Zehra; Tokullugil, H. Asuman; Tıp Fakültesi; Biyokimya Ana Bilim DalıBaşlıca yağ dokusu tarafından sentezlenen ve salgılanan leptin, hipotalamus’daki spesifik reseptörlerine etki ederek enerji alımı ve enerji harcanması arasındaki dengeyi düzenleyerek bir tür antiobezite faktörü olarak fonksiyon görür. Üreme, hematopoez, gastrointestinal fonksiyonların düzenlenmesi, anjiyogenez, sempatik sinir sistemi aktivasyonunun düzenlenmesi, kemik yoğunluğunun belirlenmesi, termogenez ve beyin gelişimi gibi birçok fonksiyonunun da olduğu saptanan leptinin, sentez ve salgılanmasında birçok faktör rol oynar. Bu derlemede, literatür bilgisi ışığında leptinin genel özellikleri ve fonksiyonları tartışılacaktır.Item Postmenopozal kanamalı vakalarda transvajinal sonografi, tanısal histeroskopi ve histeroskopi sonrası biopsinin değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2004-08-31) Yumru, A. Ender; Bozkurt, Murat; Canıtez, Özlem ÇaylanPostmenopozal kanama (PMK), yaygınlığı ve malign patolojilerin belirtisi olabilmesi açısından önemlidir. Etyolojinin tespiti için transvajinal sonografi (TVS), tanısal histeroskopi (TH) ve TH sonrası biopsi gibi çeşitli yöntemler kullanılır. Bu çalışmada sayılan yöntemlerin tanı değerleri araştırılmıştır. Elde edilen verilere göre TVS’nin sensitivitesi % 78,9, spesifisitesi % 88,6, pozitif prediktif değeri (PPD) % 76,9, negatif prediktif değeri (NPD) % 89,7; TH’nin sensitivitesi % 90,5, spesifisitesi % 96,4, PPD’i % 93,8, NPD’i % 94,3 bulunmuştur. Bu sonuçlara göre TH, TVS’ye göre daha etkindir. TVS’nin TH ile tamamlanması gerektiği sonucuna varıldı.Item Sol ventrikül anevrizması saptanan olgularda koroner anjiyografik bulgular ve kollateral dolaşımın değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2004-05-10) Gemici, Kani; Kaderli, Aysel Aydın; Özdemir, Bülent; Baran, İbrahim; Güllülü, Sümeyye; Yeşilbursa, Dilek; Serdar, O. Akın; Aydınlar, Ali; Kazazoğlu, A. Rıza; Kumbay, Ethem; Cordan, Jale; Tıp Fakültesi; Kardiyoloji Ana Bilim DalıSol ventrikül anevrizması (SVA), akut miyokard infarktüsü (Mİ) sonrası mortalite için, ejeksiyon fraksiyonundan bağımsız bir risk faktörüdür. Çalışmanın amacı, kateter laboratuvarında SVA saptanan olgularda, koroner arter hastalığının yaygınlığı ve kollateral dolaşımı değerlendirmektir. Çalışmaya, koroner anjiyografi uygulanarak SVA saptanan 802 olgu alındı. Olgular, SVA yerleşimi, tutulan damar sayısı, koroner arter hastalığının ağırlığı, kollateral dolaşım (Rentrop grade 0, 1, 2 grup I, grade 3 grup II) değerlendirilerek sınıflandırıldı. Anevrizma olguların % 63’ünde apikal, anterolateral ve septal bölgede, % 37’sinde ise posterobazal, inferior ve lateral bölgede yerleşmişti. Olguların % 50’sinde tek damar, % 32’sinde iki damar, % 18’inde üç damar hastalığı mevcuttu. Sol ön inen arter lezyonlarının % 46’sı tam tıkalı, kollateral akım açısından % 68’i grup I’deydi. Sirkumfleks lezyonlarının % 33’ü tam tıkalı, % 66’sı grup I’de, sağ koroner arter lezyonlarının % 47’si tam tıkalı, % 60’ı grup I’deydi. Tam tıkalı lezyonlarda kollateral dolaşım yetersiz olarak değerlendirildi (p<0.05). Sonuç olarak tek damar tutulumu ve yetersiz kollateral dolaşımın sadece anterior değil, tüm bölgelerde yerleşen anevrizmalarla ilişkili olduğu söylenebilir.Item Talusun primer subakut hematojen osteomiyeliti(Uludağ Üniversitesi, 2004-05-17) Karakurt, Lokman; Belhan, Oktay; Yılmaz, Erhan; Varol, TahirTarsal kemiklerin primer subakut hematojen osteomyeliti (PSHO) nadir olarak görülmektedir. Özellikle çocuklarda aksayarak yürümenin nadir nedenlerinden biridir. Spesifik laboratuvar testlerinin olmaması ve akut osteomiyelitin tipik semptom ve bulgularının görülmemesi nedeniyle tanı koymak zor olup tedavide gecikmeye neden olmaktadır. PSHO’in tedavisinde bugün için hala görüş birliği yoktur. Sağ ayak bileğinde 40 gündür devam eden ağrı, şişlik ve aksayarak yürüme şikayetleri ile polikliniğimize başvuran 4.5 yaşındaki erkek olguda laboratuvar, röntgen ve histopatolojik incelemeler sonrası talusta PSHO tanısı kondu ve konservatif tedavi olarak alçı atel tespiti ve antibioterapi uygulandı. Sekizinci aydaki kontrolünde sorunsuz iyileşme mevcuttu.Item Türk toplumundaki erişkinlerde patella tiplerinin dağılımı(Uludağ Üniversitesi, 2004-05-24) Demirağ, Burak; Kaplan, Tolga; Köseoğlu, Ertuğrul; Tıp Fakültesi; Ortopedi ve Travmatoloji Ana Bilim DalıAmaç: Bu çalışma ile Türk toplumundaki erişkinlerde patella tipleri dağılımının belirlenmesi amaçlandı. Hastalar ve Yöntem: Ortopedi ve Travmatoloji polikliniğine farklı diz hastalıkları ile başvuran ve diz artroskopisi endikasyonu konulan 100 olgunun, çekilmiş olan rutin diz grafilerinden yüz adet tanjansiyel patella grafisi tekrar değerlendirildi. Olguların yaş ortalaması elli bir (18-93) idi. Wiberg ve Baumgartle sınıflamasına göre patella tipleri belirlendi. Bulgular: Tip I patella % 24, tip II patella % 70 ve tip III patella % 6 olarak bulundu. Hiçbir hastada tip IV patellaya rastlanmadı. Sonuç: Türk toplumunda patella tiplerinin dağılımı bu konuda çok fazla çalışma olmamasına rağmen, çalışmamızda görüldüğü üzere başka toplumlarla benzerdir. Patella tiplerinin Türk toplumuna has bir dağılım özelliği yoktur. Yapılacak kapsamlı çalışmalar ile patella tipi dağılımı ve patellofemoral hastalıklar arasında ki ilişkilerin ortaya konabileceği kanısındayız.Item Uludağ üniversitesi tıp fakültesinde çalışan araştırma görevlisi ve uzman doktorların yaşam kalitesinin değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2004-07-16) Avcı, Kadriye; Pala, Kayıhan; Tıp Fakültesi; Halk Sağlığı Ana Bilim DalıBu araştırmada, Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi (UÜTF)'nde çalışan araştırma görevlileri ve uzmanların yaşam kalitesini değerlendirmek amaçlanmıştır. Temmuz- Ağustos 2001’de Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde çalışan 237 asistan ve 36 uzman doktorda, WHOQOL-BREF(TR) yaşam kalitesi ölçeği uygulanmıştır. Araştırma sonucunda elde edilen yaşam kalitesi bedensel, psikolojik, sosyal, çevre ve ulusal çevre alan puanları sırasıyla 15.0, 14.5, 14.0, 12.9 ve 13.0'dır. Uzmanlarda, temel tıp bilimlerinde çalışanlarda ve evlilerde yaşam kalitesi alan puanları daha yüksek bulunmuştur.Item Uludağ üniversitesi tıp fakültesini tercih eden öğrencilerin kimi sosyo-demografik özellikleri ve mesleğe bakış açıları(Uludağ Üniversitesi, 2004-08-25) Alper, Züleyha; Özdemir, Hakan; Tıp Fakültesi; Aile Hekimliği Ana Bilim DalıBu çalışmanın amacı, ÖSYM (Öğrenci Seçme ve Yerleştirme) sınavında Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni kazanan öğrencilerin bazı sosyo-demografik özelliklerinin belirlenmesi ve bu öğrencilerin tıp eğitimini tercih etmelerini etkileyen nedenlerin ve hekimlik mesleğinden beklentilerinin saptanmasıdır. Bu amaçla, 2001-2002 ve 2002-2003 eğitim yıllarında Tıp fakültesi 1. yarıyıl öğrencilerine cinsiyet, yaşadıkları yer, mezun oldukları lise, tıp fakültesini seçme nedenleri ve hekimlik mesleği ile ilgili beklentilerini içeren bir anket formu uygulanmıştır. Yapılan analizlerde öğrencilerin % 88.9’unun tıp fakültesine isteyerek girdiği ve kendilerine seçme şansı verilseydi % 83.8’inin tekrar tıp fakültesini seçecekleri sonucuna varılmıştır. Öğrencilerin % 58.8’i Tıpta Uzmanlık Sınavını (TUS) hemen kazanmak istediklerini, % 29.6’sı maddi kazancın meslek özellikleri açısından çok önemli olduğunu belirtmişlerdir. Sonuç olarak, uzun ve zor bir eğitim olan tıp eğitimi ve özverili çalışmayı gerektiren hekimlik mesleğini seçen öğrencilerin, seçimlerini isteyerek yapmış olmaları, seçtikleri mesleğin manevi yönüne daha ağırlıklı olarak önem veriyor olmaları gerek eğitim hayatlarında gerekse çalışma hayatlarında başarılı olmaları için önemli adımlardan biri olarak düşünülmektedir.Item Varis ve malignite dışı üst gastrointestinal sistem kanamalarının değerlendirilmesi(Uludağ Üniversitesi, 2004-08-19) Gürel, Selim; İmadoğlu, Oya; Tıp Fakültesi; Gastroenteroloji Bilim DalıVaris dışı üst gastrointestinal sistem kanamalarının etyopatogenezinde yer alan faktörler son 20 yılda daha iyi tanımlanmıştır. Biz bu çalışmayla, etyolojik faktörlerin değişip değişmediğini, risk faktörlerini, kanama komplikasyonlarını ve mortalite oranlarını tekrar gözden geçirmeyi amaçladık. 1996-2003 yılları arasında Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Bilim Dalı kliniğinde, varis ve malignite dışı üst gastrointestinal sistem (GİS) kanaması ile yatarak tetkik ve tedavisi yapılan 221 hastada, retrospektif olarak, yaş, seks, etyolojik faktörler, predispozan faktörler ve kanama komplikasyonları ile mortalite irdelendi. Hastaların % 43.4’ünde sigara, % 17.6’sında alkol, % 49.8’inde aspirin, % 19.5’inde diğer nonsteroidal antiinflamatuar ilaç (NSAİİ) kullanımı, % 58.4’ünde komorbidite mevcuttu. Endoskopik olarak kanama nedenleri arasında % 41.94 ile duodenum ülseri 1. sırada, % 29 ile eroziv gastrit 2. sırada, % 20 ile mide ülseri 3. sıradaydı. Hastalarımızın %76.5’i erkek ve % 23.5’i kadındı. En fazla kanamanın 61-70 yaş grupları arasında olduğu görüldü. Seksen yaşından sonra varis dışı üst GİS kanamasının, kadınlarda erkeklerden 2 kat fazla olduğu saptandı. Başvuru sırasındaki kanama bulguları yalnız hematemez % 19, yalnız melena % 56.6, hematemezle birlikte melena % 20.3 olarak saptandı. Hastaların % 95.5’i medikal tedaviye, % 1.8’i cerrahi tedaviye yanıt verdi ve % 2.7’sinde mortalite gözlendi. Varis ve malignite dışı üst GİS kanamasında duodenal ülser ilk sıradadır. Aspirin ve diğer NSAİİ kullanımı üst GİS kanamasında artmış bir risk faktörüdür. Kanama, erkek cinsiyette kadınlara göre daha fazla ve 80 yaşından sonra ise kadınlarda erkeklerden daha fazla görülmektedir. Komorbidite, üst GİS kanamasında mortalite için bir risk faktörüdür. Prognoz skor sistemlerine göre düşük risk faktörüne sahip olan hastaların büyük bir çoğunluğu medikal tedaviye yeterli yanıt vermektedir.Item Vertebrobaziler dolikoektaziye bağlı hemifasiyal spazm(Uludağ Üniversitesi, 2004-07-16) Şanal, Bekir; Gökalp, Gökhan; Kaçar, Emre; Parlak, Müfit; Tıp Fakültesi; Radyoloji Ana Bilim DalıHemifasiyal spazm (HFS), 7. kranial sinirin innerve ettiği fasiyal kasların tek taraflı istemsiz ve ağrısız kontraksiyonudur. Sıklıkla 7. kranial sinirin bir komşu arter tarafından kök giriş bölgesinde vasküler dolikoektaziye bağlı kompresyonu ile oluşmaktadır. Fasiyal sinirin vasküler patolojiye bağlı kompresyonunu ve diğer kranial sinirleri değerlendirmede 3B CISS MR sekansı, konvansiyonel görüntülere ek olarak yapılması gerekli bir görüntüleme yöntemidir. Bu yazıda, 3B CISS MRG yöntemi ile vertebrobaziler dolikoektazi ve buna bağlı nörovasküler basının gösterildiği hemifasiyal spazmı olan bir olgunun klinik ve radyolojik bulgularını sunmayı ve tartışmayı amaçladık.